Türkiye’nin Şanghay macerası 

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN 

Dünya 2022 itibariyle her geçen gün liberal demokratik ülkelerle otoriter ülkeler arasında daha keskin şekilde bölünürken, Türkiye rejiminden ve siyasal tercihlerinden dolayı iyiden iyiye Batı’dan uzaklaşmakta ve Rusya-Çin-İran hattına doğru kaymakta. Bu hattın küresel olarak kurumsal ifadesini bulduğu bir ortaklık var: Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO). Her ne kadar bir NATO üyesinin ve AB üye adayının bu kulübün kapısını arşınlaması, hatta diyalog partneri olarak örgütle organik bağlantı kurmuş olması garip de görünse, son 10 yılın Türk dış politikasını yakından izleyenler bu gidişatın ve varılan neticenin çok şaşırtıcı olmadığını düşüneceklerdir. 

Türkiye’nin Batı’yla kurduğu kurumsal ilişkiler hukuksal anlamda devam da ediyor olsa, fiili durumun hukuksal duruma tekabül etmediğini artık salt Türkiyeli eleştirel dış politika analizcileri ileri sürmüyor. Son yıllarda artan bir şekilde Batı’da da Türkiye’nin Atlantik işbirliğinden artık neredeyse tümden koptuğunu ileri süren yorumlar, gerek siyaset yapımcıları, gerek dış politika ve güvenlik politikaları, gerekse de akademisyenler tarafından yapılıyor. 

SCO’nun geçmişi 1996’da kurulan Şanghay Beşlisi (S5) işbirliğine uzanıyor. Çin, Rusya ve birkaç Sovyet ardılı ülke – Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan – tarafından kurulan S5, 2001 toplantısında Özbekistan’ın da gruba katıldığı oturumda SCO adını aldı. Hindistan ve Pakistan’ın da 2017’de örgüte katılımıyla beraber gerek kapsadığı nüfus ve Pazar genişliği, gerek içerdiği toprak genişliği, gerekse de milli gelir toplamı bakımından dünyanın en büyük örgütü durumuna geldi. 2021’de İran’ın da SCO’ya üye olmasıyla beraber Batı’yla olan rekabeti konusunda daha etkili bir mesaj verdi. 2022’de Beyaz Rusya’nın katılımıyla jeopolitik olarak Avrupa içlerine kadar uzandı. Şu an Türkiye de dâhil 9 diyalog partneri üyesi var. 

Örgüt jeostratejik bağlamda hidrokarbon (petrol ve doğalgaz), ekonomik işbirliği ve entegrasyon, ulaşım, boru hatları, altyapı, eğitim gibi alanların yanında, özellikle askeri ve savunma alanındaki işbirliğiyle dikkat çekiyor. SCO üyeleri Batı’nın liberal demokratik değerlerinin üye ülkelerden uzak kalması amacını önemli bir öncelik olarak görüyor. Tüm işbirliği bu temel yaklaşım üzerine inşa ediliyor. Bu bağlamda SCO’yu NATO ve AB başta olmak üzere Batı’ya karşı bir karşı denge arayışı olarak okumak doğru olur. Özellikle Rusya, Çin ve İran, örgütün var olan dünya düzenine karşı bir ittifak olması gerektiği görüşünü paylaşıyor. Bu yaklaşıma – her ne kadar hasım da olsalar – Hindistan ve Pakistan da destek veriyor. 

Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olan tüm devletler otoriter veya yarı otoriter devletler. Seçimsel demokrasinin en köklü olduğu üye Hindistan’da bile son on yılda liberal demokrasiden ciddi bir kopuş gözlemleniyor. Örgütün bugün itibarıyla ana rotasını belirleyen Rusya, Çin ve İran, anti-liberal demokrasi ittifakını da küresel bağlamda başını çekiyorlar. Bunun dışında SCO insan hakları ihlalleri bakımından dikkate alındığında üyeleri arasında oldukça uyumlu bir tablo olduğunun altını çizmek lazım. Bu pratik istatistiksel durum, örgüt üyelerinin rejimsel farklılıklarına karşın ortak politik kültürel “değerlerinden biri” olarak görülebilir. 

Diğer bir ortak özellik, her bir üyenin kendi özel rejimine sahip olması ve kendi rejimini uluslararası ilişkilerin modası geçmiş iç işlerine karışılmaması ilkesi üzerinden korumak istemeleri. Diğer bir ortaklık, üyelerin önemli bölümünün revizyonist, yani var olan sınırları kabul etmemeye eğilimli bir dış siyasete temayül etmeleri. Rusya’nın Ukrayna’da giriştiği işgal ve Çin’in Tayvan konusundaki tutumu, bu yaklaşıma örnek oluşturabilir. Elbette İran’ın İsrail’e yönelik antagonist tutumu ve Ortadoğu’nun Şii bölgelerdeki vekâlet savaşları, Pakistan ve Hindistan’ın kendi aralarındaki rekabetleri örnek verilebilir. 

İşte Türkiye dün Erdoğan’ın dile getirdiği üzere bu örgüte üye olmak istiyor. 

Türkiye, son yıllarda sergilediği genel profil itibarıyla esasen SCO ile oldukça örtüşen yaklaşımlara sahip bir ülke. Batı karşıtlığı, insan hakları ihlallerinin sistematikleşmesi, otoriterleşme, revizyonist politikalar ve yayılmacılık, başka ülkelerin topraklarında yürüttüğü doğrudan askeri harekatlar ve vekalet savaşları gibi SCO “değerleriyle” uyum halinde bir Ankara var. Batılı liberal demokratik değerlerden korunma yönünde genel bir yönelimi de buna eklemek gerekiyor. 

Oysa bundan 10-15 yıl önce bambaşka idealleri savunan bir Türkiye vardı. İstikrarlı bir NATO-Atlantik eğilimi başat olan dış ve güvenlik politikalarından, Gümrük Birliği üzerinden AB ile ekonomik bütünleşmeye,  tam üye adaylığının kabul edilmesinden üyelik müzakerelerinin başlamasına, demokratikleşme adımlarından Kürtlerle Çözüm Süreci’ne, yıldızı parlayan, dinamik ve proaktif bir ülkeydi söz konusu olan. Tüm değerleri itibarıyla, özellikle de ekonomisindeki istikrar ve büyümeyle beraber, vatandaşlarının yaşam standartlarını ve özgürlüklerini geliştiren Türkiye, bu rotayı terk etti. Önce Suriye batağına girdi, sonrasında çok yoğun bir sığınmacı göçüne ev sahipliği yapmak zorunda kalmakla bu basiretsiz ve öngörüsüz siyasal tercihlerinin bedelini ödemek mecburiyetinde kaldı. Yoğun bir çürüme ve yolsuzlukların sistemleşmesi sonucunda, politik sisteminin yaptırımlarından kurtulmak için siyasal karar alıcılarının anayasal düzeni sivil bir darbeyle ortadan kaldırmalarına uzanan bir düzlemde Türkiye kazandığı tüm olumlu mevzileri ve konumları yitirdi. 

Bu büyük savruluşun ardından önce AB üyeliği olasılığı tümüyle ortadan kalktı, böylece küme düştü. Sonrasında kendini içeride bir kaos ortamının ortasında buldu. Gerek yaşanan inanılmaz derinlikteki kutuplaşma, gerekse de politik değerler alanında yaşanan olumsuz dönüşüm, Türkiye’nin SCO ligine doğru pupa yelken ilerlemesinin taşlarını döşedi. Artık çok başka bir Türkiye vardı. 

İşte Şanghay’a üye olmak isteyen Türkiye bu ülkedir. 

Türkiye siyasi tarihi buna benzer basiretsizliklerin ve hataların hiç yaşanmadığı bir tarih değildir. Buna benzer bir durum Birinci Dünya Savaşı arefesinde de yaşanmıştı. İttihatçılar, oportünist, ilkesiz ve sorumsuz yaklaşımlarıyla ülkelerini ateşe atmışlardı. Bu sürecin bedeli, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve toplumunun uğradığı felaketlerdir. Osmanlı vatandaşları,  Ermeni Soykırımı ve Rum Soykırımı gibi büyük insanlık suçlarının kapısının aralanması olmak üzere, toprak kayıpları, bitmek bilmeyen savaşlar ve insani kayıplar, zaten sorunlu olan cüzi altyapının da bu süreçte yok olması, az gelişmiş ekonominin de sıfırlanması gibi sayılmayacak kadar çok olumsuzluğa ve felakete uğradılar. Bu süreç ülkeyi darmadağın etti, gelişimi sekteye uğrattı, sonradan gelen kadroları daha fazla despotizme yönlendirdi. Bugün dahi devam etmekte olan birçok sorunun kökleri bu döneme dayanmaktadır. 

SCO yeni mihverdir. Tarihin aktığı yönün tersine kürek çeken, insanlarını değil bir avuç hırslı otokratın çıkarlarını ve hezeyanlarını önceleyen, ülkelerindeki halklara acıdan ve fakirlikten başka hiçbir şey vaat edemeyen rejimlerin liginde, Türkiye devleti ve Türkiye insanlarını büyük acılar bekliyor. Küresel ilişkilerin yeni bir Soğuk Savaş’ı işaret ettiği bu günlerde, bu İkinci Soğuk Savaş’ta tarafını seçmek zorunda olan Türkiye, Atlantik kanadındaki yerini terk ederek, Avrasya’daki otoriter ülkelere öykünüyor. Bugün iktidarda bulunan İslamcı haramilerle Avrasyacı maceraperestler, bugünün Neo-İttihatçı kanadını oluşturuyor. Maalesef bunların diskuru tüm Türkiye siyasetini esir almış vaziyette. Bu kakofonik hezeyan korosuna CHP de, İYİP de, DEVA da dâhildir. HDP dışında liberal demokratik değerleri az buçuk da olsa savunan başka bir parti yok. Türkiye Türk-İslam sentezinin bataklığına saplanmış durumda. 

Türkiye’nin SCO’ya yönelimi, ne 17 Aralık’tan, ne de 15 Temmuz’dan bağımsız bir hadise. İç siyasetin getirdiği köhne ve küf kokulu koşulların sizlere anlatılan “değerlerle” parfümlenmesi, leş kokuyu bastırsa da, az buçuk verileri birleştirip okuyabilen herkes, gidilen yerin yıkım, fukaralık ve acı dolu bir yer olduğunu görebiliyor. Brüksel’den aldıkları gemiyi Şanghay’a götürmeye kararlı olan bu yönetim ve onun dümen suyunda seyreden aymaz çakma muhalefet, İttihatçıların yaptığı gibi, kritik noktayı aşmak üzere. Bu nokta aşıldıktan sonra yaşanacak tüm fenalıkların sorumluluğu hem onların, hem de onlara prim (ve oy!) veren geniş kitlelerin olacak. O kritik nokta önümüzdeki yıl yapılacak olan – ya da yapılmasını umduğumuz! – seçimlerdir. 

Umalım ki derin hipnozdan uyanış o vakte kadar gerçekleşsin! 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Putinin batıyla takışmasına en büyük desteği kim verir? Bence Çin.
    Büyük bir savaş çıksa, geri de durup, her iki tarafın gücünün kırılmasını kim ister? Bence Çin.
    Bu gergin ortamın artarak devam etmesi, Rus ekseni ile batı ekseninin zayıflamasını kim ister? Bence Çin.

    Çin’in Rusyayı kaynak olarak ve pek çok yönüyle destekleyeceğini, ayakta kalmasını sağlayarak, geri dönmemesi için destekleyeceği kanaatindeyim.

    Tek bir şartla, bu sürecin sonunda, Batı Rusyayı tamamen piyasa ekonomisinden soyutlamış bir duruma düşürebilir ki, bunun sonucu, Rusyanın bu sefer Çin e bağımlılığı, uyduluğu söz konusu olabilir. Böyle bir durumu Putin Rusyasının istemeyeceği de ortada.

    Bu mantık yürütme üzerinden düşünürsem, dünya da bu yükselerek artan trendin geri dönülmeyecek şekilde artacağını düşünenlerdenim. Dereye girmiş Putinin, geriye dönmek yerine, artık kıyıya çıkmaya niyetleneceği bir durumdayız.

    Bunu içten içe en çok kim istiyordur sizce? Bence Çin.

    Peki, Çin bunu isterken, gücü kırılan Rusyayı kaybederek yalnız kalmayacak mı? Bamteli de burası.

    Bu nedenle, çıra gibi yanıp sönecek bir olay değil, gittikçe harlanacak dünya çapında bir gerginliğin başlangıcı olduğu düşüncesindeyim bu olayların. Putin sonrası Rusyanın, geri adımlar atması, batıcı olması demek Çin için yanıbaşında bir risk daha demektir.

    Rusyanın ekonomik olarak destekleneceğini düşünüyorum bu nedenle, Çin tarafından.
    Ve Putinin de başladığı işi, bitirmeye yöneleceğini. Şahıslar üzerinden temsil edilen bir dünyadayız bir yönüyle.

    Erdoğanın sadece gitmesiyle, ne olursa olsun, çok şeyin değişeceğini bilmek gibi, Putin in gitmesiyle de çok şey değişecektir, bu mantığa Putinin kendisinin de sahip olduğunu düşünüyorum.

    Şu an kurulan dünya da yeni paktlar değil, bence biz artık savaşa hazırız modu.

    Putin, batının nükleer tehlikeye dünyanın kendini sokmayacağın, bu nedenle geriye sadece bilindik savaş yöntemlerinin kaldığını, buna da hazır olduğunu belli ediyor. Düğmelere basarsa biri, ilk olarak kendisinin basacağını düşünen bir mantığa sahip olduğunu düşünüyorum.

    …Tamamen zihin jimnastiği bir bilgiye dayanmayan, medyadan takip ettiğin olayların yorumu cümlelerdir…

  2. Fotoğrafa ve laflara bakınca Tayyip yeni arkadaşlarını bulmuş ve oldukça mutlu gözüküyor. Aslında mutlu değildir. Batıya karşı çok kızgındır. Onu Şangay değil Batı getirdi Türkiyeye. Yani Batının çocuğu aslında. Zaten insanlar kızgınlıklarını ebeveynlerine karşı yaşarmış. Bir kızgınlık sezinliyorum. Kendi istediği tarzda pazarlık yapmak istiyor Batıyla. Batı bunu ret ediyor. Halbuki ret etmese Tayyipin ömrü çok daha uzun olacaktı. Ama Batı onu kendi haline bıraktı. O da kızgınlığını Batıyı kızdırdığını sandığı Şangaya yaklaşarak gösteriyor. Bir de çok mutlu görünmeye çalışıyor. Yani ben Batıyı unuttum, Şangay ile çok mutluyum görüntüsü veriyor. Bunların hepsi bir tiyatrodır. Mutlu çocuğu oynuyor. Ben burada daha mutluyum. Burası daha doğal gibi mesajlar veriyor. Ata topraklarında yeller esse de sanki atalarının vatanına kavuşmuştur. Batıyı kıskandırmaya çalışıyor. Batıyı kızdırmaya ve dikkatleri üzerine çekmeye çalışıyor. Yeni arkadaşı Putin Tayyipi yeni ortamlara sokuyor, yeni arkadaşlarla tanıştırıyor. Tayyipte bu ilişkiden ve ortamdan çok memnun gözüküyor.

