YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türkiye’de “partili cumhurbaşkanı” uygulaması 1961 Anayasası ile sona erdi. Bu değişiklik önemli bir gelişme olsa da 27 Mayıs Darbesi’yle yönetimi üstlenen ordu, bundan sonraki cumhurbaşkanlığı seçim süreçlerinin en önemli aktörü oldu.
Bu durum 1989’a kadar cumhurbaşkanlarının asker kökenli olmasına yol açarken siyasetçilerin rolü ise ancak askerler arasında bir tercih yapmaktan ibaret kaldı.
BAŞGİL, GÜRSEL’E KARŞI
27 Mayıs Darbesi sonrasında yapılan 1961 Anayasası, cumhurbaşkanlığı ile ilgili yeni düzenlemeler getirmişti. Yeni anayasaya göre, cumhurbaşkanı kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğretim yapmış TBMM üyeleri arasından yedi yıl için seçilecek ve ikinci defa seçilme mümkün olmayacaktı. Seçim için ilk iki turda üçte iki çoğunluk aranırken üçüncü ve dördüncü turda salt çoğunluğun desteğini almak yeterliydi.
Yeni anayasa “seçilen kişinin varsa partisiyle ilişkisi kesilir ve TBMM üyeliği sona erer” düzenlemesiyle 1923-1960 dönemindeki “partili cumhurbaşkanı” uygulamasını sona erdiriyordu. Yeni anayasa ile TBMM; Millet Meclisi ve Senato’dan oluşmakta ve Senato’da Milli Birlik Kurulu üyeleri ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilen “kontenjan senatörleri” de yer almaktaydı. Nitekim cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “kontenjan senatörlüğü” atlama taşı olarak kullanılarak askerlerin cumhurbaşkanlığının önü açılacaktır.
1961 seçimlerinde darbecilerin öngörüsü, tek başına iktidara gelecek CHP’ye yönetimi terk etmek olsa da bu gerçekleşmedi. CHP birinci parti olsa da hükümeti kuracak çoğunluğa ulaşamamış, DP’nin mirasçısı partiler (AP ve YTP) cumhurbaşkanı seçecek çoğunluğu elde etmişlerdi.
Bu sırada darbecilerin tek amacı MBK Başkanı Cemal Gürsel’i cumhurbaşkanı seçtirerek askeri vesayeti devam ettirmekti. Buna karşılık diğer partiler Samsun senatörü olarak TBMM’ye giren hukuk profesörü Ali Fuat Başgil’i cumhurbaşkanı seçmek istediler.
Başgil, DP’ye yakın bir isim olup 27 Mayıs Darbesi’ni eleştiren yazılar da kaleme almıştı. O sırada İsviçre’de yaşayan Başgil’in yurda dönüşü haberi bile askeri rahatsız etmişti. Bazı MBK üyeleri Başgil’i hemen geri göndermeyi teklif ederken Hava Kuvvetleri komutanı İrfan Tansel, Başgil seçilirse “Çankaya’yı bombalayacağını” söylemişti.
Gürsel de ordu içindeki darbeci grubun önünü kesmek için siyasi parti liderleri, kuvvet ve ordu komutanlarını Çankaya’da topladı. Burada üniversiteden atılan 147’lerin ve emekliliğe sevk edilen subayların (EMİNSU) geri döndürülmemesi, DP’lilerin affının gündeme getirilmemesi ve Gürsel’in cumhurbaşkanı seçilmesi için orduya teminat verildi.
Şimdi geriye Başgil’in adaylıktan vazgeçirilmesi kalmıştı. İstanbul’dan cumhurbaşkanlığı adaylığı için Ankara’ya gelen Başgil, başbakanlığa davet edildi. Burada MBK üyeleri Sıtkı Ulay ve Fahri Özdilek’le yaptığı görüşmede adaylığını geri alması istendi. Ulay “hayatının garanti edilemeyeceğini”, cumhurbaşkanı seçilirse “belki Etlik’te mezarının bile hazır olduğunu” söylediği gibi meclisin kapatılarak askeri idarenin devam edeceğini ifade etti.
Başgil bu tehditler üzerine cumhurbaşkanı adaylığından vazgeçtiğini açıkladı ve senatörlükten istifa etti. Darbe ve ölüm tehditleriyle Başgil’in çekilmesi sonrasında DP’nin mirasçısı partiler de bir aday çıkaramadılar. Seçimin yapıldığı oturum, Başkan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “toplantı yeter sayısı vardır” sözüyle başlamış ve sonraki seçimlerde tartışmalara neden olacak bir polemik konusu da ortaya çıkmıştır.
Seçime tek aday olarak giren Gürsel, 607 kişinin katıldığı oturumda 437 oy alarak cumhurbaşkanı seçildi. TBMM tutanaklarında diğer oyların kime verildiğine dair bilgi olmasa da gazete haberlerinden 173 oyun geçersiz olduğu (bazı oyların boş, bazılarının da İnönü, Başgil, Ürgüplü ve Bölükbaşı’na verilmek suretiyle) anlaşılmaktadır. Böylece Türkiye’de “asker kökenli cumhurbaşkanları” geleneği başladı.
SUNAY’DAN KORUTÜRK’E
27 Mayıs Darbesi, Türk siyasi hayatına büyük bir darbe indirmiş ve on beş yıllık Demokrat Parti’yi ortadan kaldırmıştı. DP’nin mirası kavgasında ise emekli Genelkurmay Başkanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala’nın liderliğindeki AP ile Ali Ekrem Alican’ın Yeni Türkiye Partisi (YTP) arasındaki çekişme, AP’nin üstünlüğüyle sonuçlandı. Gümüşpala’nın vefatı sonrasında da partinin lideri genç mühendis, Menderes’in DSİ Genel Müdürü Süleyman Demirel oldu.
Demirel’in AP’si 1965 seçimlerinde büyük bir başarıya imza atarak tek başına iktidar olsa da ordunun siyaset üzerindeki etkisi çok açıktı. 1966’da hastalığından dolayı Gürsel’in ABD’ye tedaviye gönderilmesi üzerine bir kez daha cumhurbaşkanlığı tartışmaları başladı.
Gürsel’in ABD’ye gitmesi sonrasında cumhurbaşkanlığına Cumhuriyet Senatosu başkanı vekalet etmekteydi. Cumhurbaşkanlığı içinse Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın ismi gündeme geldi. Ancak iktidar partisi AP başta olmak üzere YTP hatta CKMP bir askerin seçimine onay vermek istemediler. Askerse gücünü kaybetmek istemediğinden Sunay isminde ısrar ediyordu.
CHP’nin desteklediği bu teklife Başbakan Demirel, yeni bir krizi önlemek için karşı çıkmadı. Yine asker kökenli bir hekim olan Senato başkanı İbrahim Şevki Atasagun’un başkanlığında yapılan toplantıda siyasi parti liderleri, askerin adayı Sunay’ı onayladılar. Bu toplantıda Millet Partisi genel başkanı Bölükbaşı ve CKMP başkanı Türkeş yer almadılar.
Sunay’a teklif Demirel tarafından yapıldı ve AP’lilerin ikna ettiği bir kontenjan senatörü istifa ettirilerek yerine Sunay atandı. Böylece anayasanın “cumhurbaşkanının TBMM üyesi olması” şartı sağlanmış oldu. Buna rağmen yeni Genelkurmay Başkanı Cemal Tural, kuvvet komutanları ve otuz kadar general, seçimi meclis locasından izleyerek siyasetçilere gözdağı verdiler.
Meclisteki oturumda önce Gürsel’in sağlığıyla ilgili verilen rapor okunarak cumhurbaşkanlığı makamının boşaldığına dair başbakanlık tezkeresi kabul edildi. Ardından Sunay ve CKMP lideri Türkeş’in aday olduğu seçime geçildi. 532 kişinin katıldığı oylamada Sunay 461 oyla cumhurbaşkanı seçildi. Türkeş 11 oy alırken Başgil ve İnönü’ye de oy verildiği gibi 47 kişi de boş oy kullanmış hatta “siyasi yasaklı” Bayar’a da 5 oy çıkmıştı.
Sunay’ın seçilmesi, Türkiye siyasetinde askerin etkisinin devam ettiğini gösteriyordu. 1969 seçimlerini de kazanarak tek parti hükümeti kuran Demirel’in bütün uzlaşmacı tutumuna rağmen askeri frenlemek mümkün değildi. Nitekim ordu, 12 Mart 1971’de verdiği muhtıra vererek AP’nin altı yıldır devam eden iktidarını sona erdirdi.
Böylece ara rejim hükümetleri devri başlarken AP, 1970’te partiden ayrılan 41 milletvekilinin Ferruh Bozbeyli başkanlığında kurduğu Demokratik Parti nedeniyle zaten güç kaybetmiş durumdaydı. 1973 yılında ise Sunay’ın süresinin dolması nedeniyle yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi gerekmekteydi.
12 Mart Muhtırası ile siyaset büyük bir yara almış, askerlerse gücünün doruğuna çıkmıştı. CHP’de de genel başkan değişmiş, İnönü’nün yerine Bülent Ecevit parti başkanı olmuştu. Ordunun böyle bir ortamda bulduğu ilk çözüm, anayasa değişikliğiyle Sunay’ın görev süresinin uzatılması olduysa da hem Ecevit hem de Demirel bu teklife sıcak bakmadılar.
Askerin ikinci teklifi, 1972’de Genelkurmay Başkanlığı’na getirilen Faruk Gürler’in cumhurbaşkanı yapılması oldu. Seçilme şartını sağlamak için bir kontenjan senatörü istifa ettirilerek yerine Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekliliğini isteyen Gürler senatör yapıldı.
Bu gelişmelere rağmen Demirel, 12 Mart Muhtırası’nın altında imzası olan bir generali cumhurbaşkanı yapmak istemiyor, Ecevit de askerin zoruyla yapılacak bir tercihe karşı çıkıyordu. Bu sırada CHP ve AP, Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan ismi üzerinde anlaşsalar da Sunay’ın kontenjan senatörü formülünü işletmemesi üzerine bir adım atılamadı.
AP’nin bulduğu ilk çözüm Gürler’in karşısına Senato Başkanı, eski Hava Kuvvetleri Komutanı Tekin Arıburun’u aday çıkarmak oldu. Bu arada Sunay’ın süresi dolduğundan Arıburun, cumhurbaşkanlığına da vekalet etmekteydi.
TBMM’de 13 Mart 1973’te başlayan cumhurbaşkanlığı seçim turlarında bir sonuç alınamadı. Oylamalarda Arıburun ilk sırada yer alıyor, askerin adayı Gürler ikinci sırada kalıyor ancak hiçbir aday üçte iki çoğunluğa ulaşamıyordu. Adaylar üçüncü ve dördüncü turlarda da yeterli oy alamadılar. DP ise seçilemeyeceğini bile bile Bozbeyli’ye oy vermeye devam etmekteydi.
Yedinci turun başında iki adayın da çekilmesi sonrasında sonuçsuz oylamalar on dördüncü tura kadar devam etti. On beşinci turda ise CHP ve AP’nin üzerinde anlaştığı Senato üyesi Fahri Korutürk’ün adaylığı açıklandı ve Korutürk, katıldığı ilk turda 365 oy alarak cumhurbaşkanı oldu.
Burada ilginç olan ordunun adayı Gürler’i istemeyen CHP ve AP’nin, yine emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı olan bir askeri cumhurbaşkanı yapmalarıdır. Böylece Demirel, kendisini başbakanlıktan uzaklaştıran 12 Mart cuntacılarından intikam alıyor, Ecevit de TSK’nın adayı yerine başka bir askerin seçimine destek veriyordu.
ASKERLERDEN SİVİLLERE
Korutürk’ün cumhurbaşkanlığı çok zor şartlarda devam etti. Türkiye, 1973 ve 1977 seçimlerinde hiçbir partinin tek başına iktidar olamaması nedeniyle bu dönemde koalisyon hükümetleriyle yönetildi.
1980 yılında Korutürk’ün görev süresinin dolmasıyla cumhurbaşkanlığı seçim sürecine girildi. Bu sırada terör olaylarının artmasıyla çeşitli yerlerde sıkıyönetim ilan edildi. Ayrıca 1979 Aralık’ında Genelkurmay Başkanı Kenan Evren imzasıyla siyasi partilere muhtıra niteliğinde bir mektup gönderilmesi, darbe söylentilerine neden oldu.
Demirel’in muhtıra veren Genelkurmay Başkanı ve komutanlara, “Benden, bir Takrir-i Sükûn, iki İstiklal Mahkemeleri, üç sürgün, dört Tunceli Kanunu istemeyin. Ben hem bunları meclisten geçiremem hem de bu tür kanunların demokrasi içinde yeri olduğuna inanmam“ dediği belirtilir.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ise tam bir krize dönüştü ve yapılan seçim turlarında hiçbir sonuç alınamadı. CHP başlangıçta eski Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’u, AP de Sadettin Bilgiç’i destekledi. AP daha sonra da eski 1. Ordu Komutanı Faik Türün’ü desteklediyse de partiler arasında bir uzlaşma olmadan cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün değildi.
Nafile turlar sırasında Evren Paşa, partilerin bir araya gelmelerine dair açıklama yaparken AP de cumhurbaşkanının halkoylamasıyla seçilmesi için bir anayasa teklifi hazırladı. Mart ayında başlayan seçim sürecinde doksan dokuz tura rağmen cumhurbaşkanı seçilemedi.
İşte böyle bir ortamda 12 Eylül 1980’de TSK, darbe yaparak ülke yönetimine el koydu. 12 Eylül darbecilerinin hazırlattığı 1982 Anayasası halk oylamasına götürülürken anayasada yer alan bir maddeyle darbenin lideri Evren’in cumhurbaşkanlığı da halk oyuna sunuldu. Buna göre anayasanın kabulüyle Evren de cumhurbaşkanı olacaktı. Nitekim anayasa, % 92 oranıyla kabul edildi ve Evren cumhurbaşkanı oldu.
Türkiye 1961-1989 yılları arasında ordunun tehdit ve yönlendirmelerle siyasete müdahalesiyle asker kökenli cumhurbaşkanları tarafından yönetildi. Gürsel, Sunay, Korutürk ve Evren’den sonra bu geleneği sona erdiren ise Turgut Özal oldu.
Özal 1989 yılında cumhurbaşkanı seçilerek “sivil cumhurbaşkanları” dönemini başlattı. Onun 1993’te ani bir şekilde vefatıyla da Demirel, cumhurbaşkanı seçildi. Demirel, cumhurbaşkanlığının son yılında ikinci defa seçilmek için hamleler yapsa da anayasa değişikliği için destek bulamadı.
Demirel’den sonra da DSP-ANAP-MHP koalisyonunun anlaşmasıyla Anayasa Mahkemesi Başkanı A. Necdet Sezer cumhurbaşkanı seçildi. Sezer’in görev süresinin dolmasıyla Türkiye bu sefer de 367 kriziyle ve 27 Nisan Muhtırası ile karşılaştı. Özal ve Demirel’in seçiminde gündeme bile gelmeyen “toplantı yeter sayısı” engeli ancak 2007 seçimleriyle aşıldı ve Abdullah Gül, TBMM tarafından seçilen son cumhurbaşkanı oldu.
2007 Referandumu ise Türkiye’de halkın oylarıyla seçilen cumhurbaşkanları dönemini başlattı. 2014 seçiminde Erdoğan, zayıf rakibi Ekmeleddin İhsanoğlu karşısında halk oylamasıyla seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu. Sonrasında 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile de adına “cumhurbaşkanlığı sistemi” denilen, elli beş yıl önce terk edilen “partili cumhurbaşkanlığı” uygulamasına geri dönüldü ve Erdoğan da 2018’de bu sistemin ilk cumhurbaşkanı seçildi.
Bugün Türkiye yine bir cumhurbaşkanlığı seçimine gidiyor. Önceki seçimlerde olduğu gibi bu sürecin de pek çok sürprizleri beraberinde getireceğini tahmin etmek zor değil. Bu seçimlerin en büyük başarısı, “partili cumhurbaşkanına” neredeyse sınırsız yetkiler veren bu sistemin sona ermesi ve yeniden parlamenter sisteme geçilmesi aşamasını başlatması olacaktır.
Kaynaklar: Ç. Sarı, “Ali Fuat Başgil’in Cumhurbaşkanlığı Adaylığı Süreci”, A. Fuat Başgil ve Siyasi Mücadeleleri, Samsun, 2017; B. Yıldız, Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Tartışmaları, DEÜ AİİTE Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2019; H. Keskin, “Adalet Partisi ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri”, Belgi, 2022, S. 23.