YORUM | M. NEDİM HAZAR
Angela Merkel dünya siyaset tarihinde kişisel yaşamı hakkında en ketum insanlardan biri. Ve öyle bir kocaya sahip ki kendisinden daha beter. Durum böyle olunca özel yaşamı hakkında bilgilerimiz çok sınırlı.
Fotoğraf sanatçısı Herlinde Koelbl, Merkel’in çevresine ördüğü duvarı aşabilen nadir insanlardan biri. Sanatçı, Merkel portrelerinden oluşan portre kitabında kırıntı halinde de olsa Alman Şansölyesi hakkında bilgiler paylaşıyor.
Tarihçi Fritz Stern, yeniden birleşme çağını “Almanya’nın ikinci şansı” olarak adlandırıyor; yüzyıl önce başlayan yıkıcı saldırganlık döneminden sonra, Avrupa’nın önde gelen gücü olmak için yeni bir fırsat. Merkel, bu ikinci şansın talepleriyle mükemmel bir uyum içinde görünüyor. Tutkulu söylemlerin ve maço çalımların yıkıma yol açtığı bir ülkede, analitik tarafsızlığı ve görünürdeki ego eksikliği onu politik anlamda güçlü kılan özellikler.
Almanya (ya da Nazizm) korkusunun neredeyse ölmediği bir kıtada, Merkel’in sıradan havası, yeniden canlanan Almanya’yı daha az tehdit edici gösteriyor. Göring-Eckardt, “Merkel’in bizden biri olduğunu düşündüren bir karakteri var” diyor.
Almanlar ise ona “Şansölye Mutti” veya “Mutter” derler. Lakap ilk olarak Merkel’in Hristiyan Demokrat Birlik içindeki rakipleri tarafından hakaret olarak kullanılmış ise de Merkel’in bundan pek hazzetmediği biliniyor.
Rahmetli Demirel’in “Baba” sıfatını severek kullanmasına benzemiyor bu. Kim bilir, belki de Merkel’in içinde hep bir anne olmak özlemi kalmıştır.
Haftalık Die Zeit gazetesinin siyasi muhabiri Mariam Lau, “Alman özeleştirisi ve kendinden iğrenme, başarı öyküsünün bir parçası; kendinizden nefret ederek güçlenmektir,” diyor ve ekliyor “Merkel de kendini yeniden eğitmek zorunda kaldı. O, Almanya’nın kendi kendini yeniden eğitmesinin bir sembolüdür.”
Gelmiş geçmiş Alman liderler arasında Merkel üçlü bir anomali aslında: Öncelikle bir kadın (boşanmış, yeniden evlenmiş, çocuğu yok)…
Bir bilim insanı (kuantum kimyası doktoru).
Ve bir Ossi (Doğu Almanya’nın bir ürünü).
Bu nitelikler, onu Alman siyasetinde bir yabancı haline getirse de, olağanüstü yükselişini de hızlandıran en önemli unsurlar.
Alman destekçiler ona hala “Anne” anlamına gelen Mutti diyorlar.
Meslektaşı ve hemcinsi Katrin Göring-Eckart’ın tespiti çok enteresan:
“Bir politikacının sahip olması gereken tipik niteliklere sahip olmayan Doğu Almanyalı bir kadının bu pozisyonda olmaması gerektiğini söyleyenler var. Aslında onun sadece çok iyi bir politikacı olduğunu söylemek istemiyorlar. Kariyeri boyunca Merkel, neredeyse tamamı erkek olan daha yaşlı ve daha güçlü politikacılara, onu hafife almamaları için yüksek bir bedel ödeten bir politikacıdır!”
Hitler’den sonra ortadan ikiye bölünen Almanya’da sayılı birkaç kurum ülkenin her iki kesiminde de faaliyet gösterebiliyordu. Bunlardan biri de Lutheran Kilisesiydi. Duvarın inşasıyla beraber tahmin edileceği üzere büyük bir çoğunluk Doğu Almanya’dan Batı’ya kaçmak için fırsat kolladı. Sadece 1954 yılında yaklaşık 200 bin Doğu Alman’ın batıya kaçtığı biliniyor.
