MAHMUT AKPINAR | YORUM
AKP iktidarı ve taraftarları Esed rejimi düşünce fetihçi, yayılmacı havaya girdiler. Erdoğan, “Türkiye Türkiye’den büyüktür!” diyor. AKP’liler Osmanlı’yı yeniden kurmayı hayal edip, plakalar dağıtıyor; 82 Halep, 83 Şam, 84 Musul, 85 Kerkük…
Hızını alamayanlar, “Türkiye Birleşik Devletleri!” diye, adını andıkları ülkeleri ve halklarını rahatsız edecek altı boş hayalleri gündeme getiriyorlar. Güya, Azerbaycan, Kıbrıs, Libya, Kosova, Arnavutluk, Suriye gibi ülkeler (konfederal veya federal yapıda) Birleşik Büyük Türkiye’nin parçaları olacakmış.
Bu zihniyet, büyük devlet olmayı, coğrafi olarak büyük alanlara sahip olmaya indirgeyen problemli bir anlayışa sahip. Eski çağlarda olduğu gibi toprak kazanmanın “büyük olmak” için yeterli olduğunu zannediyorlar. Toprak, coğrafi büyüklük önemsiz değildir. Ama büyük ve güçlü olmak için yeterli değildir. Eğer böyle olsaydı dünyanın en güçlü devleti açık ara Rusya olurdu. Kazakistan, Moğolistan gibi ülkeler dünya siyasetinde etkin olurlardı.
SSCB sonrası Rusya çok toprak kaybetmesine rağmen, hala dünyanın en geniş ülkesi. Üstelik çok zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip. Ama 30 yıllık devlet geçmişi olan Ukrayna’yı 3 yıldır yenemiyor.
Almanya, Türkiye’nin yarısı kadar coğrafyaya ve benzer nüfusa sahip, fakat siyasette, ekonomide, eğitimde, kültürde, sanatta, sporda, teknolojide vd. Türkiye’nin en az on katı etkin ve güçlü.
Keza Konya kadar alana, İstanbul’dan az nüfusa sahip, yeraltı zenginlikleri olmayan Hollanda dünya siyasetinde, kültüründe, sanatında, sporunda Türkiye’den daha etkili ve güçlü. Hollanda tarımda bile Türkiye’nin 3 katı ihracat yapıyor.
İsrail gibi Türkiye’nin bir kenti kadar toprağa ve nüfusa sahip, 75 yıllık ülke, 400 milyonluk devasa Arap dünyasına diz çöktürüyor. Esed rejimi düşünce fetihçi söylemlere yönelen AKP iktidarı daha iki ay önce, “İsrail bizi de işgal edecek!” diye halka korku yayıyordu.
Peki Türkiye nasıl güçlü hale gelir?
Türkiye yeterince geniş topraklara, nüfusa ve kaynaklara sahip bir ülke. Eski kıtalar olan Asya, Avrupa, Afrika arasında çok stratejik konuma haiz. Önemli geçiş güzergahlarını, kıtaları ve ticari yolları birbirine bağlayan köprü durumunda. Coğrafyası tarıma, turizme, ticarete çok müsait. Ülkenin harika bir arsa değeri var. Bu nedenle ‘Kupon arazi’ uzmanı Erdoğan, Türkiye’nin arsa değerini millet için değilse de koltuğunu korumak için ustaca kullanıyor.
Hiçbir toprak genişlemesi olmaksızın Türkiye, eğer adaletin, hukukun, demokrasinin, insan haklarının, insan onurunun olduğu, refah düzeyi yüksek bir ülke olsa çevresindeki ülkeler ve toplumlar için cazibe merkezi olur. Nitekim kesintilere ve karanlık dönemlere rağmen, görece hukuka, demokrasiye, insan haklarına sahip olduğu dönemlerde Türkiye bölgede saygı duyulan, yapıcı bir güç olarak anıldı.
AKP, ilk 10 yılında demokratikleşme çabası sergilediği, hukuk, adalet yönünde politikalar uyguladığı için global anlamda parlayan yıldız olarak görülüyordu. Erdoğan’ın ‘tek adam’ haline gelmesiyle Türkiye, içerde demokrasi ve hukuktan koparken, dışarıda fetihçi, istikrarsızlık üreten politikalara yöneldi. Bu değişim Türkiye Cumhuriyeti’ni içte vatandaşlarının, dışta komşularının korktuğu bir devlet yaptı. Ama saygı duyulan, sevilen, daha güçlü devlet yapmadı. Aksine hukuk ve demokrasiden uzaklaşma Türkiye’yi bölgeye barış, halkına huzur vaat etmeyen, istikrasızlık, güvensizlik üreten Sünni İran olma yoluna soktu.
Savaş, huzursuzluk, istikrarsızlık değil; demokrasi, hukuk, huzur ihraç etse, güvenlik üretse Türkiye zaten doğal bir liderlik hinterlandına, tarihten gelen güçlü bir etkiye sahip. Vatandaşının refah seviyesini artırmış demokratik bir Türkiye, İran dahil olmak üzere, Yunanistan’dan Ermenistan’a kadar Ortadoğu, Balkan ve Kafkas ülkeleri için cazibe merkezi olur. Devletler Türkiye ile işbirliği, halklar ise gelmek ve gezmek için can atarlar. Türkiye’nin öncülüğünde bölgede pekâlâ Avrupa Birliği’ne benzer ekonomik, siyasi paktlar kurulabilir. Demokratik zeminde yapıldığında bunu istemeyecek pek az ülke çıkar.
Türkiye kendi güç unsurlarının ve potansiyelinin farkında değil. Elbette Türkiye’nin caydırıcı, güçlü bir ordusu olabilir. TSK dosta güven, düşmana korku veren, operasyonel yetenekleri etkileyici bir ordu olmalı. Ama Türkiye’yi güçlü yapacak şey sert gücü (hard power, ordu, asker) değil, yumuşak gücüdür (soft power). Orta Doğu’da, Kafkaslar’da, Balkanlar’da Türkiye’nin en büyük artısı demokrasiye, hukuka dair birikimi ve altyapısıdır. Son on yılda yaşanan tahribata, geri gidişe rağmen Türkiye hala demokratik, sosyal bir hukuk devleti, refah devleti olma potansiyeline sahiptir.
Türkiye’de için gerekli olan, ne AKP’lilerin, İslamcıların fetihçi, işgalci, toprak elde etmeye çalışan anlayışıdır, ne de Arapları, dindarları aşağılayan Kemalistlerin bakışıdır. Halkı Müslüman, yönetimi seküler, demokratik hukuk devletine sahip, insan haklarını ve temel hak ve özgürlükleri bir standarda oturtmuş Türkiye, bölgenin doğal lideri ve cazibe merkezi olacaktır. Böyle bir Türkiye içerdeki Kürt sorununu da suhuletle çözecek, dış Kürtleri tehdit görmek yerine müttefik, akraba olarak görecektir. Ama Erdoğan, Türkiye’yi demokrasi, hukuk ve insan hakları çizgisinden koparıp kirli ve kanlı örgütlerle anılır hale getirdi. Ülkenin tarihi, doğal liderlik potansiyelini, milli çıkarlar ve bölge huzuru için değil, kişisel ikbali ve global güçlerin taşeronu olarak kullanmayı tercih etti. Türkiyeyi imrenilen cazibe merkezi olmaktan uzaklaştırıp, çevre devletlerin ve halkların tedirgin olduğu yayılmacı, kanlı bir devlete dönüştürdü.
Suriye’de uygulanan yayılmacı politikalar Türkiye’yi güçlendirip büyütmeyecek, daha kırılgan hale getirecektir. Uzun vadede Türkiye’nin kendisini içinden çıkılmaz, kanlı bir kaosun ortasında bulması ve bu yangını Türkiye topraklarına da sıçratması muhtemeldir.