Trump düğmeye basarsa!

HABER-YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN, WASHINGTON, Tr724

Bir önceki yazımda Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın Wikileaks’ta yayınlanan e-maillerinden hareketle ‘Erdoğan rejiminin ABD yapılanmasına ve icraatları’na yakından bakmıştık.

Bazı okurlarımız ‘bu kadar uzun bir yazıyı kim okuyacak?’ tepkisi gösterse de konuların hakkını verebilmek adına ‘malzemeden çalmamaya’ gayret ediyorum.

O yüzden peşinen söylüyorum; yine uzun bir yazı okuyacaksınız.

ERDOĞAN’IN ‘DOSTLARI’ TRUMP’IN ‘TERÖRİST LİSTESİ’NE NEDEN GİRDİ?

Türkiye son iki haftayı yerel seçimler ve sonuçlarını tartışarak geçirdi. Benim bu yazıyı yazdığım saatlerde İstanbul seçimlerine dair karmaşa sürüyordu.

Gerçi ortada bir karmaşa yok. Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu seçimi kazandı. Ancak Erdoğan rejimi rant kapısı olarak baktığı İstanbul’u vermiyor.

Bir başka ifadeyle seçimi kaybetmesine rağmen koltuktan kalkmıyor.

İstanbul seçimlerinin iptali tartışması başlamadan önce yazdığım yazıda (http://www.tr724.com/gecersiz-oy-bahane-amac-secimi-iptal-ettirmek) Erdoğan’ın oyun planını anlatmıştım. Neyse ki Erdoğan ‘öngörülebilen bir siyasetçi’ ve bizi yine yanıltmadı.

Öte yandan Türkiye yerel seçim tartışmasında iken ABD’de önemli bir karar geldi. ABD Başkanı Donald Trump 8 Nisan’da İran’ın Devrim Muhafızları Örgütü’nü ‘yabancı terör örgütleri’ listesine aldığını ilan etti.

Trump yazılı açıklama ile “Kudüs Güçleri dahil İran Devrim Muhafızları Ordusunu göç ve tabiiyet yasasının 219’uncu bölümü kapsamında yabancı terör örgütü olarak tanıma planını resmen ilan ediyorum” dedi. ABD Başkanı ayrıca ‘İran’ın sadece teröre destek veren bir devlet olmadığını, aynı zamanda aktif olarak terörizmi bir devlet işi olarak destekleyip finanse ettiğini’ iddia etti.

Dahası “Devrim Muhafızları Örgütü ile iş yapmanın, destek sağlamanın riski ortada. DMÖ’ye destek verirseniz terörizmi finanse etmiş olursunuz” uyarısını da yaptı. Bu açıklamada yer alan ‘terörizmi finanse etme’ ifadesinin altını çizmekte fayda var.

Karar geçen hafta itibariyle yürürlüğe girdi ancak ‘nasıl uygulanacağı’ hala tartışılıyor. Çünkü İran Devrim Muhafızları Örgütü İran ekonomisinin önemli bir parçası. İran’la iş yapan her ülkenin yada özel şirketin yolu bir şekilde İran Devrim Muhafızları ile kesişiyor.

ABD Dışişleri Bakanı Pompeo “Devrim muhafızları ordusu kendisini meşru askeri bir organizasyon gösteriyor ancak tüm dünyada terör kampanyalarını organize ediyor, planlıyor ve destekliyor.” diyerek Beyaz Saray’ın politikasını özetliyor.

Peki bu kadar Türkiye’yi ne kadar ilgilendiriyor? Başta Erdoğan’ın kendisi olmak üzere AKP kurmaylarının söz konusu kararla ilgisi ne ? Erdoğan ve yakın halkası bu karardan nasıl etkilenecek?

Bu sorulara cevap bulabilmek için biraz geriye gidip operasyonlara, iddianamelere ve dava dosyalarına bakmakta fayda var.

BEYKOZ’DAKİ VİLLA’DAN ÇIKAN ÖRGÜT

İstanbul polisi 17 Ocak 2000’de Beykoz’da bulunan bir villaya operasyon düzenledi.

Uzun namlulu silahlarla yapılan ve neredeyse televizyonlardan canlı yayınlanan bu operasyonun sonunda Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu ölü ele geçirilirken örgüte dair çok sayıda doküman ele geçirildi.

