HABER-YORUM | KEMAL AY
3 gün önce Başbakan Binali Yıldırım, Almanya’nın Türkiye ile gümrük birliği anlaşmasını yenilememe tehdidine karşılık, ‘Almanya bütün Avrupa Birliği benden sorulur havasında birlik adına racon kesiyor’ yanıtını verdi.
Aynı gün yurt dışında burslu okuyacak öğrencilerin karşısına çıkan Damat Berat Albayrak yurt dışında Gülen Cemaati’ne mensup insanlarla karşılaşma ihtimali olan gençlere şöyle seslendi: ‘Gittiğiniz ülkelerde görüyorsunuzdur. Vallahi yerinizde olsam ben zor sabrederdim. Gördüğüm yerde boğazlardım yani.’
Dün de Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’da il danışma meclisinde bir konuşma yaptı. Yandaş köşe yazarlarını eleştiren Erdoğan, ‘Kimsenin racon kesmesine ihtiyacım yok. Racon kesilecekse ben keserim’ sözleriyle kendince tavrını ortaya koydu.
Bunları duyunca haliyle aklıma başlıktaki soru geldi: Türkiye’de siyaseti artık Kurtlar Vadisi senaristleri mi yazıyor?
YUSUF MİROĞLU KARAKTERİNİ KİM, NİYE SEVDİ?
1998’de yani 28 Şubat’ın civcivli dönemlerinde televizyonu kasıp kavuran bir dizi vardı belki hatırlarsınız: Deli Yürek. Osman Sınav’ın projesi olan Deli Yürek TV’lere Kenan İmirzalıoğlu’nu kazandırmıştı. Tabi bir de ‘Yusuf Miroğlu’ karakterini… Özünde bir ‘mafya’ olan fakat gücünü ‘devleti, milleti ve dostları’ için kullandığı için büyük sempati toplayan Miroğlu, bilhassa ‘sağ camiada’ fazlaca tutuldu.
O yıllar aynı zamanda meşhur Susurluk kazasının yaşandığı yıllardı. DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak, Polis Müdürü Hüseyin Kocadağ ve ‘Mehmet Özbay’ sahte kimliği ile Abdullah Çatlı aynı araçtaydı. ‘Derin devlet’ olarak kodlanan bu ekibin ne için orada olduğu, aralarında nasıl bir ilişki olduğu hiçbir zaman çözülemedi. Ancak devlette böyle bir ‘yasa dışı’ işler biriminin varlığı kamuoyuna mal oldu.
Deli Yürek ise seyircisine şunu anlatıyordu: Evet, kötü niyetli bir ‘derin devlet’ var ancak bununla mücadele etmek için ‘onun yöntemlerini’ kullanmak gerekir. Yusuf Miroğlu, dizide ‘Ağabey’ olarak kodlanan karanlık bir adamın planlarını boşa çıkarmakla meşguldü. Kendisi de yeterince karanlık, önüne gelene kurşun sıkan bir tipti üstelik.
Dizi 4 sezon boyunca çok ‘başarılı’ oldu ve bir filmle hitama erdirildi. Deli Yürek Bumerang ismini taşıyan sinema filminde bu kez konu Kürt meselesiydi. Güneydoğu’da imamlık yapan yabancı ajanlardan tutun, bölge halkının PKK’ya sempatisinin karşılığının ‘kurşun’ olacağına kadar çok ‘mühim’ mesajlar veriyordu yapım.
‘İYİ DERİN DEVLET’ OLARAK POLAT ALEMDAR
Osman Sınav’ın bu ‘netameli sulardaki’ macerası Deli Yürek’le bitmedi. 2003’te, bu kez Kurtlar Vadisi isimli dizi televizyonlarda arzı endam etmeye başladı. Necati Şaşmaz’ın oynadığı ‘Polat Alemdar’ karakteri, tıpkı Yusuf Miroğlu gibi ‘iyi derin devlet’ti. Polat, mafyaya sızacak ve burayı ele geçirerek Türkiye’deki ‘kötü derin devletin’ mafya ayağını bitirecekti.
Ancak Miroğlu ile Alemdar arasındaki fark şuydu: Yusuf Miroğlu halkın içinde kendi hâlinde bir adamken yaşadığı olaylar onu ‘derin devletle karşı karşıya’ getirmişti. Polat Alemdar ise doğrudan ‘devletine hizmet eden’ bir kahramandı.
Kurtlar Vadisi o kadar tuttu ki, Türkiye’nin bilhassa ‘sağcı gençleri’ Perşembe akşamları kahvelerde, çay bahçelerinde toplanıp diziyi seyretmeye koyuldu. Tabi bu ilgiyi eleştirenler de vardı. Sol entelektüeller diziyi ‘tehlikeli’ bulurken, onlara cevap Alev Alatlı’dan gelmişti. 2007’de Zaman’da yayınladığı ‘Kurtlar Vadisi: Kötülüğün Gözünün İçine Bakmak’ isimli yazısında, ‘yiğitlik’ konusunu ele alıyor ve Türkiye’nin ihtiyacı olan ‘özgüvenin’ Polat’ın ‘yiğitliğinde’ mevcut olduğunu iddia ediyordu.
Yazıyı ilk okuduğumda o kadar tuhaf gelmişti ki, Alev Alatlı’nın da takip ettiği bir e-posta grubunda (turna grubu) ‘Alev Hanım emin misiniz?’ diye bir eleştiri yazdığımı hatırlıyorum. Gerçekten Türkiye’nin ihtiyacı olan ‘Polat Alemdar tipolojisi’ miydi?
Hem bu nasıl yiğitlik ki, önüne geleni suçlu suçsuz ayırmadan infaz ediyor, kendince kurduğu komplo teorilerini ‘gerçek’ addedip karşı komplolar kuruyor ve bütün bu karanlık işler hiçbir şekilde ‘yasalar’ dediğimiz alana temas etmiyor.
DEVLET RUTİN DIŞINA ÇIKIYOR, KEMERLERİ BAĞLAYIN!
Aslında Deli Yürek’in de Kurtlar Vadisi’nin de mesajı ortaktı: Devlet zaman zaman rutin dışına çıkabilir, devletinizin yanında olun. (Diziye Ergenekon sanıklarından Hasan Atilla Uğur’un ilgi göstermesi ve Osman Sınav’la bu konuda telefon görüşmeleri yapması verilen mesajdan memnuniyet duyulduğunun ifadesiydi.)
Susurluk skandalı ile başlayan ve Ergenekon davalarıyla devam eden süreç aslında bu zihniyetle bir hesaplaşma imkânıydı. Nitekim ‘derin devlet’ mağduru kesimlerin Ergenekon soruşturmalarına destek vermesi bu sebeple şaşırtıcı değildi. Aslında şaşırtıcı olan, benzer isimlerin şu anda AKP’nin temsil ettiği yeni ‘rutin dışına çıkma’ hamlelerine de destek veriyor olmaları.
Kurtlar Vadisi’nin konusu devletin ‘içlerine’ doğru yol aldıkça, yani Polat Alemdar ‘merkeze’ yaklaştıkça işler daha da sarpa sardı. Artık dizi, mevcut iktidar kimse onun tarafını tutar hâle geldi. Onun hikâyesini anlatıyordu (Osman Sınav’dan sonra dizi çok bozdu). Bir ara diziye ‘Hoca’ adı altında Ahmet Davutoğlu karakteri bile eklendi. Türkiye’de ‘cirit atan’ Avrupalı ve Amerikalı ajanlara ‘hadleri bildirildi’. Filistin’e gidildi, Irak’ta mücadele edildi.
ARAYIŞTAKİ GENÇLERE MASALLAR
Aslında gerçekten de Alev Alatlı’nın dediği gibi bir ‘özgüven pompalaması’ yaşanıyordu. MHP ülkü ocakları kadar AKP gençlik teşkilatları da ‘Kurtlar Vadisi’ hayranı gençlerle dolup taşmaya başladı. ‘Devletimiz için vazife yapıyoruz’ ifadesi çok fiyakalı bir hâl almaya başladı. Gençler, sırtlarını devlete dayadıklarını ve ‘devlet için’ mücadele ettiklerini düşünerek kendilerini bir ‘halt’ sanmaya başladılar.
Bu dizilerin senaryoları bir ‘müdahale’ ile mi yazılıyor bilemiyorum. Kimseyi zan altında bırakmaya gerek yok. Ancak bu dizilerin toplumda yakaladığı bir damar vardı elbette. Nitekim ‘sağ camianın’ 1970’lerdeki komünizm karşıtı, anti-sol mücadelesinin odağında da hep ‘devletin milletin bekası’ vardı. Toplumun kahir ekseriyetini (kimilerine göre yüzde 65) oluşturan bu ‘sağ camia’ AKP-MHP ittifakında da bu ‘ideali’ görüyor muhtemelen. Oysa ‘sağ camia’ 12 Eylül darbesinden sonra anlamalıydı ki ‘devlet’ denilen aygıtın tek ‘değeri’ güçtür. Gücü ele geçirdikten sonra sizi ‘harcar’.
Yani Polat Alemdar diye bir karakter olsaydı gerçekten ‘devlet’ içinde, muhtemelen iki üç sezon sonra bir kumpasa kurban gitmesi ya da Susurluk kazası gibi bir kazayla ortadan kaldırılması gerekirdi. Ama Osman Sınav, aynı kitleyi 12 Eylül’den çok sonra yeniden ‘kandırmayı’ başardı.
‘GÜÇ, GÜCÜ OLMAYANLARI YIPRATIR’
Şimdi gelinen noktada Kurtlar Vadisi ekibinin (Şaşmaz Kardeşler) ‘darbe’ konulu film çekmeye kalkıştığını biliyoruz. Erdoğan’ın kendini ‘reis’ olarak konumlandırdığını ve etrafındakilerden tıpkı kendinden önceki ‘devletçi tipler’ gibi ‘sadakat’ istediğini biliyoruz. Zaten devletin ‘tepesindeki’ bu mafya dili ve edebiyatı da mevzuyu yeterince açıklıyor. Kafa koparılıyor, racon kesiliyor, temizlik yapılıyor…
Bu dil Alev Alatlı’nın dediği gibi ‘özgüvenle hareket etmenin’ ya da ‘yiğitliğin’ dili değil. Bilakis korkakların bir gün gücü ele geçirdiklerinde kavuştukları o ‘ne oldum delisi olma’ hâlinin dışa vurumu. Hep Lord Acton’un meşhur ‘Güç yozlaştırır’ sözüne atıf yapıyoruz. Bu kez Godfather serisinin 3. filmindeki sözü hatırlayalım: ‘Güç, aslında gücü olmayanları yıpratır.’
Eğer o gücü taşıyacak karakteriniz yoksa, kendiniz kalamazsınız. İnandığınız değerleri yitirir, ideallerinizden birer birer vazgeçersiniz. Yalan, riya, yasa dışılık karakteriniz hâline gelir. O gücü kaybetmemekten başka hedefiniz kalmaz. Allah’ı unutur, onun kölesi hâline gelirsiniz.