Merkel’in babası ise tam tersi bir yol izleyip batıdan doğuya temelli göç ediyor. Belki de bu sebeple bağlı bulunduğu kilisenin yetkilileri onu “Kızıl Papaz” olarak yaftalıyor!
Bir itiraf ise yıllar sonra geliyor. 2012 yılında zamanın kilise sorumlusu Joachim Gauck, kendi kiliselerini Papaz Kasner hakkında uyardıklarını söylemişti.
Kasner ailesinin üç çocuğun en büyüğü olan Angela, Berlin’in kuzeyinde, Brandenburg’un çam ormanlarında Arnavut kaldırımlı bir kasaba olan Templin’in eteklerinde büyüdü. Kasner’lar, çoğu on dokuzuncu yüzyıldan kalma Lutheran Kilisesi’ne ait yaklaşık otuz binadan oluşan bir kompleks olan Waldhof’taki ilahiyat okulunda yaşıyorlardı.
Waldhof’un bir özelliği daha vardı, pek kimse tarafından bilinmeyen: Ticareti öğrenen ve mahsul yetiştiren yüzlerce fiziksel ve zihinsel engelli insana ev sahipliği yapıyordu bu küçük Doğu Alman yerleşkesi. (Hala da öyledir)
Merkel de bu tespiti destekliyor.
Bazı insanları sıralara bağlı halde olduğunu hatırlıyor ve “Engellilerin olduğu bir mahallede büyümek benim için önemli bir deneyimdi,” diyor.
Kasner’ları tanıyan Ulrich Schoeneich, Doğu Almanlar döneminde Waldhof’u, altmış kadar adamın tek bir odaya tıkıştırıldığı ve bebek karyolaları dışında hiçbir mobilyası olmayan korkunç bir yer olarak tanımlıyor.
Koelbl’in kitabındaki şu ifadeler de Merkel’e ait:
“DDR’nin kendi ülkem olduğunu asla hissetmedim. Nispeten güneşli bir ruhum var ve her zaman, ne olursa olsun, hayattaki yolumun nispeten güneşli olacağı beklentisine sahip oldum. Ancak bu durumun beni üzmesine asla izin vermedim. Doğu Almanya’nın bana izin verdiği boş odayı her zaman kullandım… Çocukluğumun gölgesi yoktu. Sonra da devletle sürekli çatışma içinde yaşamak zorunda kalmayacağım şekilde hareket ettim.”
2005 yılında şansölyelik için yaptığı ilk kampanya sırasında ise şöyle diyecekti: “Sistem çok korkunç hale gelirse kaçmayı denemek zorunda kalacağıma karar vermiştim. Ama çok kötü olmasaydı hayatımı sisteme karşı sürdüremezdim.”
Merkel’e Rusçayı sevdiren ve kusursuz şekilde konuşmasına sebep olan kişi ise Erika Benn. Benn, ilginç bir dualiteyi de aktarıyor: “Batılılar da doğulular da o aileye şüpheyle bakıyordu!”
Merkel’in dil konusunda bir başka avantajı ise İngilizce öğretmeni olan annesi Herlind. Kosner ailesini yakından tanıyanlar en çok acıyı annenin çektiğini aktarıyorlar. Sürekli iş arayıp bulamayan ve kocası tarafından sürekli ezilen bir kadın figürdür Herlind.
Angela küçüklüğünden itibaren sakarlıklarıyla meşhur. Bu sebeple az cezalandırılmamış. Bazı zamanlar bunu bizzat kendisi de itiraf ediyor aslında. “Normal bir insanın otomatik olarak bildiği şeyi, önce zihinsel olarak çözmem gerekiyordu” diyor.
Belki de her bilim insanının böyle bir dezavantajı vardı!
Yine öğretmenlerine göre ergen olan Angela, karşı cinse karşı oldukça soğuk ve mesafeliydi. Bir öğretmeni, “Yaşıtlarının aksine giyime, süslenmeye hiç önem vermezdi diyor. Bir arkadaşı ona bir seferinde eşek şakası yapmış. Onun isminin yanına “Öpülmeyenler Kulübü Üyesi” yazıp tahtaya asmıştı. Bu davranış Angela’yı utandırmıştı ancak şakayı yapan çocuk da ciddi bir ceza almıştı.
Frau Erika Benn aynı zamanda Komünist parti üyesiydi ve Angela’yı Rusça Olimpiyatları için koç olarak görevlendirmişti. Doğu Almanya’da tam üç kez Rusça olimpiyatlarını kazanmış, ödül olarak Lenin büstü almışlardı ama Angela büstü alır almaz bodrumun tozlu bir köşesine atmıştı.
Erika Benn yıllar sonra bir gazetede Putin ile Angela’nın Rusça konuşurken ki fotoğraflarını gördü ve ağladı.
1977 yılında, yirmi üç yaşındayken meslektaşı Ulrich Merkel ile evlendi ama 1981’de ayrı yaşamaya (Angela onu terk etti) başladı. 84’te ise resmen boşandılar.
Üniversite arkadaşları onu “çok iyi bir analist” olarak niteliyor ve siyasi başarısını da buna bağlıyorlar.
Kimileri ise fazla duygusal olmamasının bilimsel ve siyasi anlamda onu güçlü kılan bir özellik olduğuna inanıyor. Söz gelimi Die Zeit’in editör yardımcısı Bernd Ulrich, “O güçlü duygulara sahip bir kadın değil. Fazla duygu aklını bozar. Siyaseti bir bilim adamı gibi izliyor” diye yazmıştı. Makalede ona bir de sıfat konmuştu: “Öğrenen bir makine!”
Volker Schlöndorff bir filmci. Altın Palmiye’den Oscar’a kadar pek çok ödülün de sahibidir. Die Blechtrommel (Teneke Trampet) isimli (Günter Grass’ın meşhur kitabından uyarlanan) ödüllü bir sinema filminin de yönetmenidir. Merkel ile yakın arkadaşlık kuran nadir sanatçılardan biriydi. Schlöndorff yeryüzünde tartışılmaması gereken ilk kişi olarak tanımlıyordu arkadaşı Angela’yı ve şöyle diyordu: “Onunla tartışmadan önce iki kez düşünmeniz gerekirdi. Haklı olduğunu bilen birinin rahatlığına sahipti. Eğer bir fikri savunuyorsa, onu temellendirilmiş olurdu ve artık karşısında duramazdınız.”
Türk kahvesinin Angela Merkel’in hayatında ilginç bir rolü var. 1984 yılında iş arkadaşı Michael Schindhelm ile ortak ofisi kullanırken, arkadaşı Merkel’i Türk kahvesi ile tanıştırmıştı. Ve günlük kahve sohbetleri esnasında ülke siyasetinden bahsedip duruyorlardı.
Michael Schindhelm yıllar sonra opera yönetmeni olarak meslek değiştirmişti. İlginç olan ise bu adamın Stasi tarafından muhbir olarak kullanıldığını itiraf etmesiydi. Her ne kadar Angela Merkel hakkında olumsuz bir rapor yazdığını söylemese de!
Angela Merkel’in hayata bakışını ise bir düğün seyahati oldu. Kuzeninin düğünü için Hamburg’a seyahat etme izni verilmişti. Sene 1985’ti ve Batı Almanya onu müthiş etkiledi. Ülkesinin bu konfordan 50 yıl geride kaldığını fark etmişti.
İş arkadaşı ve Stasi ajanı Schindhelm, “Geri döndü ama inanılmaz değişmişti” diyor onun için. Çok iyi biliyordu ki Merkel devlet ya da ülkesine bağlı olduğu için değil, ailesi orada olduğu için dönmüştü!
9 Kasım 1989… Tarihi gün… Berlin Duvarı yıkılırken Merkel arkadaşlarıyla har hafta olduğu gibi sauna partisindeydi. Ancak aynı zamanda bir kutlamaydı bu. Bütün arkadaşları bu yıkımı fırsat bilip Batı Berlin’deki lüks alış veriş merkezlerine giderken o evine döndü, ertesi sabah işe gidecekti!
Değişim başlamıştı. Duvarın yıkılmasından birkaç gün sonra Batı Almanya’dan hediye edilen bilgisayarları gönüllü olarak kurmak için Demokratik Uyanış Derneği’ne gitti. Ancak Stasi burayı da mundar etmişti ve başkanları Wolfgang Schnur’un ajan ve muhbir olduğu 1990’da ortaya çıkınca aday olan iki kişiden biri (Diğeri muhalif bir rahipti) Merkel başkan seçildi.
Seçim sonrası gazeteler bu genç kadını selamlıyordu!
90’lı yıllar Angela Merkel’in özel hayatı için sıradan zamanlardı. Yeni hayat arkadaşı ile resmen evlenmeden akşam yemeklerine katılıyor ve sıradan insanlar olarak siyasetten bahsediyorlardı.
1998’de Merkel siyasete kesin olarak girmeden önce evlenmesi gerektiğini biliyordu ve evlendiler.
Ekim 1990’da, yeniden birleşmiş Almanya’nın ilk başkenti olan Bonn’daki yeni Federal Meclis’te sandalye kazanmasıyla Şansölye Helmut Kohl ile tanıştıktan sonra hayatı hızla değişti Merkel’in. Şaşırtıcı bir şekilde, kadın ve gençlik bakanı seçildi. Şaşırtıcı bulundu çünkü Alman medyasına göre; feminist değildi, marjinal değildi, doğu-batı eşitliğinden filan hiç bahsetmiyordu.
Alman Şansölye, Forbes’in En Güçlü 100 Kadın listesinde dokuz yıl üst üste ilk sırada yer aldı. Melissa Eddy, New York Times gazetesinde, 2005 yılında başbakan olmasından bu yana, bir kimyagerin derin bir kişisel bütünlük ve sıkı bir şekilde korunan özel hayat imajından dolayı bu başarıyı yakaladığına inanıyordu.
1995’te biri tarafından ısırılan Merkel, köpeklere karşı ölümcül bir korku geliştirdi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, 2007 yılında onu korkutmak amacıyla kocaman bir köpeği toplantı odasına sokmuştu. Merkel’in ödü koptu elbette ama sonradan söylediği şu söz, Putin’i rezil etmişti: “Bunu neden yapması gerektiğini anlıyorum – bir erkek olduğunu kanıtlamak için… Kendi zayıflığından korkuyor!”
Verdiği son röportajında, kaygısızca uyku uyumayı özlediğini söyledi Merkel. Ve emekliliğinin ilk aylarında uyku ve kitap okumaktan başka hiçbir şey yapmayı düşünmüyormuş. Hele hele politika.. “Asla” diyor Merkel.
Belki üniversitede teorik fizikçi olan erkek ve terapist olan (Marcus ve Irene) kız kardeşiyle daha çok vakit geçirir.
DW, Merkel için şu manşeti atmıştı: “Sarayları” yok, Berlin’de beş katlı bir apartman dairesinde yaşıyor.
Bir Rus gazeteci, sarayda şatafatlı hayat yaşayan Putin ile karşılaştırdığı Merkel için şunları yazmıştı:
“Burası Almanya Başbakanı Angela Merkel’in evi. Hayır, bütün bina değil, sadece bir daire. İnsanlar kolayca çıkabilir ve hatta Merkel’in evinin yakınındaki basamaklarda oturabilir. Muhafız olarak sadece iki polis var. Bir politikacı çalmadığında ve halkına dürüstçe hizmet ettiğinde, korkacak hiçbir şeyi yoktur.”
Bir de yazlık kullandığı ev var Merkellerin. Bahçesine patates ektiği, misafirlerini ağırladığı. Bu evde de hizmetçi kullanmıyor Merkel, gelen yatılı misafirlerin yataklarını da o hazırlıyor. Kapı zilinde kocasının ismi yazıyor.
Kocası rahatlıkla Angela Merkel için “Çok iyi bir aşçı sayılmaz” diyor samimiyetle. Angela Merkel’in, soğuk aylarda Almanya’da tipik bir yemek olan ufalanan, tereyağlı tepesi ile erikli kek pişirmeyi ve patates çorbası pişirmeyi sevdiği biliniyor.
Temmuz ayında Washington DC’ye yaptığı ziyarette Angela Merkel’e emekliliğini nasıl hayal ettiği soruldu. Bu soruyu başka vesilelerle kaçamak cevaplar vermiş olsa da, bu sefer önce ara vereceğini ve davetleri kabul etmeyeceğini bildirdi. Daha önceki görevlerinin artık başkası tarafından yapılacağını kabul etmek zorunda kaldığını belirten Merkel, “Sanırım bunu çok seveceğim” demişti.
Yeni bulduğu boş zamanlarında “Beni gerçekten ilgilendiren şeyleri düşünmek istiyorum. Bundan sonra belki bir şeyler okumaya çalışırım, sonra yorulduğum için gözlerim kapanmaya başlar, sonra biraz kestiririm. Sonra ne yapacağımı göreceğiz,” diye bir demeç de verdi.
Alman savunma bakanları, şansölyeler veya cumhurbaşkanları resmi askeri veda törenini aldıklarında, Bundeswehr grubunun bu vesileyle çalmasını istedikleri müziği seçerler. Angela Merkel, koronavirüs kısıtlamaları nedeniyle Perşembe günü sadece 200 kişilik küçük bir kalabalığın önünde gerçekleşen bir mütevazı törenle görevi bıraktı.
Doğu Almanya’da büyümüş bir papazın kızı olan Merkel, ünlü oyuncu ve şarkıcı Hildegard Knef’in “Yüce Tanrım sana şükrediyoruz”, “Für mich soll’s rote Rosen regnen” (Benim için kırmızı güller yağacak) ilahisini seçmişti. 1960’larda ve 70’lerde Batı Almanya’dan, punk ikonu Nina Hagen tarafından “Du hast den Farbfilm vergessen” (Renkli filmi unuttunuz) de seçki içindeydi. Bu, 1974’te Doğu Almanya listelerinin zirvesindeydi.
Angela Merkel 17 Temmuz’da 67 yaşına girdi. Maddi kaygısı olmasına gerek yok. Şansölye olarak ayda 25.000 € (29.000 $) kazanıyor. Bunun da ötesinde, 30 yılı aşkın bir süredir yaptığı Federal Meclis üyesi rolünden dolayı yaklaşık 10.000 € kazanıyor. Merkel çalışmayı bıraktığında, üç ay boyunca maaşının tamamını ve ardından en fazla 21 ay boyunca maaşının yarısı kadar geçiş ödeneği almaya devam edecek.
Sonuç olarak, Angela Merkel ayda yaklaşık 15.000 Euro’luk bir emekli maaşı bile hiç de astronomik bir rakam değil. Ayrıca, hayatının geri kalanında kişisel güvenlik ve şoförlü resmi bir arabası olacak. İlaveten Berlin’deki Federal Meclis binasında ofis yönetimi, iki danışman ve bir sekreter dahil olmak üzere bir ofis hakkına sahip.
16 yıllık şansölyeliği esnasında bile her sabah eşine kahvaltı yapmaktan asla vazgeçmemiş bayan Merkel.
Başarılı bir politika hayatından sonra siyaset sahnesinden kendisine yakışır şekilde son derece mütevazi bir törenle çekilen Merkel’e tüm Almanya şöyle seslendi: Tschüss Muti! (Hoşça kal anne!)
Yazıyı okurken dün akşam televizyonda izlediğim bir programı hatırladım. Daha doğrusu progamın konuğunun bir sözünü. Vox televizyonu tüm akşamı komedyen Hape Kerkeling´e ayırmıştı. Kerkeling bu programda yeni çıkan kediler hakkındaki kitabından bölümler okumuş, moderatörün sorularını cevaplamış, yeni çıkan albümünden şarkılar söylemişti.
(Burada antiparentez belirtelim, Hape Kerkeling sadece sempatik bir komedyen değil, aynı zamanda çok yönlü bir sanatçı ve çok iyi bir yazar. Hıristiyan kökenli insanların Fransa´dan İspanya´nın kuzeybatısındaki Santiago de Compostela´ya yürüyerek yaptıkları ve “hac” dedikleri yolculuğu yapan ve bu esnadaki yaşadıklarını, düşüncelerini topladığı bir kitap yazan Kerkeling 2006 yılında çıkan bu kitabı ile yaklaşık iki sene en çok satan kitaplar listesinin başını çekti. Nasıl iyi bir yazar olduğunu kediler hakkındaki yeni kitabı ile de gösteriyor aslında. Zira ilk üç dört satırda okuyucuyu şaşırtmayı, sempatisini kazanmayı ve kitaba bağlamayı biliyor. Neyse burada parantezi kapatalım ve konumuza devam edelim).
Kerkeling dün akşamki programda maden ve sanayi merkezi olan memleketi Ruhr bölgesini çok sevdiğini söylüyor. Moderatörün “Neden?” sorusuna ise şöyle cevap veriyor: “Orası öyle bir yer ki, oradan hangi tarafa, nereye gitseniz size çok güzel geliyor.”
Şimdi bizim Erdoğan´dan canımız yandığı için mevkidaşı herkesi ister istemez onunla kıyaslıyor ve çok beğeniyoruz. Belki de Merkel sadece olması gibi bir politikacı, dürüst, rüşvet ve yolsuzluk konularına asla bulaşmamış, ülkeyi yönetirken Avrupa´daki diğer ortakları da düşünen ve uzlaşma arayan biri. Ama burada Merkel´in hakkını da yememek lazım. Gerek eğitimi, gerek karakterinin sağlamlığı ve gerekse Almanya´nın demokratik yapısı güçlü kurumlari içinde içinde böyle davranan bir politikacı çıktı. Yerine gelen Olaf Scholz´un da ben farklı davranacağını düşünmüyorum.
Bizde ise sonradan görme, eğitim durumu şüpheli, imkanını bulunca kendini saraylara atan, insanları dinle uyuşturan, milliyetçilikle aldatan bir tip söz konusu. Ama burada Erdoğan´a da haksızlık yapmamak lazım. Tüm suçu ona yükselip sıyrılmak da doğru değil. O yoldan çıkmaya başladığı zaman yol arkadaşları karakterli çıkıp uyarma cesaretini gösterememiş, muhalifler kim olursa olsun haksızlık yapamazsın diyememiş, onun yerine yesinler birbirlerini demiş, destekçileri dindar-muhafazakar kesim ise hala uyanamamış, olup bitene ineğin erkek cinsinin trene baktığı gibi bakıp desteğini sürdürüyor. Dolayısı ile, bizde diktatörlüğü besleyen bir zemin var ve bu bir türlü kurutulamıyor.
Yoruma bir komedyen ile girmişken yine bir komedyenle noktalayalım. Kerkeling ile Türkiye´de son yılların en başarılı tiplemesi olan Recep İvedik´i veya benzerlerini kıyaslayalım. Şimdi bir Kerkeling´i düşünelim, bir de Türkiye´de belden aşağı hareket ve konuşmaları komik sanan komedi anlayışını, Recep İvedik filmlerinin son bölümününde Afrikalı kabileye bayrak olarak elle temsil edilen küfür hareketini. Anlayış bu kadar.
Bukadcarda olmaz, yalakaliginda bir siniri var, ben almanyada yasayan, almanyada adaletin demokrasinin vs sizin iddia ettiginiz gibi olmadigini bilen biri olarak bunu söylüyorum, birilerin gözüne girecegiz derken abartmayin, Allaha siginin, Allahtan isteyin, Merkelden Bidenden falan degil.
Cem bey, siz yukaridaki yazinin neresinde yalakalik gördünüz?
Yazar Merkel’i anlatmis. Eksigi varsa siz tamamlayin.
Ayrica kimse Almanya yeryüzü cennetidir filan demiyor, bunun icin bir defa mevsimi müsait degil, kislari soguk oluyor.
Ama demokrasisi, insana verilen deger ve herkese esit davranma konularinda Türkiye ile kiyas götürmeyecek kadar iyi durumda.
Belki birtakim dislamalar falan diyeceksiniz. Peki, Türkiye’de veya kimligimizin Türkiye’ye bakan yönüyle biz dislamanin alasini yasamadik mi ve yasamiyor muyuz hala?
Ben Türkiye’de okula gitmis biri olarak ögretmenden dayak yedim, benim cocuklarim Almanya’da siddetten uzak büyüyor.
Ben kirsal kesim kökenli biri olarak seküler kesim tarafindan ikinci-ücüncü sinif vatandas olma duygusunu yasadim. Almanya’da Türkiye kökenli biri olarak bu duyguyu hissetmiyorum.
Sonra Islamcilar geldi, hersey bombok oldu. Birakin ikinci-ücüncü sinif vatandasligi, resmen terörist damgasi yedik.
Bizimkisi yalakalik degil. Ama eski kafa ile Türkiye güzellemesi veya Batiyi yerme de artik dogru degil.