Yorum | Bülent Keneş
Böyle bir şeye hiç tevessül etmesek belki daha iyi olur. Ama, illa yapmamız gerekiyorsa, başkalarını ahlaki yönden nasıl değerlendirmeliyiz? Bu değerlendirme kendi ahlaki kriterlerimize göre mi olmalı? Yoksa projektörlerimizi üzerine tuttuğumuz kişi ya da kişilerin kendi ahlaklarına göre mi?
Peşinen söyleyeyim, şayet başkalarının hal ve hareketlerini kendi ahlak anlayışımıza göre değerlendiriyorsak yaptığımız şeyin hiçbir anlamı olmayabilir? Öznelliğin, subjektifliğin, göreceliğin alabildiğine hakim olduğu ahlak alanında yapacağımız gözlemlerde, sırf hal ve hareketleri kendi ahlaki ilkelerimize uymadığı için insanların ahlaklı ya da ahlaksız olduklarına hükmedemeyiz. Böyle bir şeye girişmemiz çok büyük bir cüret ve söz konusu kişilere büyük bir haksızlık olur. Böylelerinin ahlakiliği açısından söyleyebileceğimiz tek anlamlı şey, olsa olsa ahlak anlayışlarının bizimkinden farklı olduğudur. Ve kendi ahlak anlayışımız gibi o ahlak anlayışı da her türlü saygıya değerdir.
Peki, kimin ahlaklı, kimin ahlaksız olduğunu belirlemenin makul bir yöntemi yok mudur? Hiç olmaz olur mu? “Ahlak” diye bir nosyon olduğuna göre “ahlaksızlık” diye bir şeyin olması kaçınılmaz olduğundan bunu belirlemenin yolları da mutlaka olmalıdır. Mesela, insanların hal ve hareketlerini kendi savundukları ahlaki değerler ve ilkelerle karşılaştırarak, olduklarını iddia ettikleri şey ile oldukları şey ya da yaptıkları şeyler arasındaki mesafeye bakarak ne kadar ahlaklı ya da ahlaksız olduklarına rahatlıkla karar verebiliriz.
İNSANLARI KENDİ AHLAKIMIZLA DEĞİL, KENDİ AHLAKLARIYLA TARTMALI
Yani insanların ahlakiliklerini ancak kendi ahlaklarıyla değerlendirebiliriz. Çünkü, insanların ahlaki düzeylerini bizim kendi göreceli ahlaki anlayışımıza uzaklıkları ya da yakınlıkları değil, asıl kendi savundukları, kendi inandıkları ilke ve değerlerle ne kadar tutarlı bir hayata sahip oldukları belirler. Ahlak anlayışları her ne olursa olsun insanların ahlakilikleri ya da ahlaksızlıkları, senin benim ahlak anlayışıma olan yakınlıkları ya da uzaklıkları kadar değil, kendi savundukları ahlaki anlayışla tutarlılıkları ya da çelişkileri kadardır.
İşte bu yüzdendir ki, özellikle her şeyin ayan beyan ortaya saçıldığı 17/25 Aralık 2013 tarihinden bu yana Türkiye’nin en ahlaksızlarının, aleniyet kazanmış tescilli hırsızlıklarına, yolsuzluklarına, yalanlarına, iftiralarına, ahde vefasızlıklarına, ikiyüzlülüklerine, sahtekarlıklarına, adaletsizliklerine, hukuksuzluklarına, keyfiliklerine, despotluklarına, işkence ve zulümlerine rağmen, başta Erdoğan olmak üzere AKP kadrolarına en büyük desteği veren güya dindar kesimler ve bunlara fikri önderlik eden din adamları, ilahiyatçılar, tarikat ve cemaat önderleri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Neden mi? Nedeni basit… Olduklarını iddia ettikleri şeyle oldukları şey arasındaki uçurumun en fazla olduğu kesimi bu dinbazlar güruhu oluşturuyor da ondan. Dahası, hal ve hareketlerinden anlaşıldığı kadarıyla, ne oldukları gibi görünmek ne de göründükleri gibi olmak en fazla bu ahlaksız din tacirlerinin işine gelmiyor da ondan.
Korkaklıklarından ya da omurgasızlıklarından mı yoksa hubb-u cah ya da menfaatperestliklerinden mi bilinmez ama kınanmayı, buğzu ve lanetlenmeyi en fazla hak eden kesimleri, savundukları değerler itibariyle kir pas tutmaya asla tahammülleri olmamaları gerektiği halde bu süreçte en fazla kirlenen bu kesimler oluşturdu.
‘BÜTÜN RENKLER HIZLA KİRLENİYORDU, BİRİNCİLİĞİ BEYAZA VERDİLER’
Özdemir Asaf’ın o meşhur “Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler” dizesinde dile getirdiği gibi, hep beyaz kalması gerekenlerin kirlenmesi, maalesef, beyazlık iddialarının gücüyle mütenasip bir hızda gerçekleşti. Balık baştan, tuz ise hepten koktu. Haliyle, kılavuzu bu dinbazlar olanların burunları da kargayı kılavuz edinenlerden pek farklı olmadı.
Acı gerçek şu ki, ölümleri pahasına bembeyaz kalması gerekenler kirlendikçe kirlendi. Kalpleri karardıkça karardı. Dosdoğru olması gerekenler sapıttıkça sapıttı. Haysiyetlerinin yerine menfaatlerini, ahlaklarının yerine korkularını, Allah’ın yerine şevkle tapındıkları devleti, iktidarı, gücü ve saltanatı koydular. Şeklen mihrapta, minberde, kıyamda, rükuda, secdede durdular durmalarına belki ama, hatta belki ezber ettikleri Allah kelamı hep dillerinde oldu olmasına ama kalben ve hal diliyle tapındıkları hep devlet oldu, güç oldu, iktidar oldu, menfaat oldu. Her ne kadar şeklen hala Allah’a yönelirmiş gibi görünseler de, çoktan kendi tercihleriyle tapındıklarına tapınan neo-paganlara dönüştüler.
Dolayısıyla, tıpkı paganlığın yaygın olduğu devirlerdeki gibi herbiri tapınmak için kendisine uygun birer mabud da buldu. Beğensek de beğenmesek de kabul etmeliyiz ki, tercihlerinde ilkesizlikleri ve ahlaksızlıkları ölçüsünde rasyonel de davrandılar. Kendilerine başkalarından farklı davranmayacak olan göğe, yağmura, denize, aya, güneşe, yıldızlara, yıldırımlara, hayvanlara, ağaçlara, dağa, taşa vs tapınmalarının herhangi bir özel getirisi olmadığı için kimi doğrudan Erdoğan’a, kimi Erdoğan’ın endamına vurulup kul köle olan yakınındaki birine, kimi iyiden iyiye Erdoğan’ın şahsında cisimleşen ceberrut devlete, güce ve iktidara tapınır hale geldi. Kimi menfaatlerini tanrı edindi bu süreçte kendine, kimi parayı, kimi makamını, kimi mansıbını, kimi gücü ve şöhretini, kimi ise korkusunu…
GÜNÜN DİNBAZLARI DÜNÜN VE BUGÜNÜN PAGANLARINDAN AHLAKSIZ
Yanlış anlaşılmak istemem. Bu bahsettiklerimi ahlaki açıdan kesinlikle paganlara benzetmiyorum. Çünkü, eski çağlardaki paganlarla ya da içinde bulunduğumuz devirde dünyanın değişik bölgelerinde protest bir inanç olarak yeniden ortaya çıkan neo-paganizme yönelenleri ahlaksızlıkla suçlamak büyük bir haksızlık olur. Tek bir tanrıya inançsızlıkları kendi bilecekleri bir şey ama kendi ahlak anlayışları üzerine yaşayan insanları ahlaksızlıkla itham etmekten imtina ederim. Haddi zatında, nasıllarsa öyle göründükleri için eski ve yeni paganların ahlaklarını sorgulamak da, girişteki izahatımız bağlamında, bize düşmez. Ama Müslüman, dindar, din adamı, mümin, mütedeyyin, hal ehli, tarikat ve cemaat insanı vs göründükleri halde Allah’ın bazen imhal ettiği şaşmaz ve mutlak adaletinden değil Erdoğan’ın zinhar gösterdiği gazabından korkanların, rızıkları için Allah’a değil Erdoğan’a teveccüh edenlerin paganlara asla yakıştıramayacağımız düzeyde bir ahlaksızlıkla malül olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Mesela, resme, heykele ve bu eserleri meydana getiren sanata ve sanatçılara karşıtlığı bütün hayatının gayesi haline getirmiş, tüm ömrünü Atatürk heykellerine ve Atatürk resimlerine karşıt söylemlerle geçirmiş bir siyasal İslamcı eskisinin, bir ayağının çukurda olduğu ahir ömründe vardığı yerin “Devlet dairelerine artık Erdoğan fotoğrafları asılmalı” söylemi olması, bahsettiğimiz ahlaksızlığın ete kemiğe bürünüp vücut bulmuş halidir.
Durun hele, hemen kızmayın öyle. Kendisinden olmayanda olduğu için karşı çıktığına kendisinden olan için taraftar olmanın ahlaksızlıktan, şahsiyetsizlikten, mürailikten, ikiyüzlülük ve çifte standarttan başka bir tanımı olan varsa söylesin de bilelim.
İnançlarına ya da inançsızlıklarına mesafeli olunsa da hakiki paganlara, neo-paganlara, putperestlere, ateistlere, deistlere saygı duyulabilir belki, ama kendilerine perde yaptıkları dinlerini, imanlarını, tanrılarını, her duruma müsait genişlikteki zagonlarını, haysiyetlerini, şereflerini bozuk para gibi harcayıp güce, iktidara, servete, menfaate, şatafata ve saltanata tahvil edenlere saygı duyulmasını kimse kimseden beklememeli.
KEMETİKLERDEN, DİANİKLERDEN, VİKKALARDAN, DRUİDLERDEN ZİYADE…
Saygı duymak ne kelime, Kemetiklerden, Animalistlerden, Dianiklerden, Stragalardan, Warriorlardan, Vikkalardan, Asartulardan, Hellenismoslardan, Druidlerden çekinilip endişe edilmediği kadar Allah’ı, İslam’ı, imanı menfaatlerine meze yapan bu tür dindar görünümlü müptezel mürailerden korkulmalı, endişe edilmeli ve uzak durulmalı asıl.
İlla çekinilecekse tıpkı tapınmak için helvadan yaptıkları putları afiyetle yiyen putperestler gibi, milleti Allah’la kandırarak ceplerini ve midelerini doldurma peşinde koştururken haysiyetleri ile birlikte imanlarından da soyunanlardan çekinilmeli asıl. Kendileri ele geçirdiklerini sanadursunlar, tam tersine ruhlarını, bedenlerini, benliklerini teslim alan güce ve iktidara, makama ve mansıpa, menfaata ve güce tapınan bu latent putperestlerden ikrah edilmeli asıl.
Pabucunu ters giydirdikleri Şeytan’a parmak ısırtan, iblislerin dudaklarını dehşetten, gülyabanilerin hayretten uçuklatan Hayrettin Karamangillerden, Mehmet Görmezgillerden, Ali Erbaşgillerden, cübbeli şarlatanlardan, fesli madrabazlaradan, sarıklı taylasanlılardan, şeyhgillerden, imamgillerden korkulmalı asıl.
Allah’ın sonsuz ve sınırsız kudretiyle boy ölçüşme küstahlığına düçar olmuş firavunlar, nemrutlar gibi faniliği sindirememenin yol açtığı aşağılık komplekslerini ölümsüzlüğe dönüştürmenin bir tezahürü olarak her şeyin en büyüğünü inşa etme şehvetinin yol açtığı yakıcı yıkımdan dehşete düşülmeli asıl.
GÖRKEMLİ TAPINAKLARDA KENDİ ENANİYETLERİNE TAPINMA ÇAĞRISI
İhlas ve samimiyetle huşu içinde ibadet edilecek mescitler yerine, tıpkı Çamlıca Tepesi’nin en tepesine diktikleri gibi, peşlerine taktıklarını şanlarına şan katacak görkemli tapınaklarda kendi enaniyetlerine tapınmaya davet edenlerin arsız ve hadsiz küstahlıklarından çekinilmeli asıl.
Sanmayın ki abartıyorum. Görünümü her ne olursa olsun adı konmamış bir paganizm toplumun her yerine hızla sirayet ediyor. Muktedir olanlar hükmettiklerini düşündükleri devlete ve herşeye hükmedebildiğini sandıkları kendi enelerine hem tapınıyor hem de takipçilerini tapınmaya celbediyor. Muktedire bende, ceberrüt devlete kul olanlar ise kendilerini birer paydaşı gördükleri devletin kudretine iman ediyor.
Böylece, siyaseten istismar uğruna her yere İslam’ın şekli sembollerini hoyratça boca edenlerin kalplerine değişik bir tür putperestlik yerleşiyor. Yeni tür bir neo-paganizm dinbaz sürülerinin iliklerine kadar işliyor. Diyanet ve ilahiyatçıların hamiliği ve inkubasyonunda yeşeren bu neo-paganizmin gün be gün boy atıyor.
Benim nazarımda görünen köy aynen böyle. Kılavuza bilmem gerek var mı?
Rabbim kaleminize basiret ve feraseti daim eylesin.
Amin, Rabbim Bülent Beyin kalbinin ve kaleminin basiret ve ferasetini daim etsin… Söz, tavır ve davranışlarının, savunduğu ilkelerle tutarsızlık göstermesini bir ahlaksızlık göstergesi olarak önerdikten sonra: “Türkiye’nin en ahlaksızlarının … AKP kadrolarına en büyük desteği veren güya dindar kesimler ve bunlara fikri önderlik eden din adamları, ilahiyatçılar, tarikat ve cemaat önderleri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz” tespitini yapmakla, “siz durun durduğumuz yerde. Eğer siz de aksi istikamette giderseniz, arayı açarsınız da dönüp geldiklerinde sizi bıraktıkları yerde bulamazlar. Dönüp gelecekler ve özür dileyecekler” sözlerine, ilkelerine uymadığını ve inanmadığını koyuyor ortaya. Tabii ki hakkıdır. Eğer inanıyor ve yine de bu sözleri söylüyor olsaydı, inandıkları ve söyledikleri arasındaki fark çok büyük olmuş olurdu…
İçindeki pislik ağzına vurmuş
15 Temmuz akabinde hocaefendiye atilan iftiraya o gun tepkim ne idiyse bugun de ayni. Dunyada hic bir guc akli dengesi yerinde olan hic kimseyi buyuk yalana inandiramaz. Ne var ki fetöcü damgasi yiyecegi ve hapislere gonderilip zulum gorecegi korkusuyla yurt icinde herkes tepkisini ortaya koyamaz.
Bir baska cemaatte olmama ragmen cemaatimdekilerin bir baska saikle hizmettekilere atilan iftiraya ortak olmasi da beni ziyadesiyle sarsti. Maalesef butun menfiligiyle siyaset dine galebe caldi. Ayagimi cemaatimden kesmek zorunda kaldim.
Benim gordugum sudur. Hizmetin sahsinda dine cok buyuk darbe vuruldu. Insanlar dinden korkar hale geldigini saniyorum. Din dusmanlarinin eline omurleri boyunca yerde debelenseler, havada takla atsalar elde edemeyecekleri malzeme verildi.
Ve maalesef siyasal islamcilar bizi yaniltmadi. Zorba yontemlerini simdi iktidara tasidilar.
Belki bu ekole,kamalist islam denilse daha isabetli olur.
Allah hizmetteki kardeslerimize ve yalana ortak olmayan tum inananlara yardim etsin. Bu iftiraya inananlari veya isine oyle gelenleri de bir an once uyandirsin, bu zulme ortak olmaktan kurtarsin.
Kimsenin ahi kimseye kalmaz.