    Niye bu kadar mutlu göründüğünü anlamadım. Yani onunla sağlıklı, samimi iletişim mi kuruyorlar. Onun yalnız olmadığını mı hissettiriyorlar. Eğer Tayyipin insani ilişki için kendilerine yanaştıklarını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Tayyip bu örgütün varlığını fark etmiş ve Batıya karşı bu örgütün bir duruşu, gücü olduğunu görmüş. Kendisi süreklik zik zak çizdiğinden sağlıklı dostluklar kuramamakta ve yalnızlık onu güçsüz hissettirmektedir. Güce ihtiyacı olduğundan Şangaya bir çocuğun annesine yanaşması gibi yanaşmaktadır. Orada ona sevgi göstereceklerini mi sanıyor. Güçsüz değilsin, bizimlesin artık diye bir sahiplenme mi beklemektedir. İyi de bu şangay liderleri kendi insanlarına çok kötü davranıyorsa Tayyip bunlardan nasıl dost ilişkisi beklesin. Hem Tayyip önce kendine baksın. Kendisi dost ilişkisi mi kuruyor yada yoksa sadece Batıyı kızdırmak ve ilgiyi üzerine çekmek, ilgi odağı olmak mı istiyor. Kendini değerli biri göstermek için Batıdan kaçıyor ki değerini arttırmaya çalışıyor. Bunu kimin üzerinden yapıyor? Türkler ve Coğrafya mirasımızı kullanarak yapıyor. Şahsı Türkiyeyi yuttuğu için, kendi malı yaptığı için, Türkiye üzerinden kaçanı oynuyor. Hani kaçan kovalanır ya. Ya aslında Şangayın arasında arkadaşlar arasında otururken onun aslında aklı Batıda. Kendini Batıdan alamıyor. Ama Batıya çok kızgın. Türkleri istediği gibi yönlendirebiliyor. Bu gücünü Batı görmeliydi ve onunla işbirliği yapmalıydı. İsterse Batı için bütün mültecileri tutabilirdi. Batı için Suriye cephesi açabilirdi. Batı için Kürdistanın Suriyede kurulmasına yardım ederdi. Ama Batı bir türlü Tayyipin kurmak istediği ilişki tarzına gelmiyordu. Yani Tayyipin gecekonduda edindiği davranış kalıplarını muhtemelen Batı ahlaki bulmuyor. Tayyip ise Batıyı bu davranışa zorluyor. Tayyip hep istediğini yapmak ister. İnsanları mutlu ederek, milletin parasını dağıtarak, onları ikna edip kendi ilişki tarzına çeker. Ama Batıyı kendi ilişki tarzına getiremedi. Adam o kadar büyük lokmalar yutmaya çalışıyor ki Batıyı bile Türkiye gibi mideye indirme hırsı gösteriyor. Başaramayınca sinirden kuduruyor. Batı Tayyipin Türklere yaptığını kendilerine yapmasına izin vermiyor. Türklerle kurduğu ilişki tarzını Batıyla kuramıyor. Uyanıklığı Türkiye sınırlarında Tayyipçi müslümanlara ancak. Bu numaralar Batıya sökmüyor. Bir türlü Tayyipin pazarlık metodu, etik olmayan ilişki yöntemini Batılılara kabul ettiremiyor. Sende kazanacaksın bende diyor ama Batı No yada nein das ist nicht gut yada it is very bad idea diye adamı geri çeviriyorlar. Her ilişki kurduğu Batılı onunla muhatap olarak onun tarzını çözüyor ve uzaklaşıyor. Yani bu seviyede ilişki kurmak istemiyor. Kendi insanlarını aldatmak, kandırmak istemiyor. Tayyip ise ne olacak ki, bir sefercik diyerek Batılı liderleri kendi yoluna çekmeye çalışıyor. Bir kere yaptırabilirse sonrasının geleceğini biliyor. Çünkü paranın tadını nefis bir kere aldımı bırakmayacağını biliyor. Ama müslüman Türkiyede patlayan rüşvet skandalları kafir Batıda patlamıyor. İlişki tarzlarımızda ve diğer insanlara ihanet etmede sorunlarımız var. Gelişimin bir aşaması sekteye uğruyor. Şeytancıklar yetişiyor. Sonra bu şeytancıklar diğer insanları etkiliyor, haram kazanca alıştırıyor. Müslüman toplum bu haram yolu içinde barındırıyor. Bu damar ile ilişkisini kesemiyor. Çünkü bu damar herkesin içinde serbestçe dolaşıyor ama müslümanlar ne yapıyor? Kendisini iyi müslüman olarak göstermek için çağdaşların yaşantısını kendine referans alarak, onları kötüleyerek kendini iyi noktaya getiriyor. O yüzden içinde dolaşan damarı fark etmiyor ve Tayyip müslümanların bu damarını kullanarak onları makamlarla, arabalarla, çift maaşlarla, burslarla, haram kazançla, ihalelerle kandırıyor. Bir kere yapsın yeter diyordur çünkü kapıyı bir kere açsın gerisi gelir diye düşünüyor ve bu yolla insanları köpeği yapıyor. Sanıyor ki herkesi köpeğim yapabilirim çünkü Devletin hazinesindeki para benim diye düşünüyor. Yani hazine parasının insanların olduğunu kanıtlamak için Tayyipe karşı avukat tutman verek. Çünkü adam çok iddialı. Benim diyor, hak iddia ediyor. Hazineye dokunursan sanki Tayyipin kumbarasına dokunmuş gibi olursun. Hazineden insanlara verdiği paraları kesinlikle sanki kendisi veriyormuş gibi düşünüyordur. Sizin paranızı ben veriyorum diye inanmış bir kere. O kadar inanmış ki yani ciddi ciddi bunlar benim paralarım diyordur. Sadece yinede hazinenin paralarını açıktan kendi kasasına aktaramıyor da indirekt yöntemlerle paralel kasalara transfer ediyor. İnsanlar camilerin ahır oluşunu konuşurken çark işlemeye devam ediyor. Yunanla kriz yaşanırken çark işlemeye devam ediyor. 15 temmuzda çark işlemeye devam ediyor.

