NECİP F. BAHADIR | YORUM
Cevabını bilenler çıkabilir, siyasi analizlere, hatta filmlere bile konu oldu. Buna rağmen ben günün anlam ve önemine uygun düştüğü için o meşhur soruyla başlayacağım. Üç farklı ülkede 3 lider başkanlığa adaydır. Hayali falan değil gerçek ve tarihi şahsiyetlerdir söz konusu olan. İsimlerini yazının sonunda açıklayacağım liderlerin özellikleri ve nitelikleri şu şekilde:
Birinci aday: Çocukluğunda su çiçeği hastalığı geçirdiği için yarı felçli durumda. Aynı zamanda yüksek tansiyon hastası. Anemi ve başka rahatsızlıkları da var. Yalancılığı sır değil herkes tarafından bilinir. Astrologlar, falcılardan medet umar, davranışlarını buna göre yönlendirir. Eşine sadık değil, sık sık aldatır. Sigara tiryakisi ve martinikoliktir.
Diğer aday: Aşırı kilolu, üst üste üç seçimde hezimet yaşamış, iki kalp krizi geçirmiş, ölümünden eşiğinden dönmüş. Ruhsat sıkıntıları var, bir depresyon hastası. Ekip çalışması yapamayacak kadar agresif ve geçimsiz biri. Ağzından hiç puro eksik olmaz. Her gece yatarken konyak, viski ve uyku hapı almak vazgeçemediği alışkanlığıdır.
Son aday: Madalya sahibi, gözde bir savaş kahramanı. Vejetaryen ve kadınlara saygılı. Hayvanları çok sevmesi ve köpek sahibi olmasıyla nam salmış. Tütün alışkanlıkları yok, sigara içerken hiç görülmemiş. Nadiren bira içer. Gençliğinde resim yapmışlığı da vardır.
Bu özelliklere bakarak mührünüzü hangi adayın üzerine basarsınız? Hangi adayın ülkenizi yönetmesini istersiniz? Hemen, acele karar vermeyin, siz cevabını düşüne durun ben Türkiye’de seçmen olmak üzerine biraz kafa yorayım.
Sol partiler seçimleri neden domine edemiyor?
Türkiye’de oy kullansaydım ne yapardım? Gençlik yıllarımda filizlenen ve giderek olgunlaşan ‘siyasi görüşlerim’. Hayatımın hiçbir evresinde politikaya uzak durmadım. Kültürden, sosyal yaşama hatta spora kadar her olayı siyasetle ilişkilendiririm. Siyasi bir ortamın içine doğdum çünkü. Aile ortamım ve çevrem aşırı derecede politikti.
Sağ siyasete sempatiyle bakan bir duruşum var idi, son zamana kadar! Sol partilere tavrım, toplumun değerleri ve halkın kutsallarıyla barışık olmamasından ve milletle ‘kavgalı’ görüntü sergilemesindendi. Solcular hakkında olumsuz hikayeler dinleyerek büyüdüm. “Halkçıların kestiği bile yenmez!” dendiğini duymuşluğum vardır.
Solun, seçmenin üçte bir oyunu ancak alabilmesinin temel nedeni olarak da bagajının doluluğuna bağlarım.
Bugün teorik düzeyde sol siyasetin yükselmesi için her türlü şartlar mevcutken sol partilerin seçimleri bir türlü domine edememesinin nedeni nedir? Erdoğan’ın başkanlığındaki hükümetin politikaları sonucu emeğin sömürülmesi, sendikal hakların çiğnenmesi, hukuk ve adaletin dibe vurması, hürriyetlerin gerilemesi, sosyal politikaların çökmesi, ana gövdenin fakir ve yoksulluk içinde bocalaması, dünyanın neresinde olursa olsun solu iktidar yapar.
Sadece solu mu? Muhalefette kim varsa kazanır.
Onca siyasi hercümerçlere rağmen hala yüzde 65’e karşılık yüzde 35’lik klasik siyasi yapının varlığını sürdürdüğü düşüncesini koruyorum. Kürt politik hareketinin yüzde 35’lik pastadan pay aldığı da dikkate alındığında ‘solun hali’ hiç parlak görünmez. İsimlerin, yüzlerin yenilenmesi, politikaların yumuşaması solun ‘makus talihini’ değiştirmeye yetmez. Çünkü sorun daha temelde…
Erdoğan’ın alternatifsizliğinin sebebini burada aramak lazım. Sağ ve sol kamplaşmanın gölgesinde gidilen seçimlerin sonucu bellidir. Sağ siyasetin içinden biri Erdoğan’ın karşısına çıkması durumunda, AKP’nin hezimete uğraması kaçınılmaz. Rakibi sol olursa Erdoğan her zaman kazanır. İmamoğlu ve Yavaş mı? Her ikisi de soldan çok sağa yakın. AKP’de siyaset yapsa yadırganmayacak isimler.
İYİ Parti çözülme sürecine girdi
Siyaseti çok iyi okuduğu aşikar olan Erdoğan’ın oyun kurarken hareket noktası ve ‘ana paradigması’ işte bu. Erdoğan rakibini belirlemekte de mahir. Süleyman Soylu’dan, Numan Kurtulmuş’a sağda yer alan siyasi figürleri çatısı altında toplaması bu nedenle.
Meral Akşener’in İYİ Partisi bir ara Erdoğan’ı tehdit edecek yola girdi ancak arkasını getiremedi. Merkeze doğru ilerleyerek, kitlelere açılacağı yerde kendini dar alana hapsetti ve MHP’nin yedekliğine soyundu. Sonrası malum, içeriden ve dışarıdan gelen saldırıları göğüsleyemedi ve ‘çözülme sürecine’ girdi. Akşener’in partisi üzerinde ‘oyunlar oynandığını’ açıklaması, Erdoğan’a rakip olabilecek potansiyele sahip olmasındandı. Akşener ne muhalefet blokuyla ilişkileri sağlıklı yönetebildi ne de parti içi sorunları…
Dokuz ay önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde her şey Erdoğan’ın aleyhine, muhalefetin lehineyken bunun oya dönüşmemesinin başka izahı yok. Yoksa ülkeyi krizden krize sürükleyen bir iktidarın ayakta kalabilmesi, seçim kazanabilmesi nasıl mümkün olabilir. Türkiye’de Demirel’in dediği gibi ‘Tencere hükümeti devirirdi’ fakat toplumu peşinden sürüklemekten aciz sol siyasetin boş kaleye gol atamayan beceriksizliğiyle seçim kazanılamazdı.
Erdoğan kaybederse 4 yılı zor çıkarır!
Türkiye giderek yerel seçimin havasına giriyor. Adayların büyük bölümü belli oldu. Sahada adaylar, Ankara’da liderler 31 Mart’tan zaferle çıkmak için kolları sıvadı. Yakında mitingler başlar. İletişim devrimine rağmen Türk siyaseti, geleneksel davranışlarından olan mitinglerden vazgeçemedi. Seçmeni ekran mesajları kesmiyor, parti liderlerini karşısında görmek istiyor.
Seçmenin karşısında, hala ‘güçlü’ fakat ‘başarısız’ bir Erdoğan ve AKP var. Türkiye, tarihinde görülmediği kadar siyasi, sosyal ve ekonomik çöküntü içinde. Enflasyon, hayat pahalılığı, eriyen Türk lirası toplumu canından bezdirdi. Halkın kahir ekseriyeti gidişattan hoşnut değil. Halinden şikayetçi. Geleceğinden umutsuz. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ekonominin düzlüğe çıkması için taa 2028’e randevu veriyor.
Bu şartlar altında seçmen ne yapsın? Ben oy kullansam kimi tercih ederim? Seçim, her ne kadar yerel olsa da genel sonuçlar doğuracağı kesin. Nasıl 1989 yerel seçimlerini kaybeden Turgut Özal’ın iktidarı üzerinde kara bulutlar dolaştıysa, 31 Mart’ta hezimete uğraması durumunda Erdoğan ağır yara alır ve 4 yılı çıkarmaya nefesi zor yeter. Cumhur ittifakı da muhalefet partileri de bunun farkında. 31 Mart’a olağanüstü yüklenmelerinin nedeni bu.
Başarısız ve tükenmiş bir iktidar, beceriksiz bir muhalefet
Türkiye’de futbol taraftarlığı gibi parti yandaşlığı fanatizm boyutunda seçmen kitlesinin varlığı muhakkak. Hiç de küçümsenmeyecek oranda babadan miras veya sonradan oluşan parti kimliği kemikleşmiş katı particiler de var. Parti ve lidere bağlılığını biat ve iman derecesinde sürdüren ve iktidarın nimetlerinden hoyratça yararlanan azımsanmayacak sayıda seçmeni de göz önünde bulundurduğumuzda 31 Mart’ın röntgenini çekebiliriz. Ayrıca Türk seçmeni, fikir ve düşünceden ziyade ‘duygu ve inanç ağırlıklı’ davranış tarzına sahip.
Partiler ‘çekirdek tabanının’ oylarını alacak. Başta İstanbul olmak üzere kritik şehirlerde kazanmak için her seçimde yer değiştiren ‘yüzen oylara’ da ihtiyaç var. Erdoğan’ın AKP’si her geçen gün erimekte. Dokuz ay önceki milletvekili seçiminde yüzde 35’lere düştü. Ancak dışarıdan takviyelerle iktidarını sürdürmesi mümkün.
AKP ve MHP’nin kemik oyları cumhur ittifakının adaylarını favori yapar da seçim kazanmaya yeter mi?
Eğer seçim pusulasında ‘AK Parti iktidardan gitsin!’ diye bir oy seçeneği olsa açık ara birinci olur. Erdoğan’ın gitmesini isteyenlerin oranı çok yüksek fakat yerine gelecek adaylar umut vermediği için değişim mümkün olmamakta. Değişimin kaosa doğru olacağı korkusunu muhalefet bertaraf edememekte.
Nereden bakılırsa bakılsın Türkiye’de seçmen olmak şu sıralar çok müşkül bir hal. Bir yanda dış politikadan ekonomiye, özgürlüklerden adalete başarısız bir Erdoğan var, karşısında ise dağınık, soru işaretleriyle dolu, bir umut hikayesi içermeyen, vizyonsuz ve ufuksuz muhalefet partileri…
Her yolu deniyorum fakat içinden çıkamıyorum!
Bu durumda seçmen ne yapsın? Ya da 31 Mart’ta ne yapar? Geçim, seçimi yener mi?
Ben cevabımı İsmet Özel’den bir alıntıyla vermek istiyorum: “Bilmeli ki putperestler oylarını putu yüceltmek kastıyla değil, kendi düşük durumlarından doğan geçerliliği korumak kastıyla kullanırlar. Yürürlükte kalması istenen putun iktidarı değil, putperestlik aracılığıyla sağlanan çıkarlardır.”
Çıkar ve menfaat söz konusu olduğunda iktidar partileri her zaman birkaç adım önde gider. Eğer yukarıda sorduğum adaylardan üçüncüsüne oy verdiyseniz ‘Hitler’i seçmişsiniz’ demektir. Birinci aday ABD’nin ünlü devlet adamı Franklin D. Roosevelt… İkincisi ise İngilizlerin unutulmaz liderlerinden Winston L. Churchill…
Her yolu deniyorum fakat bir labirenti andıran bu tablonun içinden bir türlü çıkamıyorum. Türkiye çok umurumda… En iyisi, ‘oyumu felakete vermemek’ ve seçimleri ‘uzaktan’ ve de ‘balkondan’ izlemek…