YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türkiye “Jüpiter Füzeleri” veya diğer adıyla “Küba Krizi” sonrasında ABD ile ilişkilerini eskiden olduğu gibi devam ettirmeye çalıştıysa da 1964’te alevlenen Kıbrıs meselesi ve dönemin başkanı Johnson’un Başbakan İnönü’ye gönderdiği tehdit mektubu iki ülkeyi, ilk kez ciddi bir şekilde karşı karşıya getirdi.
1965’te iktidara gelen ve 1971’e kadar tek parti hükümetiyle ülkeyi yöneten Süleyman Demirel de ABD ile benzer “ortaklık” politikalarını sürdürdüğü gibi 1969’da ABD ile elliden fazla gizli anlaşmayı yenileyerek ABD’nin imtiyazlı konumunu korumasını sağladı.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
JOHNSON MEKTUBUNDAN 12 MART’A
Bu dönemde ABD’nin en önemli problemlerinin birisi de ülkede yaygın olan uyuşturucu kullanımıydı. ABD’ye uyuşturucu, öncelikle Tayland-Burma-Laos’tan yani “Altın Üçgeni” denilen bölgeden geliyordu. ABD ise uyuşturucu kaynağının başında Türkiye’yi görüyor ve basında Türkiye aleyhindeki yayınlar hızla artıyordu.
ABD Dışişleri Bakanı’na göre uyuşturucunun yüzde 80’i Türkiye kaynaklıydı. Halbuki bu iddia doğru değildi ve aslında uyuşturucuyla mücadelede “zafer kazanmış” görünmek ve böylece ikinci defa başkan olmak isteyen Nixon yönetimi, en kolay hedef olarak Türkiye’yi seçmişti. Amerikan yardımlarına muhtaç olan Türkiye’nin bu talebe karşı çıkması çok zordu.
Türkiye’de afyon bitkisi yüzlerce yıldan beri üretilmekteydi. 1931’de Ankara Hükümeti, Cenevre Afyon Sözleşmesi’ni imzalayarak afyon kaçakçılığına karşı mücadele başlatmış ve üretilen afyonun büyük bir kısmı TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi) tarafından satın alınmaya başlamıştı.
Bu durum ABD yönetiminin Demirel Hükümeti’ne baskı yapmasıyla sonuçlandı. ABD, Türkiye’den afyon ekiminin yasaklanmasını talep ettiyse de 1965 ve 1969’da çok yüksek oy oranlarıyla iktidar olan ve güçlü bir konumda bulunan Demirel, ilk baskılara direnmeyi başardı. Elbette bunda Adalet Partisi’nin (AP) oylarının kırsal kesime dayanmasının önemli bir payı vardı.
Demirel Hükümeti, 1970 Şubat’ında bütçenin reddi üzerine istifa etti. Cumhurbaşkanı tarafından yeniden hükümeti kurmakla görevlendirilse de eski gücünü kaybetmiş olan Demirel, “yardımların askıya alınabileceği” tehdidine boyun eğerek ABD’nin talebini kabul etmek zorunda kaldı.
AFYON KRİZİ
Bakanlar Kurulu kararına göre haşhaş ekimi sınırlı alanlarda yapılacaktı. Ancak tam bir yasak getirilmemesi nedeniyle bu karar, ABD’yi memnun etmedi ve Türkiye’ye yapılan yardımların durdurulması yine en önemli gündemlerden birisi oldu.
Bu sırada ABD, istediği ortamı 12 Mart Muhtırası ile elde etti. 12 Mart 1971’de ordunun verdiği muhtıra ile Demirel Hükümeti’nin istifası üzerine “ara rejim hükümetleri devri” başladı. İlk iki hükümet, 1945’ten itibaren CHP’de siyaset yapan ancak darbecilerin isteğiyle partisinden istifa eden Prof. Nihat Erim tarafından kuruldu.
Erim baştan itibaren ABD’nin isteğini yerine getirme yanlısı olmuş ancak bunun için bazı şartların yerine getirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bunlar; köylünün zararını telafi edecek kaynaklar bulmak, pamuk ve keten gibi alternatif ürünlere yönelmek, hayvancılığı geliştirmek ve bölgede yeni fabrikalar kurmaktı. ABD ile görüşmelerde; hükümetin, başlangıçta 350 milyon dolarlık bir destek istemesi, köylünün gelir kaybını telafi edecek çözümler arayışında olduğunu göstermektedir.
Bu sırada Erim’le görüşme yapan ABD Büyükelçisi’nin “dikte eder” bir tutum içinde olduğu görülmektedir. ABD bundan sonra da aynı tutumu sürdürmüş ve Nixon, haşhaş üreten ülkelerin büyükelçileriyle bir toplantı yaparak “beyaz zehir” kullanımının tek çözümünün afyon ekiminin yasaklanması olduğunu vurgulamıştır.
ABD Türk hükümetinden gereken adımı atmasını, aksi taktirde askerî yardımların kesileceği belirtmekte, Amerikan elçisi, Nixon’un Eylül 1971’den itibaren haşhaş ekiminin yasaklanmasını istediğini iletmekteydi. Bu görüşmelerde Hükümete zararların telafisi için 10-15 milyon dolar yardım yapılabileceği, bölgedeki yeni tarım ve sanayi alanları için finansman sağlanabileceği teklif ediliyordu.
Türk tarafı ise hadisenin yeni bir “Johnson Mektubu” niteliği kazandığını düşünmeye başlamışsa da ara rejim hükümeti olmanın etkisiyle ABD ile ilişkileri koparacak bir durumda değildi. Nitekim konu MGK toplantısında görüşülürken “eski bir asker olan” Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç acı gerçekleri; “pazarlık yapmaktan utandıkları, Türk askerinin giydiği faniladan postallara kadar her şeyin ABD’den geldiği” sözleriyle ifade etmişlerdi.
Askerlerin bu üslubu, hükümetin hareket alanını da sınırladı. Mecliste zaman zaman sert eleştiriler yapılmakta, Türkiye’de haşhaş ekimini yasaklamanın Hindistan’da çay, Çin’de pirinç üretimini yasaklamakla eşdeğer olduğu ifade edilmekteydi.
Erim fazla bir beklentisi olmasa da pazarlığa devam etmeye çalışmış ve ABD de yardım teklifini 35 milyon dolara çıkarmıştır. Buna karşılık ABD’nin en büyük koz olarak Türk tarafını yardımları kesmekle tehdit etmesi, Erim Hükümeti’nin Türk köylüsü için çok ağır sonuçları olacak yasak kararını kabul etmesiyle sonuçlanmıştır.
HAŞHAŞ EKİMİNİN YASAKLANMASI
Bütün pazarlıklara rağmen bir mesafe alamayan ve askerlerden destek görmeyen Erim Hükümeti, 1971 Haziran’ında haşhaş ekimini yasaklayan bir Bakanlar Kurulu kararı çıkardı. Buna göre Afyon, Burdur, Isparta, Kütahya, Uşak ve Konya’nın beş ilçesinde afyon tarımı tamamen yasaklanıyor ve köylülere TMO vasıtasıyla tazminat ödeneceği belirtiliyordu. Tahmin edileceği gibi para Amerikan yardımı olarak gelecekti ve miktar, 35 milyon dolardı.
Erim açıklamasında, bu gelişmeyi Amerikan baskısına değinmeden “uyuşturucu illetiyle mücadelede bir insanlık görevi” olarak açıklıyor ve köylünün mağduriyetine meydan verilmeyeceğini belirtiyordu.
Elbette gerçek faklıydı ve bu kararın arkasındaki en önemli faktör Amerikan baskısıydı. Nitekim Şevket Süreyya Aydemir Cumhuriyet’te “bir hazinenin ölüm kararı” demiş, Ahmet Kabaklı da Tercüman’da “…Allah’ın bir nimetini dostluk belasına ve “insaniyetçilik” fiyakasına bırakmış bulunuyoruz” diye yazmıştı. ABD ise karardan çok memnundu ve Nixon “ileri görüşlü” olarak vasıflandırdığı Erim’in kararının diğer ülkelere örnek olacağını belirtmişti.