    Bu çark ilişkisini israil, kuzey suriye üzerinden, iran ile kurdu. Şimdi koskoca Batıyı kendine uydurmaya çalışıyor. Onları tongaya düşürmeye çalışıyor. Paranın tatlılığını Batılılara öğretmeye çalışıyor. Biliyor ki Türklerin hazinesi üzerinden Batı ile ilişki kurabilirse bu ilişkinin tadını alan Batılılar Tayyipi iktidarda tutmaya çalışacaktır. Yani insanlarla kurduğu ilişkiler olağan ilişkiler değil, çok tehlikeli ilişkiler. Bu ilişki müslüman Türklerde, hatta CHP li Türklerde, Milliyetçi Türklerde tuttu. Hiçbiri Tek adam rejimine laf etmiyor. Hatta CHP Laik Hukuk Türkiye Cumhuriyetini bile bu ilişki üzerinden gömdü. Gönlünden sildi ki ağzından da duyamıyoruz. Aman eski rejimi hatırlatmayın. Herşey yeni kutsal rejim için feda edildi. Yıllarca insanlara Cumhuriyetin değerlerini dayatanlar bir tane Cumhuriyet değerinden bahsetmez oldu. Demek li Tayyipin yöntemi etkili bir yöntem. Zaten bu yüzden adamdaki cesarete bak ki Batılı liderleri çamura çekmeye çalışıyor. Gel gel diyor ama Batılı müslüman Türk gibi rüşvete, yolsuzluğa sıcak bakmıyor. Batılı yetimin hakkını koruma sorumluluğunu üst benliğini devreye sokarak dürtülerin saldırısından korumuştur. Üst benlikten haberi olmayanlar Batıyı da kendi rüşvet ilişki tarzlarına çekebileceklerini sanıyor. Hatta şaşırıyordur neden bunları kandıramadım diye? Çünkü adamın en güçlü silahı insanları kandırmaktır. Sarışınları kandıramadığı zaman çıldırıyor. Ya başarılı olmak zorunda yada kendini kaybetmiş gibi hissediyor. Kaybetme hissini hiç sevmiyor çünkü kendini duvara toslamış gibi hissediyor. Ahlaki değer gösteren biri karşısında eziliyor, aşağılanıyor. Ama kandırmayı başarsaydı sevinecekti çünkü üstünlüğü ve insanları kontrol etme yeteneği başarılı olacaktı. Ne zaman karşısına ahlak çıksa ve onu kandıramazsa çıldırıyor. Gücü yeterse ahlaklı insanları susturuyor ama bunu Türkiye gibi ahlak yoksunu yerlerde başarabilir ama Batıda insanları susturamaz. O yüzden şu anda Batılıkar özgürler. Ama eğer Tayyipin gücü yetseydi ki gücü yetmediğinden Şangaya girerek güç devşirmeye çalışıyor, fırsatı olsaydı Türkiyede yaptığı yıkımın aynısını Batıda da yapacaktı.

    Şangayda kendini güçlü göstermeye çalışıyor. Hemen liderleri etrafıma toplamış birşeyler anlatıyor. Madem bu kadar Şangaydan yanaydın düne kadar neredeydin? Birden bire liderleri etrafıma toplamoş konuşuyor. Madem bu kadar muhabbetin vardı bu zamana kadar niye Batıdan kopmadın. Kendince blöf yapıyor, işte muhabbeti sıkı gösteriyor, orada bulunduğu için çok mutluymuş gibi görünüyor. Batı bunu sadece izliyor. Sadece izliyorlar bu ne yapıyor diye. Bu da izlenildiğini biliyor. Onları şaşırtmaya, korkutmaya çalışıyor. Ama Tayyipin sıkı müttefiki, üstün strateji dostu İngilteredir. Daha geçende ne kadar müttefik ve dost olduklarını teyit ettiler birbirlerine. Yani bu tiyatroyu muhtemelen ABD ye yapıyor. Tiyatro ama ya gerçek olursa kaygısı oluşturmaya çalışıyor ama Tayyipin farketmediği birşey var. Tayyip Bahçelisiz bir hiç ve Bahçeli hayırcı cephenin sadık elemanı. Görevi Tayyipi yanlışlık yapmaktan kontrol etmek. İngilizler Türklerin rejimini Asya rejimleri gibi olmasını istiyor. Yani Tayyipi Şangaya sokan İngilizler ama ip İngilizler elinde. Türkleri Batıya sokarlarsa Demokrasi falan Türkleri bozar. Müslümanlar ve oh olsuncular ağızlarına demokrasiyi almıyorlar. Türklere en büyük darbeyi koydular. Güçler ayrılığına balyozu yapıştırdılar. Laik Hukuk Türkiye Cumhuriyeti çatır çatır çatladı. Kılıçdaroğlu da insanları kandırıyor. Türkiye Laik Devlettir diyor. Yani maskelemeye yardım ediyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin