Türkiye’de muhalefetsizlik problematiği (1)

YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN

Muhalefet nedir sorusuna Türkiye örneğinde yanıt vermek kolay değil. Öyle bir iki cümlelik bir tanım yapmak gerçekten imkânsız. Türkiye politikasını akşam internetten kısa bir taramayla okuyup sonra kallavi makaleler yazmaya girişen Batılıların bazen okuduğumuz makalelerindeki saçmalamaları veya naif yanlışları bundan. İyi de bu Türkiye dışında eli kalem tutan Türkiye kökenli gazetecilerin ve akademisyenlerin tutumunu açıklamıyor. Muhtemelen ana akım Batı yorumlarından kopuk görüntü vermemek ve kendi “konumunu” gözetmek gibi motifler söz konusu olabilir. 

Muhalefeti anlamak, rejimi anlamaktan geçiyor. Bu tespiti ikinci kez okumak ve anlayana dek okumaya devam etmek, tam anlamadan yazının diğer kısımlarına geçmemek sanırım en doğrusudur. Çünkü Türkiye, demokratik bir devlet değil. Hatta Türkiye tarihinin hiçbir döneminde tam demokratik bir hukuk devleti olmadı zaten. Fakat buna çok yaklaştığı 2004-2010 dönemi görmezden gelinmemeli. Ancak özellikle 2013’teki Gezi Parkı protestoları ve 17 Aralık yolsuzluk skandalı, bir kırılma noktası, hatta bir kopuş teşkil ediyor. Bu olaylardan sonra Türkiye’de rejim değişmeye başladı. Bunun detaylarını daha önceki birçok yazımda anlatmaya çalışmıştım. Bu yazıda sadece kısaca hatırlatmak istedim. Asıl önemli nokta, demokratik hukuk devletleriyle, otoriter/yarı otoriter devletler arasında muhalefet bakımından ciddi farklar bulunması durumu. 

Demokratik hukuk devletlerinde muhalefet nasıl olur? Demokratik hukuk devletlerinde bir anayasal temel düzen vardır ve bu, oyunun kurallarını belirler. Oyunun kuralları ve sistemdeki “hakem” kurumlar sayesinde, iktidarın gücü sınırlandırılır ve denetlenir. Bu bağlamda muhalefete önemli bir rol düşer. Meclis içi denetim, yargıyla beraber iktidarı, yani yürütme organını sıkı bir takipte tutar. Muhalefet partileri bu ortamda iktidar partisinin ya da partilerinin politika tercihlerine alternatifler geliştirir. Bu tür bir demokratik hukuk devletinde ana akım (merkez) muhalefet partileri arasında anayasal düzene yönelik bir uzlaşı söz konusudur. Diğer bir ifadeyle devlet oturmuştur. Belirli önemli ana başlıklara yaklaşım konusunda partiler arasında bir konsensüs vardır. Bu konsensüsün oranı ne kadar yüksekse, toplumdaki ve siyasetteki istikrar ve barış da o kadar yüksektir. İyi işleyen demokratik hukuk devletlerinde genellikle anayasal mimariyi ve oyunun kurallarını benimseyen, yani asgari müştereklerde uzlaşan siyasi partiler vardır. Özellikle merkezde iki-üç yüksek oy oranına sahip sol-sağ partilerin olması, sistemsel istikrar için gereklidir. 

Peki, otoriterleşen ülkelerde, özellikle de Türkiye’de muhalefet sorunu nedir? Bu başlı başına oldukça kompleks ve bir o kadar da geniş bir konu. Özetlemek gerekirse, otoriter rejimlerde en temel sorunların başında, iktidarın denetlenememeye başlaması geliyor. Bunun çeşitli sebepleri var. En önemlisi, denge ve fren mekanizmalarının işlemesinde ortaya çıkan sorunlar. Bu da genelde anayasal devlet mimarisinin bozulmasıyla ve buna tekabül eden güç/yetki aşımlarının mümkün hale gelmesiyle ilintili. Türkiye örneğinde bunun miladı 17 Aralık 2013 sonrası gerçekleşen bir dizi etkili hadisedir. Birincisi, derin devletçi/Avrasyacı asker-sivil güçlerle, iktidardaki yolsuz AKP/Erdoğan yönetiminin işbirliğine gitmesi, ikincisi ise bu ittifakın yargının 1982 Anayasası siyasi düzenine, ya da diğer ifadeyle anayasal devlet mimarisine dayanan müdahalede bulunmasıdır. Şüphesiz ki bu müdahale anayasaya aykırıydı. Dolayısıyla da bir sivil darbeydi. Ancak bu sivil darbeye muhalefet birtakım gerekçelerle fazla itiraz etmedi. Ve dolayısıyla da bir tür alışılageldik fiili hukuk oluştu. 

İktidar, kendilerini yargıdan/cezadan kurtarma motivasyonuna sahipken, müttefikleri daha derin siyasal saiklerle hareket ediyordu. Özetlemek gerekirse, güç paydaşlarının ana hedefi a) Kürtlerle yürütülen Çözüm Süreci’ni sonlandırmak, b) Türkiye’nin AB’ye entegrasyonu temel hedefli Batı yönelimli Türk dış politikasını değiştirmek, c) Gülen Cemaati’ni ve diğer irili-ufaklı kendilerine hedef gördükleri ve tehlikeli addettikleri grupları nötralize etmekti. Böylece bu güç birliğinden Erdoğan ve AKP’si yolsuzluklarından dolayı uğrayacakları cezai müeyyidelerden kurtuldular, ortakları olan derinler ise istedikleri köklü politika değişikliklerini hayata geçirdiler. 

Peki, muhalefet ne yaptı? Muhalefetin sorunu neydi? Neden muhalefet bu duruma karşı sesini çıkartmadı? Bu da kapsamlı ve çetin bir konu olmakla beraber, özetle şunları söylemek olanaklı. Birincisi, muhalefet Gülen Cemaati’nin bitirilmesi konusunda en az Erdoğan ve derin devlet kadar motiveydi. İkincisi, muhalefet de AB sürecine askeri-bürokratik derinler gibi, ideolojik nedenlerle soğuk veya olumsuz bakıyordu. Bu sürecin Türkiye’nin üniter yapısını sonlandıracağını ve Atatürk devrimlerine aykırı yapıları güçlendireceğini düşünüyorlardı. Üçüncüsü, ortaya çıkan rejimin, kendilerinin iktidara gelmesi durumunda işlerine yarayacağını, kendilerine istedikleri ajandaya uygun hareket etmek şansı sunacağını öngörüyorlardı. Böylece muhalefet demokratik hukuk devletinin erozyonuna ses çıkartmadı. 

Daha pragmatik bir soru şu olabilir: muhalefet neden daha başarılı bir seçim kampanyası yürütemedi? Bu da esasında çok zor bir soru değil. Muhalefet partileri olarak nitelenen partiler, seçim kampanyalarında rejimsel meselelerle ilgilenmediler. Ne insan hakları sorunları, ne demokratik temel düzene ilişkin problemler ilgi alanlarındaydı. Ya da bu konuları çok teğet geçtiler. Dolayısıyla rejime meydan okumadılar ve tali meselelerle ilgilendiler. 128 milyar dolar nereye gitti, ekonomik sorunlar, ufak yolsuzluklar, göstermelik hukuk sorunları falan gündeme geldi, ama köklü bir eleştiride bulunmadılar. Dolayısıyla seçimlerde absürt gündemlerle sansasyonlar üzerinden oy toplayabileceklerini zannettiler. Kılıçdaroğlu’nun ikinci turdaki anti mülteci çıkışı gibi! Seçimlerin adil ve özgür olmadığı gerçeği gayet netken, muhalefet seçim sonuçlarına da itiraz etmedi. İkinci bir “adam kazandı” skandalı yaşandı. Bu bağlamda da rejimin diskurunu kabullenmiş olmak yapılan stratejik hatanın temel nedeniydi. Muhalefet sorunları lider değişikliği ile giderilebilir mi? Muhalefetin rejime ilişkin tercihleri lider bazlı değildir, dolayısıyla lider değişimi olsa da bir değişim olmaz. 

İkinci bölümde Türk siyaseti, siyasetteki tıkanmanın şifreleri, tarih tezi ve kimlik inşası, Kemalist miras, imparatorluk kompleksi, paralel toplumlar gibi diğer meselelere eğileceğim ve muhalefetin şifrelerini analiz etmeye devam edeceğim. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Allah aşkına bi bakın ya! Bi zaman bi şey vardı. İktidar olursun ama muktedir olamazsın! Al sana muktedir! Hemen aklıma geldi: İktidar muktedir diktatör. Nasıl ama. Bak adama muktedir olamazsın diyordun hani. Bak şimdi de başımıza diktatör oldu diyorsun. Ah ah. Yaşlı insanlar bizim gibi çocukların bilmediği bişey ifade ederler: Sonu hayır olsun. Neyse sadede gelelim. Ülkede iktidar olmak isteyen bi muhalefet partisi ve lideri göremiyorum. Hepsinin aslında bir devlet memuru olduğunu iddia ediyorum. Sen bu partiye katıl, orada lider olacaksın. Diğerine sen bu bu partiyi kuracak orada lider olacaksın. Sonra ciddi ciddi particilik oynayacaksınız. Anlattığımı düşünmeyin. Ölmüş ve ölecek olan( allah gecinden versin, yerine daha beceriksiz gelir mazallah) parti liderlerinin bazılarını biliyoruz. Devlet memuru gizli servise çalışan. Kim? Doğu P., Devlet B., Deniz B. ve … Diğerlerini yazmıcam. Abarttığını sanacaksınız. Abiler ablalar akademisyenler gazeteciler vb sizlere söylüyorum! Bu tartışmaları bırakalım. Arkamıza yaslanıp kim rolünü daha iyi oynuyor temaşa edelim. Dustin Hoffman mı Robert De Niro mu?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin