MAHMUT AKPINAR | YORUM
Türkiye siyasetinin son 50 yılına bakıldığında, lider kadrosunun eğitim seviyesi ve entelektüel donanımı açısından büyük bir erozyon yaşandığı gözlemlenmektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısında siyasete yön veren isimler; Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve Bülent Ecevit gibi akademik geçmişi sağlam, entelektüel derinliği olan ve küresel gelişmelere duyarlı liderlerden oluşuyordu. Ancak 21. yüzyılda siyasetin yönünü belirleyen isimler arasında eğitim kalitesinin giderek düştüğü, söylem ve politikalarının sığlaştığı görülmektedir.
Eğitim ve entelektüel derinlik farkı
Süleyman Demirel, İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu, mühendislik formasyonu almış ve devlet kademelerinde teknik birikimiyle öne çıkmış bir liderdi. Necmettin Erbakan, Almanya’da doktora yapmış, akademik dünyada saygın bir kariyere sahip bir isimdi. Keza Turgut Özal, İTÜ mezunu olup, Dünya Bankası’nda görev yapmış ve küresel ekonomi bilgisiyle tanınmış bir liderdi. Bülent Ecevit ise Robert Koleji mezunu, iyi derecede İngilizce bilen, entelektüel yönü kuvvetli doğu edebiyatına, Hint felsefesine vakıf, bir şair ve yazardı.
Bugüne gelindiğinde Türkiye’nin 20 yılı aşkın süredir yönetiminde olan Recep Tayyip Erdoğan’ın eğitim durumu bile net değildir. Anayasaya göre Cumhurbaşkanlığına aday olabilmek için 4 yıllık üniversite bitirmiş olmak gerekmektedir ve bir kişi en fazla iki defa Cumhurbaşkanı olabilir. Üç dönemdir Cumhurbaşkanlığı yapan Erdoğan Anayasaya ve kamuoyundaki tartışmalara rağmen yıllardır diploma ibraz edememiştir. Akademik dünyadan uzak, entelektüel tartışmalara girmeyen, ‘Kasımpaşa kabadayısı’ tarzı lider profili sergilemektedir. Okuma-yazmayla ilgisi, kitapları başkasına okutup özetini almakla sınırlıdır.
Bugünlerde Erdoğan’a alternatif olarak ortaya çıkan Ekrem İmamoğlu’nun eğitim geçmişi de sorgulanmaktadır. Türkiye’de kazanması ve okuması en kolay bölümlerden birisi işletmedir. Zira hemen her üniversitede İşletme bölümü vardır ve kontenjanları çok yüksektir. İmamoğlu Türkiye’de bir İşletme kazanamamış olmalı ki eğitimine Kıbrıs’ta başlamış ve yatay geçişle İstanbul Üniversitesi’ne geçmiş.
Herkes bilir ki Kıbrıs üniversitelerine gidenler Türkiye’de üniversite kazanamayanlardır. Zira paralıdır ve en alt puandan öğrenci kabul eder. Şimdi nasıldır bilmiyorum ama İmamoğlu’nun kayıt yaptırdığı yıllarda ÖYS’ye girmiş olmak, liseyi bitirmek Kıbrıs üniversitelerine girmek için yeterliydi.
Keza CHP lideri Özgür Özel bir “kasaba eczacısı” profilinin ötesine geçmemektedir. Anayasa’ya aykırı şekilde 3 dönemdir ülkeyi yöneten Erdoğan’a dördüncü defa aday olma yolunu açmaktadır. Ana muhalefet partisinin liderliğini yapan birisinin hukuktan, Anayasa ve yasalardan haberdar değilmiş gibi davranması yetersizlikten değilse, ortada daha kötü bir problem var demektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, en köklü siyasi partisi CHP, Özgür Özel gibi bir lider çıkarıyorsa partinin niteliğinin, siyasi potansiyelinin toptan sorgulanması gerekir.
İktidarıyla muhalefetiyle Türkiye’yi yönetmeye talip olan siyasetçilerin akademik formasyonlarının bu derece zayıflaması, ahlaki, ilkesel duruşlarının olmaması son dönem siyasetçilerin yönetim kapasitesine dair ciddi soru işaretleri doğurmaktadır. Diplomasız Erdoğan’ın kendisine rakip çıkan İmamoğlu’nun diplomasını gündem ederek, onu siyaset yapmaktan engellemeye çalışması ise bütün bunlara ‘tuz biber’ olan utanılası bir fıkra gibidir.
Popülizmin ve nefret dilinin yükselişi
Eski liderlerin konuşmalarına bakıldığında bilgiye, entelektüel analizlere ve dünya siyasetindeki gelişmelere hâkim oldukları görülür. Ecevit’in diplomasi dili, Demirel’in pragmatik devlet adamlığı, Özal’ın ekonomik vizyonu ve Erbakan’ın teknik bilgiye dayalı yaklaşımları, Türkiye siyasetine belirli bir seviye kazandırıyordu.
Bugünün liderleri ise popülist, hamasi ve çoğu zaman gerçeklikten uzak söylemlerle kitleleri yönlendirmektedir. Bilgiye dayalı, seviyeli, saygılı tartışmaların yerini saldırgan bir dil, polemikler ve altı boş vaatler almıştır. Son dönemde kutsallar, milli ve manevi değerler, inançlar, kimlikler siyasete çok kolay meze yapılmaktadır. Kur’an, camiler, bayrak, şehitlik gibi dini-milli semboller siyasi propagandaya malzeme olmaktadır.
Öte yandan özellikle iktidar bileşenlerinin siyasetçileri (Erdoğan, Bahçeli ve diğer siyasi figürler) nefret içeren, ayrıştırıcı, etiketleyen söylemleri halk önünde, kameralar karşısında rahat şekilde kullanabilmektedirler. Niteliksizlik, liyakatsizlik, nepotizm, dil ve üsluptaki seviyesizlik TBMM’den, bürokrasiye, yargıya her alanda yaygınlaşmaktadır. Ülkeyi yönetenler meydanlarda mafya ağzı, ayrıştırıcı nefret dili kullanınca, kolluk personeli (polis, jandarma, bekçi), kendini “devlet” görüp kolayca hukuk dışına çıkmakta, vatandaşa işkence etmektedir. Yasa tanımama, mafya dili, vulgarism tepeden tırnağa hayatın her alanına yayılmaktadır.
Eskiden bürokraside yer almak için ciddi akademik ve mesleki kriterler aranırken, bugün siyasi sadakat liyakatın önüne geçmiştir. Bu durum, devlet kurumlarının işleyişini, kamu hizmetlerini olumsuz etkilemekte, Türkiye’yi giderek daha yönetilemez bir ülke haline getirmektedir.
Türkiye siyasetindeki kalite düşüşü, yalnızca liderlerden kaynaklanmamaktadır. Eğitim sistemindeki bozulma, entelektüel kapasitenin küçümsenmesi ve popülist politikaların seçmenlerce ödüllendirilmesi, ülkenin genel siyasi seviyesini aşağı çekmektedir.
Evet, siyaset entelektüel ve akademik bir faaliyet değildir. Siyasette başarılı olmak için çok zeki olmak gerekmiyor. Eğer popülist söylemler geliştiremiyorsanız, halkı anlamakta sıkıntılarınız varsa çok zeki olmak, çok nitelikli olmak problem bile olabiliyor. Siyaset toplumu doğru okuma ve toplumla iyi iletişim kurma sanatıdır. Ama eskiden siyasetin iyi-kötü bir düzeyi, ahlaki sınırları vardı. Siyasetçilerin eğitim ve kişilik olarak bir kalitesi vardı. Erdoğan liderliğindeki Türkiye, kaybettiği çok şeye ilave, siyasette seviyeyi, niteliği, asgari etik kaygıları da yitirdi.