Türk tarih tezi eleştirisine katkı (tartışmanın devamı-3)

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Günümüz Türkleri Anadolu yerlisi Türkofonlardır. Oysa hâkim resmi tez tarafından Orta Asya’nın ata yurdu olarak tanımlanması, Anadolu’daki on birinci yüzyıl öncesinden kalan tüm halkları, tarihi ve kültürü, ötekilerin tarihi ve kültürü kabul ediyor. Bu yaklaşım karşısında sonuç yerine toparlayacak olursam, şunları ileri sürmek olanaklı:

Daha önceki yazılarımda işaret ettiğim üzere, 1) Anadolu’da Türklerin varlığı ile ilgili kanıtlar, 11. yüzyıldan daha eskiye götürülememektedir. 2) Anadolu’da Türklerin varlığından çok daha eski olan uygarlıkların tarihsel ve arkeolojik izleri, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktır ve bir o kadar da uluslararası sosyal bilim çevreleri tarafından bilinmektedir. 3) Yakın tarihte ve günümüzde yaşamış olan/yaşayan halkların varlığı, Türk tarih tezini açıkça çürütmektedir. 4) DNA araştırmalarından yararlanan göç araştırmaları, Anadolu’daki Türkofonların (anadili Türkçe olan insanların) etnik olarak ancak çok küçük bir yüzdelerinin Orta Asya orijinli halklarla bağlantılı olduğunu gösteriyor. Ortalama etnik kompozisyonun başat olarak Greko-Romen, Anadolu’lu (Antik Anadolu kökenli, Ermeni, Rum, Süryani vs.) daha az miktarlarda da Kafkasyalı, Ortadoğulu, Balkan veya Doğu Avrupa kökenli olduğu ortaya konuyor. Türkofonlar arasında Orta Asya etnisitesi oranı marjinaldir, yani çok düşüktür ve belirleyici olmaktan uzaktır. (<%15-20). Genetik biliminin sonuçları üzerinden Türkofonların göç geçmişinin tespiti, Türk tarih tezinin ana savı bakımından yıkıcı olmuştur. Çünkü eğer Türk tarih tezinin öngördüğü üzere, Orta Asya’dan Anadolu’ya kitlesel bir göç olduysa ve Anadolu nüfusu etnik anlamda 11. ve 21. yüzyıllar arası 900 yıl süresinde Türkleştiyse (yer değiştiren nüfus tezi), bugün yaşayan nüfusun genetik yapısının çok başat bir oranının Orta Asya kökenli olması gerekmektedir. Oysa DNA analizleri bunun tam aksine işaret ediyor.

Özetin özeti:

1) Anadolu’nun Türkleşmesi etnik bir Türkleşme değil, linguistik-kültürel temelli bir Türkleşmeydi. W. C. Brice ve Halil İnalcık da bu gerçeğe işaret eder, Orta Asya’dan gelen etnik Türklerin Anadolu’daki yerli toplumlarla (Rumlarla, Ermenilerle, kadim Anadolu halklarıyla, Süryanilerle vs.) karışarak, etnik değil, kültürel olan – dil ve kültür temeline dayanan – bir topluluk meydana getirdiklerini saptar. Bir diğer ifadeyle günümüzün Anadolu Türkleri “Müslüman-Türkofon” bir halktır. Bu halkın ataları salt Orta Asyalı Türklerden ibaret değildir. Bilakis bugünkü Türkofonlar çok daha büyük oranda mühtedi Anadolu yerlilerinin torunlarıdır.

2) Bugün Türkiye’de ana doktrin olarak – ana tarih anlatısı olarak – yazılan ve okutulan tarih, patolojik, gerçeklerin reddine dayalı, sentetik, fabrikasyon, manipülatif ve ideolojik bir tarihtir. Bu tarih başlı başına sorunludur.

3) Bu gerçek neyi değiştirir? Birçokları bu tür bir konuyu ele almanın salt akademik-entelektüel bir tartışmaya katkı verebileceğini, pratik ya da diğer bir ifadeyle uygulamaya dönük hiçbir etkisi olmadığını düşünüyor. Diğerleri ise bu konunun başlı başına hiçbir önemi haiz olmadığını ileri sürüyor. Diğer bir grupsa etnik Türk ya da lisansal-kültürel anlamda Türk olmanın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, önemli olanın insanlık olduğunu savunan oldukça diplomatik bir tavır takınıyor. Geniş bir diğer kitle ise benim Tarih tezi tartışmalarına değinmemin “Türklüğe bir saldırı” olduğunu iddia ediyor ve düşüncelerime kararlılıkla saldırıyor. Oysa birincisi bu tartışma sadece entelektüel-akademik değil, pratiğe, yani uygulamaya dair olan önemli bir konudur. Yüz yılı aşkın bir süreden beri ulus konsepti etnik Türkçü ve Türk-üstünlükçü olan bir tarih üzerine inşa ediliyor. Türkiye toplumuna dayatılan milliyetçilik doktrini (erken dönem Kemalist, geç dönem ulusalcı, ülkücü, Türk-İslam sentezci vs. yaklaşımlar) tümüyle Orta Asya kökenli, ana hatlarıyla homojen bir etnisite varsayımına dayalı. Bu, Türkofonları kendi yurtlarına, Anadolu’ya yabancılaştırırken, aynı zamanda “geniş coğrafyalar üzerinde hâkim savaşçı ve güçlü ulus” mitiyle her tür yayılmacı politikaya kapıyı aralıyor. Dahası, etnik anlamda akraba olduğu Türkiye’nin komşularında yaşayan halklarla da daha yakın ilişkiler kurmasına engel olması yanında, daha da ötesi, onları ulus inşasındaki “ötekiler” olarak tarih ders kitaplarında çocuklara ve gençlere belletiyor. Türk tarih doktrini eleştirisi bu nedenle sadece bir entelektüel ya da akademik eleştiri değildir; bunun çok ötesindedir ve uygulamaya (politika ve toplumsal ortak yaşama) ilişkin önemli boyutlar içermektedir. Etnik kökene dayalı bir ulus konsepti, Anadolu’daki insanların demografik özelliklerinden dolayı olanaksızdır. Etnik milliyetçilik ve millet konseptleri dünyada etkisini sebep oldukları insani facialar nedeniyle büyük oranda yitirdi. Buna rağmen ulus devlet tarafından empoze edilen millet kimliğinde eğer etnik bir temel seçilecekse, Orta Asyalı etnik Türklük bu bağlamda Anadolu Türkofonları arasında etnik köken mozaiklerindeki en zayıf etnik bağdır. Çünkü bu insanların başat etnik kökenleri Greko-Romen ve Anadolu yerlisi unsurlardır; Orta Asya’lı etnik Türkler değil. Elbette Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen ve Anadolu’daki halkla karışan etnik Türkler de, bugünkü Türkofonların ataları arasındadır. Ancak oransal olarak bu gruba etnik homojenlik etkisi sağlamaktan çok uzaktırlar. Marjinal – çok küçük yüzdede – bir etkileri olmuştur. Ancak bu söylediğim elbette etnisiteye dayalı bir ulus kimliği için geçerli. Kültürel-lisanî temellerde tanımlanan bir ulus konsepti bakımından elbette ki Türk dili ve Türk kültürü başattır. Türklük eğer dil ve kültür topluluğu olarak tanımlanacaksa bu mümkündür. Fakat bunun ön koşulu diğer Anadolu’lu atalarımızı (Greko-Romen, kadim Anadolu halkları, Süryaniler vs.) reddetmeyecek, onları tarih anlatısına dâhil edecek bir kimlik inşa etmek ve bu tarihi tarih ders kitaplarına alarak okullarda okutmaktır. Tarih manipüle edilemez. Tarihi gerçekleri ortadan kaldırmaya yönelik ideolojik ve ırkçı, Türk-üstünlükçü bir anlayış, sağlıklı bir toplumsal birlik zemini oluşturmuyor.

4) Türk nasyonalistleri tarafından inşa edilmiş olan, cumhuriyet dönemiyle beraber ulus inşası sürecinde resmi kimliğin doktrini halini alan, Orta Asya’dan göç mitine dayalı ırksal-etnik temelde Türk-üstünlükçü Türk kimliğini eleştirmek, Türk Halkı’nı eleştirmek demek değildir. Tıpkı sosyal Darwinist, ırkçı NAZİ ulus konseptini eleştirmenin Alman Halkı’nı eleştirmek anlamına gelmediği gibi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Türk tarih tezi Türkiye halklarının etnik Türk olduklarını iddia etmez. Aksine diğer halklara Türk olun der. Bunu derken de etnik olarak Türk olun demez, bunu diyemez zaten. ‘Vatandaş Türkçe konuş’ der, al Orta Asyadan geldik demenin manası hakim kültür biziz, siz de kendi geçmişinizi, kültürünüzü bırakacaksınız, bizim gibi konuşacak, bizim kültürümüze adapte olacak ve bizim Orta Asya tarihimizi okuyacaksınız ki, homojenlik bozulmasın, başka etnisitelere has hikayeler, geçmişler, espriler kaotik bir ortam oluşturmasın der.
    Bunu bugün Alman da der, Fransız da der. Onlar deyince bi şey olmaz, Türk deyince olur. BU yaklaşımlar insani değil, siyasi. Ermeni Sorununa bakış da öyle. Ermeniler de, Rumlar da kimsenin umrunda değil. Sadece istismar için fonksiyoneller o kadar.
    Türkler bir gün mutlaka diğer Anadolu halklarıyla bir araya gelecek ve kendi konseptini kendileri oluşturacak. Öyle bir konsept oluşacak ki, kim bilimde, dilde, edebiyatta, sanatta ilerideyse o belirleyici olacak. Küçük Asya Cumhuriyetinin bir gün neset etmesi dileğiyle.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin