Cenevre’de devam eden Turkey Tribünal yargılamaları devam ediyor. AKP rejiminin mağduru olan tanıklar, ifadeleriyle insanlığa karşı suçlar ve yaşadıkları hukuksuzlukları anlatıyor. Turkey Tribünali, özellikle son 5 yılda Türkiye’de yaşanan hukuksuzlukları bütün yönleriyle kayda geçiriyor.
Ahval’den Kemal Şahin, Turkey Tribünal yargılamalarıyla ilgili kalema aldığı yazısında önemli tespitlerde bulunuyor. Yazasına, “Cenevre’de birkaç gündür, tanık ifadeleri ve uzman raporları eşliğinde kapsamlı bir Türkiye Tribünali (Mahkemesi) sürmekte. Yargıçların bugün (24 Eylül, Cuma) veya önümüzdeki günlerde Türkiye’deki mevcut iktidarın uygulamaları (Türkiye değil) ile ilgili hüküm vermesi bekleniyor.” cümleriyle başlayan Şahin, ardından Prof. Dr. Ersan Şen’in geçtiğimiz günlerde aynı konuyla ilgili kaleme aldığı yazıdan bir bölümü aktarıyor. Ersan Şen’in Turkey Tribünali’nin yaptığı işin mahiyeti konusunda AKP hükümetini uyardığını belirtiyor.
Devamında ise şu ifadeleri kullanıyor:
“Üç gündür mahkemeyi izliyorum. Kürsüye davet edilen mağdurları dinliyorum, bir insan olarak insanlığımdan utanıyorum. Mağdurla özdeşleşiyor, onun yaşadıklarını ben de yaşıyorum.
Mahkeme önüne gelen işkence vakaları, özellikle 15 Temmuz hadisesinden sonra Türkiye’de gerçekleşen vakaların belki yüzde biri kadar bile yok. Zira işkence mağdurları, eşleriyle, çocuklarıyla tehdit ediliyor, konuşmaları engelleniyor. Binlerce vaka böylece gün ışığına çıkarılmayı bekliyor.
‘MERDİVENDEN DÜŞTÜ’ SAVUNMASI İŞKENCECİLERİ KURTARAMAZ
Tribünal bunun önünü açıyor. Türkiye’de mevcut otoriter rejimin koruması altında işkence yapan kamu görevlilerine evrensel yargı yetkisini hatırlatıyor. Mağdurlar için bir ümit, işkenceciler için bir kabusa dönüşüyor.
Bu yüzden Prof Şen, ‘tribünalin amacına’ dikkat çekiyor, hükümeti uyarıyor. Zira, ‘başı döndü, merdivenden düştü, yaralandı, öldü’ savunmasının başsavcıları ikna etmesinin işkencileri kurtarmayacağını ihtar ediyor, tribünal.
AYM, REJİMİN SUÇLARININ ÖNÜNE SET OLUYOR
AYM, (örneğin, Eyüp Birinci kararında) mağdurun öldürülesiye dövüldüğü, “işkence” vakasına “kötü muamele” deyip geçiyor ve 4 bin euroya mağdurun yaşadıklarını satın alıyor.
Bu arada işkenceciler, rejim tarafından ödüllendirilmeye, terfi ettirilmeye devam ediyor. AYM, bu türden vakaların uluslararası toplum önüne götürülmemesi için sadece bir aparat oluyor.
Mahkeme yargıçları uluslararası alanda saygın hukukçulardan oluşmakta. Bir çoğu uluslararası (üç yargıç, AİHM eski yargıçlarıdır) ya da ulusal yüksek mahkemelerde yargıçlık yapmış isimlerdir.
Yargıçlar, Mahkemedeki fonksiyonlarından dolayı hiçbir ödeme almıyor.
TÜRK HÜKÜMETİ GİRİŞİMİ ENGELLEMEK İSTEDİ
Böyle bir girişimi engellemek için Türk hükümetinin günlerce süren bütün çabalarının neden sonuçsuz kaldığının yanıtını da herhalde mahkemenin bu özelliğinde aramak gerekir.
Mahkeme bu faaliyetiyle neyi hedeflemekte? Mahkeme aslında amacını, başlığın altına yerleştirdiği bir sloganla ilan etmiş: “Çünkü sessiz kalmak, temel insan haklarının en büyük düşmanıdır” diyerek.
MİT tarafından yurtdışından kaçırılarak Türkiye’ye getirilenler, günlerce, haftalarca, kimi zaman da aylarca işkenceye tabi tutuluyor. Bu müptezel hukuksuzluklar yurt dışından kaçırmalarla sınırlı kalmıyor; sokak ortasında, kimi zaman kameraların önünde insanlar siyah transporterlara bindirilip ortadan kaybediliyor.
İŞKENCE FOTOGRAFLARI SERVİS EDİLİYOR
Kaçırılanların akıbetleri hakkında bilgi sahibi olamadan yakınları aylarca bekleyebiliyor. Sonra bir gün bu kişiler ya TEM şubede veyahut yargısal aşamaları dahi geçtikten sonra birden bir hapishanede ortaya çıkıyorlar. Vücutlarında işkence izlerinin açıkça görüldüğü fotoğrafları basına servis ediliyor. Dahası, uluslararası hukuku açıkça ihlal eden bu kaçırmalar, ülkenin en etkili ve tek yetkili ağzından büyük bir kahramanlık hikayesi olarak sunuluyor.
Hayatı boyunca hiçbir şiddet eylemine karışmamış bir öğretmenin ülkeye getirilmesi için özel uçaklar ve bir yığın MIT ajanı seferber edililiyor. İşkence görüntüleri altında, “daha adil bir dünya mümkün” diyen riyakarlık bütün dehşetiyle ete kemiğe bürünüyor.
Dünyaya, “hep kötüler kazanır”, mesajını veriyor.
Türkiye, kötülüğün tekemmül edip en saf haliyle tecessüm ettiği bir ülke halini alıyor.
****
Cemaate karşı hep mesafeli, hatta karşı olmuş Cumhuriyet gazetesi yazarları, Sözcü yazarları da “FETO torbası”nda kaybediliyor, hırpalanıyorlar.
Bugün bu görevi duraksamadan icra eden güvenlik ve yargı bürokrasisi, yaptıklarının insanlığa karşı suç oluşturduğunu bilse de bundan sorumlu tutulmayacaklarını düşünmekte.
AİHM’NİN KARARLARINA BİLE UYULMUYOR
Cezanın çok şiddetli olması, yakalanma riskinin olmadığı ya da çok düşük olduğu bir yerde suçluları caydırmadığı gibi Türkiye’deki güvenlik ve yargı bürokrasisi de ağır ve sistematik hak ihlallerini hiçbir endişe duymadan sürdürüyor.
Hükümet, AİHM’nin “derhal tahliye edilmeliler” dediği Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Anayasa Mahkemesi üyeleri Alparslan Altan ve Erdal Tercan gibi kişileri içerde tutmaya devam ederek, taraftarlarına ve bürokrasiye “kimse bize talimat veremez, nerede kaldı bizden hesap sormak” mesajıyla evrensel hukuka direnişini sürdürüyor.
Türkiye Tribünali (Mahkemesi) Avrupa Konseyi üyesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) taraf bir devletin hükümeti tarafından gerçekleştirilen sistematik insan hakları ihlallerinin “insanlığa karşı suç” boyutuna ulaşıp ulaşmadığını araştırmakta.
Rejimin kullandığı güvenlik ve yargı bürokrasini, “işlediğiniz suçlar, uluslararası kamu düzenini ihlal ediyorsa bunun hesabını ‘evrensel yargı yetkisi’ çerçevesinde verirsiniz” diyerek uyarıyor.
Prof. Şen gibilerin baktığı yerden (hukuki pozitivizm) ise, kendi ulusal düzleminde Hitler’in “Halk Mahkemesi” (Volksgerichtshof) ve onun verdiği kararlar gibi uygulamalar tamamen yasaldır.
Bu bakış açısı hukuku salt egemen iradeye ve forma indirger.
Halbuki, bir hukuk normunun biçimsel keyfiyeti kadar, içeriği (qualité) de önemlidir.
Türkiye Tribünali biçimsel olarak bir mahkeme olmasa da nitelik olarak bir ad hoc mahkemedeki tüm özellikleri içinde barındırıyor.
TURKEY TRİBÜNALİ, İNSANLIĞA KARŞI SUÇLARI KAYDA GEÇİRİYOR
Mahkeme heyetinin çalışmaları, uluslararası hukukun normatif kaynakları arasındadır. Mahkemenin vereceği karar ve yayınlayacağı rapor, herhangi bir sivil toplum kuruluşunun ya da devletin yayınlayacağı rapordan çok daha yüksek bir “normatif değere” sahip olacaktır.
Nihayet Türkiye Tribünali, uluslararası kamu düzeninin temelini oluşturan erga omnes (herkesi ilgilendiren) kuralların ihlal edilip edilmediğini tespit ediyor.
Herhangi bir ad hoc Birleşmiş Milletler mahkemesi gibi delil topluyor ve kayda geçiriyor. Bu kayıtları canlı olarak uluslararası toplumla paylaşıyor. Sonrasında daha etkin biçimde paylaşmaya hazırlanıyor.
Bu durum ise, Türkiye’de mutlak bir keyfilik içerisinde insanlığa karşı suçlar işleyen emniyet ve yargı mensuplarının – ve elbette onlara zımni/açık talimat verenlerin – cezasız kalmayacakları konusunda epeyce ümitvar olmamızı sağlıyor.”