UĞUR TEZCAN | YORUM
Çok enteresan dönemlerden geçiyoruz. Dünyanın birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkesi demokratik sistemleri ile öne çıkmış olsalar bile otoriterliğe ve faşist reflekslere daha meyilli bir çizgide ilerliyorlar. Bu ülkelerdeki aşırı muhafazakâr ve sağ hareketler ekonomik ve politik planlar geliştirerek organik bir tarzda serpilmek yerine sürekli polemik üreten, nefret söylemleri içeren, ötekileştirici ve popülist stratejilerin rüzgarından beslenen yöntemlerle yol almaya çalışıyorlar. Bu kısır döngülü çabalardan anlık tatminler yaşatan bazı kazanımlar yaşadıkça da bu yöntemlere daha bir sıklıkla tutunmaya çalışıyorlar. Strateji ve fikir üreten değil; ancak popülizm üreten siyasi hareketler kulvarına böyle girdik.
Bu tür siyasi hareketler gittikçe artan bir oranda önceki çizgilerinden bir oktav daha yukarıdan ses üreterek kendilerine alan açma telaşındalar. Görüntüdeki nota aynı ama ses frekansı iki katı daha yüksek; yani gittikçe daha bir bağnazlaşıyorlar, daha otokratik ve faşist refleksler geliştiriyorlar, daha dışlayıcı, ötekileştirici ve yabancı düşmanlığına dayalı hale geliyorlar. Sağlıklı plan ve projeler değil, sadece kavga ve nefret üreten kısa ömürlü kazanımlar üzerinde seksek oynamayı tercih ediyorlar. Halkların gerçekte ele alınması gereken sorunlarına değil, suları hep bulanık tutacak mevzuları kaşıyıp duruyorlar. Ellerine fırsat geçtiğinde rakiplerini hukuk dışı yöntemlerle ya bizzat eziyorlar ya da fırsat ellerine geçtiğinde onları hiç çekinmeden ezeceklerinin açık propagandasını yapıyorlar.
Eskiden mafya devlet düzenindeki Güney Amerika ülkeleri hor ve hakir görülürlerdi. İtalya’daki mafya hükümet ortalığa saçıldığında dünyada olay olmuştu. Şimdilerde, NATO müttefiki bir demokrasi olduğu halde kısa süre içinde otokratik, faşist ve soykırımcı bir mafya devleti haline gelen Türkiye ile benzer tiyatronun oynandığı Mısır örneklerine bakmak yaşanan değişimi anlamaya yeter. Batılı demokrasilerin gizli destekleri ile oluyor tüm bunlar.
Aynı faşist düzlemde ilerleyen mafyatik İsrail hükümetinin kendisini korumak adına başlattığı sahte savaş da bu yeni anlayışın bir meyvesi. O da sadece daha çok faşizm ve soykırım üretiyor. İsrail yıllarca Ortadoğu’nun tek demokrasisi denilerek övülen bir ülkesi idi. Ancak yolsuzlukları ve faşist eğilimleri ile bilinen kullanışlı Netanyahu hükümeti kısa bir süre önce suçlarını örtbas etmek ve zayıflayan gücünü pekiştirmek için adalet sistemini kontrolü almaya çalıştığında gelişmiş dünya bunu izledi. İç dengeler buna müsaade etmeyince de bu sefer tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, bir savaş tiyatrosu oynanmaya başlandı Aynı Batılı çevreler buna hem geçit hem de destek verdiler; Erdoğan’a ve Sisi’ye verdikleri gibi.
Aynı şekilde, daha geçen yıla kadar Bolsonaro başkanlığındaki Brezilya, baskıcı ve ötekileştirici yöntemlerin hâkim olduğu aşırı sağ bir çizgide ilerliyordu. Macaristan’da ise Başbakan Viktor Orban yönetimi benzer tavırlar sergiliyor; gücü tekelleştiren ve göçmen düşmanlığını kaşıyan bir faşizm takip ediyor. Polonya’nın Hukuk ve Adalet Partisi de yargı bağımsızlığını zayıflatacak, medya özgürlüğünü kısıtlayacak, alt grupları ezecek faşist uygulamalar takip ediyor. Filipinler’deki Rodrigo Duerte hükümeti ise, “uyuşturucu ile savaş” bahanesi adı altında yargı dışı cinayetler işliyor ve gazetecileri ve siyasi rakiplerini bahaneler üreterek öldürüyor.
Rusya ve Çin, zaten bildiğiniz gibi sosyalist faşizm şeklinde özetleyebileceğim baskıcı yöntemleri ile soykırımlara devam ediyorlar.
Şimdilerde bu trene yine bir demokrasi olarak bilinen Hindistan da eklendi. Başbakan Modi yönetimindeki hükümet 2014 yılından beridir ‘Hindutva’ denilen Hindistan milliyetçiliğini ve Müslüman ve Hristiyan düşmanlığını kaşıyarak ülkeyi bir soykırımın ve siyasi intiharın eşiğine getirdi. Bunların haricinde, demokrasinin göbeği diyebileceğimiz birçok Avrupa ülkesinde ötekileştirici nefret dili kullanan aşırı sağ partiler hızla güç kazanmaya devam ediyorlar ve Rusya ve Çin ile olan bağlarını ve bağımlılıklarını ise gittikçe artırıyorlar.