Hizbullah militanlarından bazıları polisle çatışırken bir kısmı da örgüte ait arşivi banyo küvetinde yakmaya çalışmıştı. Yine de hatırı sayılır miktarda dökümana ulaşıldı. Operasyonda ele geçirilen belgelerin analizi sonrasında Tehvid-Selam ve Kudüs Ordusu’na dair bilgiler elde edildi.

Söz konusu arşivlerde örgütün cephaneliklerine dair bilgiler de vardı.

Çalışmayı derinleştiren İstanbul polisi Türkiye’de işlenen birçok siyasi suikastin arkasında bu yapının olduğunu belirledi. ‘Umut operasyonu’ adı altında yürütülen çalışma ile Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri gibi suikastların ardında bu yapılanmanın olduğu ortaya çıkartıldı.

Sanık ifadelerine göre Selam Tevhid örgütü İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü tarafından destekleniyordu.

Ankara DGM savcılarınca hazırlanan 2000/111 sayılı iddianameye dayalı olarak yapılan yargılama sonucunda Abdülhamit Çelik 12,5 yıl hapis cezası aldı. Ancak AKP hükümetinin 2004’te çıkardığı afla (TCK’da yapılan değişiklikle) serbest kaldı.

Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve Muammer Aksoy cinayetlerinin zanlılarından Ferhan Özmen’i yetiştiren, aynı zamanda 1998’de İran istihbaratının talimatı ile İstanbul’daki Suudi/Amerikan Bank’ı bombalayan Hakkı Selçuk Şanlı da 12,5 yıl hapis cezası aldı.

Ancak o da Çelik gibi AKP’nin TCK düzenlemesi ile serbest kaldı. (Hakkı Selçuk Şanlı ismi aklınızın bir köşesinde dursun)

AKP NEDEN BU KADAR RAHATSIZ OLDU ?

Özellikle 17 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası gündemden düşmeyecek olan Tevhid Selam Örgütü’ne dair süreç ‘eşinden şiddet gördüğünü söyleyerek’ emniyete başvuran Kamile Yazıcıoğlu’nun ifadeleriyle başladı. İddiaya göre Kamile Yazıcıoğlu eşi Hüseyin Avni Yazıcıoğlu ile şiddetli geçimsizlik yaşıyor, şiddet görüyordu.

Akabe Vakfı çalışanı Kamile Yazıcoğlu 4 Mart 2011, 6 ve 25 Nisan 2011 ve 23 Ocak 2012 tarihlerinde uzun ifadeler verdi. Selam Tevhid iddianamesine göre Yazıcıoğlu kocasının ajanlık faaliyetleri yaptığını iddia ederek irtibatta olduğunu iddia ettiği İranlı diplomatlar ve kamu görevlileri hakkında detaylı bilgiler getirdi.

İddianameye göre Hüseyin Avni Yazıcoğlu’nun laptopunda İsrail  Konsolosuğunun yakın plan ayrıntılı krokileri, Halkalı’da bulunan Nükleer Araştırma Merkezinin krokisi, Amerikan Konsolosluğu’nun uydudan çekilmiş fotoğrafları bulundu.  Dosyalar şifrelenmişti.

Yine iddianameye göre Avni Yazıcoğlu Malatya Kürecik Füze Üssüyle ilgili keşif çalışmaları, kamu görevlileri ile irtibat kurarak sızma, bilgi toplama ve istihbarat amaçlı çalışmalarda bulunduğu tespit edildi. Kamile Yazıcıoğlu’nun getirdiği usblerde yer alan ‘faaliyetlerden.doc’ isimli dosyada ABD İstanbul Başkonsolosluğuna dair keşif çalışması vardı.

Ayrıca bir başka exell dosyasında ‘Türkiye’de faaliyette bulunan yabancı sermayeli firmalar listesi’ vardı. Listelerde Amerikan ve İsrail şirketlerine dair bilgiler yer alıyordu.

