Ana Sayfa Yazarlar Faik Can Ümittir bize en çok yakışan

Ümittir bize en çok yakışan

YORUM | FAİK CAN

Uzun zamandan beri yüzbinlerce insan çok büyük bir imtihandan geçiyor. Atmosfer, inanan insanlar aleyhine her geçen gün biraz daha kararıyor. Zulümler, tutuklamalar, işkenceler, sürgünler masum insanların canına okuyor. Her yeni güne yeni bir ümitle uyanan insanlar günün sonunda inkisarla bir kere daha iki büklüm oluyor. Bu amansız süreç ve imansız zalimlerin yaptıkları masum gönüllerde ister istemez bir kısım ümitsizliklere, karamsarlıklara sebebiyet veriyor. Ruh dünyası böylesine sarsık ve canı dudağında yüzbinlerce masum, dizlerine derman, yüreklerine fer bekliyor.

Oysa Rabbimizin bize en büyük ihsanı olan imanımız bizi ye’se düşmekten alıkoyuyor. Tarih ve hadiselerle sabit ki hiçbir gece, gündüzle noktalanmadan bitmiyor. Hiçbir kış, baharı netice vermeden nihayete ermiyor. Cenab-ı Hakk’ın âdet-i Sübhaniyesi bize gösteriyor ki Hak yolunda çekilen bütün sancılar yeni doğumların habercisidir.

Muhterem Hocaefendi’nin sık sık tekrar ettiği gibi “Ümit her şeyden evvel bir inanç işidir. İnanan insan ümitlidir ve ümidi de inancı nispetindedir.” Bu itibarla insan her türlü yeis duygusunun şeytanın kirli ve necis fısıltılarından başka bir şey olmadığını bilmelidir. Hele insan, inanacağı şeyi iyi seçebilmiş ve ona gönül vermişse, artık onun ruhunda ümitsizlik, karamsarlık ve bedbinlik asla yer bulmamalıdır. Bizim dünyamızda her fert ümitle varlığa erer; toplum onunla dirilir ve gelişme seyrine girer. Ümit, insanın kendi ruhunu keşfetmesi ve ondaki iktidarı sezmesidir; zahirî bütün olumsuzluklara rağmen Rabbe itimadın ünvanıdır.

Hapiste de olsalar özgürler  

Yüce Yaratıcı’nın insanın mahiyetine koyduğu benzersiz potansiyel ona kâinata meydan okuyabilecek bir iktidarın kapılarını açmaktadır. Bu iktidar bazılarının zannettiği gibi dünyevi ve maddi bir iktidar değildir. Allah’tan başka bütün güçleri elinin tersiyle itip Yegâne Kudret Sahibi’ne sığınmanın, O’nun hesabına yaşamanın ve hayatı O’nun namına sürdürmenin ruhta hâsıl ettiği derin itminan hissidir. Hapiste ya da sürgünde olmak bu gücün farkına varmaya mani değildir. Esas olan ruhun hür olmasıdır. “İnanan insan zindanda dahi olsa bahtiyardır, imansız insan ise saraylarda bile yaşasa bedbahttır” bu hakikati ifade eder. Bu iman ve Rabbe itimat sayesinde insan, kâinatlar ötesi Kudreti Sonsuz’la münasebete geçer ve O’nunla her şeye yetebilecek bir güç ve kuvvete ulaşır.

Semasının karardığı, azminin kırıldığı ve canının dudağına geldiği bir devrede, Âdem Nebî’yi ayağa kaldıran ümidiydi. O, şeytanın kendisine taktığı çelmeyle yere düşmedi; “Nefsime zulmettim” dedi ve dirildi. Allah’ın halifesi olarak yeryüzüne O’nu temsil etmek, tanımayanlara O’nu tanıtmak ve yolunu şaşırmışlara rehber olmak üzere gönderildi. Şeytan ise, gönlünden akıttığı ümitsizlik kan ve irini içinde bocaladı durdu ve nihayet boğuldu…

İbrahim Peygamber ateşe atılırken de, kuş konmaz kervan geçmez bir vadiye genç eşini ve henüz bebek olan evladını bırakırken de ümitsiz değildi. Ne ateşin yakıcılığı, ne Nemrut’un zulmü ne de vadinin vahşeti O’nda en ufak bir tereddüde sebep olmamıştı. Zevcesi Hacer validemiz O’na “Bizi buraya bırakmanı Rabbin mi emrediyor; öyleyse O bizi zayi etmeyecektir!” derken aynı ümidi seslendirmişti. Bu öyle bir ümit ve teslimiyetti ki mükâfatı Kâbe’yi yeniden inşa etmek ve kıyamete kadar tavaf edeceklerin hasenatına ortak olmak şeklinde tecelli edecekti.

Yakup Peygamber, gözlerine ak düşmesine rağmen Yusuf’tan ümidini kesmemişti. Biliyordu ki, bir hikmete mebni Yusuf’u ondan alan elbette onu zayi etmeyecekti. Etrafındakilerin kendisiyle alay etmesine rağmen o hep ümit solukladı. Önce gömleğinin kokusuna, sonra da Yusuf’una kavuştu.

‘Eyvah yakalandık!’ dediler ama…

Hz. Musa (aleyhisselam) yıllar boyu uğraşıp hidayetlerine vesile olduğu ashabıyla birlikte Firavun’dan kaçarken karşısına çıkan deniz bile O’nda ye’se sebep olmadı. Denizle Firavun’un ordusu arasında kalmış ashabının “Eyvah yakalandık!” telaşına O, “Rabbim benimledir ve O, bana elbette bir çıkış yolu gösterecektir!” teslimiyetiyle karşılık verecekti. Bu aynı zamanda denizleri yarıp içinde yol açmaya yetecek bir ümidin terennümüydü.

Nebiler Serveri (aleyhi’s-salâtü ve’s-selam), saklandığı mağaranın kapısına kadar gelen, soluklarını işittiği düşmanların varlığına rağmen “Tasalanma dostum, Allah bizimledir!” diyerek endişeli dostuna ümit fısıldamıştı. Kimi müşrik, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela on binlerce teçhizatlı askerle Medine’yi kuşatan azgın güruha karşı Hendek kazarken, kayalardan çıkan kıvılcımların gönlünde ateşlediği ümitle istikbaldeki fütuhatı haber veriyordu.

Âdem Nebî’den beri her gönül eri ümitten bir meş’ale ile yola çıkmış, bununla tufanları göğüslemiş; fırtınalarla pençeleşmiş ve dalgalarla boğuşmuştur. Ümit bazen bir Cûdî tomurcuğu, bazen bir İrem Bağı, bazen de Medine’leşen bir Yesrib hâline gelmiştir.

Hele her şeyin bittiği; inanan insanların belinin büküldüğü, gururlarının kırıldığı dönemlerde iman ve ümit destansı bir hal alır. Allah’la irtibatı kuvvetli bir insan böyle zamanlarda O’nun Kudretini, inayetini, riayetini hep yanında hisseder. Elli bin defa çarkı, düzeni bozulsa da sarsılmadan yoluna devam eder; yoklukta, varlık cilvesi gösterip ölü ruhlara can olur.

Bütün ömrü hapislerde, sürgünlerde geçmiş ümit kahramanı Bediüzzaman Hazretleri her tarafın boz bulanık bir hal aldığı, düşmanların dört bir yandan etrafı kuşattığı 1910’lu yıllarda yazdığı Muhakemat adlı eserinde ümidini bakın nasıl haykırıyor: “Hem de bilâ perva olarak ilan ederim ki, zaman ve zeminin merhametsizliğinden dolayı şimdilik az ve zayıf olsalar da Hak neşv ü nema bulacaktır ve taraftar ve mültezimleri muzaffer olacaklardır. Hem de itikadımdır ki, istikbalde hüküm sürecek ve zeminin her kıtasında hâkim-i mutlak olacak yalnız hakikat-ı İslâmiyettir.”

Geceyi yaşayıp onun hiç bitmeyeceğini düşünmek, sancıyı hissedip doğumun gerçekleşmeyeceğini hesap etmek, fırtınayı görüp arkasındaki rahmeti düşünmemek âdet-i ilahîden habersiz olmanın ifadesidir. Şeytanın bir anlık aldatmasına kanıp günah işleyen bir adamın Allah’ın Rahmetinden ümidini kesip tevbeyi terk etmesi gibi insanı helake götürecek bir bedbinliktir.

Rehberin ardından sarsılmadan yürümek vaktidir

Eğer insan yürüdüğü yolun doğruluğundan ve rehberinden eminse ümidini kaybetmemelidir. Zira uzun yollar ümitle aşılır. Kandan irinden deryalar ümitle geçilir. Dirliğe ve düzene hem fert planında hem de cemiyet olarak ümitle erilir.

Yeis mâni-i her-kemâldir. Ümit noktasında mağlup olanlar, pratikte de yenilmiş sayılırlar. Niceleri iman ve ümit zaafından ötürü, yarı yolda kalmışlardır. Küçük bir zelzele, gelip geçici bir fırtına, akıp giden bir sel, onların azim ve iradelerini alıp götürmüştür.

Solmayan renge, sönmeyen ışığa, batmayan güneşe gönül verenlerin geceleri sabah aydınlığında, gündüzleri de Cennet bahçeleri gibi rengârenktir. Böyle bahtiyarların karanlık bilmeyen ufuklarında güneşler kol gezer. Onların her biri ulu bir ağaç gibi, semaya doğru ser çekmiş ve kökleriyle zeminin derinliklerine inmiştir. Ne karın yağması, ne dolunun şiddeti, ne de tipinin, boranın yakıp kavuruculuğu onları ümitsizliğe düşürmez.

Zahiri karanlıkların birbirini takip ettiği bugünlerde bizler dayanıp darılmayan, azmedip yılmayan ve hele ümitsizliğe asla kapılmayan yol göstericimizin ardı sıra, sarsılmadan yürümek mecburiyetindeyiz. Musibet zamanının dua zamanı olduğunun bilinciyle her günü yeni bir teveccühün, farklı bir münacâtın vesilesi bilip Ulu Dergâha yüz sürmenin peşinde olmalıyız. Unutmamalıyız ki, feleğin geniş dairedeki çarkı hiçbir zaman, bu sefil zalimlerin kokmuş felsefelerine ve bozuk hesaplarına göre cereyan etmeyecektir..!

HENÜZ YORUM YOK