Artık dünya genelinde belli odaklarca hızla inşa edilmeye çalışılan, yönetilmesi ve maniple edilmesi daha kolay olan bir otoriter devlet anlayışı, “evi” (belki de dünya düzeni) inşa edilmeye çalışıldığını daha net bir şekilde görür hale geldik. İşte bu yeni ve endişe verici gelişmelerin çatı katı da demokrasinin en zirvede temsil edildiği Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanıyor son yıllarda.
Daha önce, eski Başkan Donald Trump ile ilgili birkaç yazı yazmış ve onun temsil ettiği siyasi çizginin Amerikan demokrasisi üzerinde yapabileceği yıkıcı tahribatı ele almıştım. Ayrıca bunun dünya genelindeki bazı siyasi yansımaları konusundaki endişelerimi dile getirmiş ve Trump’ın işlediği suçlar ve kalkıştığı demokrasiyi baltalama eyleminden ötürü neden net bir şekilde yargılanması gerektiği üzerinde durmuştum.
Şimdi geldiğimiz noktaya bakın!
Amerikan adalet sistemi belli odaklarca desteklenen Trump’ın karıştığı suçlar üzerine hakkıyla gidemedi. Bundan birkaç ay evvel açıklanan mahkeme sonuçlarından çıkan cezalar Trump’ın yeni adaylığının baskısı altında çoktan ezildi bile ve uygulanamıyor! Demokrat Parti de Cumhuriyetçi parti de Biden ve Trump dışında kaliteli bir aday çıkaramadı ve siyaset yine popülizme esir oldu. Cumhuriyetçi parti, artan ‘Trumpçılığa’ esir olmuş görünüyor. Trump’a rakip olarak ortaya çıkan adaylar iyi ‘Trumpçılık’ oynayamadıkları için eleniyor, bir noktaya yükselenler ise o rolü iyi oynayabildiklerinden…
Trump ve çevresi son birkaç yıldır çok açık bir şekilde Başkanlığı tekrar aldıklarında Trump’ın suçlarından aklanacağını, kendisine dokunulmazlık verileceğini ve daha da tehlikelisi bunlar bir daha yaşanmasın diye FBI, Adalet sistemi ve CIA gibi kurumlardan başlayarak bir temizliğe başlayacaklarını doğrudan ve dolaylı yollarla açık ediyorlar. Trump’ın tabanını getirdiği nokta, diğer faşizme kayan ülkelerdeki kıvama çoktan gelmiş durumda. Yaşanacak bir temizliğe Türkiye’deki taban gibi ‘eyvallah’ diyecek ve bundan nemalanma yarışına girecek bir kadro halihazırda oluşmuş durumda Trump’ın etrafında. Benzer bir travma yaşayan Ergenekon terör örgütünün bugün Türkiye’de İslamcı Erdoğan hükümetini kullanarak yaptığı temizliğin ardındaki psikoloji ile bu anlattığım tehlikeli refleks aynı kaynaktan besleniyorlar.
Geçtiğimiz günlerde Trump ile yaptığı tartışmada itibarı diplere vuran, sağlık durumu çok kötü durumda olan Başkan Biden’in adaylığı bırakmama konusundaki ısrarı ve Trump’ın başkan adaylığının tescilleneceği Cumhuriyetçi kongreden sadece birkaç gün önce bir suikast saldırısından kulağından yara alarak kurtulması ve bunu gecikmeden hemen bir kahramanlığa çevirmesi endişe ile takip edilmesi gereken gelişmeler.
İnsanı da insanlığın gerçek ihtiyaçlarını da hiç dikkate almayan, sadece zenginin daha da zenginleşmesine, gücün iyice tekelleşmesine ve buna hizmet edecek otokratik eğilimlerin iyice filizlenip palazlandırılmasına dönük bir siyasi anlayış, karanlık bir felaket gibi her yanı sarıyor. Bu hastalıklı anlayış bir salgın gibi yayıldıkça da ardında daha çok mafyatik yönetim, yıkım, göç, yolsuzluk, hırsızlık, güç tekeli, savaş, soykırım ve kan bırakıyor.
Hadislerde ifade edilen; insanların birbirlerine, sebeplerini bilmeden saldırıp öldürme yarışına girecekleri o fitne dönemlerinin bataklığında debelenip duruyoruz. Bu noktalara işte bu tarz siyasi anlayışlar ve projeler ile geldik. Bu hengamede bir tutam ve cılız imanımız ve vicdanımız ile hakka, adalete ve geleceğe tutunmaya çalışıyoruz. İnsanlık tıpkı zombiler gibi bu tür liderlerin peşine takılmış bilinçsiz sürüler gibi ilerleyip gidiyor.
Bakalım bu dünya daha nelere gebe!
Anlaşılmıştır ki siyasetçiler ülkelerin kaderini elinde tutmaktadır. Ancak şu da bir gerçektir ki kaliteli ve dürüst insanlar, siyasetin tabiatı itibariyle siyasetten uzak durmaktadırlar. Dolayısıyla kaliteli insanların siyasete girmesi teşvik edilmeli ve siyasetin insan kaynaklarıyla ilgili düzenlemeler acilen ele alınmalıdır. Yoksa yolsuz kişilerin eline kalan siyaset dünyayı gerçekten bir felakete sürükleyecektir.