Yazı Dizisi | Selim Gündüz
Not: Muhterem abimiz, aziz kardeşimiz, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman nezaket gösterip dava açmadığı için özel hatıraları yayınlamıyoruz! (Laf aramızda zaten maklubenin suyunu ayarlayamaz, Çin lapasına çevirirdi.)
Binali Bey Kadife salona varıp yerine oturduğunda nefesi kesilmek üzereydi.
Beyefendi direkt konuya girdi:
– Evet, uzatmadan Amerika’da anlat neler olduğunu:
Binali Bey, içinden “Ben de uzatmak istemem ama olmuyor işte” diye düşündü.
Tam cümlelerini toparlayıp söze başlayacaktı ki Hasan içeri girdi.
-Efendim, Adalet Bakanı’nı çağırmıştınız geldi.
Adalet Bakanı girdi ama Beyefendi ‘otur’ demediği için ayakta kaldı.
Beyefendi:
– Bak Hamit, 17-25’le ilgili kimler varsa hepsini toplayın!
– Efendim hepsi içeride zaten!
– Onu demiyorum, anneleri, babaları, çocukları varsa bebekleri… Yedi sülaleleri… Hepsini hepsini. Ben ‘yıkılsınlar’ diyorum onlar zindanda moral patlaması yaşıyor. Ben çıldırıyorum onlar gülüyor. Ben Reza kelimesini duyunca kabus görüyorum onlar Reza ile moral buluyor.
– Efendim medya dile dolamaz mı?
– Nasıl dolayacak medya, ben ne dersem onu yazmıyor mu?
– Yabancı medyayı kast ettim efendim.
– Onlar zaten yazıyor. Kim okur ki!
DUVARDA YUMRUK SAYILMAZ!
Beyefendi bir müddet durakladı. Hamit’e baktı… Sonra:
– Siz beni anlamıyorsunuz. Ben sabahlara kadar uyumuyorum. Bak şu orta parmağımı görüyor musun?
– Görüyorum efendim, bandajlı.
– Peki şu sol kapıdaki kırmızılığı…
– Evet efendim.
Hamit, başını önüne eğdi.
Beyefendi:
– Ben neler çekiyorum bilmiyorsunuz. Hep bunlar yüzünden başıma geldi. Şu işin arkasından neler gelir göremiyorsunuz. Hakkımda tutuklama çıkaracaklar. Aileme… bakanlara… Bütün dünya “terörist” diye damgalayacak bizi. Türkiye’nin dışına çıkamayacağım. Katar’a bile… Azerbaycan bile güvenli olmaz.
Binali:
– Efendim duydunuz mu, Eğemen Bey, Kıbrıs vatandaşlığı almış.
– Amerika sanki oradan alamaz! Enayi…
Beyefendi sehpadaki düğmeye basınca Hasan koşarak geldi:
– Hakan’ı arayacaktın ne oldu?
– Efendim Egemen, Muammer ve Erdoğan fiziki ve teknik takip altına alınmış. Zafer zaten ağır hastaymış!
“İyi” deyip Hasan’ı uzaklaştırdı. Binali o an kendisinin takip altında olup olmadığından şüphelendi. Geçen Mayıs’ta aldığı Malta vatandaşlığı ve Malta pasaportunu Beyefendi’nin duymuş olabileceğinden korktu. Mevzuyu değiştirmek istedi:
– Efendim Türkiye’de bir sıkıntı olur mu askerden falan… Hani Balyozcular, Ergenekoncular falan hep paşa oldu.
İLKER VE YAŞAR’LA ANLAŞTIK
– Hayır. Olmaz. Hulusi fazlasıyla sadık. Ergenekonculara gelince hepsinin hapis sürelerini görev süresi saydık terfi ettirdik. Daha ne isteyecekler? Büyükanıt, İlker’i bana getirdi. Uzun uzun konuştuk anlaştık. Feyzioğlu da vardı. O da ‘yüzde yüz sizinleyim’ dedi. ‘Siz devrim yaptınız, biz sizin yaptıklarınızı yapamazdık’ diyorlar.
Hamit araya girdi:
– Evet efendim ben de bu görüşteyim. Yargıda ne istiyorlarsa verdik. Elde edecekleri bir şey kalmadı.
Beyefendi devam etti:
– Tabi bir de şeyi dediler: “Partinizde Atatürk’ün hatırasını rencide edenler var. Bazı kesimlerimiz size destek vermekte tereddüt ediyor. Onlarla aranıza mesafe koysanız.” Hemen düzelttik. Arkadaşlar uyum gösterdi. Kız İmam Hatip’i gördünüz değil mi?
Binali, artık aşir ve ilahi dönemi kapandı diye düşündü. Beyefendi’yi Turgay’la beraber İzmir marşı okurken hayal etti. Gülmemeyi başararak devam etti:
-Efendim ama bu İslamcılar ve Akitçiler rahatsızmış…
‘MECZUP GÜRUHU’
– Bırak ya bu saçmalıkları. Bir avuç İslamcı kaldı. Önlerine kemiği atınca susuyorlar. Sorun değil. Mavi Marmara’da ağızlarına tükürdüm sesleri mi çıktı? Akitçiler bir meczup güruhu zaten. Kimsenin ciddiye aldığı falan yok. Yemini eksik etmezsen sesleri çıkmaz. Zaman’ın yerini istiyorlardı. Onu vermeyince biraz sarsıldılar o kadar!
Binali:
-Efendim ama Atatürkçülükle muhafazakar tabanda oy kaybetmez miyiz?
– Öyle bir taban yok. Hayal görüyorsunuz. Yeter ki ekonomi çökmesin.
– Peki efendim, Ergenekonculardan Balyozculardan nasıl bu kadar eminsiniz? Kendileri lider veya başkan olmak istemezler mi?
– Bak Binali, Perinçek benim koltuğumda olsa o zümreleri bu kadar memnun edemezdi. Bakma muhalif laflara… Bana dua ediyorlar. Doğu kaç kere teşekkür telefonu açtı. “Allah razı olsun Tayyip Bey siz olmasaydınız…” diye! Ha şey geçen de Osman’la… neydi soyadı ha… Paksüt. Onunla haber göndermiş “Tayyip Bey bizim yayınlarımıza bakmasın. Böyle olmak zorunda. Ben onun davasına bir nefer olarak hizmet etmeye hazırım…”
– Efendim bir sürü para verdik. Ondan olmasın.
– Yok ya Doğu Bey, para peşinde değil. Neyse merak etme, bunları ben hallederim, sen Amerika’yı anlat!
– Efendim, çok yararlı görüşmeler yaptık. Biliyorsunuz bize bağlı çalışan pek çok lobi var. Her ay külliyetli miktar ödeme yapıyoruz. Onlarla genel bir görüşme yaptık. ABD ve dünyanın farklı yerlerinde faaliyetler hakkında bilgi aldık. Müsaadenizle onları size arz edeyim…
– Onları arz etme lazım değil! Reza ne oldu onu anlat.
– Efendim Reza için iki farklı stratejimiz vardı. İlki yasal çerçevede neler yaparız kapsamında. Washington’daki lobiler başkan nezdinde “pardon” girişiminde bulundular.
MECİDİYEKÖY’DEKİ PLAZAYA ÇÖKSEK!
– “Pardon” ne ki?
– Yani efendim biliyorsunuz…
– Bilmiyorum ya! anlat…
– Her başkanın belli ölçüde af yetkisi var. Dilediğini af edebiliyor.
– Benim de bu yetkim olmalı başkan olarak.
Binali:
– Efendim ABD başkanları Meclis araştırması gerektiren durumlar dışında af edebiliyor. Sizin böyle bir sınırınız yok. Dilediğinizi sayın bakan tahliye etmiyor mu?
Bakan atıldı:
– Tabii efendim emriniz başımızın üstünde. Zaten siz “yargıda şeyini edin” deyince biz şeyini ediyoruz.
– Yani Trump isterse Reza’yı af eder?
– Evet ama Washington’daki lobi, Serdar’a ‘Başkan’ın kendi başı belada, Reza’yı af ederse ertesi gün kendi gider’ demiş. Bir de efendim göstericilere dayak olayından sonra Washington’da kime gitsek kapıyı yüzümüze çarpıyorlarmış. Hele Senato…
Ayakta bekleyen Adalet bakanı araya girdi:
– Efendim şimdi aklıma geldi. Trump’ı ikna için Mecidiyeköy’deki Trump Towers’a çöksek?
– Saçmalama yine…
Tekrar Hamit’e döndü:
– Bu Reza’nın anası bacısı falan yok mu onun üzerinden gitsek? Yargıda şeyini şey etsek…
– Kâr etmedi efendim. Ebru ile gittik. ‘Sizin olsun’ demişti!
Eliyle Hamit’i dışarı gönderdi, Binali’ye döndü:
– Peki başka ne yaptınız?
ESKİ FBI DİREKTÖRÜ
– Efendim biliyorsunuz CIA eski başkanı, Flynn’in adamıydı. Pensilvanya işi için “Ne isterseniz tamam” demiştik. Peşinatı, 15’i aldı. Flynn’i ispiyonlayıp kaçtı. O yüzden bu defa FBI’dan birileri var mı diye arattık. Eski bir FBI direktörü ile görüştük. Yeraltı teması varmış. Meksika mafyasını kullanıyormuş. 20 peşin istedi. Uçakta vardı hamdolsun. ‘Verin’ dedim.
– İyi demişsin!
– Ama iyi olmadı efendim. Adam FBI direktörü falan değilmiş. Bayağı meşhur bir dolandırıcıymış! Bizi… değil tabi Serdar’ı kandırmış. Parayı almış gitmiş. FBI’ı arayamadık tabi. Çaresiz İtalyan mafyasına mecbur kaldık. Onlar sağ olsun ‘2’ye temizleriz merak etmeyin’ demiş. Ha unutmadan efendim ‘bu Binali parklarda ne geziyor’ demişsiniz de …
– Her lafım da sahibine varıyor!
– Efendim bu önemli görüşmelerden dikkati başka yöne çevirmek için bu stratejiyi şe’tmiştim. Parklara ve bahçelere medyayı çektim. Çevrecilik çok tutuyor. Böylece medya fark etmedi…
– Tamam, anladım… İtalyan’lar…
– Evet efendim, tuttukları mahkum banyo sırasında bıçaklamaya kalkmış ama Reza zaten orda kendine parayla ordu kurmuş. 6 mahkum çevresinden ayrılmıyormuş. Başaramamış. Reza savcıya başvurmuş. Maalesef özel bir konuta nakletmişler. Savcılarla çalışıyormuş.
– Bir de kötü bir şey öğrendim.
Beyefendi doğruldu:
– Neyi?
– Bu Reza Amerika’ya giderken burada mahkemelerin avukatlarına verdiği tüm evrakı ve tapeleri götürmüş. Şimdi kirasını kendi vermiş Ocean City’de deniz kenarında bir villa kiralamış. Bir bileklik takmışlar ama bermudalarını çekmiş denizde keyif çatıyormuş. FBI koruması varmış. Savcılarla çalışıyormuş. Gün gün tüm yaptığı işleri, verdikleri rüşvetleri isimler… çizelgeler halinde teslim etmiş. Maalesef zat-ı âlinize, 7-8 Bakana, bir sürü milletvekiline hatta Hakan Fidan’a tutuklama çıkabilirmiş. Reza avukatlarına “Türkiye’de medyaya düşmeyen, 17-25’te kullanılmayan bir sürü tape var, FBI …şeyimize kadar dinlemiş” demiş.
Beyefendi bitkin gözlerle:
– Adamı ondan kaybettik yani!
DERHAL NOTA VERİN!
Binali:
– Ben de Dışışleri bakanıma “Derhal nota verin” dedim.
Beyefendi çaresiz bir sesle:
– Ne notası, müzik notası mı?
– Efendim bu espriyi daha önce de yapmıştınız. Uluslararası ilişkilerde önemli fonksiyonu var ama. Bi vereceğiz, olmazsa bi daha…
– Verin verin…
Binali bozulmuştu ama devam etti:
– Bir de Binali bu tapelerin montaj ve dublaj olduğunu ABD mahkemesine iletme talimatı verdim.
Beyefendi doğruldu:
– Ya Binali siz ne içiyorsunuz? Rakı içseniz bu kadar saçmalamazsınız! Tiner çekseniz bu kadar uçmazsınız! Derhal talimatı iptal et. Zorla gerçekliğini ispat ettireceksiniz bütün aleme!
– Ben tapelerden korkmuyorum. Reza’dan da… Tutuklama kararından da… Saray’a tutuklamaya mı gelecekler? Tek korkum bankalara verecekleri cezalar… Uluslararası sistemden çıkarmaları. Bu, ekonomiyi çökertir. O zaman “IMF’ye borç verdik de almadılar” gibi lafları kimse yemez! Bu halk, para için anasını satar.
Binali Bey dişlerini göstererek gülümsedi:
– Efendim halkı iyi tanıyorsunuz!
Beyefendi gevşeyerek:
– O yüzden bu koltuktayım ya. Ama… halkı boş ver, şu Saray’da önümde eğilenlerin arpasını keseyim onlar da beni satar… Hatta sen bile…
Binali irkildi:
– Estağfirullah Efendim!
Kapı açıldı Hasan içeri girdi:
– Bilal Bey telefondalar!
– Ne var oğlum!
– Şey Babacım. Şey diyecektim. Bu Amerika’da mahkemede tapeleri dinleyeceklermiş. Önceki gibi bir şeyler yapacak mıyız?
– Ne şeyleri?
– Şeyler tabi telefonda diyemiyorum.
– Sıfırlama mı?
– Hayır babacım, hani ‘montaj dublaj’ demiştiniz ya bütün gazeteler yazdı aylarca. Ben bile ikna olmuştum, ‘ben değilim’ demek ki, bu başkası herhalde diye… Yani diyorum ki yine bir açıklamalar yapsanız…
Beyefendi derin bir of çekti, gözlerini Binali’ye dikti. Binali önüne baktı, içinden “Eyvah Bilal’le aynı sınıfa düştük” dedi. Beyefendi gözleri Binali’de devam etti:
– Oğlum ne diyeyim. Amerikan gazeteleri Serhat’ın mı sanıyorsun. Kim inanır orda böyle şeylere… Tamam oğlum, sen bunlarla uğraşma Milli Eğitim’le uğraş!
– Evet babacım onu da diyecektim. Bu TEOG işini ne yapacağız? Çözemedik.
– TEOG ne oğlum?
– Liselere giriş sınavı
– Tamam oğlum, bi incelerim. Akşam programa çıkacağım. Gerekirse akşam “kaldırın” derim, kaldırırlar. Sen de kurtulursun ben de kurtulurum.
“İSMET KİM?”
– Baba onu ben de düşündüm de İsmet amca “olmaz” dedi.
– İsmet kim?
– Milli Eğitim Bakanı ya babacığım.
– Bakan Nabi Bey değil miydi?
– Yok babacım Savunma Bakanı’nı atamıştınız ya Milli Eğitim’e!
– Ha evet ya… Neyse uzatma hadi benim işim var.
Hasan ahizeyi alıp çıktı. Bilal’in “Babacım bi de okullara mecburi okçuluk dersi koysak diye düşünüyorum…” sözleri duyulmadı. WhatsApp kapanmamıştı. Bilal konuşmaya devam ediyordu: “Babacım bi de tüm sınıflara sizin resminizi ve ‘Oku düşün uygula neticelendir’ vecizenizi asalım diyoruz. Ne dersiniz? Aloo Alo… babacım…”
Binali, girizgahı bulunca dertleşelim diye düşündü:
– Efendim ne yaparsınız, ben de bizim çocuklarla uğraşıyorum. Sizin damatla beraber gitmişler paraları Malta’ya falan yatırmışlar…
Beyefendi damat vurgusundan hoşlanmadı ama belli etmedi:
– Twitter’da Malta başbakanı’nı da Erkan mı takip etmiş. Konuşturma beni. Git Malta’da salağa yat! Bu arada ilginç şeyler öğrendim… Neyse… (Binali kızardı) Bi daha senin kumarbazları benim Bilal’le karşılaştırma! Bilal iyi çocuktur ama eksik işte… dikkati falan…
Binali kızgınlığı başka yöne kaydırmayı denedi:
– Efendim yine kızacaksınız ama Reza işi hep Hakan’ın işleri. Ben size demiştim “başımıza bir çorap örüyor” diye. Aha ördü işte! MİT’in kasıtlı ses etmediğini düşünüyorum. Siz “Reza’yı bir ekiple takip et” dememiş miydiniz?
– Dedim de Reza, ekiple ahbab olmuş. Uyanık p….
– O zaman keşke burada hapisten çıkarmasaydık!
“TAYYİP, OĞLUM, TEK SEÇENEĞIN KALDI”
– O zaman da Silivri’de ötecekti. 3 kere tehdit etti. Efkan’ın dangalaklıkları vardı… Deli meliydi, patavatsızdı ama akıllıydı da. “Temizleyelim gitsin” demişti de “adımız mafyaya çıkmasın” diye vazgeçtik.
– Evet efendim isabet buyurmuşsunuz, ben hiç size “mafya” diyen duymadım. Yani hiç kimse demiyor.
Beyefendi’nin gözleri pencereden dışarıya kaydı, derin düşünceye daldı: “Bu herifi başbakan yaptık. Beyni var fikri yok! Anca taksın külahı parkta gezsin. Ne yaparsın ki… Davut’u koyduk. Onun da fikri var ama beyni yok! Stratejik derinliği boyu kadar. Damadı yapardık… O da tam bir pisikopat. Kızın canını okuyor. Her haltın içinde… Benim yerime hazırlanıyormuş bi de. Eskiden olacaktı ki topuğuna sıktıracaktım… Bu gidişle tek seçenek kaldı…”
Beyefendi, uzaklara dalmış, Kuzey Kore’yi düşlüyordu. Bakışlarını pencereden içeri çevirdiğinde Binali oturduğu koltukta dalmıştı. Düzensiz hırıltılarla kestiriyordu. Başını sallayarak yerinden kalktı, sessizce uzaklaştı.
Binali’ye de bu yakınlarda “inali” der, koltuğundan indirir azlederler…