Türk tarih tezleri: Karışık salata (3)

Asya’lılık, Anadolu yerlisi kadim halkların dışlanmasını beraberinde getirmiştir. Bu, özellikle Balkan Savaşları sonrası radikalleşen Balkan milliyetçilikleriyle bilenerek, Anadolu’dan gayrimüslimlerin sürülmesini “meşrulaştırdı.” (Mehmet Efe Çaman)

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Türk milliyetçiliği ırkçıdır. Orta Asya’dan göç etmek ve Anadolu’da başat nüfus olup diğer toplulukları Anadolu’dan “temizlemek” türü tarih anlayışı, her ne kadar gerçeklerle bağdaşmasa da, nesiller boyu “gerçek” kabul edildi. Ve Türkler, zımnen “ırki temizlik” yaptıklarını böylece itiraf etmiş oldu. Anadolu’yu “göç edilen” topraklar, bir tür “koloni” olarak gören ırkçı Orta Asya’dan göç varsayımı, otomatikman Türk olmayanların reddine ve onların “kılıç artığı” olarak algılanmasına yaradı. “Güçlü Türkler, güçsüz Anadolu yerlilerini yenerek, onların topraklarını ellerinden aldılar. Çünkü bu her yerde böyledir zaten! Dünya tarihinde bunun sayısız örnekleri var!” türü bir meşrulaştırma söylemi, bu ırkçı nasyonalizm tezlerini güçlendirici argümanlar olarak genel kabul gördü. Ve tarih kitapları, tümüyle bu hissiyatı genç nesillere aktardı.

Türk milliyetçiliği ötekileştiricidir. Ve bundan dolayı aynı zamanda dışlayıcıdır. Irki Orta Asya’lılık, otomatikman Anadolu yerlisi kadim halkların dışlanmasını beraberinde getirmiştir. Bu, özellikle Balkan Savaşları sonrası radikalleşen Balkan milliyetçilikleriyle bilenerek, Anadolu’dan gayrimüslimlerin sürülmesini ve onlara soykırım yapılmasını “meşrulaştırdı”. Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan mübadele anlaşmaları ile Anadolu’daki yerli Rumlar yerlerinden edildi. 6-7 Eylül olayları ve Varlık Vergisi gibi somut ırkçı politikalar nedeniyle, Anadolu yerlisi gayrimüslimlerin ana yurtlarını terk etmeleri süreci devam etti. Türkler asla bu barbarlıklarla hesaplaşmadılar. Daima işgalcinin kendinde gördüğü ezme hakkıyla hareket ettiler, daha da dramatiği, bu tutumlarını tarih kitaplarında vahşice ifadelerle (denize dökmek vs.) genç kuşaklara aktardılar. Dünya, başka kolonyal güçlerin kirli tarihleriyle yüzleşmelerine tanık olurken, Türkler asla kendi tarihlerinin utanılası sayfalarıyla yüzleşmedi. Böylece Türk milliyetçiliği, sağlıklı sivil ve kapsayıcı bir bilince evrilemedi. Bilakis, ötekileştirerek “safların sıkıştırıldığı”, Türk’e daima Türk propagandası yapılan bir alan oldu.

Nasyonalizm Türkiye’de daima devlet aparatı, devlet taşıyan, sosyal mühendislikçi, yapay olarak inşa edilen bir ırk birliğine hizmet eden bir ideoloji oldu. Tarihsel ve arkeolojik bulgulara, folklör, müzik, mutfak, mimari gibi yerellikle (Anadolu’lukla) güçlü bağları olan öğeler, bilinçli olarak Türkçü ideologlarca reddedildi. Var olanın reddi ve olmayan, tahayyül edilmiş mitlerin politik hedeflerle kullanılması, Türkiye toplumunun diğer kültürleri, Ötekileri, komşularını, hatta kendi öz atalarını ve onların kadim mirasını dışlayan ve reddeden, radikal ve hasmane bir tutum içinde olmasına sebep oldu. Devlet, kendi ideolojik kodlarına göre, Orta Asya miti ile yersiz-yurtsuzlaştırdığı Anadolu yerlisi bir toplumu, istediği gibi manipüle etti, radikalleştirdi, onu kendi sosyoekonomik koşullarına yabancılaştırdı. Böylece Türkiye halkı komşularıyla kavgalı, kendi içinde bölünmüş, devlete parya olmak fonksiyonuna indirgenmiş bir topluma dönüştü.

Türk milliyetçiliğinin en başta gelen arazlarından biri, onun bir anti-Kürt manifestosu olmasıdır. Kürtler, Anadolu yerlisidir. Ve Rumların, Ermenilerin, Süryanilerin ve Arapların aksine, geniş bir alanda nüfus yoğunluğunu oluşturmaları nedeniyle asimilasyona direnmişlerdir. Bugüne dek kendi ulusal karakterlerini, mitlerini, örf ve ananelerini, gelenek ve folklörlerini, hepsinden önce ve önemli olmak üzere de, kendi dillerini kaybetmemişlerdir. 1980’lerden itibaren, özellikle askeri darbe sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan ağır insan hakları ihlalleri sonrasında, ayrılıkçı Kürt Hareketi doğunca, Türk nasyonalizmi (ülkücüler ve ulusalcılar) anti Kürt, reaksiyoner (tepkisel) bir radikalleşme yaşadılar ve ekstremist bir Türk milliyetçiliğine bilendiler. Şahinleşen bu tepkisel ultra-nasyonalizm, Türkiye toplumunu tümüyle zehirli etkisi altına aldı. Son olarak 17 Aralık 2013 ardından Milli Görüş-AKP ekolünün de İslamcılıklarını Türkçülükle birleştirmesinin ardından, Türkiye tümüyle patolojik bir ırkçı-etnik milliyetçiliğe teslim oldu. Kürtlere anayasal statü verilmesi ve Kürtleri asimile edici politikaların derhal durdurulması, Kürtlerden resmi olarak özür dilenmesi ve kendi kaderlerini tayin hakkı da dahil, ifade özgürlüklerini sağlayarak, gelecekleri konusunda karar vermelerini olanaklı kılmak, anti-Kürt milliyetçiliği sivil milliyetçiliğin sakin sularına çekmek gerekiyor.

Türk milliyetçiliği bugün Türkiye’de kendisini Türk olarak kabul eden ve Türkçe’yi anadil olarak konuşan insanları yersiz-yurtsuzlaştırmaktadır. Başka bir ifadeyle, onların yaşadıkları toprakları öz ata yurtları olarak algılamalarını olanaksızlaştırmaktadır. Çünkü Orta Asya miti, Anadolu’ya “ele geçirilmiş” ve “sonradan yurt edinilmiş” bir toprak muamelesi yapmaktadır. Anadolu’yu üvey evlat olarak görmektedir. Dahası, Anadolu yarımadasını Anadolu yerlisi halkların elinden alınmış, işgal edilmiş, sömürge haline getirilmiş, kolonileştirilmiş bir toprak parçasına indirgemektedir. Türkleri bu toprak parçasının esas sahibi, o topraklardaki tüm uygarlıkların mirasçısı ve torunu olmaktan alıkoymaktadır. Bu nedenle bugünkü hakim tarih tezi, yersiz-yurtsuz bir milliyetçilik doktrinidir.

Türk milliyetçiliği, restorasyoncu ve irredentisttir. “Kaybedilen imparatorluğa özlem”, “düşmandan eski toprakların geri alınması”, “Turan hülyası” veya “kızıl elma” gibi aşırı sağcı, pro-faşist söylemler, bu yayılmacı milliyetçiliğe işaret ediyor. Bunlar Türkiye’de marjinal fikirler değildir. Üzeri kazındığında, laik-ulusalcılarda, İslamcılarda, hatta merkez sağdaki birçok seçmen grubunda, bu ultra-nasyonalist yayılmacı tutumu gözlemlemek mümkündür. Yunanistan adalarına “Ege adaları” denmesi, Lausanne Antlaşması’nın Musul ve Kerkük’ü, Kıbrıs ve Yunan Adalarını, Batı Trakya’yı Türkiye sınırları dışında bırakmış olması ve bunun nasyonalizmin en önemli malzemelerinden biri olarak kullanılması, bu yayılmacı milliyetçiliğin ne kadar yaygın olduğunu ve toplumsal kabul gördüğünü gözler önüne seriyor.

Türk nasyonalizmindeki bu patolojik ön kabullerin, manipülasyonların ve politik pozisyonların bağlantılı olduğu bir merkezi varsayım var: o da, Orta Asya’dan göç eden ırki bir topluluğun Anadolu’yu yurt edinmesi (kolonileştirmesi) miti!

İşin esası, Türkler Türkçe konuşan, Anadolu yerlileriyle az oranda Orta Asya’lı üst sınıfın birbirine karışması sonucu oluşan, Anadolu yerlisi, Anadolu ile organik, genetik, arkeolojik, kültürel, sanatsal, mimari vs. bağlantıları günlük hayatının temellerini oluşturan bir halk. Orta Asya’lı olmadığınızın kabulü, sizi daha az Türk yapmayacak. Sadece Türklük tanımının daha sivil, kültürel ve kapsayıcı bir ulusal kimlik haline dönüşmesine yardımcı olacak. Türk milliyeti tanımını ırki köklerden ve etnik temellerden alarak, onu aidiyete ve kültüre mal edecek. Her şeyden önemlisi de, Anadolu’nun öz ana yurt, ata yurt, tek yurt olduğu gerçeği üzerine inşa edilen bir aidiyete, bir yerelliğe kapı aralayacak. Geçmişte ırkçı Turancı Orta Asyacı diskurların temelleri üzerine oturan Ermeni Soykırımı, Pontus Soykırımı, Süryani Soykırımı, Kürtlere Asimilasyon, Alevilerin ayrımcılığa tabi tutulması gibi onlarca ayıp ve utançla hesaplaşmayı sağlayacak bir anlayışı oluşturacak. Göbeklitepe’nin, Truva’nın, Efes’in, anfitiyatroların, altında on bin yıllık insanlık tarihi olan Anadolu’nun tüm geçmişini kucaklayıcı, büyük nene ve büyük dedelerinden utanmayan, kendi mürted köklerinden dolayı Ötekilere ve farklı olanlara daha toleranslı, anlayışlı ve kapsayıcı nesillerin yetişmesine katkıda bulunacak bir yeni tarih yazımı gerekiyor. Normalleşmeye, en başından başlamak, bu tarihi gerçekleri kabul etmekle ve onlarla barışmakla olur. Türklerin Anadolu’yu bir tür işgal edilmiş koloni, fethedilmiş topraklar değil, öz yurtları olarak görmeleri, onların yerleşik bir toplum olduklarını kabul etmeleriyle başlayacak. Anadolu’ya gelip geniş yerli toplulukları zamanla dini ve linguistik (lisansal) olarak asimile eden Türkî klanlar ne kadar atamızsa, mürted Anadolu yerlileri de o kadar atamız. Bundan kompleks duymak ve bu gerçeği reddetmek, olan gerçekliği değiştirmeyecek. Irkçı olmayan, ötekileştirici olmayan, devlet aparatı olmayan, anti-Kürt olmayan, yersiz-yurtsuzlaştırılmamış, kendi yurdu ile doğrudan aidiyet bağı kurmuş, emperyal restorasyoncu ve irredentist (başkalarının topraklarına göz diken) olmayan, etnik-ırkçı değil, sivil bir millet konsepti! Bu tarihle barışmak, bugünkü mevcut sorunların aşılması ve normalleşme için de gerek duyulan barışçıl, kapsayıcı, olumlu ortamın ortaya çıkmasına katkıda bulunacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Hocam be! Bir karar verseniz artık…
    Biz Orta Asya’dan mı geldik? Yoksa “Anatolia’lı mürtedlerin” çocukları mıyız?
    Bir yandan “morfolojik değerlendirmeler, Orta Asyalı olduğumuzu söylemiyor” deyip “Orta Asya’dan gelmiş Türk soyundanız” dememize dil uzatıyorsunuz,
    diğer yandan “Anadolu halkları ile karıştık” deyip, hemen ardından “Ermenileri kestik, Süryanileri kestik, Pontusluları kestik, Kürtleri asimile ettik, Alevileri discrimine ettik”.
    İnsaf, eğer hepsini kestiysek kimlerle karıştık, yok eğer karışmadıysak biz nereden geldik…

  2. “Türk milliyetçiliği ırkçıdır, ötekileştiricidir, bir anti-Kürt manifestosudur, restorasyoncu ve irredentisttir” değerlendirmesinde bulunmuşsunuz.
    Hakkınızdır, siyaset profesörüsünüz, dersiniz.

    Zaman, mekan ve bireysel/tüzel kişilikle kapsam sınırlaması yapmadığınız sürece, bu iddialarınızın hiçbir bilimsel geçerliliği yoktur…
    Bunu demek de bizim hakkımızdır.
    Hakkımızdır, okuyucuyuz, aklımız-mantığımız, az-çok mürekkep yalamışlığımız var ve hakkında konuştuklarınız dedemiz, nenemizdir…

  3. Doğduğum yerde nedense herkes kendisinin Kafkasya ya da Orta Asya’da herhangi bir bölgenin göçmeni olarak tanımlardı. En çok da Ahıska derlerdi.

    Bunun gerçekliğini bilemedim. Bilinen başka bir aramız olmadığı ve Kürt olduğumuz halde aynı söylemi kendi büyüklerimde de duydum.

    Evet Türklerin Orta Asyadan gelenleriyle aynı koyde doğup büyümüştüm. Onların arkaik kültürlerine şahidim. Dil olarak da Orta Asya dillerine bağlarını da kabul ediyorum.

    Doğduğum köyün mezarlığı köyün kendisi kadar. Çok geniş. Bilebildiğim kadarıyla çok az kısmı müslüman mezarı. Öncesi Ermeni başta olmak üzere gayrı müslim. Mezar taşları bunu haykırıyor zaten.

    Ermeni tehcirinin izlerini hep gördüm. Evlerden, yapılardan, mutfaktan, kıyafetten, filolardan ve müzikten… Belki sadece Ermeni de değildi gördüğüm. Ama Kars’ın tamamı için söylenmese bile büyük çoğunluğu için aynı diyebilirim: Müslim ve Türk geçmişi bir, bilemedin iki yüz yılı çok geçecek gibi değil. Bunu baskın demokratik durum manasına söylüyorum.

  4. Anadolulular türk değil, türk ermeni rum kürt(terk) karışımı bir salata. Ekstra lezzetler de içinde. Arab, Afrikalılar, Slav, daha da lazım mutlaka. Şilililer…

  5. Sayın Çaman,
    Türk Milliyetçiliğini çok ağır yergilerle yererken bazı gerçekleri göz ardı etmemeniz lazım. Anadolu ve Rumeli’de en son milliyetçilik kervanına katılanlar Türkler ve Kürtlerdir. Anadolu’nun eski halklarının tehciri, mübadelesi ve katledilmesi konusu Türk Milliyetçiliği ile pek ilgili değil bence. Özellikle Balkanlar’da Müslümanlara yapılan soykırım sonrasında Anadolu’da da benzer bir tehlike algısı bunun en başlıca sebebidir. Nitekim tam da 1. Dünya Savaşı öncesi Vilayet-i Selase denilen Ermeni nüfusun yoğun yaşadığı Doğu Anadolu’ya iki bölge halinde Avrupa Devletlerinin baskısıyla Hırıstiyan Süper Valiler atandı ama hayata geçirilemeden savaş başladı ve bu proje akim kaldı. Yani devletin ve halkın “Ermeni ayaklanması korkusu” bir vehim değildi. Bence çok sayıda faktörü teke indirgemek doğru olmamış.
    1.Gerek Ermenilere gerekse Rumlara karşı doğrudan halk ayaklanıp saldırmadı. Ermenilerin tamamının tehciri gibi devlet tepkilerinin yanlışlığı ve gayr-i insanı oluşu ayrı konudur. Özellikle yoğun Ermeni nüfusun olduğu bölgelerdeki çete faaliyetleri ile ulaşılmaya çalışılan ‘Bağımsız Ermenistan’ hedefi gayet ciddiydi ve buna karşı zecri tedbirler alınacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Ermenilerin tehcir edilmesi ve tehcir sırasında kasten yada ihmalle çok sayıda ölüm olması elbette devletin sorumluluğudur. Burada tek cümle ile şunu söylememiz yeterlidir: Bu devlet kafası bugün de aynıdır ve Ermeniler yerine bugün Yörükler yada başka öz Türk unsurlardan biri benzer durumda olsa aynı şeyi yaparlar. Şu an devlet içinde bir çetenin ve ortaklarının, en kücük şiddete bulaşmayan insanlara davranışı bunun göstergesidir. Bunun Türk Milliyetçiliği ile ilgisi yok. Şu anki devlet yöneticileri çok mu milliyetçiler yada Orta Asya ile bağlantılılar. Araştırsak çoğunun iki nesil öncesi Türkçe bilmiyordu.
    2.Türk Milliyetçiliği ile Kürt Milliyetçiliği arasında ilginç bir paradoks var. Özellikle 1980 öncesinde, Türk olmaya (Türk Milliyetçisi olmak demiyorum), hatta Türk sözüne bile çok tepkili olan Solcular Kürt Milliyetçiliği yapıyorlardı. Şimdi de durumlar ayrı bir alem. Bu konudaki çelişkileri siz zaten uzun uzun yazdınız. Ancak şimdi TC devletinin ve Osmanlı’nın son dönemindeki hakim devlet anlayışının bütün günahlarını Türk Milliyetçiliğine ve onların Orta Asya bağlantısı özlemine indirgemeyelim. Bence bu yapılan uygulamalar devletçilik anlayışının tipik bir yansımasıdır. İzah ettiğiniz Türk Tarih Tezini resmi tez olarak devletin künhüne yazan Cumhuriyet elitleri, Türk Milliyetçiliğinin esas oğlanlarını (Atsız vd.) tabutluklara koyup işkence yapmakta beis görmediler. Demem o ki kimsenin ne Orta Asya derdi var ne de Türklük.
    3.Türkiye’deki kadim halklara karşı Türklerle Kürtlerin davranışı farklı değildi. Şimdi Ermeni tehciri meselesinde devletin sorumluluğunu kabulde problem yok ama bir adım ötesinde Kürterin ağırlıklı yaşadığı coğrafyada daha az problem olmadı. Yani Ermeniler Türkler katletti de Kürtler kucaklamadı. Kürt yada Türk, son tahlilde halkın çoğu devletten yana (gücü kim ele geçirdiyse ondan yana) oluyor.
    4.Çok yanlış bir anlayış habire pompalanıyor, sayın Yazar da buna iştirak ediyor bazen: “Cumhuriyet yönetimi Sünni Türk olmayı makbul vatandaş olmak için şart koştu yada herkesi buna zorladı”!!! Bu vahim bir yanlış, çarpıtma değilse bile yanılsama. Cumhuriyetin kuruluşunda hakim olan zihniyete bir anlamda iftira ediyorlar. Onlar dinle hiç bağlantısı olmayan, kendi tanımladıkları bir Türk (kökeni asla önemli değil, sadece devletin çizdiği sınırları kabul edecek) insanı inşa etmeyi hedeflediler. Bu o dönemin modasıydı ve az istisnayla bir çok ülke aynı şeyleri inşa etmeye çalışıyordu. O dönemde en çok baskı gören Sünni Müslümanları bu baskı ve zulümlerden sorumlu tutmak (Dersim hadisesi gibi) hiç mi hiç insaflıca değil. Yoksa Cumhuriyet eliti için Sünni olmak hatta Müslüman olmak birşey ifade etmiyordu. Sanırım hala da etmiyor.
    5.Cumhuriyet elitleri o zaman niçin Türkiye’deki azınlıkların elimine edilmesine gayret ettiler? Bence iki nedenle:
    a-Gayr-i Müslim azınlıklara baskı yapıldığında veya onlarla devlet arasındaki problemlerde yabancı devletler devreye girebilir, yöneticiler problem yaşayabilirler. Bu anlaşılabilir bir korkuydu.
    b-Türkiye’de ciddi bir gayr-i Müslim azınlığın varlığı otomatikman devletin dini özgürlükleri gerçek anlamda tanımasını, dolayısıyla dindarlara baskı yapamamasını getirecekti. Ayrıca ülke içinde bu kadar ciddi bir dini azınlık varken çoğunluk dindarlara baskı daha sıkıntılı olurdu.
    Özet olarak sayın Hocam lütfen bu genel kalıplarla Türk Milliyetçiliğine saldırmayın. Kendim klasik anlamda bir milliyetçi olmadığım halde bu genel suçlamalar beni de rahatsız ediyor. Çünkü Türkiye’de kavramlar karışık ve farklı anlamlarda kullanılıyor. Said Nursi Milliyetçiliği müspet ve menfi diye ikiye ayırıyor. Bence çok yerinde bir tanım. Müspet olan vatanseverlik, kendi insanını sevmek, kültürüne sahip çıkmak yani pozitif davranmak. Menfi olan başkalarına düşmanlık üzerinden kendini tanımlamak.
    Umarım konunun uzmanları tarihle ilgili daha detaylı yazarlar, kitaplar yayınlarlar. Kazım Karabekir Paşa’nın Türk Tarih Kurumuna yazdığı mektupta belirttiği gibi “Tarih bir din olarak öğretilmemelidir”.
    Hoşça kalınız.

  6. Sayın çaman birde dini açıdan bakın sizin saydığınız faşizm izah edenlerin şeylerin içinde faşizm ideolojisini dinle destekliyor sizi bayrak putlaştırıldı nerdeyse bir ilah vatan deyinçi oda ilahlaştırılmış çok önemli bir misal ordu kurumuna peygamber oçağı deniyor neden ilim düşünce kurumlarına peygamber oçağı denmiyor kirli katiller asker oçağına peygamber oçağı deniyor faşistler için asker oçağı önemli bir ilah halka bu ilahlar öyle İslami terminolojiyle paketleniyor sizin alimlerinizde aydınlarınızda bu şirk şeyine neşter vurmadınız bu şirk düşünçesi Ermenileri katl ettiler Süryanileri katl ettiler Rumlar’ı yahudilere hayatı cehennem ettiniz Alevileri Kürtleri hertürlü zülmü katliamı şirk inancının gereği yaptılar Türk halkına bakın biz Türkler ne büyük kahraman milletiz dediler pısırıl uyuz bilmem negibi Balkanlar’dan kaçınca İngiliz’in almanın Rus’un fıransızın ayaklarına kapanıp ne olursunuz TCdiye bir tapınak kurun bizde bekçi olalım sizin şirketlerinizin mallarını satarız Türk oğlu türkün diş güçlernen pazarlığı buydu kürtmillete esareti şirke terçih etti amma siz Türkler şirki dayatınız kabul etmeyince hertürlü pis kirli oyunla Kürtleri hayattan bezdirdiniz katl etiniz Allah şirk içinde ve faşistleri islah etsin ıslahı Kabil değilse Allah bildiği gibi yabsın

  7. Tertemiz berrak cam gibi abi hayat suyumuza kanalizasyon karistiriyorsun zannederim ermeniler musluman kadinlarin namusunu kirlettiginde sizin evede ugramislar

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin