Ana Sayfa Dünya “Türkiye’nin iki baş aktörü arasındaki fark”

“Türkiye’nin iki baş aktörü arasındaki fark”

Güney Afrika’nın tanınmış köşe yazarı ve siyasi yorumcusu Ranjeni Munusamy, Erdoğan’ı Mozambik’te görünce “Vızırtı Sultanı” yazısını kaleme almıştı. Amerika’ya giderek Fethullah Gülen ile görüşen Munusamy, “iki insan” arasındaki farkı ülkenin en çok satan gazetesi Sunday Times’da tam sayfada değerlendirdi.

Üst perdeden konuşan Erdoğan bakışları ile içime korku salmıştı diyen Munusamy, “Gülen’in manevi bir atmosferi var, usulünce konuşan Gülen’in gözlerinde farklı manalar var” dedi.

İşte Munusamy’nin, Türkiye’nin öcü adam bilmecesi başlıklı o yazısı:

Dünya çapında bir hareketin şimdilerde hasta ve gönüllü olarak sürgünde yaşayan lideriyle görüşmek için aldığım gizemli davet geri çevrilemezdi.

Ahşap köprünün üzeninden eğilip aşağıdaki berrak sudaki yansımama baktım. Güneş batıyor ve suyun yüzeyinden yansıyan kırık ışık tayfları havayı daha da ruhani yapıyor. Saatime bakıyorum – aksam üzeri 7:22. O gün sayısız defa kendi kendime, bu mülakat olamayacak diyorum. Belki de maksat sadece buraya gelmekti. Garip ve güzel bir mekan. Burası Pennsylvania’nın Poconos dağlarının derinliklerindeki kırsal Saylorsburg. 1999’dan beri burayı adeta bir sığınak edinmiş olan Türk alim ve manevi lider Fethullah Gülen ile Golden Generation Worship and Retreat Center’da (Altın Nesil İbadet ve Dinlenme Merkezi) görüşme şansına ulaşmış altı Güney Afrikalı gazeteciden biriyim.

Görüşme diyorum çünkü 16 saatlik bir uçuş ve New York’tan iki buçuk saatlik bir yoldan sonra gerçekten bir röportaj olacak mı yoksa 77 yaşındaki yaşlı din adamı ile sadece bir selamlaşma mı olacak emin değilim. Nereye gittiğimiz ya da dünyada bu münzevi İslam alimi ile yüz yüze mülakat yapmak isteyen gazeteciler arasından neden bizim seçildiğimiz konusunda çok fazla bilgimiz yoktu.

Gülen kendilerini eğitim, barış ve dinler arası diyaloğa adamış tasavvuf odaklı Türk Müslümanların oluşturduğu bir ağ olan Hizmet hareketinin lideri. Gülen hiç evlenmemiş ve çocuğu yok ama öğretileri dünya çapında milyonlardan oluşan bir gönüllüler inisiyatifini harekete geçirmiş.

Hizmetin sivil toplum kuruluşları ve yıllardır faaliyette olan okullarıyla Güney Afrika’da sağlam bir varlığı söz konusu. Güney yarımkürenin en büyük camisi olduğu söylenen Nizamiye Mescid’i, Gülen’in arkadaşı ve aynı zamanda Hizmette önemli bir kişi olan, halen Güney Afrika’da sürgünde yaşayan Ali Katırcıoğlu inşa etmiş.

Gülen ve Hareketi gayet zararsız görünse de Türk hükümeti onları terörist ilan etti ve 2016 Temmuz ayındaki darbe girişiminden sorumlu tuttu. Darbe girişiminden çok önce Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hizmet ile irtibatlı olan herkesi gözaltına alıp tutuklatmaya ve Hizmet hareketine çökmeye başlamıştı.

Darbe girişimi, Hizmet üyelerini mali olarak çökertmek maksadıyla topyekûn Hizmet üzerine çullanılmasını ve ayrım yapmadan önüne gelenin tutuklanmasını ve işten atılmasını netice verdi. Bu baskılar, gazetelerin, haber ajanslarının ve TV kanallarının kapanmasını da içine aldı.

Hakim, kamu çalışanı, akademisyen, öğretmen, doktor ve gazetecilerin arasında olduğu binlerce insan Türk hapishanelerinde. İlave binlercesi de Güney Afrika dahil dünyanın değişik yerlerine kaçtı.

Erdoğan, Gülen okulları, NGO’lar ve ticarethanelerin terörizm faaliyetleri için birer kamuflaj olduğuna hükümetleri ikna etmek için yoğun gayret sarf ediyor. En büyük arzusu, İslam aleminin lideri olmasının yanında, Gülen’i ABD’den iade ettirip terör suçlamasıyla mahkemeye çıkarmak.

Evine dönemiyor

Güney Afrika’da yaşayan ve ülkelerine gidemeyen iki rehberimiz, Gülen’in şeker hastalığı sebebiyle hasta olduğunu söylüyorlar.

Sabah saatlerinde vardığımızda bize Gülen’in sağlığının zayıf olduğunu ve dinlendiğini söylediler. Muhtemelen öğlen civarı görüşebileceğiz.

Yapraklarla kaplı bahçede dolaşmamıza müsaade ettiler ve özellikle alt tarafta bulunan gölü görmemizi tavsiye ettiler. Dini ya da manevi mekanlardan bekleneceği üzere oradakiler işlerini sükunet ile hallediyorlar. Oradaki sükunet son derece sarsıcı.

Hastalıklı sağlık durumuna rağmen, sohbet eden liderleri ile ibadet etmek ve ondan bir şeyler öğrenmek için dünyanın çeşitli yerlerinden Hizmet takipçileri buraya geliyor.

İnsanların bizi rahat ettirmek için koşuştuğu yemekhaneye öğlen yemeği için davet edildik. Oradaki önde gelenlerden birisi, sağlığının iyi olmadığını ve Gülen’i ancak akşam namazına çıktığında görebileceğimizi ifade etti.

Garip bir şekilde bize çay servisini yapan, fıstık, üzüm ve hurma tabaklarını getiren Gülenin doktoru.

‘Her gün altı çocuğum ölüyor’

Doktora Gülen’in sağlığını sormaya karar verdim. Tercümeye göre, şeker ve yüksek tansiyon, Gülen’i çok zayıflatıyor ve aşırı stres durumunu daha da kötü yapıyor.

Gülen ona Türkiye’deki takipçilerinin çektiği sıkıntıları dinlediğinde hissettiği travmayı ‘her gün altı çocuğunun ölmesi’ gibi olarak ifade etmiş.

Ve ben onu görmek için daha da sabırsızlanıyorum. Bir daha halka açık konuşma ihtimali olmayabilir.

Ama gün uzadıkça uzuyor.

Ziyaretçi bölümüne alındık. Ben öğleden sonramın çoğunun süet koltukta uzanıp dışarıdaki kalın ormana bakarak geçirdim.

İnternet bağlantısı olmadığından kafamdaki “David Koresh ve Waco showdown” ya da “CIA surveillance of Turkish cleric(Türk din adamının CIA tarafından izlenmesi)” gibi kafamdaki konuları Google’da arayamıyorum.

Bir taraftan, burada harika bir siyasi gerilim filmi çekilir diye aklımdan geçiriyorum. Özel kuvvetler ormandan alana giriyor, helikopterle havadan iniyorlar ve ana karakter izli bir tünelden kaçırılır.

Sonradan şok olarak birisinin helikopter kiralayıp buranın üzerinde uçarak çekim yaptığını ve bunların Türk devlet medyasında yayınlandığını öğrendim. Erdoğan’a sadık bazı Türk vatandaşları daha sonra kapıya dayanıp buraya zorla Gülen’i almak için girmeye çalışmışlar.

Ümitlerimiz tükeniyor.

Gün batarken akşam namazını izlemek üzere davet ediliyoruz. Gülen namaza gelemiyor ve bizim umutlarımız da yavaş yavaş eriyor.

Gülen’in yatsı namazı için gelme ve bizim de görüşmek için son bir şansımız olabileceği ihtimalimiz olduğunu duyduktan sonra akşam yemeğine geçiyoruz.

Yemek biterken yan kapı açılıyor ve iki kişi hızlı hızlı Türkçe konuşuyorlar. Biz hemen fırlıyoruz – herhâlde sonunda o an geldi.

Ama heyhat! Yine misafir odasına alınıyoruz ve doktor yine bize çay servisi yapıyor.

Ve sonra kapıda bir hareketlenme, insanlar sağa sola gidiyorlar.

Girebileceğimiz söyleniyor. Hızlı şekilde duvarında büyükçe bir İstanbul Boğazı resmi olan koridordan geçip her tarafında koltukların olduğu büyükçe bir salona geçiyoruz. Gülen’in yalnız oturduğunu görünce hızlı bir nefes alıyorum.

Bariz  bir şekilde hasta, yorgun ve bitkin görünüyor. Gözlerinin altında şişmiş torbacıklar var ve yüzünde bir acı var. Biz girince zorlanarak ayağa kalktı ve yandaki koltuklardan birine geçti.

Gülen’in tam karşısına oturdum ve bir saat boyunca onu gözlemledim. Türkiye’nin iki baş aktörü arasında ancak bu kadar fark olabilirdi.

Geçen yıl Erdoğan’ı Mozambik ziyareti sırasında görme şansım oldu. Başkan Erdoğan ile göz göze geldiğimizde bana doğru korku dalgaları yağmıştı. Konuşması üst perdeden idi ve alt yapı yatırım sözleri ile Mozambikli siyasi ve iş dünyasını etkileyip Gülen okullarını kapattırmaya ve öğretmenleri sınırdışı ettirmeye çalışıyordu. Mozambik ona karşı soğuk davranmıştı.

Gülen’in ciddi bir atmosferi var, usulünce konuşuyor, dede terlikleri ve takkesi o andaki yorgun ve zayıf görünüşüne eşlik ediyor. Mülakat başladıktan sonra biraz daha güçlü görünüyor ve daha canlı konuşuyor.

Neden geldiğimizi merak ediyor ve görünüşe göre Güney Afrika’dan gelmemize şaşırıyor.

Ona bizim kanalımızda dünyaya nasıl bir mesaj vermek istediğini soruyorum. Tipik bir siyasiden bekleneceğinin tersine yemi yutmuyor.

Bana yumuşak bir bakışla, ‘ben size ne yapacağınızı ya da yapmayacağınızı söylememeliyim.  Siz ne hissediyorsanız onu yazmalısınız’ diyor.

Grubumuzdan sorular geldikçe biraz daha konuşmaya başlıyor. Ülkesine dönmek isteyip istemediği sorulduğunda ülkesini her gün özlediğini söylüyor.

“Eğer Amerika bana çıkmamı ve Türkiye’ye gitmemi söylerse, kendi biletimi alır gider hapishanede ölürüm” diyor.

Terörist ilan edilmek!

Gülen, fikirlerinden bu şekilde devasa bir hareket çıkacağını beklememiş. Terörist ilan edilip iki defa Türk hükümetini şiddetle devirmeye teşebbüsle suçlanmasına daha da şaşırmış.

Bir taraftan pişmanlığının olmadığını söylerken, öbür taraftan bazen acaba muhalifleri yumuşatmak için bir şeyler yapılabilir miydi, mesela onları övseler ya da okul ve üniversitelere isimlerini verseler yumuşarlar mıydı diye de düşünüyor. Ama Türkiye’yi idare edenlerin hiçbir zaman tatmin olmayacaklarını ve hep daha fazla isteyeceklerini ifade ediyor.

Gülen, Başkan Erdoğan ile sadece iki buluşması olduğunu; birisinin AKP’yi kurmak istediği zaman, ötekinin de Bosnalı çocuklar yararına yapılan futbol maçında olduğunu söylüyor. Bu düşmanlığın nasıl ortaya çıkıp büyüdüğünü, Erdoğan’ın neden bu kadar hareketi bitirmeye çalıştığını, hatta ona göre, kendisinin öldürülmesini istediğini anlamakta zorlanıyor.

Erdoğan’ın Hizmetin kendi propagandasının parçası olmasını istediğini, reddedilince de etkisini kıskandığını söylüyor.

Gülen artık fazla ömrünün kalmamış olabileceğini kabullenmiş görünüyor. Hareketin kendisinden ibaret olmadığını ve insanların, hareketin üzerine bina edildiği düşünce ile Hizmetlerine devam etmesi gerektiğini söylüyor.

Hala etkili

Yanında oturan birisi, Gülen’in yorulduğunu düşünüp mülakatı bitirmek ister gibi yapınca yaşlı adam (Gülen) ona oturmasını işaret etti ve konuşmaya devam etti. Hasta ve zayıf ama odada oturup dinlemekte olan diğer ileri gelenler de olmasına rağmen, toplantıyı tamamen O kontrol ediyor.

Tercüman’ın her şeyi hatırlayabilmesinden endişe edip, “Kağıt kalem lazım mı?” diye soruyor. Ve bizim de ikram edilen baklava ve Türk lokumundan yememizi istiyor. Bir ara Gülen aniden kalkıp bana doğru geliyor. Ben onun canını sıkacak bir şey yaptığımı zannediyorum ama o sadece klimayı ayarlıyor.

Onu, insanlar tarafından nasıl bilinmek istediğine ve darbenin arkasında olduğu suçlamasına çekmeye çalışıyorum.

Gülen darbe ile ilgili çok söylenti olduğunu ve bazı insanların safça bunun gerçekten hükümeti devirmeye yönelik bir darbe girişimi olduğunun düşündüğünü ifade ediyor. Takipçilerinin çoğu bu darbenin tiyatro olduğunu düşünüyor.

Gülen “Eğer 15 Temmuz’un gerçekten bir darbe olup olmadığına dair uluslararası bir araştırma yapılsaydı ve benim bunun arkasında olduğum ortaya çıksaydı, Türkiye’ye gider sonuçlarını göğüslerdim” diyor ama Türk hükümetinin güvenilir hiçbir araştırmaya müsaade etmediğini ifade ediyor.

Global siyasi durum sebebiyle birçok ülke insan hakları ihlalleri konusunda sessiz. Tarih Kanada ve Almanya gibi ülkeleri Türk insanıyla dayanışma içinde oldukları için ödüllendirecektir” diyor. Güney Afrika’da da insan hakları ihlalerine karşı ses çıkaranlara teşekkür etti.

Hizmet’ten, Erdoğan’ın zulmüne karşı herhangi bir strateji değişimi söz konusu olmadığı açık. Gülen darbeden bu yana, güç kullanarak direnişin kendi prensiplerine bir ihanet olacağını net şekilde ifade ediyor.

Mülakat bitince oradaki önde gelenler Gülen’in odasını görmeye davet ettiler. Yatağı yerde bir döşek ve yakında bir masa üzerinde büyük harflerle yazılı bir Kur’an duruyor. Odanın ön tarafında bir Türk bayrağı asılı.

Şartlar farklı olsa da aklıma Güney Afrika’nın özgürlük mücadelesindekilerin evlerinden uzak oluş ıstırapları geldi.

Geceye doğru ilerlerken Gülen’in bana söylediği sözleri düşünüyorum: “Ne hissediyorsan onları yazmalısın”.

Ama gözlerdi çok daha fazlasını söyleyen.

1 YORUM