YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Batı yine iç politikada çok zor bir dönem geçiren Recep T. Erdoğan’ın imdadına yetişti ve büyükelçiler aracılığıyla onun yelkenine rüzgar taşıdı. Daha önceki yazıda belirtmeye çalıştığım gibi 10 ülkenin büyükelçisinin “Kavala Davasıyla” ilgili yaptığı açıklama, Erdoğan’ın iç politikasına bir rüzgar oldu ve dünyanın büyük devletlerine posta koymuş bir lider konumuna taşıdı onu. Dışarıda nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, kendi tabanı için bulunmaz bir fırsat sundu Recep T. Erdoğan’a.
Bununla birlikte, biraz gündemden düştükten sonra, yani bir iki haftaya Osman Kavala tahliye edilir. Önceki gün kabine toplantısından önce AKP Genel Başkanı, ortağı Devlet Bahçeli ile sanıyorum bu konuyu görüştü, Kavala’nın tutuklu kalmasını isteyen cenahtan serbest bırakılması konusunda ricacı oldu. Bu kriz sonucunda bir zaman sonra Osman Kavala serbest kalır, Recep T. Erdoğan Batı’ya posta koyan adam havasıyla kendi tabanında konumunu güçlendirir. Basit bir kazan kazan oyunu. Osman Kavala serbest kaldıktan sonra da Batı için Türkiye’de sorun biter.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
15 Temmuz rejiminden Batı dünyasının rahatsız olduğuyla ilgili neredeyse hiçbir işaret görmüyoruz. Türkiye içinde Batı dünyasıyla yakın ilişkileri olanların da bundan gerçek anlamda rahatsız olduğunu gösteren hiçbir şey görmüyoruz. Mesela Nevşin Mengü ile röportaj yapan Aslı Aydıntaşbaş’ın söyledikleri de bu kaygımı teyit eder mahiyette.
Röportajın yapıldığı mecra çok önemli, Batı dünyasının Türkiye’yi takip ettiği en önemli mecralardan biri olan DW Türkçe’nin bir muhabirine, Nevşin Mengü’ye konuşuyor. Aydıntaşbaş, geçmişte sistematik işkencenin eski Türkiye’nin en önemli gündemi olduğundan bahsedip, bugün böyle sorunlar olmadığından, Türkiye’nin Batı dünyasında yer almasıyla birlikte bunun ortadan kalktığından bahsediyor. Yani 15 Temmuz rejiminin yaşandığı Türkiye’nin, Batı sisteminin içinde yer aldığını söylüyor. Bence röportajın püf noktası burası! Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hukuksuzluğun en pik yaptığı, yargının tam anlamıyla siyasetin köpeği haline geldiği, bir kitlenin sosyal soykırıma maruz bırakıldığı böyle bir dönemde bu desteğin gelmesi bir hayli ilginç geliyor.
Bugün Türkiye’de Stalin ya da Pol Pot yönetimlerinde olduğu gibi bir işkence olmayabilir evet. Ya da Nazi Almanya’sında olduğu gibi insanlar sırf Yahudi oldukları için toplama kamplarında fırınlara atılmıyor da olabilir ancak bunlar yapılmıyor diye ülkede işkencenin olmadığından bahsetmek, Türkiye’nin Batı dünyasında yer aldığından bahsetmek kesinlikle iyi niyetle telif edilemez.
Nazi Almanya’sında Yahudilere, Romanlara yapılan soykırımdan tek farkın, fırınlarda yakılmamak olduğunu görmeyen göz, sadece kasten görmüyordur.
Üstelik dünyadaki geçmiş faşist yönetimlerin yaptığı gibi sistematik işkencelerin olmaması Türkiye’yi Batı ligine hiç taşımaz. Bu söylem Türkiye’deki bütün hukuksuzlukları, insanlık dışı uygulamaları örtbas etme çabasından başka bir şey değildir.
Bu muhalif görünen tuzu kuruların insan olarak sadece kendi mahallesini görüyor olması da bir başka vahim garabettir. Osman Kavala’dan başka Türkiye’de sorun görmeyenler, kendi mahallesinden olmayan hiç kimsenin can, mal ve mülkiyet hakkını olmayabileceğini de düşünüyorlar.
Sorun Aslı Aydıntaşbaş özelinde olsa sorun yok ancak Türkiye’den Batı ile iyi ilişkiler içinde olan neredeyse bütün gazeteci, yazar, think thank’çiler kapalı kapılar ardında böyle bir Türkiye’nin kulisini de yapıyorlar.
Bugünkü Türkiye’nin Batı’da kulisini yapmak için sadece art niyetli olmak gerekir.
Batı dünyasını sanki sihirli bir değnekmiş gibi anlatıyor. “Batı dünyasında yer aldık, işkence bitti.” Burada batı dünyasının reklamını yapmaktadır. Batıyı iyi göstermektedir. Batının gözüne girmeye çalışmaktadır. Fakat farkında değil belki ama aslında batı dünyasını kandırmaktadır. “Sizin sayenizde düzeldik” derken aslında “bizde işkence yok” demek istemektedir. Yani “bizde sistematik işkence olmamaktadır” diyerek, o narin, modern kadın bedeni ile karanlık dipsiz kuyunun üzerini çağdaş görünümlü şirin kız edasıyla kapatmaya çalışmaktadır. Yani katledenleri, tecavüz edenleri korumaktadır. Şirinsi görüntüsü ve saçlarıyla koca bir kıyımhanenin üzerini örtmektedir. Bunun için saçlarını sallayarak dişiliğini kullanmaktadır. Yaratılışta ona verilen güç ile elinden geldiğince kanın üzerini örtmeye çalışmaktadır.
Peki kendi yapmadığı işlerde neden kendini bu işkenceci ekibin bir parçadı haline getirmektedir? Nasıl bir dava işkencecilerin kirli ellerini narin elleriyle temizlemeye çalıştırır? Çok kirli görüntüleri nasıl benimser ve dava arkadaşı olarak düşündüğü işkencecileri korumaya çalışır? Benim de bu katliamda katkım olsun diye olaya bir ucundan tutunmaktadır.
Demek ki bir ekip ruhu var bu işte. Bu ekip bir dava etrafında birleşmişler. Yani bir davaları var bunların? Keşke açık konuşsalarda biz burada çözmekle uğraşmasaydık. Yani müslüman kadınları o pis zindanlarına atarken ne istiyor olabilirler? O kadınlar kendilerine benzemiyor diye mi bu şiddet? Hitler kendilerine benzemeyen insanları yaktı. Yani aslı gibi saçı ile oynamıyor diye nasıl dehşetli bir uçurum açılabilir ki arada. Ve bu uçurum karşısındakine bu kadar kin, nefret duyacak ne olabilir ki? Bütün zindanlara koşup burada işkence yok diye teker teker poz vermeye sebep olacak kadar ve zindandakilerin ölmesi için zaman kazandıracak kadar nasıl bir kin, nefret yada intikam duygusu olabilir. Birde düşmanlığın bile bir sınırı vardır. Bu kendisini intikam duygusu boşluğuna kaptırmış, sınırsız bir kin ve nefret var. En azından tecavüzlere itiraz et. Onlarda sonuçta senin gibi kadın. Kendi kadınlığını sana unutturacak kadar bu düşmanlık niye?
Bu kadar büyük yıkışlardan sonra, yani iç dünyanı bu kadar parçaladıktan ve düşmanlığa teslim ettikten sonra geriye dönüş çok zordur. Çünkü artık kendinle yüzleşme eşiğini, insan olma psikolojisini çoktan aşmışsındır. Artık bir kan deryasında kanlar içinde insanların etlerini parçalayan, namuslarını ellerinden alan bir yaratık psikolojisine girmişsindir. Bu psikoloji ile yüzleşebilecek insanlık bırakmamışsın ki ders yada nasihat alasın. Yani insanlığa dönmemeyi göze alacak kadar kendini düşmanlığa salmışsın.
Bazı insanlar vardır insanlıklarını bırakmazlar, gerekirse aşağılanırlar, ölürler ama insanlıklarını bırakmazlar. Bu insanların insanlıklarını, dünyada yaptıkları iyi ve faydalı şeyleri görünce, aslında aslı kendisiyle yüzleşmektedir. Bu yüzleşme malum çok acı olmaktadır. Kendi kusurlarını düzeltmek yerine karşı tarafa tüm kötülüğü yansıtmaktadır, onu düşmanlaştırmaktadır. Yani haset, intikam gibi nedenlerle insanlığı yara aldığı için, bir insan görmeye tahammülü yok. Diğer insanları kendisi gibi gördüğünden, onlarla sorunsuz yaşayabiliyor ama hizmet insanların ortaya çıkması bütün dengeleri bozmaktadır. Burada mesele kesinlikle müslümanlıkla alakalı değil, insanlıkla alakalı. Zaten diğer müslümanların işkencelerini rahatlıkla savunmaktadır. Yani işkence yoktur demek aslında işkenceyi savunmak demektir.
Bunlar hep böyleydi. Kendimize yapacagimiz en büyük iyilik bunlara artik bel baglamamak ve daha da önemlisi bunlara benzememektir.
Aslı Aydınbaşın, pardon Aslı Aydıntaşın, çok çok özür, nüfus memurunun bu aileye garazı mı varmış söylemesini bırak yazması bile zor be kardeşim, her neyse, şte bu Aslı Aydıntaşbaş hanımın konuşmalarını bir çırpıda dinledikten sonra, nedense gözüm arkadaki kitaplığına gitti. Çok şükür ki Türkiye de sistematik işkence olmadığını öğrendim, onun verdiği rahatlığın tesiri mi bilmem, baktım sanırım arkadaki beyaz kitaplığa diycem de, işin aslı öyle değil.
İşte Aslı Cahilbaşyolduran mı, pardon başataşçaldıran mı, saçyolduran mı diyeceğim şiddette zor soyadlı hanımefendinin de tespit ettiği üzere!!, Türkiyede sistematik işkencenin hiç olmadığı dolayısıyla aslında hiç başlamadığı da diyeceğimiz 2016 sonrası açığa alınmış, bir nebze kafa dinlerim deyip anamın evinin yolunu tuttmuştum. Bir gün telefonla uyandırıldım komşumca. Evini polisler aramış diye. Vala yürek mi yemiş komşum bilmiyorum bu arayıp bilgilendirmesine de çok şaşırdım, ne cesur dedim kadın. Hep söylerim, kadınlar erkeklerden daha cesur diye. Sevgili eşi ciddi hastalandığında ilk ziyaretine giden, gönlünü ferahlatmaya çalışan olduğum içindir belki diye düşündüm de, herkes benim gibi kötü düşünmez elbette, bu benim kötü düşüncem. Baksana, Aslı Aydın Taş Baş (bak bu sefer yazabildim) hanım gibi ne güzel düşünceli, öyle kötüye yormayın diyor, sistematik işkence nerede, tövbe yalan diyor adeta. Bende Aslı hanım gibi birisini yalancı çıkaracak değilim, kırılan kol bizden olsun, yenin içinde kalsın misali tüh kaka yapıcağım komşumu şimdi. Çünkü komşum, dedi ki, “aman Ahmet Bey sakın bu adamlara yakalanmayın, polis molis değil, gudubet tipler bunlar, iyi ki evde yoktunuz, kabalıklarından apartmantaki herkes omuz silkti, işkence falan yapar bunlar kesin sana, bunların eline düşmeyin sakın” diye beni yanılttı ve hatta o cümleler nedeniyle yakalanmayı değil, yakalanmamayı tercih ettim. Ah be komşum, melek yüzlü şeytan beni nasılda kandırdın sen, gül gibi adaletin olduğu memleketimde, böyle kaçak rolüne büründürdün beni, Aslı Aydıngönülgözükalpgözüaçıkherşeyibilirtaşgibiyüreklibaşıgözümüzerine hanım ülkede sistematik işkencenin hiç olmadığını söyledi. Sana mı inanayım koskoca gazeteciye mi.
Sakın demeyin şimdi, arkadaki beyaz kitaplığa gözün dikildi sonra durdun saçbaş yoldurdun bize diye, idare edin be dostlar, zencefil bal limon zerdeçal karıştırdım sakin sakin içiyorum gribe yakalanmamak için, onun verdiği dinginlikle yazıyorum işte, ama diyeceğim şu ki, o kitaplık benim kitaplığıma çok benziyordu. Onun için gözlerim takıldı. Kızdım da aslında Aslı hanıma, çünkü kitaplığın hakkı kitaplardır. oraya birkaç süs koymuş, dantel mantel, hiç sevmem, binden benim kitaplığıma biri bunu yapmış gibi düşündüm. Eşimle hiç kavga etmem ama bilirdi ki o hep, kitaplığıma dokundu mu biri kızardım, el sürmezdi. İki kitaplığımda yüzlerce kitap vardı, Aslı hanımınkisinde üç beş tanesini görünce tuhaf oldum. Hemen kaldır o süsleri kitapları koy diyesim geldi. Elbet okuyan bir kadın, hele ki yüzlerce yayında, dergide, yargısal kuruluşlarda, garpta şimalda, indi İlahi de ve kul nezdinde ülkede sistematik işkence olduğu ortadayken, bunun aksini isat edecek çok kaynak okumuş olmalıydı, bari onları koysa diyecektim.
Dostlar ne yapmış biliyor musunuz sonra gelen polisler, Nietszche’nin tüm kitapları vardı, görmüş ve demişler ki kapıcıyla komşuya, bak görüyor musunuz bunları, vatan hainlerini, okudukları kitapları. Ulan Zerdüşt beyinli, hemen yanında, hemenyanındaki Elmalı tefsirini niye yok sayıyorsun, Tanrıya Koşan Fizik kitabını niye görmezcelikten geliyorsunda Nietzsche ye takıyorsun. Tek tek sayfaları karıştırdılar hiç yorulmadan dedi. Koca evde geçirdikleri zamanın yarısını kitap sayfalarını karıştırarak geçirmişler. “Okudular mı?” diye sordum, her sayfanın içine bakıp geçiyorlardı deyince bir gülme tutturdu. Bir insan evinin teröristlik iddasıyla öğrenirde böyle güler mi diyeceksiniz, öyle valla güldüm. Zerdüşt beyinli olsalar dedim de iltifat elbette, kuş beyinliler ne anlar okuduklarından diye geçirdim aslında içimden. Bakın kötülediğimi sanmayın memleketimizin polisini, çünkü daha o dönem, Firavunun tüm erkek bebekleri katledin emrine uyan gariban askerleri gibi, çok iyi niyetli polislere de şahit oldu KHK lılar. Anlatayım..
Bir dostum demişti ki, eve geldiler, ne yalan söyleyim Cevşen vardı evde, Şahdamar yayınlarınınmış sanırım, ne bilsin gariban suç olduğunu onun, aptal değil bu çoçuk bu arada ve elbette herşeyin farkında ortadaki Ali Cengiz oyununun ama saflığından garibim onun suç olabileceğini düşünememiş, gelen Polis odasında bebeğinin beşiğinin yanında görünce Cevşeni, eliyle cevşeni bebeğin altına koymuş ve dönmüş “Komiserim burayı aradım birşey yok” demiş. Komiserde gönülsüz arıyormuş, çok afedersiniz “ulan şerefsizler gece gece uykumuzdan edip, gariban suçsuz insanların evlerini arattırıyorlar bu saatte” demiş. Kuşbeyinliler bir tarafa, hasbelkader bunları yapmak zorunda kalmışlar bir tarafa işte. Ama diyeceğim şu ki dostlar, gülme sebebim ne yalan söyleyim Aslı hanımın dediği gibi, “ülkede sistematik işkence yok” sözleri, yoksa canım kim telefonda kitaplarını sayfa sayfa çevirip baktılar sözünün üzerine güler ki.
Aslı Aydıntaşbaş hanım, eğer bilmiyorsan ,ki bu yaşadıklarımızı hayatta okumazsın bilmeyeceksinde o nedenle, bilmiyorum görmedim duymadım dediğine göre şu ana kadar oradan hareketle işte (yoksa namümkün bilmemek duymamak!!) ama yinede yazayım.
1.5 Milyon insan hakkında soruşturma açılmış, evine aramaya gelinen insan sayısı 600 binlerde. Bir yılda 365 gün ve geçen 5 yılı da var sayarsak kaba taslak geçen 2000 günde, GÜNDE 300 masum insanın evi GECE 4 de, böyle sirenler, fırıl fırıl dönen lambalı araba konvoyu, maskeli silahlı izbandut gibi tipler eşliğinde aranmış. Gencecik üniversite öğrencisi kızlardan tut, bebeli kadınlara, yaşmaklı analara, beli bükülmüş ihtiyarlara, bıyığı yeni terlemiş gençlere kadar yaptılar bunu. Ankara Tem’in aynı anda 8 10 kişinin sığacağı nezaretlerine 30 kişiyi ilk başlarda 1 ay,sonraki aylarda da iki hafta süreyle tıkış tıkış doldurdular. Millet şu nezaretten çıkayım da, hücre de kalmayı istiyeceğim durumuna geldi. Aslı Hanım için bunlar sistematik birşey değil o nedenle devamını getirmeyeceğim.
Lakin şunu diyeceğim Sevgili Aydıntaşbaş sen insana saç baş yoldurursun gerçekten. Zaten ortadan yavaş yavaş gitmeye başlamış, lütfen kalanlarıda yoldurma, tekrar çıkacakları bile meçhul şu an. Benim o beyaz kitaplığıma ne olmuş biliyor musun, eve gidemediğim için tekrar, satmıştık ikinci elciye, ne yapayım ben bbunları demiş ve hooop kapıcıya vermiş o da kağıt toplayıcılarına. Diyeceğim Aslı Aydıntaşbaş hanım, lütfen o kitaplığındaki süsleri kaldır, oraya kitaplar yerleştir. Gözüm kalıyor içerliyorum kitaplık adına. Ve korkma lütfen. Sende bu melekette sistematik işkence yok söylemi olduğu müddetçe kimse senin kitap sayfalarını tek tek de karıştırmaz. Korkma, gerçekten senin gibiler için ülkede sistematik işkence olmaz. Hürmetle..
ta$ba$ = ta$kafa