Türkiye’de soyadları nasıl verilmişti?

DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM

Erken Cumhuriyet döneminin sosyal alandaki devrimlerinden birisi de Soyadı Kanunu’dur. 21 Haziran 1934’te çıkarılan bu kanunla her ailenin bir soyadı alması kararlaştırılmıştır. Kanun çerçevesinde alınacak soyadlarına dair örnek listeler hazırlanmış, bazen şahıslar kendileri bir soyadı belirlerken bazen de nüfus memurları kendi iradeleriyle soyadı vermişlerdir.

Niye ihtiyaç duyuldu?

Türk toplumunda her ailenin eskiden beri “lakap” ya da “şöhret” denilen bir ismi vardı. Kişiler genellikle toplumda bu şekilde tanınmaktaydı. Bazen “İmamoğulları, Kunduracılar, Saraçoğulları” gibi meslek ifade eden, bazen de ailenin bir özelliğini öne çıkaran “Hacıoğulları, Çolakoğlu, Arıkoğlu, Çobanoğlu…) gibi lakaplar kullanılmaktaydı. Aileler, bulunduğu çevrede genellikle bu şekilde birbirlerinden ayrılmaktaydı.

Ziya Gökalp; Türklerde önce boy adının (Yunus Emre) sonra da aile adı olarak soy mensubiyetinin kullanıldığını, bazen de aile isminin yanına “oğlu” eklendiğini (Kozanoğlu), Osmanlı döneminde ise köylerde “oğlu” ifadesi kullanılsa da şehirli kesimin “zade” demeyi tercih ettiğini yazmaktadır. Osmanlı’nın son döneminde aile ismi baba adlarından devam etmiş ancak her babayla isim değiştiği için sağlıklı bir yöntem olmamıştır.

Gökalp’e göre yapılması gereken her ferdin bir aile ismi kabul etmesi ve kendisi seçmeyenlere de hükümet tarafından verilmesidir. Soyadı Kanunu’nun çıkmasında bu tür yayınların etkili olduğu bir gerçek olsa da neden 1934’e kadar beklendiğini anlamak tam olarak mümkün değildir.

1881 tarihli Sicill-i Nüfus Nizamnamesi’nde “familya namı” ifadesi bulunmakta ve nüfus sayımlarında kayıtlar buna göre yapılmaktaydı. Nizamname’de “sicill-i nüfus, zükur ve inasın (erkekler ve kadınların) isim ve şöhretiyle … havi olacak” denilmekteydi.

Türkiye’de Medeni Kanun’un 1926’da kabul edilmesine karşılık Soyadı Kanunu’na dair çalışmaların 1929 yılı öncesinde başladığı, bu amaçla bir komisyon kurulduğu ve komisyon üyeleri arasında yabancıların da yer aldığı görülmektedir. Buna rağmen kanun teklifi meclise 1934 yılında gelmiştir.

Kanuna dair görüşmelerde; mevcut aile isimlerinin terk edilmemesi, özellikle Ruslardaki “yef, of” Rumlardaki “aki, idis” gibi “oğlu” ile biten soyadı isimlerinin alınabileceği, hükümet kayıtlarında önce aile ismi sonra şahıs isminin sonra kullanılması istenmiştir. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ise “oğlu” ifadesinin özellikle orduda karışıklığa yol açacağını belirtmiştir.

Kanunun “Her Türk öz adından başka soyadı da taşımağa mecburdur” ve “söyleyişte, yazışta, imzada ön adı önde, soyadı sonda kullanılır” maddeleri tartışmasız kabul edilirken “Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç soyadları kullanılamaz” maddesi tartışmalara yol açmıştır.

Özellikle bazı yerler ve ailelerle özdeşleşmiş aşiret isimlerinin kullanılmasının neden mahzurlu olduğu gündeme gelmiş ve Şükrü Kaya buna “aşiret hayatının orta çağa ait bir yapı olduğu” ve özellikle “Şarkta binlerce mensubu olan iki yüzden fazla aşiret olduğu” cevabını vermiştir. Burada temel amaçlardan birisinin Kürtlere Türkçe soyadı verilmesi olduğu açıktır.

 “Arap, Çerkes, Çeçen, Gürcü, Laz, Pomak, Tatar, Kızılbaş, Bektaşi” gibi soyadları da uygun görülmemiş ve etnik veya dini aidiyetlerin bulunmasına izin verilmemiştir. Bunun da ulusal devlet inşasının bir parçası olduğu kesindir.

Diğer etnik isimlere izin vermeyen cumhuriyet rejimi, bu gruplara ağırlıklı olarak “Türk’le başlayan veya biten” soyadlarını uygun görmüştür. Özellikle mübadeleyle gelen ve bir kısmı Türkçe bile bilmeyen aileler böylece Türk milletinin bir parçası yapılmaya çalışılmıştır. Zaten kanunun hedefinde öncelikle Kürtler ve göçlerle gelen Müslüman gruplar (Çerkez, Gürcü, Pomak, Arnavut…) vardır.

Soyadı Kanunu 21 Haziran 1934’te 2525 Sayılı Kanun olarak kabul edilmiştir. Kanunda; yukarıda söz ettiğimiz maddeler dışında reşit olan herkesin soyadını seçmekte serbest olduğu, iki yıl içinde soyadı olmayanların veya sonradan değiştirmek isteyenlerin soyadlarını değiştirebilecekleri ve kanunun altı ay sonra uygulamaya gireceği belirtilmiştir.

Kanunun uygulamaya girmesinden kısa bir süre önce de Soyadı Nizamnamesi çıkarılmıştır (27 Kanunuevvel 1934, Sayı: 4589). Ancak kanunun kabulünden sonraki süreçte soyadının halkın gündemine girmediği görülmektedir.

Bu sırada Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Başbakan İsmet Paşa ve arkadaşlarının teklifiyle çıkarılan kanunla “Atatürk” soyadını almıştır. Üç hafta sonra çıkarılan bir kanunla da bu soyadının başkaları tarafından kullanılması yasaklanmıştır. Bu doğrultuda Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım, eşinin “Boysan” soyadını almasıyla bu soyadını taşısa da eşinden ayrıldıktan sonra “Atatürk” değil “Atadan” soyadını alacaktır.

Bu sırada birçok milletvekili, Atatürk’ten soyadı istemiştir. Atatürk de gerek Çankaya sofrasında gerekse özel toplantılarda çeşitli soyadları önermiş;  İsmet Paşa’ya “İnönü”, Mahmut Celal Bey’e “Bayar”, Tevfik Rüştü Bey’e “Aras”, Ali Fethi Bey’e “Okyar”, evlatlığı Sabiha’ya pilotluğundan dolayı “Gökçen” ve Hamdullah Suphi Bey’e de ismine uygun olarak “Tanrıöver” soyadını vermiştir.

Bu arada ilginç şeyler de yaşanmış; Halide Edip-Dr. Adnan Bey çifti, zaten çevrelerinde bilinen kişiler olduklarını belirterek soyadı almayı reddetmişler, tepki olarak da “şöhretimiz malumdur” anlamında “Adıvar” soyadını almışlardı. Aynı tepkiyi Nihal Atsız da vermiş; Avrupalılara benzemek için soyadı alınmasına karşı çıkmış ve tepki olarak “Atsız” soyadını almıştır.

Soyadlarındaki işgüzarlıklar

Soyadı alma sürecinin başlamasıyla birlikte basın, soyadı konusunda yardımcı olmak amacıyla listeler yayınlamaya başladı. Halkevleri de bu aşamada devreye girdi ve toplantılar düzenledi. Elbette önerilen soyadları “öz Türkçe” idi.

Enver Behnan Şapolyo da 1935’te bir kitap yayınlayarak 3396 adet Türkçe soyadı listesi verdi. Şapolyo kitabında “Türk olan Türk adı kor düsturunca her Türk çocuğu Türk adı koymalıdır. Türk adı koymayan Türk değildir” ve “Arap, Acem ve Yahudi adlarından değil öz Türk adlarından, atalarımızın kullandığı adlardan koyalım” demekteydi. Başbakanlığın talebiyle Diyanet İşleri Başkanlığı da soyadı için devreye girmiş ve ilçe müftülükleri halka yardımcı olmaya çalışmıştı.

Gazetelerde de benzer yazılar çıkıyor ve “Hafız Hacı Tacettinoğlu veya zade,  Hacı Vaiz Bedrettinoğlu veya zade” gibi soyadları Arap soyundan olanlara yakıştığından bir Türk’ün soyadı” olamayacağı ve yeni soyadlarının Türk toplumunun “uluslaşmasının en keskin yönünü teşkil edeceği”  vurgulanıyordu.

Soyadı Kanunu yabancı basının da ilgisini çekmiş; Romen ve Rus basınında,  Türkiye’de eskiye dair her şeyin kaldırıldığı, bu çerçevede Türklerin eski Türk tarihinden adlar aldıkları ve böylece eski rejimin son “bakiyelerinin” yok edileceği ifade ediliyordu.

Kastamonu’nun Araç ilçesine dair yapılan bir çalışmada; eski sülale adlarının bazen Türkçe karşılıkları verilirken bazen de başka soyadlarının tercih edildiği görülmektedir. Buna karşılık sülale adlarında yer alan “oğlu ya da oğulları” hiç kullanılmamıştır (Kalemoğlu-Yazgaç, Mazlumoğlu-Onat, Ruşenoğlu-Parlakçı vb.). Bazı aile adları da Türkçeleştirilmiştir (Sofuoğlu-Namazcı, Kethüdaoğlu-Bakıcı, Müezzinoğlu-Ünleyen, İmamoğlu-Tüzün vb.).

Soyadları ile ilgili dikkat çeken bir husus da elit kesim ve zengin ailelerin istediği soyadlarını aldıkları hatta kasaba ve köylerin önde gelen ailelerinin o yerin ismini soyadı olarak aldığı görülmektedir. Halk ise genelde nüfus memurunun insafına kalmış gözükmektedir. Emine Gürsoy Naskali’nin “Soyadı Hikayeleri” adlı kitabı buna dair pek çok örnekle doludur ve tam bir “hayatım roman” örneğidir (İstanbul, Doğan, 2013).

Soyadı Nizamnamesi

Bu aşamada önemli bir beklenti de azınlıklara yöneliktir. Onlardan istenen de Ermenice, Rumca veya Ladino dillerinde bir soyadı yerine Türkçe soyadlarını tercih etmeleridir. Bunun için Tekinalp (Moiz Kohen) Cumhuriyet’te yazılar yazmış hatta azınlıkların öz adlarını da Türkçe yapmalarını istemiştir.

Nüfus Nizamnamesinin 7. Maddesinde “Yabancı ırk ve millet isimleri soyadı olarak kullanılamaz” denilmişti. Bu konuda Dahiliye Vekaleti tarafından azınlıkların zaten soyadları bulunduğundan onların Türkçe soyadı almalarının mecburi olmadığı hatta “yan, dis, aki” gibi Ermenice ve Rumca eklerin de kalkmasının ve yerlerine “oğlu” kullanılmasının gerekmediği belirtilmiştir. Dolayısıyla azınlıklardan sadece isteyenlerin öz Türkçe soyadı alabilecekleri açıklanmıştır.

Mevzuatta bir zorunluluk olmasa da yönetici kadronun uluslaşma süreci çerçevesinde onların da Türkçe isim almalarını istedikleri anlaşılmaktadır. Sadece Tekinalp değil mesela İzmir basınında Türk kültürüyle alakası olmayan Musevi soyadlarının da Türkçe yapılması gerektiği yazılmıştır.

Azınlıkların bir kısmı da daha çok dikkat çekmemek için Türkçe soyadları aldılar. Uygulamada da İstanbul’da yaşayan azınlıklar soyadlarını korurken taşrada yaşayanlarınsa bazen soyadlarını Türkçeyle değiştirmeye zorlandığı anlaşılıyor. Rıfat Bali’ye göre de azınlıklar içinde Türkçe soyadı alan en büyük grup Yahudiler olmuştur.

Başbakan Celal Bayar’ın 1938’deki bir yazısından birçok vatandaşın henüz soyadı almadığı anlaşılmaktadır. Bu tablo, yönetici kesimin gayretine rağmen halkın konuya ilgisizliğinin açık bir göstergesidir.

Soyadı Kanunu’nu tamamlayan diğer önemli kanuni düzenleme ise “Efendi, bey, beyefendi, hanım, hanımefendi, paşa, hazretleri, hoca, ağa, hoca, hafız, molla” gibi lakap ve unvanların kaldırılması oldu (26 Kasım 1934). Bu düzenleme de “sınıfsız, imtiyazsız bir toplum oluşturma” amacıyla izah edilmektedir. Elbette “hacı, hafız, hoca, molla” gibi unvanların yasaklanması aynı zamanda dini kavramların toplumsal hayattan silinmesiyle ilgilidir. Bu kanunun günümüzde hala yürürlükte olması da ayrı bir ironidir.

Soyadlarının alınmasında “devrimin en önemli destekçileri olan” aydınlar ve memurların öncülük ettikleri görülmektedir. Örneğin Besim Atalay’ın “Türk Adları” kitabından yararlanılmıştır. Bu kitapta verilebilecek soyadları arasında “Alabay, Alakuş, Alataş, Altuntaş, Atila, Aymaz, Bartu, Batu, Börü, Gökçe, Gökbörü, Güç, Ertem, Esenboğa, Kurt, Kutamış, Kutlu, Ögedey, Ölmez, Şemin, Soku, Tokmak, Türk” gibi öneriler vardır.

Önemli problemlerden bir tanesi de nüfus memurlarının dikkatsiz ve özensiz davranmalarıdır. Bunun sonucunda; gülünç ve kişileri toplum içinde küçük düşürecek soyadları kayda geçirilmiştir. Bunda önemli bir neden memurların “güler yüzlü, kavgacı, uysal” gibi tavır ve davranışa göre bazen de mesleğe göre (tavukçuluk yapana Kanat, fırıncıya Çıtır) gibi soyadları vermeleridir.

Etnik olarak Türk olmayan topluluklara başta Kürtler olmak üzere içinde “Türk” bulunan soyadlarının verilmesi de yine uluslaşma süreciyle açıklanabilir. Nitekim Kürtler arasında “Türk, Öztürk, Türkoğlu, Cantürk, Şentürk, Türkyılmaz, Ölmeztürk, Türkdoğan, Göktürk, Çeliktürk…” gibi soyadları çok yaygındır.

Soyadından anlam çıkarmak 

Soyadı Kanunu’nun özensiz bir şekilde uygulanması birçok tenkidi de beraberinde getirmiştir. Örneğin Fındıkoğlu henüz 1943 yılında yani kanunun üzerinden on yıl geçmeden eleştiriler yapmış ve teklifler getirmiştir. Ona göre “yeni kelimelerden ve sıfatlardan isim alanlar” kendi kütüklerinden aile isimlerini bularak uydurma soyadlarından vazgeçmelidir. Eski tarihi ismini bulamayanlar, bilmeyenler veya kullanmak istemeyenlerse almış oldukları isimlere “oğlu” ilave etmelidir.

Gerçekten de kanunun ilk uygulamasında “zade ve oğlu” içeren soyadlarının kabul edilmediği ve amacın da önceki dönemlerin güçlü ailelerinin nüfuzunu kırmak olduğu belirtilmektedir.

Kanuna en büyük tepki “yapma ve uydurma, Türkçeleşmemiş” soyadlarının verilmesidir. Bu durum çok kısa bir süre sonra soyadlarında değişiklik taleplerine yol açmıştır. Bir diğer eleştiri ise soyadlarında “Almanlar gibi man, men eklerinin” kullanılmasıdır.

Halkın da soyadı kullanımı noktasında çok istekli olmadığı anlaşılmaktadır. Başbakan İnönü, kanundan iki yıl sonra bile yazışmalarda soyadının kullanılmadığına ve gereken hassasiyetin gösterilmesine dair bakanlıklara yazı yazmıştır. Türkiye’de soyadı kanunu üzerinden doksan yıl geçmesine rağmen sadece resmi yazışmalarda zorunlu olarak kullanılan bir figür olarak kalmış, elit çevrelerde bile ismin sonuna normalde kullanılması yasak olan “bey, hanım” getirilerek “Ali Bey, Ayşe Hanım” denilmeye devam etmiştir.

Soyadı Kanunu ile verilen soyadlarının bir şifre içerdiğine dair kanıt yoktur. Soyadları yeni rejimin Türkleştirme politikaları çerçevesinde verilmiştir. Kanundan sekiz yıl sonra yürürlüğe konulan Varlık Vergisi’nde mükelleflerden Müslüman olanlar “M”, Gayrimüslimler “G”, mübadelede bile Müslüman kabul edilip Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen Dönmeler (Avdeti, Sabataylar) “D” olarak kodlanmış ve listeler buna göre yapılmıştı.

Devlet zaten her zaman ve ortamda fişlemeyi başarıyla yaptığından soyadlarının Türkçe veya başka dilde olması bir şey ifade etmiyordu. Hatta Türkleşme ve Kemalizme desteğine rağmen Varlık Vergisi kapsamında vergisini ödeyemediği için Demirkapı Kampı’na sürülenlerden birisi de Tekinalp olmuştur.

2010-2011 verilerine göre Türkiye’de en çok “Yılmaz, Kaya, Demir, Yıldız, Yıldırım, Öztürk, Aydın, Özdemir, Arslan, Doğan, Kılıç, Çetin, Kara, Koç, Kurt, Özkan, Şimşek” soyadları bulunmaktadır. Bu soyadlarının Osmanlı döneminden gelen aile adlarıyla bir ilgisi olmadığı çok açıktır. Bu boyutuyla kanunun amacına ulaştığı ve geçmişle bağların koparılmasında önemli bir konum üstlendiği söylenebilir.

Buna karşılık cumhuriyet rejiminin de Osmanlı’dan devraldığı miras çerçevesinde “fişlemede” çok başarılı olduğu kesindir. Osmanlı döneminde “mühtedileri” yani sonradan Müslüman olanları baba adı “Abdullah” anne adı  “Havva” olarak kaydeden devlet geleneği, cumhuriyet rejiminde de soyadı yoluyla olmasa da bunun mutlaka bir formülünü bulmuştur.

Kaynaklar: Fındıkoğlu, Z. F. (1943), “Ziya Gökalp ve Aile Adlarımız”, Türk Yurdu, İstanbul, S. 5-6’dan ayrı basım; Ertan, T. F. (2000), “Cumhuriyet Kimliği Tartışmasının Bir Boyutu: Soyadı Kanunu”, Kebikeç, S. 10, s.255-272; Aslan, D. A. (2006), “Modern Türkiye’de Ulusal Kimliğin İnşasında Soyadı Kanununun Rolü”, CTAD, S. 3, s. 155-172; Akman, E. (2015), “Osmanlı Nüfus Defterlerindeki Soyadı Kanunuyla Aldığı Şekiller Üzerine Bir Dil İncelemesi”, Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Elâzığ;

https://t24.com.tr/haber/akademisyen-meltem-turkoz-turkiye-de-soyadinin-tarihini-anlatiyor-turk-olmanin-bir-parcasi-kokenlere-iliskin-bir-kaygidan-ibarettir,1148023 (5.2.2024).

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. 1929 yılı öncesinde başladığı, bu amaçla bir komisyon kurulduğu ve komisyon üyeleri arasında “yabancıların” da yer aldığı görülmektedir

    Alfabenin tümünün veya belirli kısmının değiştirilmesi bütün dünyada tek bir amaç için açıklanabilinir.

    geçmişle bağların koparılmasında önemli bir konum üstlendiği söylenebilir.

    O günün küreselcileri böyle uygun gördüler veya bu kadar başarabildiler.
    Şimdi küreselcilerin torunları diyor ki, büyüklerimiz Ulus devletlere ayırmak’la büyük hata yaptılar. Şuan bizler tek merkezden yönetmekte zorlanıyoruz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin