ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM
Başlığa bakıp kendimize aşırı önem atfettiğimizi sanmayın. Benim derdim ‘sorunu’ en çarpıcı haliyle ortaya koymak ve ‘çözümü’ göstermek. Her şeyden önce ‘büyük resmi’ görmenizi sağlamaya çalışmak. Gerçi bu kavramın için Erdoğan rejiminin rüşvet paralarıyla kurduğu Havuz Medyası eliyle boşaltıldı ama yine de tabloyu eksiksiz anlatabilmek için başvuracağım bir tanımlama. Çünkü Post Truth (Gerçeklik Ötesi) çağında ve yalanların gerçekmiş gibi sunulduğu bir dünyada yaşıyoruz.
OTORİTER POPÜLİST REJİMLERİN TEMEL STRATEJİSİ
Sistemin detaylarına ve çalışma usullerine dair detaylara geçmeden temel bir yanılgıyı da not edeyim. İletişim imkanlarını gelişmesiyle birlikte özgürlüklerin genişleyeceği, sansür mekanizmalarının etkisiz kalacağı varsayılıyordu. Fakat öyle olmadı.
Otoriter rejimler bir yandan gelişmiş sansür yöntemleri uygularken öbür yandan da içerik bombardımanı ile ‘gerçeği’ anlamsızlaştırdı. Yani otoriter rejimlerin devasa boyutlara ulaşan propaganda sistemleri hakkında bilginiz yoksa maniple edilmeniz çok kolay.
Sonuçta propaganda artık sadece liderler nutuklarıyla, gösterişli afişler ya da sloganlarla yapılmıyor. Ortada karmaşık bir içerik ağı ve psikolojik harp taktikleri ile yönetilen dijital ordular var.
‘İÇERİK VE SÖYLEM ÜRETME MERKEZLERİ’
Bilhassa Türkiye gibi otoriter popülist yönetimlerde mekanizma şöyle işliyor:
Bu tip rejimlerin içerik ve söylem üreten propaganda merkezleri vardır. Birbiriyle koordineli ve eşgüdümlü çalışan bu merkezlerin ürettiği içerik devletin resmi organları, iktidar partisine bağlı yapılanmalar, güvenlik ve yargı bürokrasisi sözde ‘gazeteci’ ve ‘akademisyenler’ eliyle dolaşıma sokulur. Ardından da ‘troll orduları’ devreye girer ve söylem yayılır.
Burada çok kritik bir nokta var; günümüz teknolojisinde sansür kolay ama alternatif bulmak da çok zor değil. Bu yüzden otoriter popülist liderler yalnızca sansür yapmıyor, içerik bombardımanıyla bilgi kirliliği de oluşturuyor.
Tabiri caizse suyu bulandırıyorlar. Bu strateji Putin Rusya’sından Trump Amerika’sına kadar yaygın olarak kullanılıyor. Sonuçta ‘popülist otoriter liderler’ hasımlarını sadece susturmayı hedeflemezler, aynı zamanda gündemi saçma tartışmalarla istila ederler.
En kritik hamleleri ise hakikati boğmak değil onun etrafını kirlilikle kuşatmaktır.
GERÇEĞİ ANLAMSIZLAŞTIRMAK
Bu taktiğin en iyi uygulayıcılarından birisi ABD Başkanı Trump’ın stratejisti olarak bilinen Steve Bannon’dur. Bannon, CNN röportajında, “Gerçek muhalefet medyadır ve onları etkisizleştirmenin yolu bilgi ortamını b.kla boğmaktır!” demişti. Yani zihinleri, gündemi, bilgi alanını sistematik şekilde bombardımanla doldurma stratejisi.
Bu rejimler halkı ürettikleri yalana inandırmakla kalmaz aynı zamanda her şeyden şüphe eder hale getirirler. Sistem çok katmanlı ve karmaşık şekilde kurulmuştur.
Mesela iktidar gerçek bir krizle mi karşılaştı? Hemen yapay bir gündem piyasaya sürülür, muhalefetin söylemleri cımbızlanır, bağlamından kopartılır, toplumun zayıf damarı olan din, milliyetçilik ve yaşam tarzı tartışmaları tetiklenir, iktidar tetikçileri devreye girer ve muhalifler hedef gösterilir, kriminalize ve linç edilir.
Provokatif içerik bombardımanı başlar, kamuoyunun başı döndürülür.
HER ŞEYİN KONUŞULDUĞU AMA HİÇBİR ŞEYİN ÇÖZÜLEMEDİĞİ ORTAM
Sonuçta toplumun kollektif zihni darmadağın hale getirilir. Neyin ne olduğu, neyin konuşulması gerektiğini bu gruplar belirler. Nihayetinde her şeyin konuşulduğu, tartışıldığı ama hiçbir şeyin çözülmediği kakafonik bir ortam oluşur.
Bu ortamda da sadece güçlü olanın sesi duyulur, hakikat anlamsızlaşır. Doğruları da o noktadan sonra hakikat değil ‘anlatı’ belirler. ‘Anlatı’yı da en çok bağıran belirlemiş olur. ‘Doğruyu bulmak’ artık mesele olmaktan çıkar ve doğruya ulaşabilmek imkansız hale gelir. Gerçekler görünmez olur, yalanlar sıradanlaşır, linç normalleşir ve sessizlik bir tür savunma refleksi haline gelir.
ZİHİNSEL YORGUNLUK HEDEFTİR
Bu kakafoniden bıkan kitleler zihinsel olarak yorulur. Otoriter rejimlerde zihinsel yorgunluk propagandanın yan etkisi değil aksine stratejik amaçtır. Çünkü yorgun halk tepki vermez.
Ayrıca unutulmamalıdır ki okuyana ya da dinleyene ‘Böyle saçma şey mi olur!’ dedirten haberler stratejik hedeftir. Zira amaç düşündürmek, bilgilendirmek ya da yönlendirmek değil, muhatabı felç etmektir.
Bir başka ifadeyle sadece sansürleyerek, susturarak değil, bağırarak, gürültüye getirerek de gerçeği boğarlar.
HAKİKAT DEĞİL ANLATI !
Sanal alem hakikatin ve moral üstünlüğün mücadele alanıdır. Burada güçlü olan yalnızca görünür olmaz, aynı zamanda meşruiyet üretir. Hegemonya da sadece fikirle değil görünürlülükle kurulur. Bu yüzden bu sahada örgütlü olmak, koordineli çalışmak ve troll ordularına karşı ortak refleks geliştirmek şart.
SÜRGÜN GAZETECİLER HAKİKAT BEKÇİSİDİR
Peki bu kadar teoriyi neden anlattım?
Gerçi ben teoriyi anlatırken sizin gözünüzün önüne mutlaka bizzat yaşadığınız örnekler gelmiştir. Fahrettin Altun’un İletişim Başkanlığı bu teorilerin eksiksiz uygulandığı bir yer. Erdoğan rejimi oyunu kurallarına göre oynuyor ve ciddi mesafe aldı.
Türkiye’de artık özgür medya yok. Konvansiyonel medya bittiği gibi sanal alemde de hem ağır sansür hem de anlatmaya çalıştığım ‘gürültüyle boğma’ var.
Hal böyle olunca da gerçeğe ulaşmak imkansız hale geliyor. İşte bu nokta da bizler yani sürgün gazetecilere tarihi bir görev düşüyor. Yanlış anlaşılmasın; ‘Sürgün gazetecilerin hiç bir sıkıntıları yok, rahat rahat gazetecilik yapıyorlar’ demiyorum. Öyle olmadığını bizzat kendi hayatımızdan biliyoruz.
Fakat en azından yazdığımız yazı, ürettiğimiz görsel içerikten hemen sonra tutuklanma riskimiz yok! Haberlerimiz keyfi alınan erişim engeli kararları vs. dışında sansürlenemiyor ama yürüyecek ayak yol bulur misali bir şekilde içerik muhatabına ulaşıyor. Bir başka ifadeyle sürgün gazeteciler zifiri karanlıkta bir işaret fişeği misyonu eda ediyor.
ŞİMDİ GAZETECİLİK ZAMANI
Yalnız gazetecilik bir ekip işi ve lojistik desteksiz yapılabilecek bir meslek değil. O yüzden kurumsallaşma, örgütlenme ve bir çatı altında bir araya gelebilme hayati öneme sahip. Bu amaçla yola çıkan İJA (İnternational Journalism Association) bir kaç yıl içinde büyük mesafe aldı. Kıt imkanlarla önemli projelere imza attı.
Benim de aralarında olduğum sürgün gazeteciler bir yandan da geleceğin medyasını inşaa ediyor. Bu amaçla 5 Nisan’da Almanya Frankfurt’ta bir destek programımız var. Yapacak çok işimiz, anlatacak, tarihe kaydedecek çok derdimiz var. ‘Şimdi gazetecilik zamanı’ diyor ve sizleri de Www. ijadestek.com yanımızda görmek istiyoruz.
Sevigili Adem Yavuz Arslan. Liyakat öyle bir şey ki bundan yoksun insanlar buna sahip olanlardan nefret ederler, fakat içten içe de onları kemiren hased duygusunun önüne bir türlü geçemezler. İşte siz liyakat nedir onu en iyi şekilde temsil eden birisiniz. Sizi çok seviyor, yaptığınız işi çok önemsiyorum.
Gazetecilerin herhangi bir diktatörü yıktığı bir örnek paylaşırsanız sevinirim. Denge ve denetleme mekanizmasının olduğu zamanlarda gazete çok önemli olabilir. Ama şuanda bu mekanizma bitmiş. Diktatör tam olarak hertarafa hakim olmuştur. Ben bir inceleme yaptım diktatörler ya ihtilalle ya da ülkenin işgaliyle gitmişler. Malesef durum böyle. Ben de isterdim gitmelerini ama gazeteyle olacak bir iş değil. Halkın ayaklanması durumunda ise ordunun kimin yanında yer aldığı çok önemli olmuş. Bir Suriye örneğini incelersek veya Afrika diktatörlerini daha iyi anlaşılır
Program cok guzeldi, ayakta alkıslıyorum.