Bir Cemaat okulunun orta kısmına yazıldığım gün bir akraba beni karşısına alarak nasihat etmişti: “Sakın aralarına fazla girme. Sonra çıkamazsın.” Tabi ben merakla sordum, “Nasıl çıkamam?” diye. O da bir sır verir gibi, “Tehdit ediyorlar” demişti. Hâlbuki en az bir Cemaat kadar da, Cemaat’ten ayrılanlar vardı.
Sonra bu “Cemaat dedikoduları” büyüdükçe büyüdü. Hatırlıyorum, üniversitedeki arkadaşlarım Türkiye’deki kurumların pek çoğunun başında Cemaat’e yakın isimlerin olduğunu söylüyorlardı tartışmalarda. Siyaset konuşmak ne zaman sıkıcılaşsa, “Biliyor musunuz, şu da Cemaat’tenmiş!” diyordu birisi.
Orduda, poliste, yargıda ve devletin bilumum birimlerinde “örgütlenmiş” bir yapıydı karşımızdaki. Bir gün bir arkadaşım, “Darbe yapacaklar. Fethullah Gülen de Humeyni gibi gelecek.” demişti. “E bu kadar çoklarsa devlette, darbeye ne gerek var ki?” diye şaşırmıştım.
Yalan yok, bu “Cemaat her yerdeymiş” dedikodusu toplumun çeşitli katmanlarında yayılırken, Cemaat’e yakın insanların da bir hayli katkısı oldu.
Rahmetli Mehmet Ali Birand’ın dediği gibi, bu “Cemaat çok güçlü” algısı, bir devrin bütün meselelerini Cemaat’e yıkıp her şeyden sıyrılmak için oluşturuldu belki de. Zamanla her kapıyı açan ‘maymuncuk’ oldu bu algı.
Tabi ortada bir de “Cemaat uzmanları” olması gerekiyordu. Bunlar, Fethullah Gülen’in bütün vaazlarını dinlemiş, bütün yazılarını okumuş gibi yapıyorlardı. “Cemaat’i yakından takip ediyorum” laflarıyla süsledikleri cümleleri, kaba genellemelerden ve yalan yanlış bilgilerden öteye gitmiyordu.
28 Şubat’ta dindarlarla ilgili haber yapacağım derken sürekli cahilliğini açığa çıkaran “gazeteciler ve uzmanlar” sınıfı gibiydi bunlar da. İslam’la ilgili laf edecekken “Hadis ne demekti?” diye yanındaki dindar gazeteciye soranlar gibiydiler.
‘Cemaat sorgulamıyor’ diyenlerin sorgulamadıkları
Mesela hâlâ piyasada “Cemaat çok sıkı emir-komuta zinciri içinde hareket ediyor. Bütün bireyleri robotlaşmış, akıllarını kiraya vermişler.” gibi laflar dolaşıyor. ‘Uzmanlar’, bunları mühim bulgularmış gibi yazılarına serpiştiriyor.
Çeşitli networklerin birleşiminden oluşan Cemaat’in bu yapısı gereği “sıkı emir-komuta zinciri” içinde olamayacağı çok açık değil mi? İletişim kuramcıları, toplum bilimciler azıcık baksalar, bunun böyle olamayacağını göremezler mi? Yüzden fazla ülkede faaliyet gösteren bir yapının, “tek tip” olabilmesi mümkün mü gerçekten? Son yıllarda ortaya çıkan rakamlara göre sayısı 100 binlerce olan gönüllülerin, hep aynı şekilde düşünebileceğini aklınız kesiyor mu?
Beyin yıkayarak, bir yerlere gelme çabasında olan, kariyerist ama çapsız bir grubu, elinizde de bahşedebileceğiniz imkânlar varsa, motive edebilirsiniz. Ama ülkenin önde gelen iş adamlarını, ABD’de Avrupa’da master doktora yapmış insanlarını, devlette önemli görevlerde bulunmuş bürokratları, en iyi üniversitelerden mezun birden fazla yabancı dili olan kimseleri nasıl bu kadar uzun süre kandıracaksınız?
Dahası, bu insanlar Cemaat olmasa da muhtemelen hayatta önemli noktalara geleceklerdi. Hatta denebilir ki, bu insanların önemli bir kısmı Cemaat’le irtibatı olmasa, çok daha büyük dünyalık edinebileceklerdi. Cemaat’le ilişkisi olmasa ülkenin önde gelen gazetecilerinden sayılacak, “süper bürokrat” unvanı alacak, iş dünyasının zirvelerinde dolaşacak, ödüller kazanacak pek çok isim sayılabilir.
İşimize yarayacak kadar kötü
Bir de “Cemaat’in eylemleri” konusunda yaşanan komiklikler var. 15 Temmuz’u kolayca Cemaat’in hanesine yazanlar, yüzden fazla ülkede temsilcisi bulunan bir Cemaat’in darbe ile adını kirletirse, başına neler gelebileceğini hesaplamadığını mı ima ediyor mesela?
Ya da, her yere böylesine sızmışken neden daha efektif hamleler yapamadığını hangi ‘Cemaat uzmanı’ açıklayacak? En baştan neden tedbirler alamadığını, bütün kurumlarını kaybettiği hâlde neden iddia edildiği gibi devletteki on binlerce gönüllüsünün bulundukları yerlerde bir “kötülük” yapmadığını? Bunun için ‘beyinleri yıkanıp’ özel olarak yetiştirilmemişler miydi?
Mesela, nasıl oluyor da, ABD’de senatörleri satın alabilen(!) bir yapı Türkiye’de kimseyi satın alamıyor? Bütün dünyadaki siyasetçileri etkileyebilen bir sosyal hareket, Türkiye’de nasıl bu kadar feci hâlde “ofsayta düşüyor”? Türkler mi çok akıllı, dünyadakiler mi çok gerizekâlı?
Bu kadar kötülük içinde olan bir yapıdan hâlâ nasıl bu kadar çok “itirafçı” çıkabiliyor? Gerektiğinde insanları öldürmekten kaçınmayan bir yapı neden, üç yıldır üstüne bu kadar gelindiği hâlde bir kimsenin kılına bile zarar vermedi? “Her şeyin fetvasını uyduran” bir dinî Cemaat neden hâlâ sadece böyle acemice “eylemler” yaparak kendini ele verip duruyor?
Yahut tersten soralım: Bunca yıldır Türkiye’de iyi kötü bir şeyler yapmaya çalışan bu insanlardan hiç mi iyi bir şey sâdır olmadı? Hep mi ülkenin kötülüğüne çalıştı bu insanlar? Böyle bir şey mümkün mü? Bunca okul, hastane, yardım derneği açan bir yapıdan, kimseye mi karşılıksız bir fayda dokunmadı?
Sorular çoğaltılabilir.
Değişmeyen tek şey, Türkiye’de hiç kimsenin Cemaat gerçeğine adam akıllı bakmak istemediğidir. Sanki uzaydan gelmiş bir örgüt gibi muamele edilen Cemaat, son tasfiyelerde rahatlıkla görülebileceği üzere, ülkenin en üretken, en başarılı nesillerinden birkaçının yetişmesini sağlamış. Bu insanların görüşlerini beğenmeyebilirsiniz ama lütfen azıcık hakkaniyetle bakın…
‘Kökünü kazıma’ hayalperestliği
Problem, Cemaat mensuplarından suça bulaşanlar olup olmadığı değil. Burada yapılacak basit: Suçlu olanı adalete teslim edebilirsiniz. Problem, yüzbinlerce insanın bir toplumun bağrından sökülüp atılabileceğine olan inanç. Bir topluluğu, topyekûn lince maruz bırakıp sonra da söz hakkı tanımadan hakkında hüküm vermek, problem. Varsa eğer, bir kısmının suçundan ötürü hepsine yapılan zulüm…
Keşke Cemaat hakkındaki bilgisizlik sadece cehaletle açıklanabilseydi. Ortada bir de ‘kör olası inat’ var. Cemaat’e olumlu bir şey yakıştırma ihtimalinden bile korkanlar var… Kendi mahallesine bakarken her şeye pozitif yaklaşıp mesele “karşı mahalle” olunca, öküzün altında buzağı arayanlar var.
Bazı şeyler gerçekten çok basit, Einstein olmaya gerek yok: İnsanları “dehumanize” (insandan aşağı bir varlığa indirgeme) etmeden, şeytanlaştırmadan, olup bitenleri olduğu gibi aktarıp suçluyu suçsuzu tek tek değerlendirmek gerek. Binlerce yalanla iş yapıp sonra da “adaletsizliğimizde âdil olmamız lazım” demek, nereden baksanız, komik duruma düşmek oluyor.