Yorum | Bülent Keneş
Siyasal İslamcı Erdoğan’ın 2011’de fabrika ayarlarına döndükten sonra ilmek ilmek dokuduğu ve nihayet 15 Temmuz 2016’da ‘Allah’ın bir lütfu’ diye tanımladığı kanlı müsamereyle adını resmen koyma imkanına kavuştuğu İslamofaşist dikta düzenine taraftar olanların, karşı karşıya kaldıkları zulümlerden dolayı artık Türkiye’de yaşayamaz hale gelenlere yönelik kullandıkları en yaygın hakaret ifadelerinden biri de “Vatansızlar!..” Yaşadıkları toprakları, üzerinde nelerin yaşandığını umursamaksızın aşırı derecede kutsayan hastalıklı bir yaklaşımın tezahürü olan bu hakaretin, insaniyet ve ahlak açısından pek çok ciddi soruna işaret ettiğini söyleyebiliriz.
Öte yandan, her türlü hukuk ve ahlak dışı yöntemi kullanarak ülkeye tebelleş olan Erdoğan liderliğindeki güruhun kendileri için kendilerine göre bir devlet, kendileri için kendilerine göre bir millet, kendileri için kendilerine göre bir vatan kurguladıklarında da şüphe yok. Harami zalimlerin kendilerine lütfettikleri üç kuruşluk maddi imkanları çok büyük nimet bilip beşiktekilere kadar uzanan zulümlere destek olanların, gelmekte olan dikta rejimini engellemek için meşru dairede ellerinden gelen ne varsa yapan, ancak neticede ahlak yoksunu dinbaz haramilerin canlarına, mallarına, ırzlarına tasallutundan korunmak için vatanlarını terketmek zorunda kalanlara ne dediklerinin elbette ki bir önemi yok. Ama yine de konuya dair (şahsi) yaklaşımımızı tarihe not düşmekte fayda var.
O KUTSAL VATAN NERESİDİR?
Üzerinde doğulan, doyulan ya da yaşanılan vatanın üzerinde doğan, doyan ve yaşayanlar için kıymeti tabii ki su götürmez. Bu açıdan bakıldığında vatan bilinen toprak parçasına bir çeşit kutsallık da atfedilebilir. Peki iyi kötü bir kutsallık atfedilebilecek bu vatan neresidir? Vatanı hangi özellikleri değerli ve kutsal kılar? Bir kimsenin sırf üzerinde şöyle ya da böyle nefes alıp verdiği için herhangi bir toprak parçasına vatan kıymeti atfetmesi ne kadar doğrudur? Bir dar-ı zulme, karabasanların, gulyabanilerin kol gezdiği zulümistana dönen bir toprak parçası özgürlüğüne ve haysiyetine düşkün izzetli insanlar için ne kadar vatan olabilir? Bir şekilde olmuşsa ne kadar vatan kalabilir?
Ruhu zulümle, eziyetle, haksızlıkla, hukuksuzlukla karıldığı halde, sırf üzerinde doğulduğu, zehir zıkkım yiyormuşçasına da olsa doyulduğu, 7/24 boğazını sıkan hoyrat ellere rağmen güç bela nefes almaya çalışarak yaşanmaya çalışıldığı, malın, canın, ırzın dinbaz haramilerin elinde payimal olma riskinin bulunduğu bir toprak parçası kutsal bir vatan olabilir mi? Yoksa kutsal addedilmesi gereken vatan, insanı insan kılan değerlerin, yaşama değer katan ilkelerin özgürce, dürüstçe, korkusuzca yaşanabildiği dünyanın herhangi bir yeri midir?
Zamanlar ve devirler gibi yerler ve mekanlar da ancak barındırdığı insanların tüm varlığa, insanlara ve insanlığa verdiği değerle, içinde ya da üzerinde yaşananlara ve savunulan değerlere göre değer kazanır. Üzerinde insanların temel hak ve özgürlüklerinin, yaşama haklarının, inandıkları değerlerin, haysiyetlerinin, izzetlerinin değer görmediği bir toprak parçasının adı Mekke, Medine, İstanbul ya da Anadolu bile olsa vatan olma özelliğini yitirir. Neticede, dar-ı zulümden, dar-ı canilikten, dar-ı şakilikten her şey olabilir ama vatan olmaz.
SAYGI GÖSTERİLEN YERLERİN VATAN EDİNİLMESİNİN VAKTİDİR BU VAKİT
Böyle bir talihsizliğe düçar olmuş bir beldeyi, kendisini lekeleyen vasıflardan arındırmak için tabii ki önce usulünce mücadele edilir. Ancak, en ahlaksız, en insanlık dışı yöntemlere müracaat etmekte zerre tereddüt etmeyenlere karşı yapacak bir şeyiniz artık kalmamışsa şayet o güne kadar doğduğunuz, doyduğunuz toprakları terketmenin vakti gelmiş demektir. Hakiki bir insan olmaktan kaynaklanmakla kalmayıp her şeye rağmen insan kalma azmimizi de besleyen inandığımız, hayatlarımıza hayat kıldığımız tüm ilke ve değerlerin, izzet ve haysiyetimizin saygı ve değer gördüğü yerleri vatan edinmenin vaktidir artık bu vakit.
Bana göre vatan bir sabite değildir. İnsanlık adına inanılan ilke ve değerlerin değer ve hayat bulduğu yer o gün neresiyse o yerdir asıl vatan. Her ahval ve şart altında “benim asıl vatanım izzetim, haysiyetim, inançlarım, değerlerim, ilkelerim, hak ve özgürlüklerimdir,” diyebilenler için, en aşağılık zulümlere, gasp ve talanlara ortak olan ahlaksız, namussuz, yoz güruhların hakaretlerine konu ettikleri gibi bir vatansızlık ihtimali asla yoktur.
İnsan doğası gereği, inanç ve ilkeleri çerçevesinde yaşamını özgürce sürdürebilmesine ve zulüm ve baskılardan azade bir şekilde dilediği gibi yaşamasına en çok ney katkıda bulunuyorsa en çok ona önem verir. Bu bakımdan vatan insanların, kendilerini oldukları insan yapan tüm özellikleriyle birlikte, üstünde en rahat ve huzurlu yaşadığı yerlerdir. Ancak böyle bir yeri insan yurdu ve vatanı bilir. Ancak böyle bir yeri sever ve uğruna her türlü mücadeleyi vermeyi göze alır. Ancak böyle bir vatana saygı duyulur. Yoksa, en büyük saygı ve itibarın toplumun en aşağılık güruhlarına gösterildiği, haksızlık, hukuksuzluk ve zulümlerin kitlelerden alkış kıyamet rağbet gördüğü bir yer, özgür ve izzetli ruhlar için asla bir vatan olamaz. Böyle fıtratlar için, üzerinde kerhen yaşamak zorunda kaldıkları bu tür yerler muvakkat dünya sürgünlerinde çile doldurmak zorunda kaldıkları zulüm ve zulmetle dolu bir zindandan ibarettir.
KİME VE NEYE GÖRE VATANA SADAKAT YA DA İHANET?
Nasıl ki milletlerin en necibi insanlıktan en fazla nasibini alanlar ise, vatanların en azizi de insana, onun izzetine, tercih ettiği yaşam tarzına, inandığı ilke ve prensiplere en fazla değer veren yerdir. Bu açıdan vatan, insanı inandığı gibi özgürce yaşama konusunda en fazla tatmin ve mutlu eden yerin adıdır. Kaldı ki vatan, üzerindeki maddi unsurlarla değer kazanan bir yer asla değildir. Tam tersine manevi ve normatif değerlerin, insana insan kıymeti kazandıran insani ilkelerin değer bulduğu, değer gördüğü yerdir. Bu açıdan bakıldığında vatan sevgisini belirli sınırlar içerisindeki herhangi bir toprak parçasına duyulan sevgi şeklinde izah etmek abes olacaktır. Neticede böyle bir sevginin insanı götüreceği yer paganlık ya da putperestlikten başkası değildir.
Vatan sevgisinin de makbulü, pek çok konuda olduğu gibi, insan merkezli olanıdır. Vatana sadakat veya tam tersine vatana ihanet ise bu anlamda alabildiğine subjektif bir alandır. Kime göre, neye göre vatana sadakat ya da ihanet? Harami alçakların, dinbaz zalimlerin sultasındaki bir vatana sadakat insanlığa ihanetten başka ne anlama gelir? Tartışılması gereken asıl ihanet, inandığı değerlere ve ilkelere ihanet etme pahasına üzerinde yaşanılan vatana tahakküm eden harami alçaklara boyun eğmek değil midir?
Ancak üzerinde yaşayan ahlaklı ve dürüst insanlarla değer kazanabilen vatanı aziz tutmak için tek başlarına da bırakılsalar sonuna kadar mücadele ettikten sonra, gidişatı yine de engelleyemeyenlerin ahlak yoksunu despotlara boyun eğmektense kendileri için vatan olmaktan çıkmış o talihsiz toprakları terketmeleri, kendilerine insanların sırf insan oldukları için değer gördükleri yeni vatanlar bulmaları evladır. Haddi zatında hürriyetsiz ve izzetsiz yaşayamayacak olan bu insanlar için bu bir mecburiyettir. Kaldı ki, Nahl Suresi’nin 41. Ayeti’nde “Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphesiz güzel bir biçimde yerleştireceğiz; ahiret karşılığı ise daha büyüktür. Bilmiş olsalardı,” diyen Allah’ın cömert bir lütfu olan tüm arzı insanlara vatan kılmasına muhalefet etmek de gereksizdir.
İNSAN, KENDİSİYLE DEĞER BULAN VATANDAN ÇOK DAHA KIYMETLİDİR
Öte yandan, gerek fiziki varlığıyla, gerekse soyut bir kavram olarak vatana sahip olduğu tüm anlamı insanlar yüklemiştir. Bu açıdan vatan, insan kaynaklı ve insan merkezli bir insan ürünüdür. Değeri ve kutsallığı kendiliğinden değildir. Bu yüzden, üzerinde bulunan insanların insanca yaşayamadığı bir toprak parçası ne vatan olabilir ne de kutsal. Herhangi bir toprak parçası ancak üzerinde yaşayan herkesin kendisini özgür, izzetli ve birinci sınıf hissettiği zaman gerçek bir vatan olma vasfına kavuşabilir.
Kaldı ki, insan kendisinin ve düşünsel süreçlerinin ürünü olan her şeyin üstünde olduğu gibi ancak kendisiyle anlam bulabilecek olan vatanın da çok üstündedir. Vatana atfedilen kıymet, insan hayatına, insan haysiyet ve izzetine, insanı insan yapan değerlere atfedilen kıymetin üstüne çıktığı yer ve zamanlarda, üzerinde yaşanılan taşlardan ve topraktan oluşan alan da vatan olmaktan çıkar. Böylesi yerler artık bazıları için üzerinden güç ve menfaat devşirilen bir metaa, bazıları için uğruna canlarını kurban edecekleri tapınılan bir puta, bazıları içinse acı, çile ve kahırla hayatlarını gömmek zorunda kalacakları bir zindana dönüşür.
Bana göre, birilerinin sayesinde güç ve zenginlik devşirdiği, birilerinin aşırı kutsamayla adeta tapınarak uğruna canları kurban ettiği, on milyonlarca insanın ise üzerinde korkunç acılar çektiği Türkiye, mevcut haliyle, izzetine, hak ve özgürlüklerine düşkün insanlar için vatan olma özelliğini tümden yitirmiştir. Neticede, tahrif edilerek yozlaştırılmış her şey gibi, üzerinde yaşayan insanları önemsizleştirerek uğruna kolayca feda edilebilecek kurbanlara dönüştüren vatan algısı da bir sapkınlıktır.
Bir kez daha tekrarlayalım… Vatan, ancak ve ancak üzerindeki insanlarla değerlidir. İlke ve değerleri olan izzetli, haysiyetli insanlarla… İnsanların insanlıklarından, hak ve özgürlüklerinden, izzet ve haysiyetlerinden taviz vermeye zorlandığı yerler, vatan olma özelliklerini geçici veya sürekli olarak yitirir. Tarih bu tür durumların çarpıcı örnekleriyle doludur. Benzer bir fecaatla kaşılaştığı için Mekke’den çıkmak zorunda bırakılan Hz. Peygamber (sav) ve ashabının hicretle kendilerine yeni bir yurt aramaları da bu örneklerden biridir. Hicret, Mekke’nin bahsi geçenler için geçici süreliğine de olsa vatan olmaktan çıktığı anlamına da gelmektedir.
Hz. Peygamber (sav) Mekke’den ayrıldığı zaman; “Vallahi sen Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlı, Allah katında en sevgili olanısın. Senden çıkarılmamış olsaydım çıkmazdım. Bana senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur. Kavmim beni senden çıkarmamış olsaydı çıkmaz, senden başka bir yerde yurt yuva tutmazdım,” demiştir.
Öyle demiştir demesine ama neticede sevdiği o toprakları inandığı değerler uğruna terketmek zorunda kalmıştır. Hicret edenler yeniden dönünceye kadar Mekke’nin dar-ül İslam olarak görülmemesi ve hatta Mekke’ye karşı savaş ilan edilmesi bir dönem yaşanılan yerlerin hangi koşullarda vatan olarak görüleceğini, hangi koşullar altında vatan olarak görülmeyeceğine dair bir fikir verebilir. Bir yere atfedilen vatan olma niteliğinin değişen şartlara göre nasıl değişebileceğine dair örnekleri çoğaltmak mümkündür.
İNSANİ DEĞERLERİ TEK VATANLARI BİLENLERE BİNLER SELAM OLSUN!
Öte yandan, bazılarının hadis zannettiği “Hubbü’l-vatân min el-îmân / Vatan sevgisi imandandır” sözünün kastettiğinin de insanın insanca yaşayabileceği, sırf insan olduğu için saygı görebileceği mekan anlamında vatan olduğundan şüphe duymamız için bir sebep yoktur. Buna rağmen, uluslararası hukukun en önemli parametrelerinden biri olan ülke anlamındaki vatana dair İslam’ın ortaya koyduğu kavramlar çoğunlukla asıl anlamlarından uzaklaştırılmış, vatan kavramı da toprak parçasına indirgenmiştir.
Türkiye örneğinde, değerlerden ve üzerinde yaşanmakta olanlardan bağımsız olarak büyük bir kutsallık atfedilen vatana adeta tapınanların sökün etmesi fazla zaman almamıştır. İslamcı dinbazlara ırkçı faşistlerin eklemlenmesi taşı toprağı kutsallaştırıp tapınılacak hale getirme sürecini daha da hızlandırmıştır. En adi, en şerefsiz, en ahlaksız zulümler karşısında izzetlerini, haysiyetlerini, kendilerine olan saygılarını her şeyden aziz bilip alçak zalimlere boyun eğmektense terk-i diyarı tercih edenleri hedef alan “vatansızlar” hakaretinin bize anlattığı bir şey varsa şayet o da bu kavramı kullananların insaniyetten ne kadar yoksun oldukları ve vatan kavramının ne anlama geldiğine dair ıslah olmaz cehaletleridir.
Herkes bilsin ki, hürriyetlerine, izzet ve haysiyetlerine düşkün insanlar için vatan, asıl olarak insanın kendini izzetli gördüğü, izzet ve haysiyetini koruyabildiği yerdir. Bütün yeryüzü Allah’ın olduğuna göre bu vasıflara haiz herhangi bir yer insan için neden vatan olmasın? Neticede vatan ne zaman ne de mekan içerisinde bir sabite değildir. Değerlerin hayatiyet durumuna göre zamandan zamana, mekandan mekana taşınabilir.
Karşı karşıya kaldıkları onca zulme ve dünya adına her şeylerini kaybetmelerine rağmen taviz vermedikleri izzetlerini, haysiyetlerini ve dört elle sarıldıkları insani değerleri tek sığınakları, tek vatanları bilenlere binler selam olsun!.. Adi bir haramiye boyun eğip insanlıklarını yitirmektense vatan olmaktan çıkmış vatanlarını terketmeyi göze alan tüm haymatloslara binler selam olsun!..
Vatan kavramının ne olduğunu yaşayarak öğrendik bu süreçte.Yazdıklarınıza tamamen katılıyorum.Yeni topraklarda neş’et etmeye çalışan bizlere yol göstermeye devam edin lütfen..
Evet….Şerefü-l mekan bi-l mekin…Elinize sağlık.