YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Kemalizm sol değildir. Kemalizm Ortadoğu’nun talihsiz, geri kalmış, modernleşememiş, eğitimsiz bir ülkesindeki nasyonalist, ulus-devlet kurmayı hedefleyen, yukarıdan aşağıya bir modernleşme hareketidir. Devlet kurucu olma vasfıyla Kemalizm devletin genetiğine girdi ve 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti deneyinde, bu devletin evrimine en belirgin etkiyi yaptı. Kemalizm, devletin anayasası, ordusu, bürokrasisi, eğitim sistemi, siyasi düzeni, ideal vatandaş imgesi, dünyaya bakışı – aklınıza gelen siyasi ve siyasi kültürle alakalı her şey üzerinde belirleyici oldu. Türkiye’deki siyasi ortam, Kemalizm’e göre pozisyon alan, hatta daha ileri giderek ifade edeyim, almak zorunda kalmış olan siyasi hareketlerle ve partilerle doludur. Monolitik bir Kemalizm yok elbette, ama ana hatlarıyla Kemalizm’in belli başlı ilkelerine karşı pozisyon almış olan siyasal hareketler ve partiler sistem dışına itildiler, illegaliteye kaydılar, politik baskılara ve zulme maruz kaldılar. Bu nedenle tüm sistem partileri, Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun ideolojisine bağlılık yemini ettiler. Sistemce kabul gören sol, bu nedenle Kemalizm’den doğmak zorunda kaldı.
Evet, Kemalizm’e başvurmayan sol hareketler oldu, ama bunlar yasadışılığın tehlikeli sularında seyrettiler, devrimci bir öncü kuvvet rolü üstlenerek, Marksist – ve onun farklı versiyonları olan Leninist, Maocu, Stalinist, vs. – devrimci stratejiyi izlediler. Bu nedenle marjinal kaldılar. Bu hareketlerin Türkiye siyaseti üzerindeki etkileri bu nedenle sınırlı oldu.
Toplumu merkez solla – ya da zorlayarak kendilerini dönüştürmeye çalıştıkları sosyal demokrasiyle – tanıştıran siyasal hareket böylece CHP içerisinden çıktı. Bülent Ecevit’in “ortanın solu” yönelimi CHP’yi dönüştürdü, ulusal bir sol ajandayı siyasi literatüre ve parti programlarına sokmayı başardı.
Ancak bir sorun vardı. Kemal Atatürk ve Kemalizm ideolojisi ne olacaktı? 1970’lerde sol böylelikle Kemalizm’in ve Mustafa Kemal’in sol bir okumasını empoze etti. Solcular için Mustafa Kemal bir devrimciydi. Elbette devrimcilik sol literatürde Marksist devrime atıfta bulunur. Fakat sol cenahta Kemalizm’e ve Mustafa Kemal’in reformlarına da sol bir yönelim, adeta devrimi hazırlayan bir devrim olarak yaklaşıldı. Bu elbette öncelikle tarihsel gerçekleri manipüle etmek demekti ve ciddi bir sorundu. Ancak bundan daha da büyük sorun şuydu. Sosyal demokrat ya da demokratik sosyalist olmaya çalışan – ya da bunu iddia eden – bir hareket için, devrimci Marksist solla araya mesafe koyan ve Avrupa demokratik sosyalizminin piyasa ekonomisiyle ve evrensel liberal demokratik ilkelerle barışık olan bir siyasi ideoloji ortaya çıkartmak, belli bir ideolojik evrimi, dönüşümü, yeniden formülasyonu gerektiriyordu. Kemalizm devrimciliğini Marksist devrimciliğin ön aşaması olarak gören kestirme yolda, Avrupa solunun devrimci Marksizm’den kopuşunda yaşanan tartışmalar yaşanmıyor, liberal demokratik dokunuş Türk soluna yabancı kalıyordu.
Bir diğer önemli sorun da şuydu: Sınıf kavramı olmadan sol olmaz. Kemalizm sınıf kavramını bilinçli olarak reddetmiş bir ideolojidir. Mustafa Kemal’in sınıfsal eşitliği sağlamak gibi bir ideali olmamıştır. İmtiyazsız – sınıfsız bir kitle oluşturmayı hedefleyen Kemalizm, toplumsal ilişkilere sınıf temelinde yaklaşan sosyalizme hep mesafeli durdu. Kemalizm’in ilk 15 yılı tümüyle milli burjuva sınıfı oluşturmaya odaklandı. Devletçilik, solcuların sandığı gibi sosyalizm değildi. Türkiye’de ağır sanayiyi kuracak sermaye birikimi olmadığından, gereken – devletin ihtiyaç duyduğu hayati – sektörlerin devlet eliyle, yani vergi paralarıyla kurulmasını amaçlıyordu. Fakat Kemalistler bunu eşitlik adına yapmadılar. Çalışanların yaşam koşullarını geliştirmek ve eşitlikleri arttırmak gibi bir ajandaları yoktu. Amaçları devletin güçlenmesiydi. Bu dönemi sosyalizmle değil, faşizmin siyaset ve ekonomi felsefesiyle okumak daha doğru olur. Devleti önceleyen, devletin gücünü ve uluslararası konumunu güçlendirici, “devlet baba” imajına önem veren bir tercihti bu.
Sınıfsal boyutun Kemalizm’de – yani Atatürk’ün ajandasında – hiç olmaması, CHP’nin “ortanın solu” yaklaşımının da sekteye uğramasını beraberinde getirdi. Toprak reformu gibi büyülü kavramlar gelişme ve serpilme şansına sahip olmadı. Devletteki ve devletle beraber hareket eden imtiyazlılar, CHP’de – dolayısıyla ordu ve bürokraside de – sol bir ajandaya müsaade edemezlerdi, etmediler de.
Uluslararası solda Marksizm ve demokratik sosyalizm farkına yukarıda işaret etmiştim. Avrupa solu devrimci Marksizm’den ayrılarak liberal demokrasiyi ve insan haklarını benimsedi. Devrimci sol ve demokratik sosyalizm böylece dünyada birbirine taban tabana zıt yönlere doğru ilerlediler. Türkiye solunda devrimcilik – Kemalizm’e atıfta bulunarak – hem yasadışılığa itilen Marksist solda, hem de ortanın soluna evrilen CHP’de sürekli ana damar kaldı. Ayrıca Marksist solla aynı bağlamda, liberal demokrasiye “burjuva demokrasisi” damgası vuran, Batılı demokrasilere “kapitalist sömürgeciler” olarak bakan bir pozisyon aldı. Böylece zaten insan hakları ve çok partili rejimin gerektirdiği çoğulcu siyasal atmosferle sorunu olan Kemalizm, devrimci-solcu makyajıyla bu normatif değerleri reddedebilecek bir meşruiyete sahip oldu. İnsan hakları sorunlarına da, etnik meselelere de, çok partili yaşamın – İslamcılık – gibi renklerine de devletlû bir demir yumruk tavrı gösterdi.
Sol ve devlet (var olan devlet ve dönüştürülmesi / değiştirilmesi sorunu) konusu da önemli elbette. Kemalizm’den türeyen Türkiye “solu” devletin dönüştürülmesine de, onun başka tür bir devletle tasfiye edilmesine de hep olumsuz yaklaştı. Türk solun için esas olan hep devleti 1930’ların fabrika ayarlarına geri döndürmek oldu. Bunu ilericilik olarak pazarladılar. Devletin sahibi olmak, Kemalizm’in idealize ettiği vatandaşı yaratmak, Kemalist “homo respublicus” yaratacak toplum mühendisliğine devam etmek politik hedeflerin başında geldi. Sınıfsal eşitliği, insan haklarını, liberal siyasal rekabetçi ve çoğulcu bir sistemi gerçekleştirmek gibi hedefler ise güdük kaldı ya da hiç var olmadı.
Nasyonal sol ve Kürtler konusu, yukarıda anlatılanlara sanırım iyi bir örnek oluşturuyor. Türk “solu” Kemalist milliyetçiliği benimsedi. Türkiye’deki Türk-üstünlükçü, ırkçı, etnik, Orta Asya’dan göç miti üzerine bina edilmiş olan, asimilasyoncu milliyetçiliği ideolojisinin ve dünya görüşünün merkezine yerleştirdi. Özellikle Kürtlerin hakları söz konusu olduğunda bu tutumu tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Tüm boyaları dökülüveriyor. Kürtlerin varlığını reddedici politikalar, 1990’lardan sonra Kürtlerin de Türk vatandaşı, yani Türk olduklarını iddia eden söylemlerle yer değiştirdi. Fakat aynı devlet, Orta Asya’daki Türkîlere, Balkan Türklerine, Irak Türkmenlerine, Azerbaycan Türklerine ve Kıbrıs Türklerine yönelik kültür politikaları oluşturunca, hiç seslerini çıkartmadılar. “Bu devletin vatandaşlık esası civic, anayasal vatandaşlıktır, bu etnik bazlı politikalar doğru değildir, devletin aidiyet ve kimlik politikalarını dinamitliyorsunuz” demediler.
Sol ve sağ konusuna daha kavramsal yaklaşmakla da bazı başka argümanları ortaya koyabiliriz. Sol esasında dönüştürmecidir. Değişimden, reformdan, dönüştürmekten, evrilmekten, ilerlemekten yanadır. Oysa CHP ve CHP eksenli Türk solu daima statükocu oldu. Hep devletlû, devlet yanlısı, devletin vatandaşın tepesinde olduğu ceberut rejimi savundu. Devletin günahlarıyla hesaplaşmamayı tercih etti. Hep devleti önceledi, onu putlaştırdı. Devletin ne Dersim Katliamıyla, ne Varlık Vergisiyle, ne 6/7 Eylül Pogromuyla, ne de diğer hunharlıklarıyla hesaplaşmaya çalıştı. Sorunları gizledi, halının altına süpürdü. Tüm bu tutumlarıyla, tipik bir sağ parti oldu. Bu bağlamda İttihat ve Terakki’nin yönetimindeki Osmanlı’nın gerçekleştirdiği etnik temizlik olan Ermeni Soykırımı ve Rum Soykırımı gibi tarihsel facialara da aynı devletçi dürtülerle ve reflekslerle yaklaştı. Onları savundu, retçi bir tutum aldı. Dahası Kemalizm’in de Kürtlere ve diğer etnisitelere karşı İttihatçı politikaları devam ettirmesini, etnik asimilasyon politikalarını devam ettirmekte bir sorun görmedi.
Türkiye’de solun ekonomi politiği de ayrı bir argümandır. CHP ve CHP bazlı Türk solu da ekonomi politik olarak asla sosyal demokrat bir program ortaya koymadılar. İktidar oldukları dönemlerde de ekonomi politik konularda hiçbir hazırlıklarının olmadığı ortaya çıktı. İşçi sınıfı gibi bir kavramın yabancısı olan Türk solunda daima popülizm ve devletçilik ekonomi politik tezlere damgasını vurdu. Batı Avrupa’daki sol hareketlerden tümüyle kopuk, bir tür yukarıdan aşağıya seküler modernleştirici Ortadoğu Baas partisi tipi refleksler, ekonomi politikalarında da merkezi rol oynadı.
Peki, gelelim en önemli konulardan birine. Evrensel insan ve azınlık hakları, hukuk devleti, demokrasi: sol bunlara nasıl bakıyor?
Türkiye’de sol, öncelikle liberal çok partili demokrasiyi Türkiye’ye hep üç numara büyük bir sistem olarak algıladı. “Bunların kafasına basmazsak onlar bizim kafamıza basar” türü bir yaklaşımdı bu. Halkın – yani çoğunluğun – eğitimsizliğinden ve gelişmemişliğinden dem vurarak, yukarıdan aşağıya toplum mühendisliğine devam etmek, askeri vesayet sisteminin de temellerini oluşturuyordu. Kemalist “sol” daima ordunun gücünü arkalarına alarak sistemi devam ettirme refleksini yaşattılar. 1980’ler, 1990’lar ve 2000’lerin başı bunun envai örnekleriyle doludur. Hatta 2000-2010 arası 10 yıllık AB reformları sürecinde CHP yapılanlara “Avrupa’ya verilen tavizler” olarak baktı. Kürtlere yönelik reform politikalarına da çekimser durdu. Dahası askeri vesayet sisteminin sonlandırılmasından da büyük rahatsızlık duydu.
Eğer CHP ve CHP türevi partiler bağlamında anlaşılacaksa, Türk solunun en büyük sorunu var olmamasıdır.