HABER-YORUM | TUNA YILDIZ
Türk futbolu 3 Temmuz 2011’de büyük dönüşümün kenarından döndü. Aslında hem UEFA hem de FIFA’nın kesinlikle taviz göstermediği şike sürecine Türk polisi ve savcıları dur demişti. Yaklaşık bir yıl süren teknik ve fiziki takibin neticesinde dönemin Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve bazı yönetim kurulu üyelerinin, bazı takım oyuncuları ve teknik direktörlerle dirsek temasına geçerek takımın kazanmasını sağladığı tespit edildi. Hatta bazı futbolcular adli süreçte kendilerine şike adı altında para teklif edildiğini, bazılarının da bu paraları aldıkları ortaya çıktı.
Yapılan adli sürecin ardından Fenerbahçe ligi ilk sırada tamamlamasına rağmen, UEFA Türkiye Futbol Federasyonu’ndan gelen evrakları dikkate alarak Fenerbahçe’ye iki yıl müsabakalardan men cezası verdi. Bu takımın yerine ise ligi ikinci sırada tamamlayan Trabzonspor’u yazılı olarak davet etti. Bu aslında hem TFF’ye hem de Fenerbahçe’ye açık bir mesajdı: “Ligi siz ilk sırada tamamlasanız da, ligin şampiyonu bize göre Trabzonspor’dur diye.
Aradan geçen 12 yıla rağmen Trabzonspor ile Fenerbahçe arasında şampiyonluk kavgası hiç bitmedi. Aslında bitirmesi gerekenler, bilinçli olarak yaranın kangrene dönüşmesi için gerekli zemini oluşturdu. Bundan dolayı her başarısızlıkta sözde mağduriyet bir gruba karşı hem nefret hem de takımların ayrıştırılmasında bir obje olarak kullanıldı.
Hafta içerisinde 3 Temmuz şike sürecinin 12. yıldönümüydü. Belki tesadüf belki de bilinçli olarak Trabzonspor Başkanı Ertuğrul Doğan, bir basın açıklaması yaptı. Aslında Başkan Doğan, transfer süreciyle ilgili basın mensuplarını bilgilendirmek istemişti. Ancak Doğan, konuşmanın sonunda Temmuz süreciyle ilgili de bazı değerlendirmeler yapma maruzatını hissetti. Doğan, mesajında Trabzonspor’un 3 Temmuz’da mağdur edildiğini ifade etti. Hatta “Şampiyonluğu çalındı, şampiyonluğunu çalanlar ödüllendirildi. Sözde ‘Kumpas’ iddiasını ortaya atanların kumpasın Trabzonspor’a kurulduğunu kendileri de biliyor.” diyerek Fenerbahçe yönetimini açıkça hedef aldı.
Gün içerisinde Trabzonspor resmi sosyal medya hesabından bir paylaşım yapıldı. Bordo Mavili takım tarafından yapılan paylaşımda, “Kapalı kapılar ardında kısık sesler ile değil, gururlu bir ses tonuyla haykırdık şampiyonluğumuzu! Biz emeğin ve mücadelenin simgesi olurken dünyanın dört bir yanında kabul edilen bir gerçek vardı. 2010-2011 Şampiyonu Trabzonspor” ifadelerine yer verildi. Söz konusu paylaşım sosyal medyada trend topicler arasında yer aldı.
Hem Trabzonspor Başkanı Doğan hem de takımın sosyal medya hesabı açıkça 3 Temmuz 2011’de bir ‘kumpas’ olmadığına vurgu yapıyordu. Aslında Fenerbahçe yönetiminin ellerinden kupalarını şike yoluyla aldığını kaydederek yaranın kapanmayacağı mesajını veriyordu. Ancak bir şeyi unutuyorlardı. Söz konusu şike sürecini yürüten savcıların, polislerin ve hakimlerin bu soruşturmadan dolayı tutuklu olduklarını. Yaklaşık yedi yıldır görevini yaptıklarından dolayı bir nefretin objesi haline gelmişlerdi. Birileri de fırsattan istifade ederek, bu kişilerin üzerinden hem başarısızlıklarını gölgelemişti hem kendilerine bir kalkan oluşturmuştu.
Aslında Trabzonspor Başkanı Ertuğrul Doğan’a düşen tek bir görev vardı. Şayet adalet anlayışına inancı varsa. Ya da siyasi iktidarın kendisini aforoz edeceği endişesi yoksa. 3 Temmuz günü yapılan paylaşımın ardından soruşturmayı yürüten savcı, polis ve yargıçlara destek olacaktı. Onların adaletli bir soruşturma yürüttüğünü açıklaması gerekirdi. Onun dışında yapılan bütün değerlendirmeler laf kalabalığından öte bir anlam taşımaz. Aslında Doğan’ın ileri bir değerlendirme yapamayacağını çevresindeki herkes bilir. O da diğer başkanlar gibi bir yandan taraftarının gazını alıyor, bir yandan da rakip takıma aba altından sopa gösteriyor. Kısacası filler tepişiyor. Ezilenler ise taraftar oluyor haliyle…
O zaman buradan Başkan Ertuğrul Doğan’a soruyorum:
3 Temmuz ‘kumpas’ değilse, polisler neden hala içeride?
Buna verilecek bir cevabınız var mı?
Şayet yoksa, lütfen bu sayfayı bir daha açmayın.
Aksi halde inandırıcılığınızı kaybediyorsunuz.
Güzel, özel haber için teşekkürler elinize sağlık.
Yazıdaki kullanılan bir bağlaç ile ilgili uzman gözüyle bir tavsiyede bulunmak isterim:
…..”Ne var ki hem Trabzonspor Başkanı Doğan hem de takımın sosyal medya hesabı açıkça 3 Temmuz 2011’de bir ‘kumpas’ olmadığına vurgu yapıyordu.”….
‘Ne var ki’ bağlacı burada uygun düşmüyor. ‘Ne var ki’den sonra ifade edilecek düşünce önceki ifade edilene zıt düşen bir düşünce ise kullanılır. Ama yazının akışından da anlaşılacağı gibi haberi kaleme alan muhabir, Ertuğrul Doğan’ın basın açıklamasındaki söylediklerini teyit eden bir cümle yazmış, ‘ne var ki’ bağlacından sonra. Anlamı bozuyor, ifadenin gücünü azaltıyor. Bunun yerine ‘Görüldüğü üzere’ veya ‘Şüphe götürmeyen gerçek şu ki: Hem …….” gibi bağlaçlar kullanılabilirdi.
İyi çalışmalar.