ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Rejim Sovyetler Birliği’ndeki gibi kendi propaganda makinesini oluşturdu. Tek farkla; Sovyet TAS haber ajansı ve rejimin sesi Pravda, döneminin koşulları gereği merkez Sovyet kontrolünün gizlenmeye çalışılmadığı bir rejim aparatıydı. Modern diktatörlükler daha sofistike hareket ediyor. Birçok haber ajansını, gazeteyi, televizyon kanallarını, radyoyu hatta sosyal medyayı tek bir havuzda topluyor. Böylece alternatif gerçeklik adını verdiği manipülatif ve tahrif edilmiş bir gerçeklik vizyonunu vatandaşlarına pompalıyor. Bir endoktrinizasyon metodu bu. Böylelikle rejime sadık, onun ana görüşlerini ve yönelimlerini sorgulamayan bir halk kitlesi oluşturmak hedefleniyor.
Rusya bu işi en ince yapan ülkelerin başında geliyor. Ne de olsa Sovyetler Birliği döneminden gelen ciddi bir totaliter birikimleri var. Aleksandr Dugin gerçeğin tekil olamayacağını, her devlete göre birbirinden farklı gerçeklik versiyonlarının olduğunu, gerçek kontrolünün devletin ana misyonlarından biri olduğunu gayet açıklıkla ifade ediyor. Gerçeklik olgusu bir tür diplomatik karşılıklılık ilkesi olarak algılanıyor. Gerçeklik üzerinde uzlaşmak gibi gerçeğin doğasına aykırı bir öneri veya stratejiyle Batı’daki haberleri eleştiriyorlar. “Siz bizim gerçekliğimize eleştiride bulunuyorsunuz” dedikleri şey, mesela Rusya tarafından işgal ve ilhak edilen Ukrayna toprağı Kırım. Rusya’ya göre bu tür bir niteleme “Rus gerçekliğine tekabül etmiyor”.
Bugün Türkiye’deki rejim enformasyon aparatı farklı prensiplerle mi işliyor sanıyorsunuz? Medyanın ve gazetelerin tarafsızlığını yitirmesi bir tarafa, artık özenerek gerçekleştirilen bir algı kamuflajına dahi gerek duyulmadan doğrudan yalan haberlerle kendi hedef kamuoyları endoktrine ediliyor. Öyle ki, hipnotize edilmiş kitleler realiteden kopuk bir algıyla bakıyor Türkiye’ye. Tüm haber mecraları tek bir merkezden talimatla yönetiliyor. İç siyasette bunu zaten gözlemliyoruz. En basiti fabrike edilmiş “FETÖ” kavramı üzerine inşa edilen takibat politikaları ve insan hakları ihlalleri. Ancak bu yazıda ele almak istediğim dış politika ve güvenlik politikaları bağlamı.
Rejimin “büyük Türkiye” diskuru üzerinden farklı ideolojik zeminlerdeki siyasal hareketleri ve tabanlarını nasıl aynı potada birleştirdiğini daha önce analiz etmiştim. Özetle ifade etmek gerekirse, birbirinden farklı dünya görüşlerinden ve ideolojik çıkış noktalarından hareket eden ve beslenen partiler, siyasi hareketler ve çıkar grupları, Batı normları dışında bir gelecek oluşturma konusunda ortak bir platformda fiilen birleşmiş durumdalar. Türkiye’nin Batılı savunma ittifakından ayrılışı olarak özetlenebilecek bir duruşları, tümünün ortak noktası. Kimi İslamcı, kimi sağ nasyonalist (ülkücü ve Pantürkist), kimi sol nasyonalist (ulusalcı, Kemalist milliyetçi), kimi de Neo-Osmanlıcı referanslarla Batı dışında kendi başına büyük devlet olma rotasında ilerleyen bir Türkiye hayali kuruyorlar. Bu hayalin NATO içinde, Türkiye’nin küresel güvenlik mimarisinde oynaya geldiği klasik ve uzun erimli rol çerçevesinde gerçekleşmesi imkânsız. Çünkü büyük Türkiye hülyası statüko karşıtı ve irredentist bir konsept. Yani Türkiye’nin mevcut gücü ve hatta sınırları ile yetinmek istemeyen, “enginlere açılmak” ve “risk almak” suretiyle nüfuz alanı ve hatta toprak elde etmek isteyen bir plan. Türkiye’de Osmanlı imparatorluk geleneğinden kaynaklanan inanılmaz büyüklükte bir Batı fobisi var. Bu yeni bir şey. Çünkü cumhuriyetin kuruluşunu gerçekleştiren Osmanlı elit askeri kadrosu dahi, Birinci Savaş sonrasında böylesi bir anti-Batı konseptine tevessül etmedi, yönelmedi. Dahası, böylesi eğilimleri olanlar tehlikeli addedildi. Enver Paşa sonrası Türk subay profili, maceracılıktan uzak, ayakları yere basan, gücü ile hayalleri arasında uyumsuzluğu stratejik körlükle hatta hainlikle eşit gören bir anlayışa sahip oldu. Bu yaklaşım bugün terk edilmiş görünüyor. Ve yukarıda ele aldığım Pravdalaşmış medya gücüyle, halk bir irredentist politikaya hazırlanıyor.
Bu tür fikirlere örnek olması açısından propaganda merkezlerinden biri olan Sabah’ta strateji ve dış politika yazan Bercan Tutar verilebilir. Tutar 15 Temmuz’dan bu yana Avrasyacılık propagandası yapıyor ve son derece derinlemesine Avrasya stratejisi anlatıyor. Kendi içinde tutarlı ve akıllı yazılar. Ancak kendi içerisinde tutarlı olmalarına bir parantez açarak bunun reel duruma iyi ve doğru teşhis koyan analizler olduğunu söylemek imkânsız. Yazıların özünde küresel uluslararası sistemin tek merkezli olmaktan artık çıktığı, çok merkezli bir yapı arz ettiği varsayımı var. Ben 2006’dan beri Türk üniversitelerinde ve Harp Akademisinde bunu anlattım. Ancak bunu söyledikten sonra daima bir parantez açtım ve öğrencilerime çok kutuplu dünyanın eşitler arası bir ilişki olmadığını, aksine bir güç hiyerarşisi olduğunu izah ettim. Bercan Tutar, Soner Yalçın, SETA grubundan Burhanettin Duran gibi İslamcı ya da Avrasyacı-sol yazarların ortak noktası Amerikan merkezli tek kutuplu dünyanın sonlanmasıyla beraber Türkiye’nin bir güç merkezi olarak profil kazandığı. Bu büyük bir yanılsama. Çünkü çok kutupluluk hiyerarşisinde Türkiye ciddi zaafları olan ve orta güç üzerine çıkması olanaksız görünen bir aktördür. Bunun böyle olması bazılarının gururunu kırsa da realite budur. Çok kutuplu dünyada hammadde kaynaklarından, özellikle de fosil enerji kaynaklarından yoksun bulunan bir aktörün büyük güç olması olanaksızdır. Özellikle makro ekonomik sorunlarını çözememiş, bilhassa giderek kötüleşen devalüasyon, enflasyon, küçülme ve işsizlik gibi sorunlarla boğuşan ve de kriz öncesi sessizliği yaşayan bir ülke için büyük güç beklentileri tutarsızlıktan başka bir şey değil.
Elbette bu yazarlar da bunun farkındalar. Ancak “merkezden gelen yönlendirme” gereği, çizdikleri Türkiye resmi son derece gerçeklerden kopuk bir imaj. Yukarıda ele aldığım propaganda makinesi üzerinden bu hayali tabana gerçeklik olarak kabul ettiriyorlar. Ben bunun bir hazırlık olduğundan endişeleniyorum. Tıpkı Hitler dönemindeki güçsüz Almanya gibi, topluma hayal satarak diktatörlüğe yakıt üretme gayretinde olabileceklerini düşünüyorum. Dahası, bu rejimin bir süre sonra bu toplumsal tabanı memnun etmek üzere cidden bir takım askeri maceralara da atılabilecek olması olasılığı üzerinde duruyorum. Bu Irak’ın kuzeyinde Kürdistan topraklarında yapılan illegal askeri müdahaleler gibi ya da Suriye’de Kürtlere yönelik kara harekâtları gibi küçük ölçekli operasyonlarla sınırlı kalırsa iyidir! Benim kast ettiğim, geçtiğimiz günlerde Bercan Tutar’ın ağzından kaçırdığı gibi yayılmacı bir saldırı olasılığı. Rusya ve İran’la ilişkileri gün geçtikçe derinleşen, özellikle Kremlin’le işbirliğini rejimin savunulması konusunda Rusya’ya yanaşmaya kadar vardıran Avrasyacı yapı, Erdoğan’ın zafiyetlerinden dolayı etki alanını giderek etkili hale getiriyor.
Bilindiği üzere Kıbrıs çevresinde doğal gaz kaynakları keşfedildi. Kıbrıs (Rum kesimi), İsrail, Mısır gibi ülkelerle işbirliği içerisinde doğu Akdeniz’deki bu fosil enerji kaynakları çıkartmak ve Avrupa pazarına sürmek niyetinde! Türkiye, İsrail ve Mısır’la potansiyelinin çok altında işbirliği yapıyor. Bu iki aktör de İslamcı retoriğin iç politika malzemeleri olarak kullanılıyor. Gazze ve Sisi üzerinden İslamcı tabanı Avrasyacı bir Batı düşmanlığına rahatlıkla ikna edebilen Erdoğan, bu nedenle Avrasyacı ortakları nezdinde (hem dışarıda hem de içeride) değerini arttırıyor. Rusya doğu Akdeniz’deki doğal gazın Avrupa’ya alternatif bir kaynak oluşturacağını ve bunun kendi Pazar payını olumsuz etkileyeceğini görmüş durumda. Bu nedenle Ankara’ya kapalı kapılar ardında destek çıkarak Rusya-Türkiye-Suriye hattı üzerinden doğu Akdeniz’i istikrarsızlaştırmak peşinde. ABD ve NATO ise AB ülkeleri üzerindeki rus enerji kartını zafiyete uğratabilmek için Kıbrıs münhasır ekonomik sahası içindeki gazı mümkün olduğunca ucuz ve güvenli bir şekilde Avrupa pazarına sürme peşinde. Tıpkı Bakü petrollerini dünya pazarına açan BTC boru hattı gibi! Türkiye Kıbrıs’ta bir an evvel bir çözüm bulmak ve yeniden AB rotasına dönerek bu baş belası Avrasyacıların verdiği hasarı telafi etmek yerine, Rusya’ya daha da yanaşarak opsiyon penceresini daraltıyor. S-400’lerin doğu Akdeniz’e yerleştirilmesi planı çok endişe edici bir durum. Mısır, Ürdün, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs, NATO üyesi kampı da arkalarına alarak askeri işbirliğine giriyor. İşte Bercan Tutar bu bağlamda şunları ağzından kaçırıyor: “Çevremizde köklü bir değişim sürecinin yaşandığı böyle bir dönemde kültürel, siyasi ve ekonomik düzeyde proaktifliği de aşan irredentist bir strateji izlemeye mecburuz” diyerek, açıkça genişleme (irredantizm) politikasını savunuyor. Bu tez bugünkü Avrasyacı kliğin Türkiye üzerine olan planlarının sandığımızdan çok daha tehlikeli olduğunu ortaya koyuyor!
Anlaşılan güç kırılması doğu Akdeniz’de olacak. Türkiye-Rusya-İran-Suriye (ve dışarıdan destekleyecek büyük oyuncu Çin) bloğu, neo- mihver devletleri olarak ikinci Soğuk Savaş’ın ana ötekileri! Türkiye Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi çok yanlış ata oynayarak, 75 yıllık stratejik Batı ittifakı birikimini hoyratça çarçur ediyor. Oysa birinci harekatta (20 Temmuz 1974) haklı da olsa, ikinci harekatın sürekli statüko olarak benimsenmesi üzerinden oluşturulan gedik, Türkiye’yi şimdi Kıbrıs’ta suların ısındığı şu dönem, Rusya’nın inisiyatifine terk ediyor. S-400’ler sanki yeni Yavuz ve Midilli gibi, Türkiye Akdeniz’ine konuşlandırılırken, bu bataryaların yeni bir irredentist savaşın bahanesi olabilmesi ihtimali büyüyor. Bataryaların kontrolünün Rus askeri uzmanlarında olacağı (en azından başlangıçta) kesinken, Ankara’nın aldığı riskler daha rahat görülmekte.
İşin hazin tarafı, Türk kamuoyunda bu tuzağı görebilecek ve buna karşı durabilecek hiçbir kesimin bulunmuyor olması. Demokrasi, hukuk ve özgür basın yokluğunda Türk irredantizmi ülkeyi bir varoluşsal yol ayrımına getirirken, Türkiye kamuoyu batan Titanik’te dans eden yolcular gibi!
harika bir yazı olmuş.
Allah insani kendisi icin yaratmis kendisini tanisin bilsin diye ama insanlar nelere oyuncak ediliyorlar, cok aci bir sey….Demekki insan iyilik etrafinda bir araya gelip beraber hareket edemezse devlete sizmislar ve devlet gucu ile insanlari suistimal etmek isteyenler tarafindan oyuncak haline getirilmesi isden bile degil. Halkin bu yazida anlatilanlardan oynanan oyunlardan haberi bile yok findik fistik pesinde omrunu geciriyor….
Aslinda bir anlamda olaylar bize Derin yapinin bu ulkeyi ve insanlarini elinden kacirmamak uzere dogu blokuna baglamaya calistiginida gosteriyor , boylelikle insanlar artik hic bir sekilde boyunduruktan cikamayacaklar. zavalli halkimiz.