Yorum | Alper Ender Fırat
Avrupa’nın bir numaralı kupasında 7. kez finale çıkmayı başaran Liverpool futbol kulübü, “Türkiye’nin bir takımı olsa ve bu başarıları bu ülke takımıyken yapsa ne olurdu” diye hep sorarım kendime. 5 kez Avrupa’nın en büyük takımı olmuş, 6.sı için yeniden sahaya çıkacak olan, üç kez UEFA kupası 3 defa Avrupa’nın süper kupasını müzesine götürmüş Dünyanın en kariyerli kulüplerinden birisi olan Liverpool bir Türk kulübü olsaydı ülkenin en az yüzde yetmişi bu takımı tutuyor olurdu. Oysa İngiliz takımı Liverpol, kendi kentinde bile vasat bir premier ligi takımı olan Everton’dan daha az taraftara sahip.
Avrupa’daki futbol kulüp taraftarlığını sosyolojik arka planlarda aramak gerekirken Türkiye’de bu konu genellikle güç ile açıklanır. Bu ülkede taraftarlık sürekli şampiyon olan üç takımdan birini tutmaktan başka bir şey değildir. ‘Hangi takımı tutuyorsun?’ sorusuna mesela ‘Göztepe’ diye bir cevap verseniz ikinci soru şu olur “büyük takımlardan hangisini tutuyorsun?”
Çünkü Türkler hep güçlü ve popüler olanı tutar. Türk taraftarının aklı şöyle çalışır: insan şampiyon olma potansiyeli olmayan, sık sık yenilen bir takımı niye tutar ki?
Ülkedeki aydınlar da kazananı seviyor
Vefa, ilkesellik, haklı olmak, azınlık da kalsa bile doğrudan yana tavır göstermek, ne olursa olsun haklının yanında kalmak, yanlışlara kararlılıkla direnmek genel anlamda Türklerin pek de sevdiği davranışlar sayılmaz. Sadece futbol taraftarı böyle değildir, ülkedeki aydınlar en az onlar kadar kazananı sever. Türk aydını güçlünün sağından pozisyon almakta, yanaşık düzene geçmekte inanılmaz başarılıdır. 15 yıl önce cımbızla çıkardıkları bir kelimeden fırtınalar koparan gazetecilerin, yazarların, editörlerin bugün iktidarın sağından nasıl hizaya girdiklerini, en muhalifinin bile Saray’ı rahatsız etmeyecek tarzda muhalefet ettiğini, Saray’ın düşman gördüklerine nasıl da ondan çok daha acımasız iftiralar attıklarını hep birlikte görüyoruz.
‘Yenildin el öp!’ öyle mi?
Ne diyordu İskender Pala 30 Mart 2014 seçimlerinden sonra “Cemaat yenildi öyleyse hükümetten özür dilesin.” Dikkat ederseniz şöyle bir şey demiyordu ‘Efendim cemaat şu davranışlarıyla hakkın, hukukun rağmına hareket etmiştir, ilkesel olarak yanlışlar yapmıştır, hükümet şu konularda kitabın, hukukun, yasaların yazdıklarına göre hareket etmiştir, bu yüzden cemaat hükümetten özür dilemeli’ falan değil, böyle bir yaklaşım yok. Yenildin el öp! Türkiye’deki genel aydın ahlakı ve anlayışına göre güçlü olan haklıdır, hak güçtedir, yenilen güçlüden özür dilemeli ve kendisini güçlünün insafına bırakmalıdır.
Ahmet Turan Alkan gibi aydın bulmak sahrada su bulmak gibidir
Bu yüzden Türkiye’de Ahmet Turan Alkan gibi fikir namusunun derdinde aydın bulmak sahra çölünde su bulmak gibidir. Alkan kamuoyuna yazdığı mektupta ne demişti: “Ben Ahmet Turan Alkan. Evet, Zaman Gazetesinde yazdım. Hiç pişman değilim. Kalemimin hakkını verdim, yolsuzluğu alkışlamadım, zalimlere yağ çekmedim. Yolsuzluğu çikolataya banıp hazmetmedim. Vaktiyle hükümetin canını sıkan yazılar yazdım. Hepsinin arkasındayım, Yazdıklarımla ve fikri duruşumla gurur duyuyorum. Zalimden af dilemeyeceğim. Boynuma dayanmış bıçağı öpmeyeceğim.”
Trendlerle, kazançlarla değil fikrinin namusuyla yaşayan ve bu uğurda zalime gerdan kırmayan bir büyük karakter.
Oysa o bıçağı yalamak için ne kadar çok insan sıraya girmişti. Koskoca adamlar, bu yaşa gelmişler, bunca kitap yazıp binlerce insanı etkilemişler, her yerde düşünce adamı diye itibar görmüş, üniversitelerde dersler vermişler birazcık zoru görünce vay efendim kandırıldım, bunların böyle olduklarını bilmiyordum gıy gıy gıy, mıy mıy mıy diye konuşmaya başladılar.
Konjonktüre göre inanç sahibi olan, trend aydınlar
Bu ülke ne yazık ki söylediği hiçbir şeyin arkasında duramayan, rüzgara göre eğilip bükülen, konjonktüre göre inanç sahibi olan, trend aydınlarıyla dolu. Yaşadığımız süreç bir çok insanın sürekli rüzgarın ne yandan estiğine bakan, gerçekte kendinden başka hiçbir kutsalı olmayan baloncuklar olduğunu gösterdi bize.
Gezi popüler olduğunda ‘Gezici’ olan, Aylan bebek popülerse çocukların yaşam haklarına karşı pek bir hassas kesilen, Kadın cinayetleri çok konuşulduğunda onunla ilgili hassasiyetlerini kamuoyunun bilmesi için elinden geleni yapan, eğer bir cani kediyi öldürmüşse ve bu her yerde konuşuluyorsa hemen hayvan haklarını aktivisti kesilen trend aydınları!
Bunlar Türkçe olimpiyatları trend iken kimsenin çekemeyeceği selfiler çekip her türlü destek mesajları atıyorlardı. Onun güçlü olduğunu düşündüklerinde kapısından ayrılmıyorlardı. Şimdi rüzgar ters esmeye başlayınca herkes birer cemaat avcısı haline geldi. Cemaate karşı en acımasız, en zalim, en müfteri bir ‘cemaatsavar’ oluverdiler. Bunların ilkesi, omurgası olmadığı için yarın şartlar değiştiğinde kendilerini yeni şartlara hemencecik uyarlayacaklardır.
Bu mıymıntı tiplerin ‘out’ trendlerle hiç işi olmaz. Kesilmiş rüzgardan ve yenilmişlerden nefret eder. Bunların bir de cemaatte büyümüşleri vardır. Bunlar da cemaat yenildi diye hesap edip kendisini cemaatten olabildiğince keskin biçimde ayrıştırmanın derdine girdiler. Çünkü aslolan kendileriydi ve batmış(!) bir geminin içinde duracak değillerdi.
Cemaat zayıflayınca da ona karşı arslan kesilenler
Hizmet’in gazetelerinde yazmış, üniversitelerinde kürsü işgal etmiş ve yüzlerce kere istişare ortamlarında bulunmuş olmalarına rağmen bugün söylediklerinin hiç birini o gün konuşmamış, söylememiş olanlar, cemaat zayıflayınca da ona karşı arslan kesildiler.
Şimdilik konumuz ‘rüzgarın estiği yöne göre tavır belirleyen zayıf karakterli aydın tipleri.’ olduğu için söylediklerinin sığlığına, absürtlüğüne burada girmeyeceğim.
Hizmet ve yöntemleri elbette eleştirilir, kritiğe tabi tutulur ve bu eleştirilerden de herkes beslenir, beslenmeyi de bilmek gerekir. Ama yazdıkları Hizmet’in yanlışlarını tespit edip nasıl daha doğru hareket edilir tarzda yazılar değil. Daha çok kendilerini ayrıştıran, güç sahiplerine ve sair dünyaya ben falanca değilim, bakın şu yazdıklarıma tarzında yazılar kaleme alıyorlar.
Mesele; bir aydının, bir akademisyenin, bir yazarın daha birkaç yıl önce söylediklerinin arkasında durabilecek omurgaya sahip olamaması meselesidir. Mesele zayıf olana aslan kesilme meselesidir. Bugün kasıla kasıla hizmet aleyhine konuşup yazanlar, diyelim ki Hizmet bu denli zayıflamış olmasaydı, bugün söylediklerini söyleyecekler miydi? Benim cevabım kesinlikle söylemeyeceklerdi. Düşünüp de söylemeyeceklerdi de demiyorum, bunları hiç düşünmeyeceklerdi. Gücün konforunda gül gibi yaşayıp gideceklerdi.
Tam da bu yüzden söylenenleri kayda değer bulmuyorum. Çünkü yarın farklı bir rüzgarla bugün söylediklerinin 180 derece tersini söyleyecek ve söylediklerine inanacaklar.
Bugün Sn. Mehmet Efe Yaman ve Sn. Bülent Keneş’in yazısı ile birlikte okuduğum 3üncü mükemmel yazı. Tek kelimeyle harika. Kaleminize sağlık…