Türkiye’de seçimle gelmiş hükümetlerin alamadığı haşhaş yasağı kararını, “meşruiyet” kaygısı, askerin baskısı ve ABD’nin tehditleri sonunda bir ara rejim hükümeti alabilmişti. Bu durum içeride Türkiye’nin ABD’ye teslim olduğu algısını güçlendirmiş ve zaten güçlü olan sol hareketlere yeni bir propaganda fırsatı vermişti. Erim ise kaybın, Amerikan yardımı yanında diğer yardımlarla telafi edileceğini savunuyordu.
Erim bu karardan sonra Ekim 1971’de istifa etmiş, sonrasında Sunay tarafından ikinci defa hükümeti kurmakla görevlendirilmişti. II. Erim Hükümeti de ancak Nisan 1972’ye kadar devam edebilecektir.
ECEVİT YASAĞI KALDIRDI
Erim Hükümeti pazarlığa 350 milyon dolar isteyerek başlamış, sonunda da 35 milyona razı olmuştu. ABD’den gelen miktar ise ancak 10 milyon olmuş, bunun sadece 2 milyonu dağıtılmış, geri kalanı Hazine’ye devredilmişti.
Haşhaş ekimi yasağı ancak bir yıl devam etti ve 1973 seçimlerinde birinci parti olan CHP’nin lideri Bülent Ecevit’in, MSP ile kurduğu koalisyon hükümeti döneminde yasağa son verildi. Ecevit Hükümeti’nin açıklamasında; etkin kontrol altında tutulmak kaydıyla ekimin yeniden başladığı belirtiliyor ve ABD’nin baskısı ile ara rejim döneminde alınan karar yürürlükten kaldırılıyordu.
Bu karar 1 Temmuz 1974’te alındı ve ertesi gün, ABD Kongresi’nin iki kanadını oluşturan Temsilciler Meclisi ve Senato aldığı kararlarla Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardımların durdurulmasıyla ilgili tasarıyı kabul etti. Ecevit Hükümeti ise kararından dönmeyeceği şeklinde açıklama yaptı ve bu durum ikili ilişkileri iyice gerginleştirdi.
20 Temmuz’da ise Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleşti ve ABD, sürekli gündemde olan askeri yardımları durdurma tehdidini hayata geçirdi. Kongre kararıyla Türkiye’ye karşı 1975’ten itibaren ambargo konuldu. Artık gerekçe olarak “haşhaş” yerine “Kıbrıs Harekâtı” gösteriliyordu.
Sonuçta afyon yasağı, ara rejim hükümetlerinin Amerikan baskısı karşısında 100.000’e yakın köylü ailesini mağdur eden ve sonrasında da silah ambargosuna dönüşen bir düzenleme olarak tarihe geçti.
ABD bundan sonra da haşhaş ekim yasağını gündeme getirmeye devam etti. Türk hükümetleri de bölgeye bir fabrika inşa ederek afyon ticaretini tekelleştirme yoluyla kontrol altına almayı tercih ederek ABD’nin baskılarının sona ermesini sağladı.
Seçilmiş Kaynakça: A. Gülen, “Nihat Erim Hükümetlerinin Haşhaş Politikası”, CTAD, 2019, S. 30; Ü. Gürses, “Haşhaş Ekimi Krizi”, https://tdpkrizleri.org/index.php/1972-1973-hashas-krizi (13.6.2021); Türk Dış Politikası I, (Ed. B. Oran), İstanbul, İletişim, 2009.
Demek ki zayıf hükümetler hep taviz verecek ve hep ABD’nin dediği olacak.
Bugün de AKP’nin durumu aynı, ABD yine istediğini elde etti.
Bir de şu var. ABD, böyle bir iktidardan niye vazgeçsin?
ABD, bu tür rejimleri çok sever ve acı gerçek, AKP iktidarı devam edecek gibi.
Bu yazıdan bunu anladım. İnşallah yanılırım. Ve yanılmak isterim.