Polisin çalışmasına göre Avni Yazıcıoğlu’nun keşifler için görevlendirdiği Engin Bilgin bir dönem AKP  Çatalca teşkilatında çalışmış bir isimdi. Üstelik Erdoğan’ın şahsen tanıdığı bir yöneticiydi. Nitekim 20 Kasım 2015’te akciğer rahatsızlığından sonra hayatını kaybettiğinde tabutan omuz verenlerin arasında bizzat Erdoğan’ın kendisi vardı. (http://www.hurriyet.com.tr/cumhurbaskani-erdogan-catalcada-arkadasinin-cenaze-namazina-katildi-40016552)

BOMBANIN ARDINDAN ÇIKAN ŞOK İSİM

26 Mayıs 2011’de İstanbul Etiler’de bulunan Koç köprüsü altında patlayan bomba ile biri polis 8 kişi yaralanmıştı.

Olayın Etiler Polis okuluna çok yakın bir yerde olması nedeniyle hedefin polis olduğu sanıldı ancak Dışişleri Bakanlığı’nın raporuna göre hedef İsrail Başkonsolosluğuydu. Soruşturma derinleşince İranlı Rızazade Metin’e ulaşıldı. Metin’in patlayıcıyı Fındıkzade’de bir iş hanından temin ettiği sonra da eylem gününe kadar sakladığı belirlendi.

İşin ilginci, Metin’in patlayıcıyı aldığı Karagül İş Merkezi’ndeki ‘Sena Dental’ın sahibi Abdulhamit Çelik’ti. Abdulhamit Çelik kimdi ve önemi neydi diye merak ediyorsanız yazının girişine geri dönüp bakmanızda fayda var.

İpin ucu çekildikçe daha önce Hizbullah operasyonu ile ulaşılan isimlere çıkılıyordu.

Çelik’i takip eden polis Selam Tevhid Kudüs Ordusu’nun kurucularından Hakkı Selçuk Şanlı’ya ulaştı. Şanlı ismini de ilk bölümden hatırlayın. Şanlı ve Çelik’le birlikte Sayed Ali Akbar Mir Vekili ve ismi tespit edilemeyen 4.bir kişinin bürokrasi ve AKP hükümeti ile yakın ilişikleri tespit edilecekti.

Hakkı Selçuk Şanlı ile Ali Akbar Mir Vekili arasında özel hat olduğu soruşturma aşamasında ortaya çıktı. Telefon tapelerinde yer alan dökümlere göre Mir Vekili halen cezaevinde bulunan Ferhan Özmen ve diğer Selam Tevhid sanıklarıyla onların ailelerine Şanlı üzerinden maddi yardımda bulunuyordu.

Mir Vekili’nin telefon görüşmeleri bahsine girince işin içinden çıkılamıyor.

Çünkü söz konusu bu şahsın irtibatta olduğu kişiler AKP hükümetinin üst yönetimi. En başta da Erdoğan’ın kendisi ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan. Sık sık Türkiye’ye gelen Mir Vekili’nin AKP milletvekili Faruk Koca ve Hakan Fidan ile görüştüğü iddia ediliyordu.

Vekili’nin görüştüğü isimler arasında İHH başkanı Fehmi Bülent Yıldırım’da vardı.

Vekili her kimse önemli bir kişiydi çünkü 2012 Kasım’ında Erdoğan’ın Dolmabahçe’deki çalışma ofisinde görüldü. Dönemin İran Meclis Başkanı Ali Laricani Türkiye ziyaretindeydi ve Dolmabahçe’de Erdoğan ile 2 saat görüştü.  Görüşme devam ederken MİT müsteşarı Hakan Fidan Başbakanlık ofisine geldi.

Bu noktada Mir Vekili’nin telefon kayıtlarını takip eden istihbarat birimleri ilginç bir tablo ile karşılaşıyor; Mir Vekili, Türkiye’deki önemli adamlarından Hakkı Selçuk Şanlı’yı arıyor ve Dolmabahçe ofisine çağırıyor. Görüşme kayıtlarına göre Mir Vekili toplantıya Fidan’ın da katılacağını söylüyor.

Erdoğan ve Laricani Suriye krizi ve Patriotların yerleştirilmesi konularını görüşürken bu isimlerin de Dolmabahçe’de olmaları üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.

Mir Vekili ve ekibinin Türkiye’yi yakından ilgilendiren  dış politika konularına dahil oldukları tek toplantı Erdoğan’ın Dolmabahçe’de yaptığı görüşme değil.  23 Ekim 2013’te beraberindeki bir heyetle Türkiye’ye gelen Mir Vekili, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan ile görüştü.

Ankara’da oldukları dönemde ise bizzat MİT tarafından korundular.

Mahkeme kararıyla yapılan dinlemelere yansıyanlara göre Erdoğan ile görüşmek istiyorlar ve Faruk Koca’nın devreye girmesiyle bu toplantı ayarlanıyor. 25 Ekim 2013’te Ankara Keçiören’de Erdoğan’ın evinde bir görüşme yapılıyor ve ardından MİT’e ait bir uçakla Türkiye’den ayrılıyorlar. Mir Vekili ve heyetinin Türkiye girişleri gözükürken MİT’in uçağıyla çıkışlarına dair bir kayıt bulunamıyor.

Bir gün sonra ise ilginç bir şey oldu; Erdoğan bir dizi açılış için Van’daydı ve konuşmasında “ Suriye’de ben yüz yirmi bin dedim, dün İran’dan gelen bir dost dedi ki ne yüz yirmisi yüz elli bin, yüz elli bin insan öldü.” diyerek bir gün önceki görüşmeye işaret etti.

DÖRT AYAKLI YAPILANMA

17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası üzeri kapatılan Selam Tevhid dosyasına göre örgütün 4 ayaklı bir yapılanması vardı.

1.Grubun lideri İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun Türkiye yöneticilerinden Naser Ghafariydi. Avni Yazıcıoğlu bu ekipteydi. Bürokrasiye eleman kazandırılması, milletvekili ve bürokratların fişlenmesi, askeri ve istihbari noktaların tespiti ve yabancı ülke temsilciliklerinin keşfi bu grubun işiydi. 2. grupta yine Naser Ghafari’nin sorumluluğunda siyasal İslamcı çevrelerden Burhan Kavuncu ve Hasan Kanaatlı gibi isimler vardı. Bu kişilerin hedefi İran’ın çıkarları doğrultusunda kamuoyu oluşturmaktı. 3. grup ise İran  Devrim Muhafızı generallerinden S. Ali Akbar Mir Vekili kontrolündeydi. Bu grup AKP’nin tepe kadrosu ile irtibattaydı.

Dosyaya göre İstanbul Ataköy’de ayarlanan ‘kamuflajlı evler’ buluşmalar için kullanılıyordu. Üçüncü grupta yer alan isimlerin telefon kayıtlarında sürekli ‘emin’ kod adlı birinden bahsetmeleri, Mir Vekili’nin ‘Emin’ kod adlı kişiden Türkiye’nin Suriye politikası hakkında bilgiler alması, bakanlar kurulunda konuşulan hususları öğrenmesi, Türkiye’ye giriş çıkışta kayıt tutulmaması gibi dikkat çekiciydi. ‘Emin’in kimliği ile ilgili çok spekülasyon yapıldı, Fidan’ı işaret ettiği iddia edildi ancak dosya 17 Aralık sonrası kapatıldığı için netleştirilemedi.

4.grupta ise Hüseyin Muktediri, Ali Kıasat Far ve Hasan Şabani gibi isimler vardı. Bu isimlerin İran istihbaratı adına Türkiye’deki 5.kol faaliyetlerini koordine ettiği değerlendiriliyor.

Selam Tevhid dosyası özetle böyle.

Soruşturma devam ederken 17-25 Aralık operasyonu oldu ve Türkiye alt üst oldu. Erdoğan operasyonu kendisine yönelik bir darbe girişimi olarak tanımladı ve poliste tasfiyeye girişti. Tasfiyeler bu operasyonu yapan birimlerle sınırlı kalmadı.

234 KİŞİ NASIL 7000 KİŞİYE DÖNÜŞTÜ ?

Operasyonel birimler tümden değiştirildi, süren dosyalar kapatıldı.

Aynı şey yargıda da yapıldı.  Özellikle ‘bazı dosyaların’ temizlenmeye çalışıldığı net olarak görülebiliyordu. Mesela 17 Aralık operasyonunu yapan polislere yönelik hazırlanan 621 sayfalık iddianamenin 300 küsür sayfası Selam Tevhid dosyasından bahsediyordu.

AKP hükümeti 17 Aralık polislerine yönelik operasyona kamuoyu desteği bulabilmek için büyük bir yalana başvurdu.

Şöyle ki; Selam Tevhid dosyası kapsamında mahkeme kararıyla dinlenen 234 kişi vardı. Bunların da büyük bir kısmı İranlıydı. Ancak Erdoğan yönetimindeki Havuz medyası hep bir ağızdan on binlerce kişiyi dinlemişler manşetleri ile çıktılar. Daha sonra bu rakam 7 bine çekildi ama hızını alamayan bazı yandaşlar ‘milyonlarca kişiyi dinlediler’ korusu kurdu.

Dinlenen isimler arasına kamuoyunun yakından tanıdığı sanatçılar, gazeteciler ve akademisyenlerde eklenince infial oldu. Kimse dosyanın içeriğine bakmadan ‘bunlar herkesi dinlemiş’ söylemine kapıldı. Hatta başta Abdulkadir Selvi ve İbrahim Karagül olmak üzere yandaşlar ‘Hepimizi İran ajanı  diye tutuklayacaklardı’ diye yazdı.

Bir sonraki adımda ‘tüm bu dinlemelerin ardında İsrail var’ denilerek ‘İslamcı mahalleye’ adrese teslim bir mesaj yollandı. Böylece Gülen Cemaatine yönelik operasyonlara karşı çıkma ihtimali olan İslami kesimler frenlendi.

Geriye dönüp o günlerin medyasına yakından bakıldığında Erdoğan rejiminin medya eliyle psikolojik harp yapma konusunda çok başarılı olduğunu görmek mümkün.

Çünkü çoğunluğu İranlı 248 kişi için alınan dinleme kararını aralarında sanatçıların ve Gezi Parkı eylemcilerinin de olduğu binlerce kişinin dinlendiği şekline dönüştürüp bunu topluma kabul ettirmek herkesin harcı değil.

Oysa ki Selam Tevhid soruşturması Devrim Muhafızları Örgütü’nün Türkiye faaliyetlerinin sadece bir kısmını kapsayan bir operasyondu. Buna rağmen hem Erdoğan hem AKP kurmayları hemde Havuz medyasından bu çapta gürültü çıkması düşündürücü.

Acaba oraya çıkmasından korktukları ne vardı ? sorusu makul bir soru çünkü 17 Aralık operasyonunu yapan polislere bile bu dosyayı yamadılar. Havuz’un üzerinde en çok kampanya yaptığı başlık buydu.

TÜM YOLLAR AYNI İSİMLERE ÇIKIYOR

Önce şu hatırlatmayı yapayım; Uğur Mumcu cinayeti dahil bir çok cinayetin içinde Selam Tevhid örgütündeki kişilerin olduğu 3 Yargıtay kararı ile kesin.

Yani dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Zaten üç kişi yetiyor örgüt olmak için 4’üncüye gerek yok, 3 kişi yetiyor. Selam Örgütü’nü kurdular, ne diyorlar giderken Selamun Aleyküm diyorlar, o da kabul ederken ve Aleyküm Selam diyor ve al sana bir örgüt. Böyle bir saçmalık olur mu?” ifadesi hilafi hakikat.

Ayrıca AKP kurmayları ‘böyle bir örgüt yok’ derken Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ‘aranan teröristler’ listesinde yer alan Oğuz Demir’in isminin karşısında ‘Tevhid-Selam Kudüs Ordusu’ yazıyor.

Gelelim kesişim kümesine; Selam Tevhid’de karşımıza çıkan üç isim; Levent Balkan, Hakkı Selçuk Şanlı ve İranlı general Mirvekili 17 Aralık dosyasında da varlar. Hatta Mirvekili ile Hakkı Selçuk Şanlı arasında (Mayıs 2013) geçen bir telefon görüşmesine göre Mirvekili Zarrab’ın babası Hüseyin Zarrab’la çok yakın.

17 Aralık sürecinde adını çok duyduğumuz Babek Zencani ise yine İran Devrim Muhafızlarının ‘yetiştirdiği’ isimlerden.

Zencani İran Merkez Bankası Müdürü Mohsen Nourbakhsh’ın şoförüydü ama İran Devrim Muhafızları tarafından ‘uluslararası iş adamı’na dönüştürüldü. Zarrab gibi ambargoyu delme görevi yaptı. Milyarlarca dolar servete ulaştı. Bir ayağı Türkiye’de olan 60’dan fazla şirketin dahil olduğu bir imparatorluk kurdu.

Erdoğan rejiminin polis ve savcıları tutuklayıp dosyayı kapattırdığı Selam Tevhid soruşturmasının kilit ismi İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü yapılanmasının generallerinde Ali Ekber Mirvekili ismine Amerika’daki dava sırasında da rastladık.

Miami’de yakalandıktan sonra savcıyla anlaşıp tanık olan Zarrab’ın anlatımlarına göre Zarrab doğalgaz paralarının aklanmasından, Mirvekili ise petrol ticaretinden elde edilen paraların aklanmasından sorumluydu. Bir başka ifadeyle Mirvekili İran’ın petrol satışı ve paralarının Türkiye üzerinden döndürülmesi ile ilgileniyordu. Bunun için en çok görüştüğü kişi ise eski Halkbank yöneticisi Levent Balkan’dı.

İdeolojik olarak İran’a hayli yakın olan Balkan, gerek Mirvekili gerekse de Hakkı Selçuk Şanlı’ya sürekli tüyolar veriyordu.

Mirvekili’nin Türkiye’de yakın ilişkide bulunduğu bir diğer kişi de işte bu Faruk Koca idi. Öyle ki telefon tapelerine yansıyanlara göre Mirvekili Erdoğan’ın Obama ile yaptığı görüşmenin detaylarını bile öğrenebiliyordu. Mirvekili ile AKP’liler arasındaki yoğun ve sıcak ilişkiye dair en önemli örneklerden birisi 2012 aralığında yaşanmıştı.

Dönemin enerji bakanı Taner Yıldız Erbil’de yapılan petrol konferansına gidiyordu.

Ancak Bağdat yönetimi uçağın inişine izin vermedi. Bakan Yıldız’ın uçağı Kayseri’ye inmek zorunda kaldı. Bu esnada Faruk Koca’dan Mirvekili’nin cep telefonuna ‘Emin abi size söylememi istedi’ notuyla bir mesaj iletildi. Mirvekili’nden devreye girmesi ve bakanın uçağının Erbil’e inişine izin verilmesi isteniyordu. Buradaki Emin her kimse Faruk Koca onun referansıyla Mirvekili’ne ricacı olmuştu.

İsimler, tarihler, ifadeler kafanızı karıştırmış olabilir.

Ancak en basite indirgenmiş haliyle anlatmaya çalıştım. Üstelik başka bir yerde bunları okuma imkanınız yok çünkü Erdoğan rejiminin kontrolündeki Türk medyasına göre Selam Tevhid diye bir örgüt yok.

Her taşın altından çıkan Mirvekili gibi isimlerde ‘iş-devlet adamı’.

Fakat ABD tarafındaki hava farklı.  İran Devrim Muhafızlarına yönelik karar dostlar alışverişte görsün türü değil. Dahası bu dosyanın Türkiye’yi ve özellikle Erdoğan’ı yakından ilgilendiren boyutları var.

Unutmamak gerekir ki Reza Zarrab ellerinde ve ‘anlatmaya çok istekli’.

Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın Pazartesi günü Washington’daki Türk-Amerikan Konseyi (ATC) toplantısında “ Amerika’nın Türkiye’yi müttefik ve dost olarak kaybetme lüksü yok.” dedi ama iki başkenti yakından takip eden kaynaklar bir yol ayrımına gelindiğini ve Trump yönetiminin düğmeye basabileceğini söylüyorlar.

Eğer o aşamaya geçilirse Türkiye’de kapatılan Selam Tevhid dosyası tıpkı 17 Aralık gibi yeniden açılabilir.  O dosyanın kapağı açıldığında karşımıza nelerin çıkabileceğini tahmin etmek zor değil.

Ben Kalın’ın yerinde olsam “ABD’nin Türkiye’yi kaybetme lüksü yok’ rahatlığı içinde olmazdım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Önceki haberler bu kadar net değil. Teşekkürler.
    Tek sorun Velioğlu’nun sadece öldürülmesi, çok garip bir operasyondu. Diğerleri sağ yakalandı. Hala aklımda soru işareti var.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin