TRT’nin tarih dizilerini izleyen 3 gencin ‘ibretlik’ hikayesi!

M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME

Kendini yetkin görenler, bugüne kadar TRT’nin tarih içerikli dizilerini tarihi gerçeklik ya da sanat kalitesiyle eleştirmeye çalıştı. Bu dizilerin ortalama Anadolu insanının dünyasındaki etkileriyle hiç ilgilenmediler. Bu dizilerin hayatları nasıl değiştirdiğinin üzerinde pek durulmadı. Ben bugün bu değiştirdiği hayatlardan kesitler sunmaya çalışacağım.

Televizyon izleme özürlüyüm. Bunu baştan söylemeliyim. Bundan dolayı TRT’de yayınlanan tarihi kutsayan dizilerin neler olduğuna ilişkin bir yorum yapmam dizi izleyenlere saygısızlık olur. Böyle bir şeyi yapmaya kalkarsam aynı zamanda cehaletimi de ortaya koyar. Bundan dolayı “Şu şu isimli diziler!” diyemeyeceğim.

Bu ülkede ve bu toplum içinde yaşıyorum, iş yapıyorum. Etrafımda her düşünce ve inançtan insan var. İktidarı destekleyenler olduğu gibi Beştepe Sarayı’nda oturandan nefret edenler de mevcut. İslam’ın her “fraksiyonundan” insan olduğu gibi, inançsızından deistine, agnostiğine kadar her türden insanla temasım oluyor.

Bu insanlarla sadece iş ilişkim olmuyor, kimi zaman oturup farklı konularda sohbetler de ediyoruz. Eski mesleğim gazetecilikten gelen bir alışkanlığımdan olsa gerek dinlemeyi daha çok seviyorum. Mesleğe ilk başladığım yıllarda dinlemek, sorduğum sorunun cevabını alırken yapmam gereken bir görev gibiydi. Sonra alışkanlığım oldu.

Zaman içinde fark ettim ki öğrendiklerimin üç temel ayağı vardı. Biri okumak, öteki dinlemek, üçüncüsü de görmek idi. Şimdi yeni mesleğimde de dinlemeye ve karşımdakini daha çok konuşturmaya devam ediyorum. Çok da işime yaradığını itiraf etmeliyim.

BU TOPLUMUN CAHİLLİĞİNİ HAFİFE ALDILAR

TRT, Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin en etkili propaganda aracına dönüşmeye başladığı dönemlerde muhalif arkadaşlarla konuşmalarımızı hatırlıyorum. Kimi içeriğinin tutarsızlığından dem vurup bunların saçmalıklarını anlatmaya çalışıyordu, kimileri yapımlardaki teknik kusurları anlatıp bu dizilerin tutmayacağını ileri sürüyordu.

Kendilerini çok bilgili sanan bu arkadaşlar, sıraladıkları gerekçelerden dolayı bu dizilerin toplum nazarında bir etkisinin olmayacağına karşısındakileri ikna etmeye çalışırlardı.

Bu toplumun cahilliğini hafife almak çok büyük hata idi.

Comte de Lautréamont takma adını kullanan Fransız yazar Isidore Ducasse (1846-1870) adı çok bilinmez. Çok kısa ömrüne sığdırdığı eserleri arasında “Maldoror’un Şarkıları” dışında ötekilerinin hepsinin ilk basımlarını hep kendi parasını verip yayınlattığı kayıtlarda yer alır.

C. De Lautréamont Hıristiyan olduğu için örneği kendi toplumundan vermiş ve “Yeterince hırsızlık yaparsan çaldığın paralarla seni aziz ilan edecek bir kilise satın alabilirsin!” dediği ifadesi, tarihi bize anlatmakta muhteşem bir söz.

Yeterince para çalanlar, yalnız kendilerini aziz ilan edecek kiliseyi değil, tarihi de dini de satın aldılar. Ben günümüzden örnek vereyim, siz onu daha yukarılara çıkarabilir veya tarihin derinliklerine uzatıp örneklendirebilirsiniz.

17-25 Aralık döneminde rüşvet olaylarıyla kamuoyunda adı duyulan işadamı Mehmet Cengiz, millete küfrettiği günlerde Marmara İlahiyat Fatültesi binasını yaptırmış, “takdis edilmesinin nişanesi olarak” üniversite de bu yapıya “Mehmet Cengiz Binası” adını vermişti. Sonrasında da fakülte binasını ziyaret etmiş ve hediyeleşmelerde bulunulmuştu.

Bugün yansıyan ve geleceği belirleyen bir yönü olmasa “yeterince hırsızlık yapanların” tarihi satın almalarına da ses çıkarmamak mümkün. Ne var ki tarihi çalıp bambaşka bir dünya kuranlar, dönüp toplumun geleceğini de belirliyorlar.

HAYATI KARARTILMIŞ 3 GENÇ

Halen yapmakta olduğum işle ilgili temaslarım sırasında geçtiğimiz haftalarda bir gençle ve ailesiyle tanıştım. Babası, amcası ve yengesiyle birlikte gelmişlerdi. Benim de onların da vakti müsaitti. Genç, daha 30’una varmamıştı. Yüzü ve gözlerinin anlattığıyla sergilenen kişiliği arasında bir bağlantı yoktu.

Amcası ile daha önce de temasımız olmuştu. Yeğeni Kenan’ı ilk kez görüyordum. Ne iş yaptığını sorduğumda unlu mamuller ustası olduğunu söyleyip hayat hikayesini anlattı. Biz amcası ile arkada konuşarak yürürken Kenan, babası ve yengesiyle önümüzde gidiyorlardı.

 

Amcasının anlattıklarını dinledikçe ağzım açık kaldı. Kenan, lise yıllarında TRT’nin kahramanlık dizilerinin büyüsüne kapılmışlar. İki arkadaşı ile birlikte Trabzon sokaklarında yaptıkları sohbetlerde asker olma kararı almışlar. Üniversite sınavlarında istedikleri sonuçları alamayınca askerlik dönemleri gelince “uzman” olmaya karar vermişler. Hesaplarınca hayal ettikleri askerlik mesleğini yapacaklar, hem de para kazanacaklardı.

Uzman çavuş olduktan sonra biri Suriye’ye, Kenan ile öteki arkadaşı da Kuzey Irak’a gönderilmiş. Görev yerlerine gittiklerinde cephede yaşadıklarıyla ekranda izledikleri arasında bir bağlantı olmadığını kısa sürede fark etmişler.

Dağlarda kalmaları, uykusuzluk ve soğukla mücadele en çok zorlandıkları tarafı olmuş. Nerede ve nasıl saldırıya uğrayacağını bilmemek, Kenan ve arkadaşının ruhunda derin yaralar açmış. Önce içlerindeki kopmaya başlayan fırtınayı birbirlerinden saklamışlar ama küçük yaştan bu yana hayatları birlikte geçtiği için sonunda birbirlerine açılmışlar.

Böyle olmayacağına karar verip nasıl uzmanlıktan ayrılabileceklerini konuşmaya başlamışlar. Kenan’ın arkadaşı, bacağına sıkıp sakatlanmaya karar vermiş. Kenan ayrılmak istediğini bir şekilde ailesine açmış. Onlar da ne yapabileceklerini araştırmaya koyulmuşlar.

Bu arada arkadaşı, “yaralanıp” hastaneye kaldırılmış ve tedavi sürecinin sonunda “devam edemez” raporu ile planını gerçekleştirmiş. Kenan çatışmalara girmeye devam etmiş.

Ailesi, Kenan’ın Suriye cephesine giden arkadaşının bir çatışmada hayatını kaybettiği bilgisini vermiş. Arkadaşı da “yaralanıp” giden Kenan büsbütün yalnızlığa bürünmüş ve içine kapanmış. Girdiği çatışmalarda ölmek için zaman zaman cesaret görünümlü çılgınlıklar yapmış. “Bari ailem alacağı tazminatla biraz rahatlar” diye düşünmüş. Gösterdiği başarılardan dolayı TSK’dan şilt veriliyor ve parasal ödül almış.

İçinde yaşadığı gitgeller yüzünden bir türlü “şehit” de olamamış. Bir gün hastalanıp tedavi için Türkiye’ye gönderilmiş. Hastanede yattığı sırada ailesi ziyaretine geliyor ve kurtuluş planını oğullarına anlatmış.

Kenan “iyileşmemeye” karar vermiş, doktorlar üç kez raporunu uzatmış. Sonunda Kenan, kendisi ayrılma tazminatı ödemek zorunda kalmadan uzmanlıktan ayrılmış.

YENİ OSMANLICILIK SEVDASI

Trabzon sokaklarında üç arkadaşın karar verdikleri uzmanlık maceraları, TSK’ya girmelerinin üzerinden 3 yıl geçmeden sona eriyor. Bugün biri toprağın altına giriyor, öteki hayatını fiziksel engelli olarak sürdürüyor, bir dönem ele avuca sığmayan Kenan ise ebeveyninin gözü önünde “yaşayan cenaze” olarak hayatına devam ediyor.

Beştepe Sarayı’nda oturan zat ise “Yeni Osmanlıcılık” iddiasıyla giriştiği yolda, sadece muhaliflerin değil, kendi yandaşlarının da hayatını karartıyor.

“Büyük devlet olmak kolay mı? Şehit olmayı göze almadıkça lider devlet olunmaz” diyenlerdeniz size acımaktan başka söyleyeceğim bir şey yok. Tek bir cümle söyleyeceğim. Çevremizdeki ülkelerden Suriye “en kolay lokma” görünümündeydi. Türkiye 10 yıldır komşu topraklarında kan döküyor. Üzerine komşudan aldığı insan yükünün ise faturasını hep birlikte yaşıyoruz.

Emperyalist emellerle yöneticilerin iştahının kabartıldığı Türkiye, bugün dünden daha güvensiz, her açıdan daha zayıf ve geleceği karanlık bir ülke haline getirildi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Yani Trabzon sokakların bu insanlar gibi binlerce fedai vardır. Anadolu insanı ana rahmi gibidir. Filizlenmekten dur olmaz. Bu durumu Bilalin babası vakıf olduğundan dolayı Bilali Amerikaya Trabzonlu fedaide toprağın altına gidiyor. Bu durum hiçbir zaman değişmeyecek. Çok geçmiş olsun insanımıza. Bilalde paracıklarla oynamaya devam edecek. Merve kavakçı elçi, Trabzonlu sakat olacak. Bunu hakettiğimizi düşünüyorum. Konu cemaat ve yapılanlar değildir. Konu hem güvenilmez bir toplumuz hemde işleri sırtlayan veya basamak bir toplum olduğumuzdandır. Osmanlıda bu topluma güvenmediğinde devleti işleten tüm sistemini devşirmelerle devam edebilmiştir. Yerlere göklere sığdıramadığımız Osmanlı insanını köylü ve küçük esnaf olarak kdevam etmesinde yana olmuştur.

  2. Demek toplumlar geçmişten ders çıkarmayınca aynı acıları yaşamaya mahkum oluyor. Böyle insanlara acımalı mı? Kendine acımayana acınır mı? Bu soruları herkes kendisi cevaplamalı.
    Aslında yazarın bahsettiği durum yeni değil. Türk toplumuna has bir problem de değil. Olayı en iyi anlatan eserlerden biri Alman yazar Erich Maria Remarque´nin 1928 yılında yayınlanan “Batı cephesinde yeni bir şey yok” isimli eseri.
    Orada da da gençler okulda öğretmenlerinin özendirici anlatımları ile Birinci Dünya Savaşı´da gönüllü katılmak için başvuruda bulunuyor, cephenin kahramanlık hikayelerinde gibi olmadığını anlamaları uzun sürmüyor. Çoğu da bu heyecanı hayatları ile ödüyor.
    Hatta bu eserin yeni çekilen film versiyonu Netflix´te. Alman yapımı olarak Oscar aldı. Eserin ilk film versiyonlarından birini 1930 yılında Atatürk görmüş ve Türk halkı için sakıncalı olabileceği endişesini dile getirmiş. Daha sonra Nazilerin yaktığı eserler arasında yer almış. Bugün ise savaş karşıtı, halkı aydınlatıcı bir eser olarak klasik haline gelmiş durumda.
    Bu eser bugün Türk halkına bir şey ifade eder mi? Amaaan, kim uğraşacak onu bulup okumak için. Varlıklı kesim ise muhtemelen halka şehit eebiyatı satıp kendi evladını torpille morpille kurtarmanın yolunu bulacaktır.

  3. Film demisken, yahu bu filimler Osmanlicilik Ey kalk yigit uykudan hayalimiz degilmiydi ?
    AKP allah bir dese, Ama diyecek birileri cikacak. Bu yazilardan anladigim, Cemaat 40 yil yanlis yapmis. Yahu milliyetcilik, Osmanlicilik konusunda daha milliyetcisi mi vardi ? Kusura bakmayin halen Müslüman, Türkiye miliyetcisi, osmanliciyim. Bu öretileri AkP de yapsa elestirecek bir dursun yok.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin