HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
“Yeni Çar” olarak anılmaya başlanan Rus lider Vladimir Putin, sanılanın aksine ipleri aldığından bu yana niyetini hiç gizlemedi. Her zaman neler yapacağını bir şekilde ortaya koyarak gündeme getirdi.
Kendini her zaman güçlü ve üstün gören bir yaklaşım içinde olan Putin, bunu seçtiği spor dallarında bile ortaya koydu. Yaptığı spor dallarında hep rakibine üstün gelen, ya da kendisinin fiziki gücünü ortaya koyan görüntülerle dünyanın karşısına çıktı.
Bağıra bağıra “Geliyorum” diyen bir Putin vardı orta yerde. Moskova’nın Ukrayna’ya yönelik planları ve hazırlıkları Batı’da yakından takip edildi. Batılı liderler, her şeyin görülür hale gelmesinden sonra bu bilgileri kamuoyuyla da paylaşmaya başladı.
TR724 okuyucuları, Yüksel Durgut’un 18 Ocak 2022 tarihli “Eli kulağında Ukrayna işgali” başlıklı yazısında Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişeceğini, dahası bu işgalin de nerelerden girilerek yapılacağını bütün ayrıntılarıyla okumuşlardı.
Ancak Rus yetkililer, ağız birliği ederek bu işgal hazırlığını hep gizlemeye çalıştı. Batılı ülke liderlerini kandırdılar mı bilmiyorum ama Moskova’da bulunan ve benim de takip ettiğim pek çok Rusya uzmanı, Kremlin’in perdeleme çabalarına inandılar. Rusya’nın hiçbir şekilde bir işgal planının olmadığını 24 Şubat sabahına kadar ısrarla dile getirdiler.
Benim nazarımda savaşın ilk kaybedenleri, bu Moskova’nın propagandalarına kanıp Rusya’nın saldırmayacağını kesin olarak savunan bu Rusya uzmanları oldu.
TÜRKİYE’NİN TAKİP ETTİĞİ PLAN ESAS İTİBARİYLE DOĞRU
Rusya’nın komşu ülke Ukrayna’yı yutma girişimine uyandığı 24 Şubat’ta, başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere pek çok isimden farklı açıklamalar gelmeye başladı.
Erdoğan, işgalin “sürpriz gelişme” olarak ortaya çıkması üzerine önce NATO’yu pasiflikle suçladı. NATO ve AB’nin Ukrayna konusunda kararlı ve ciddi olmadığını söyleyen Erdoğan, çok geçmeden bu çıkışından dönüş yaptı.
2011’de Suriye konusunda, Batı’nın önünde gitme şeklindeki yanlış politika, Ukrayna’da devam ettirilmedi. Bunun ilk adımı, Rusya’nın Avrupa Konseyi’nden ihracı oylamasında sergilendi. Türkiye, oylamada çekimser oy kullandı. Bu tavır muhalefet tarafından eleştirilse de Türkiye’nin yakın gelecekteki menfaatleri açısından doğru atılmış bir adımdı.
Ukrayna krizinde, dış politikada Erdoğan ile birlikte Türkiye’nin “şahinler” kanadında yer alan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan çok başka bir isim öne çıkmaya başladı: İbrahim Kalın.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Erdoğan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olan İbrahim Kalın, Ukrayna-Rusya konusunda önemli bir rol üstlendi. Dahası, çok mu iddialı olur emin değilim. Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan Çavuşoğlu rutin işleri yürütür, stratejik kontrol ise bütünüyle Kalın’da olmaya başladı.
Bu açıklamada Kalın, aslında Türkiye’nin iki kuzey komşusuyla ilgili temel politikasını ortaya koyuyor. Bir taraftan durum tespiti yapıyor. Rusya’nın saldırgan bir ülke olduğunu, bir an önce şartsız görüşme masasına oturmasını ifade eden Kalın, Rusya’nın dile getirdiği endişelerin savaş değil müzakerelerle yürütülmesini söylüyor.
Sözcü Kalın, Türkiye’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, egemenliği ve siyasi birliğinin uluslararası hukuk çerçevesinde korunmasını hatırlatıyor. Türkiye’nin iki ülkeyle de iyi ilişkiler içinde olduğunun altını çiziyor ve “Biz ne Rusya’dan vazgeçebiliriz, ne Ukrayna’dan” diye de son noktayı koyuyor.
TÜRKİYE’Yİ SAVAŞA SOKMADIĞI İÇİN İSMET İNÖNÜ’YÜ ÖVENLER
Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi Komutanı ve Atatürk’ten sonra Çankaya Köşkü’ne çıkan 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün esas başarısı, Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmamasında yatıyor. İflah olmaz muhalifleri bile, İnönü’nün bu siyasetini takdir ettiler.
1939-1944 arasına ilişkin bir miktar gazete karıştıranlar, ya da o dönemi anlatan araştırmalara göz atanlar, Türkiye’nin o takdir edilen “tarafsızlık” politikasını çok da kolay yürütemediğini görürler.
Hatta, o günün yaşanılan olaylara ve hükümetin bunlara verdiği tepkilere bakanlar, bunun adını kolaylıkla “yalpalama” ya da “rotasızlık” olarak isimlendirebilirler.
Türkiye, savaş ortamına girildiği 12 Mayıs 1939’da İngiltere, bir ay sonra da Fransa ile tarafsızlık anlaşması imzaladı. Bu anlaşmadan en çok rahatsızlık duyan ülke Rusya oldu. Dönemin Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu, Türkiye’nin yapmak istediğini anlatmak için gittiği Moskova’da zorlu günler geçirdi.
Daha sonrasında, Almanların galip geleceğine inanan Ankara, bu kez rotayı Berlin tarafına çevirdi. Almanya’yı savaşa sürükleyen Hitler’le sıcak ilişkilere girildi.
İngiliz Başbakanı Churchill, Türkiye’yi Almanya’ya karşı saf tutan Müttefik Devletler arasına sokabilmek Türkiye’ye geldi. İnönü, teklifi reddetmedi ancak yerine getirilmesi imkansız şartlar öne sürerek İngiltere’yi oyaladı. Bundan dolayı Adana’da Churchill ile İnönü arasında iki gün süren görüşmeler (30-31 Ocak 1941), tarihe “Sağırlar Diyaloğu” olarak geçti. Türkiye’nin o tarihte durduğu yer Almanya’nın yanıydı.
İnönü, savaşın uzamasıyla birlikte Türkiye’yi Mihver Devletler (Almanya, İtalya ve Japonya’nın başını çektiği ülkeler) ve Müttefik Devletler arasında bir yere oturtmaya çalıştı. O dönemdeki adıyla “aktif tarafsızlık” politikası izlemeye başladı. İnönü, savaşan iki tarafın Türkiye’yi kendi yanlarına çekme çabasına karşılık zaman kazanma yoluna gitti.
Türkiye taraf olmamasına rağmen, savaşın sıkıntısını taraf olan ülkeler kadar yaşadı. İnönü’nün meşhur, “Aç kaldık ama babasız kalmadık” sözü o dönem çekilen acıların bir anlamda somut ifadesi gibi önümüzde durur. İnönü, Türkiye’nin göğüslediği baskıları hatıralarında geniş bir şekilde anlatır.
TARAFSIZLIK, TARAF OLMAKTAN DAHA ZOR
Tarafsız politika yürütmek, savaşa taraf olmaktan daha zor ve güçlü bir duruş gerektiriyor. Sanılanın aksine tarafsız duruş sergileyen, çoğu zaman iki tarafın da takdirini kazanmak yerine, çoğu zaman iki tarafa da yaranamaz. Daha açıkçası, iki tarafın da “düşman” olarak gördüğü konuma itilebilir.
Bütün bunları göğüsleyerek tarafsız kalabilenler, bir süre sonra iki tarafın da takdirini kazanabilir. Bu bağlamda Kalın’ın kuzeyimizde yaşananlarla ilgili söyledikleri isabetli bir yaklaşım. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın şöyle diyor:
“Herkes Ruslarla köprüleri attığında Rusya’yla kim konuşacak? diye sormamız gerekiyor. Rus tarafının da güvendiği bir muhatabının, onlarla konuşmaya devam etmesi büyük önem arz ediyor. Büyük çatışmalar savaşlar böyle önlenir.”
Türkiye’nin tarafsız bir politika izlemesi stratejik anlamda önemli bir politika. Ancak, tarafsızlık politikasında taktik anlamda ise ciddi hatalar yapıyor. Bugün Rusya’nın saldırgan ve işgalci bir politika izlediği, bundan dolayı durdurulması gerektiği, bunun için de Türkiye’nin Rusya’ya karşı keskin tavır almasını isteyen geniş kesimler var.
Bu iddiayı dillendirenlere şunu sormak gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı’nda İsmet İnönü, Almanya ile yakınlaşırken Hitler’in saldırgan ve işgalci olduğunu bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Tarafsızlık politikası yürütmek, taraf olmaktan daha çok çaba gerektirir.
Türkiye, İbrahim Kalın tarafından dile getirilen çerçevede tarafsızlığını sürdürür ve konumunu korursa, bu esas itibariyle, çözüme gitme anlamında hem Batı’nın hem Rusya’nın işini kolaylaştırır.
Nitekim, bunun sonuçlarının Batı’dan alınmaya başladığına dair belirtiler var. Ukrayna krizi çerçevesinde görüşmelerde bulunmak üzere Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman, Kalın ile bir görüşme yaptı.
Sherman, Kalın ile görüşmesi öncesinde Türkiye’nin çabalarından söz ederken, “Bu noktada Türkiye inanılmaz bir NATO müttefiki oldu” dedi. ABD’li Bakan Yardımcısı, “Türkiye’nin sergilediği liderlik ve NATO müttefiklerine sunduğu yoğun destek için minnettarız” diye konuştu.
Türkiye, müttefiklerinin Rusya’ya karşı aldığı ambargo kararını uygulamayan ve hava sahasını kapatmayan tek NATO ülkesi.
Türkiye, Batı Blokundaki duruşunu bozmadan Rusya ve Ukrayna ile ilişkilerini biri sekteye uğratmadan yürütmek zorunda.
Keşke batı bloku da türkiye gibi örnek davranıp tarafsız kalsa ve hepsi bir ağızdan putine “savaşmak yerine isteklerini barışçıl yollarla ifade edebilirsin” deseydi. Eğer öyle olsaydı şu anda ukrayna çoktan işgal edilmiş olacaktı. Türkiyenin ‘arabuluculuk’ rolü batının rusyaya yaptırımkarı ve ukraynaya yardımları sayesinde sürmektedir. Eğer batı destek olmasaydı türkiye arabulucu olamayacaktı çünkü ukrayna olmayacaktı yada batı da arabulucu rolüne soyunsaydı aynı türkler gibi o zaman yine ukrayna olmayacaktı ve türkler yine arabulucu olamayacaktı. Ukrayna olmadığı için ukraynadaki çıkarları da olmayacaktı. Batı müdahale etmeseydi ukrayna olmayacaktı. O zaman türkler olmayan ukraynadan ne çıkar sağlayacak. Herşey çıkar olabilir mi? Dünyaya çıkarcılığını gösteriyor. Bunu da maarifet sanıyor. Halbuki adama sormazlar mı eğer her iki taraf senin çıkarın ise ve savaşmayarak barışçıl yolla görüşmeleri isteniyorsa iki slavın, o zaman bir tarafa diğerini vurmak için niye silah satıyorsun? Hani barışçıydın? Hani çıkarların barışta yatıyor? O zaman niye ukraynaya rusları vursun diye silah satıyorsun? Demek ki hem barışta hem savaşta çıkar var. Türkiyenin arada kaldığı nokta savaş ve barıştır. Yani iki slavın arasındaki duruşu barışı sağlama çabası değil. Arada durduğu nokta hem savaşta çıkar sağlamak istiyor, sonra onlar savaşırlarken bu sefer barışta çıkar sağlamaya çalışıyor. Yani üçlü bir çıkar ayağı söz konusu. Hem barışta, hem savaşta hem de iki slav arasında çıkar sağlamaktadır. Bunu bir kişinin karakterine sığdıramayacağı için farklı karakterlerde insanlar buluyor. Mesela batıyı tanıyan kalın batıyla, putini tanıyan maocuyu moskovaya, merkezdeki lideri de ukrayna yanında gözüken karakter olarak gönderiyor. Bu üçlü karakterler islamcı, ulusalcı ve milliyetçi nasıl bir arada birleşebiliyor bu türkiyenin gücüdür. Hem komünistlere övgü düzebiliyor hem batıya hem ukraynaya. Ümmetçi, milliyetçi, komunisti bir araya getirmeyi başarmış bir iktidardan bahsediyoruz. Bu konu türklerin kafasını karıştırmıyor nedense ama moskovanın kafasını karıştıryor. Tayyipin temsilcisi olarak rusyaya giden bir komunist natoyu ruslara öyle bir kötülüyormuş ki rus adam şaşırıyormuş ve siz nato üyesisiniz ama nato karşıtı gibi konuşuyorsunuz diye şaşırıyormuş. Türkiyedeki tuhaflığı rus bile anladı ama insanlar anlayamadı. Bu ilk başta tam anlaşılamayacak ve herkes türklerin tarafsız olmasını düşünceli oluşlarına verecek. Yani sizin dediğinizin tam tersi olacak. İlk başta normal karşılayacaklar ama bir süre sonra dış olaylar dışarıdakilerin türkiyedeki tuhaflığı farketmeleri ile sonuçlanacak. Çarpıklık farkedilince karakteri tanımlamakta zorluk çekecekler. Ve göreceksiniz ilerleyen zamanda bu karakter daha fazla sorgulanacak ve zamanla güvensizlik başlayacak. Çünkü türkiyenin gerçeği tamamen çıkar üzerine kurulu. Dinci ile komunist, komunist ile milliyetçi, ümmetçi ile milliyetçinin bir araya gelişlerinin tamamen çıkar üzerine kurulduğunu görecekler. Şimdi bu çarpık ilişkiyi türkler hoşgörü diye satabilirler. Süreç bu üçlünün ilişkilerinin sevgi üzerine mi kurulduğunu yoksa katıksız, ruhsuz çıkar üzerine mi kurulduğunu gösterecek. Rusya ukrayna olayı bu süreci açığa çıkarmada bundan daha etkili bir olay olamazdı. Keşke savaş olmasaydı diye ekleyeyim.
Sayin M. Ahmet Karabay.
Yazinizi mukerrer okumalarima ragmen asgari bir anlam cikarmakta zorlandigimi belirtmek ister, lakin “hatali” okumam hasil oldu ise, lutfen beni duzeltmenizi rica ederim.
Sorum su: Mazlumlardan yana misiniz veya degilmisiniz?
Bu halis muhlis Milliyetcilik duygusu ile ifade ettiginiz “notr-tarafsizlik” vaziyeti Turkiye’ deki bilumum MAZLUMLARI da ihtiva ediyormu? Yoksa yazinizin muhteviyati “komsunun evi yansin, benimki yanmasin” mantigini mi aksediyor?
Temennim, sizin ve tr724 teki diger meslektaslarinizin savundugu Hak-Hukuk-Adalet (Demokrasi) konularinda diger Ulke, Kisi ve Kurumlar The Evasive Neutral gibi NOTR-TARAFSIZ kalmazlar…
Saglicakla selam ederim.
Ahmet Bey, yazılarınızın içerik ve üslup olarak her geçen gün geliştiğini görmek beni çok mutlu ediyor. Bu yazınıza gelirsek; çok yerinde tespitlerde bulunmuşsunuz. TR724’te hükümetin olumlu gördüğünüz bir adımını yazarak hem site yönetimi hem de okuyucular nezdinde risk almışsınız. Her görüşten insanların keskin bir şekilde cepheleştiği bu devirde bu riski almak takdire şayan. Bu hususta da sizi tebrik ederim.