YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türkiye’nin önemli bir gerçeği de artık sıradan hale gelen aflardır. Hemen hemen her iktidar döneminde vergi affından öğrenci affına ve adi suçların affına kadar çok farklı aflar çıkarılmıştır.
Bir diğer “af” çeşidi ise siyasi nitelikli suçlara dönük olarak çıkarılan aflardır. II. Meşrutiyet döneminde başlayan bu tür aflar, cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.
MEŞRUTİYET AFFI
Abdülhamit döneminde çoğunluğu İttihatçı olan binlerce insan cezai yaptırımlara maruz kalmış, sürgüne gönderilmiş veya can güvenliğini tehlikede gören muhalifler ülkeyi terk ederek gönüllü sürgün olmuşlardı.
İttihatçıların sürgünü daha çok Avrupa ülkelerinde olmak üzere yıllarca devam etti. Sonunda hedeflerine ulaşan İttihatçılar, II. Meşrutiyetin ilan edilmesini sağladılar. Artık sırada bir af çıkarılması ve İttihatçıların hapishanelerden kurtarılmaları ve sürgünden dönmeleri vardı.
Yıllardır “hürriyet” için mücadele eden İttihat ve Terakki Cemiyeti, ilk icraatlarından birisi olarak “siyasi suçlulara” af çıkararak onları hürriyetlerine kavuşturmayı seçti. Elbette affı onaylayan padişah, bu kişileri hapse ya da sürgüne gönderen Abdülhamit’ten başkası değildi. Ancak kapsamının sadece Makedonya’da geçmiş dönemde tutuklanan İttihatçıları kapsaması tepkilere neden oldu.
İttihatçılar da bunun üzerine affı, sadece siyasi suçluları değil adi ve idari suçluları da içine alacak şekilde genişletti. Bu kapsamdaki genel af, Şura-yı Devlet tarafından çıkarılarak bütün vilayetlere tebliğ edildi. Uygulamada önce Rumeli’de tutuklu bulunan İttihatçılar serbest kaldı sonra da diğer tutuklular tahliye edilmeye başladı.
Böylece “devr-i istibdat” sonrası “devr-i hürriyet” bir genel afla başlamış, haksız yere siyasi gerekçelerle “zararlı faaliyetlerinden dolayı” hapse mahkûm olanlar hürriyetlerine kavuşmuşlar, sürgüne gönderilenler de geri dönme imkânı elde etmişlerdi.
Affın genel bir affa dönüşmesiyle yurt dışına kaçıp orada “mülteci” olanlar da yurda dönebileceklerdi. Bu kapsamda sadece Türkler değil Arnavutlar, Süryaniler, Rumlar, Ermeniler yani bütün etnik unsurlar aftan yararlanabildiklerinden önemli bir kısmı geri döndüler. Hatta bu durumdaki insanların yurda geri dönebilmeleri için ihtiyaçları da karşılandı. Aynı şekilde siyasi mahkumların mahkeme masrafları da affedildi.
Affın kapsamının bu kadar geniş olması, hapishanelerde görev yapan gardiyanların durumunu da gündeme getirdi ve bazı yerlerde gardiyan sayısı azaltıldı. Siyasi mahkumların tahliye olmasının diğer sonucu da bazı mahkemelerin lağvedilmesi oldu.
Ülke içinde sürgüne gönderilenlerden fakir durumda olanların ailelerinin yanına dönmek için yaptıkları harcamalar da hükümetçe karşılandı. Yine sürgüne gönderilen askerlerin rütbeleri de iade edildi.
ATATÜRK’ÜN AFLARI
Cumhuriyet rejimi ise baştan “intikamcı” bir zihniyetle başlamış, Lozan Antlaşması kapsamında Yüzellilikler listesi yapılmış ve listedeki kişiler yurt dışına sürülmüşlerdir. Benzer durum 3 Mart 1924’te çıkarılan 431 sayılı kanunla Osmanoğulları hanedanının yurt dışına sürülmesiyle devam etmişti.
Cumhuriyet rejimi diğer taraftan da büyük bir tasfiye hareketine girişti. 1927 yılında çıkarılan 1041 sayılı kanunla Millî Mücadele’ye katılmayanların vatandaşlıktan çıkarılmasına karar verilmişti. Bu kanunla yurt dışına kaçmasına rağmen Yüzellilikler listesinde yer almayan kişilerin Türk vatandaşlıkları sona erdirilmişti.
Cumhuriyet rejimi bir taraftan da af kanunları çıkarıyordu. Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra 26 Aralık 1923’te geniş kapsamlı bir genel af ilan edilmiş, bazı cezaların bir kısmı veya bazılarının tamamı affedilmiştir.
Atatürk döneminin diğer kapsamlı affı ise cumhuriyetin ilanının onuncu yılı dolayısıyla çıkarıldı. Ülke genelinde onuncu yıl büyük bir milli bayram olarak kutlandığı gibi devlet bazı suçları affeden kapsamlı bir af çıkardı. Böylece birçok cezada ciddi oranda bir indirim yapıldı. Örneğin müebbet hapis cezası alanların cezası yirmi sene ağır hapse, müebbet sürgünlerin cezası yirmi yıla indiriliyordu.
Onuncu Yıl Affı’nın ilginç bir yönü de kanunun sekizinci maddesiyle İzmir Suikastı sonrasında İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak cezalara çarptırılan kişiler ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na göre cezalandırılan Terakkiperver Fırka mensuplarının affedilmesiydi.
Halbuki daha yedi yıl önce bu kişilere çok ağır cezalar verilmiş, aralarında Cavid Bey, Dr. Nazım, İsmail Canbulat gibi İttihatçı liderlerin bulunduğu on dört kişinin idamları infaz edilmişti. Dahiliye Vekili Şükrü Bey (Kaya) ise bu durumu “zaten suikastla doğrudan ilgisi olanların idam edildiği” şeklinde açıklamaktaydı.
Af tartışmalarının gündeme gelmesiyle özellikle yurtdışına sürgüne gönderilenler büyük bir ümide kapılmışlardı. Ancak kanunda Osmanoğulları hanedanı mensupları ve Yüzelliliklerin af kapsamı dışında oldukları hükmü yer almıştı.
Atatürk devrinin son affı ise 1938’de gerçekleşti. Şimdiye kadar çıkarılan aflarda kapsam dışı tutulan Yüzellilikler, Atatürk’ün ölümünden birkaç ay önce bir kez daha gündeme geldi. Bunda Yüzelliliklerden Refik Halid’in yazdığı mektupların ve Atatürk’ün Refik Halid’in özellikle sürgün izlenimlerini anlattığı “Bir İçim Su” adlı günlüğünü okumasının etkili olduğu ileri sürülmektedir.
Aslında Atatürk Yüzelliliklerin affını ilk defa İsmet İnönü’nün başbakanlığı sırasında gündeme getirmiş fakat başbakanın karşı çıkması üzerine vazgeçmiştir. Af ikinci defa 1938 yılında gündeme geldiğinde artık Başbakan Celal Bayar’dı. Ancak affı destekleyenler olduğu gibi karşı çıkanlar da bulunmaktaydı.
Karşı çıkanların başında Cumhuriyet gazetesi geliyor, Yunus Nadi eski defterleri açarak böyle bir affa “şehitlerin onay vermeyeceğini” yazıyor, bazı milletvekili ve yazarlar da “onların bir kere değil bin kere ölseler de affedilmemeleri gerektiğini”, “Türk gencinin onların çehresinde şehitlerin kanını göreceğini”, “kendi anne babamı öldüreni affetsem de bunları affedemem” diyorlardı.
Haziran ayında ilk çıkan haberlerde affın artık rejimin oturmuş olması ve ailelerin mağduriyetlerini gidermek amacıyla gündeme geldiği belirtiliyordu. Zaten ülkeye dönecek Yüzellilikler de sekiz ya da on yıl süreyle devlet hizmetinde görev alamayacaklardı.
Gazete haberlerinde Yüzelliliklerin vatan hasretinin hiç bitmediği, listenin bir mahkeme kararı olmadan alelacele hazırlandığı ifade ediliyordu. Kamuoyunun özellikle Refik Halid ve Filozof Rıza Tevfik’in gurbetteki sıkıntılarının bir an önce bitmesinden yana olduğu anlaşılmaktadır.
28 Haziran 1938’de kabul edilen Af Kanunu ile de Yüzelliliklerin yurda dönüşüne izin verildi. Buna rağmen bu kişiler memuriyetlerinden dolayı “tekaüt maaşı” alamayacaklar ve sekiz yıl süreyle devlet hizmetinde görev yapamayacaklardı.
Yüzelliliklerin affı yurt dışında yaşayan diğer sürgünleri de ümitlendirdi. Bu kişiler hem Yüzelliliklerin hem de İstiklal Mahkemelerinde yargılanıp ceza alanların affedilmesinin verdiği ümitle kanundan yararlanmak istediler. Bunun için de Atatürk’e ve gazete yönetimlerine mektuplar yazdılarsa da olumlu bir sonuç alamadılar.
Hükümet, kanunun uygulama aşamasında Yüzelliliklerden hayatta kalan 89 kişinin isimlerini valiliklere bildirmişti. Bu durum bir taraftan bu kişilerin yurt dışında takip edildiklerini diğer taraftan da yarıya yakınının sürgünde vefat ettiklerini göstermektedir. Uygulamada Yüzellilikler konsolosluklara giderek “yalnız Türkiye’ye dönüş için geçerli pasaportlarını” alıp ülkeye döneceklerdi.
Ülkeye girişte de nereden geldiği, nereye gideceği, neyle uğraşacağı sorulacak ve bu kişiler adres ve iş değişikliklerini mutlaka bildireceklerdi. Nitekim Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarından bu kişilerin ölümlerine kadar takip edildikleri görülmektedir.
ELLİNCİ YIL AFFI
En kapsamlı aflardan birisi de Demokrat Parti’nin (DP) iktidara gelişiyle çıkarıldı. Yıllardır devam eden Tek Parti iktidarını sona erdiren DP, kamuoyunun da büyük bir desteğiyle “devr-i sabık yaratmayacağız” sloganıyla seçimlerden iki ay sonra af kanunu çıkardı. Buna göre 15 Mayıs 1950 tarihinden önce işlenen suçlar için takibat yapılmayacak ve cezalar infaz edilmeyecekti.
Mecliste yapılan tartışmalarda Hükümet tarafından affın “komünizm taraftarlarını kapsamadığı” belirtilmişti. Hatta “komünizm vatan hainliğidir” denilse de on iki yıldan beri hapis yatan Nazım Hikmet’in de aftan yararlandığı görülmektedir. Bunun üzerine yirmi bin yüksek tahsil öğrencisi adına Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) “komünistler ve Nazım Hikmet’in” aftan yararlanmasını büyük bir üzüntüyle karşıladıklarını açıklamıştır.
Afla birlikte Sultanahmet Cezaevi’nden ilk çıkan kişi Necip Fazıl Kısakürek oldu. Nazım Hikmet de af sonrasında askere alınmak istenince öldürüleceği korkusuyla ülkeyi terk etti ve bir daha geri dönemeden yurt dışında hayata veda etti. Kısakürek de önce Büyük Doğu’daki bir yazısı nedeniyle sonra da Yalman suikastı gerekçesiyle yine tutuklandı.
DP döneminin önemli gelişmelerinden birisi de Osmanoğulları ailesinin kadın üyelerinin Türkiye’ye dönmesine izin verilmesidir. Hanedan mensupları kısa bir süre sonra yurda döneceklerini ümit etseler de DP devrine kadar çıkan aflara dahil edilmemişlerdi.
DP iktidarının ilk zamanlarından itibaren Osmanoğulları’nın dramı, yaşadıkları acılar basında yer almaya başlamış ve yirmi sekiz yıldır devam eden acıları kısmen de olsa sona erdirmek için kanun hazırlanmıştır. Kanunun gündeme gelmesinde hanedan mensuplarının Celal Bayar ve diğer DP önde gelenlerine mektup göndermelerinin etkili olduğu anlaşılmaktadır. DP’liler zaten yaşları ilerlemiş olan kadın hanedan mensuplarının artık rejim için bir tehlike oluşturmadıklarını ve yurt dışında geçim sıkıntısı çektiklerini ifade etmişlerdir.
5958 sayılı kanunla 431 sayılı kanunda değişiklik yapılmış ve hanedanın erkek mensupları hariç kadın üyelerin ve çocuklarının dönüşlerine izin verilmiştir. Ancak bu kişiler “sultan, hanım sultan, kadın efendi, prenses” gibi unvanları kullanamayacaklardı.
Kanunun çıkışından hemen sonra Veliaht Yusuf İzzeddin Efendi’nin kızları, Enver Paşa’nın eşi Naciye Sultan ve Vahdettin’in kızları Türkiye’ye dönmüş ve bu sürgünlerin geri dönüşleri dönemin basınında büyük bir yer bulmuştu. Basında aleyhte bir yayın yapılmaması da ilginç bir durumdur.
Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan daha sonra bir röportajda “genç bir kadın olarak ayrıldım, saçlarım beyazlamış olarak döndüm” demiştir. Kanundan yararlanan sultan, hanım sultan ve sultanzadelerin sayısı altmış yedi olup çoğunluğu da “Osmanoğlu” soyadını tercih etmişlerdir.
Cumhuriyet döneminin diğer kapsamlı affı ise cumhuriyetin ellinci yılı dolayısıyla çıkarılan aftır. Yılmaz Güney’den Fethullah Gülen ve Kadir Mısıroğlu’na kadar çok farklı kişi ve kesimlerin yararlandığı bu af, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlarla TCK’nın 141, 142, 146 ve 149. Maddelerini de kapsadığından çok geniş bir genel affa dönüşmüştü.
Osmanoğulları hanedanının erkek mensuplarının ülkeye dönüşü de 1974 Affının 8. Maddesiyle mümkün oldu. Bu madde ile 431 sayılı kanunun ilgili maddeleri kaldırılarak kadın mensuplara verilen haklar erkeklere de tanınmıştır. Ancak sürgünlerin ilk neslinin birçoğu vefat ettiğinden çok azı ülkeye dönebilmiştir.
Görüldüğü gibi tarihimizde çok geniş kapsamlı aflar çıkarılmış, bunlar genellikle II. Meşrutiyetin ilanı, Cumhuriyetin ilanı ve Tek Parti devrinin sona ermesi gibi önemli dönüm noktalarında gerçekleşmiş ve genellikle devletin her kesimle kucaklaşma ihtiyacı öne çıkarılmıştır.
Diğer geniş kapsamlı aflar da cumhuriyetin onuncu, ellinci yılı gibi yıl dönümlerinde çıkarılmıştır. 1938’de çıkarılan afta ise Atatürk’ün Yüzelliliklere karşı tavrının değişmesi etkili olmuştur. Yine aflar da affa uğrayan kesimin Yüzellilikler ve Osmanoğulları örneğinde olduğu gibi rejim için tehdit olmaktan çıkmaları da önemli bir faktördür.
Aflara bakıldığında, hükümetlerin iradesinin yanında kamuoyunun yaklaşımının da çok etkili olduğu hatta affın kapsamının bu çerçevede şekillendiği görülmektedir.
Bütün bunlardan hareketle cumhuriyetin 100. Yılı dolayısıyla geniş kapsamlı bir af çıkacağı kesin gibidir. Ancak bunun kapsamının ne olacağı kamuoyunun tepkisine bağlı olup 15 Temmuz sonrasının yargılamalarının ve KHK’ların af konusu olup olmayacağı da kamuoyunun tepkisi ve devletin bu kesimi ne kadar “devlet düşmanı” olarak algıladığına göre şekillenecektir.
Bütün bu süreçte asıl karar mercii elbette Erdoğan olacak ve belki de bütün beklentilerin tersine “dağ, fare doğuracaktır”.
Kaynaklar: C. Sınmaz Sönmez, “Cumhuriyetin Onuncu Yıl Kutlamaları ve 26 Haziran 1933 Tarihli Genel Af Yasası”, AÜ TİTE Dergisi, 2004, S. 33-34; “Demokrat Parti İktidarının İlk İcraatlarına Bir Örnek”, YBD, 2012, C. 10, S. 20; “Osmanlı Hanedanına Mensup Sultan, Hanım sultan ve Şehzadelerin Türkiye’ye Dönüşü İçin Yapılan Yasal Düzenleme ve Kamuoyuna Yansımaları”, Smart Journal, 2022, S. 55; Ş. Halıcı, Yüzellilikler, AÜ SBE Yüksek lisans tezi, Eskişehir, 1998, T. Aslan, Meşrutiyet Dönemi Genel Af Uygulamaları, Akademik Bakış, C. 3, S. 5.
Ben de 7 yıldır bütün beklentilerin aksi olduğu gibi af konusunda da aksi olacağını düşünüyorum. Herkesi affetseler bizi affetmezler.
Çünkü Yaşar Nuri Öztürk’ün ifadesiyle toplum Barabbas toplumu olmuştur vesselam.
Mevla bizi affede,
Bayram o bayram ola…