15 Temmuz’un aktörleri | 15 Temmuz konuşmaları | Bölüm 6

Bölüm 6 | 15 Temmuz’un aktörleri | 14 Temmuz 2020

15 Temmuz’un aktörleri: Adil Öksüz, Akın Öztürk, Zekai Aksakallı…Hain kim, kahraman kim? Akıncı’daki sivillerin oradan ne işi vardı? Adil Öksüz nerede? Akın Öztürk’ kurulan kumpas. Zekai Aksakallı neden kızak göreve çekildi?

Altıncı bölümün tam metni

Tarık Toros: Herkese merhaba. 15 Temmuz konuşmalarının 6. bölümündeyiz. Bu bölümde de 15 Temmuz’un karakterlerine yoğunlaşacağız. Elbette en önemli karakterler: Recep Tayyip Erdoğan, Hulusi Akar ve Hakan Fidan… Biri ülkenin Cumhurbaşkanı, diğeri Genelkurmay Başkanı öbürü de esasen darbe girişiminden haberdar olması gereken, bu girişime karşı önlem alması, aldığı istihbaratı üsleri ile paylaşması gereken Milli İstihbarat Başkanı. 

Hemen akabinde belli başlı diğer karakterlerle devam edeceğiz. Bu bölümde mercek altına alacağımız karakterler arasında 15 Temmuz’un bir numarası olarak lanse edilen Orgeneral Akın Öztürk’e de bakacağız. Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’yı inceleyeceğiz. Ve o gün Akıncı Üssünde gözaltına alınan, mahkemeye çıkarılan ve ondan sonra da tuhaf gelişmelerle serbest bırakılan ve kaçmasına göz yumulan, dahası buna göz yumanların da başına hiçbir şey gelmeyen, 15 Temmuz’la Cemaat bağlantısının en önemli aktörü Adil Öksüz’e bakacağız. Elbette dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’a, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’a, İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya kadar uzanacağız. AKP milletvekili ve eski bir asker olan Şirin Ünal, 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar da listemizde.

AKIN ÖZTÜRK NASIL DARBECİ OLDU?

Akın Öztürk’le başlayalım. Öztürk bir havacı orgeneral ve kendisiyle ilgili bilgilere bakıldığında 1952 doğumlu, 1970 yılında harp okuluna girmiş ve 1973 yılında teğmen olarak çıkmış. Cemaatçi olarak lanse ediliyor ve darbenin bir numarası olarak gösteriliyor. Hatta Cemaat’le ilişkili gösterilen tek orgeneral, Akın Öztürk. Ama gerek harp okuluna girdiği tarihte gerekse teğmen olduğu tarihte, Türkiye’de henüz Gülen Cemaat’i yok. Belki Fethullah Gülen var veya çevresinde birkaç kişi var ama kıdemi itibari ile çok fazla Cemaat geçmişi olan isimlerle paralel bir hayatı yok. Kısa bir özet geçtim Akın Öztürk ile ilgili. Ama detaylı bilgiler arkadaşlarda. Bülent Korucu ile başlayacağız…

Bülent Korucu: Akın Öztürk, o gecenin herhalde en talihsiz isimlerinden biri. TSK tuzağa çekildi dediğimizde, bunu sembolize eden kişidir. Çünkü Öztürk çok açık bir biçimde tuzağa çekildi. Bunu nereden biliyorum? Çünkü kendisi kızının evinde pijamaları ile oturup torunlarını severken, Abidin Ünal’dan bir telefon geliyor. Abidin Ünal diyor ki: “Akın Paşam Ankara’da bir şeyler oluyor, Akıncı Üssünde galiba bir şeyler oluyor. Sen oraya git, bir bak bakalım.” Görevlendiriyor ve “Benim rağmıma bir şeyler mi yapıyor bu çocuklar?” diye de ekliyor. Akın Öztürk üniformalarını bile giymeden apar topar çıkıyor ve Akıncı Üssüne varıyor. 

Bunu Mehmet Şanver hem savcılık ifadesinde söylüyor, hem de kitabında anlatıyor. Kendi cep telefonundan Akın Öztürk’ü arıyor ve “Abidin Ünal komutanım sizinle görüşmek istiyor, müsaade ederseniz kendisini arz ediyorum” şeklinde takdimle görüşmeye aracılık ve konuşulanlara şahitlik ediyor. Kitabında böyle yazıyor. Bunu doğrulayan birçok şahit de var. Yani Akın Öztürk kendi inisiyatifi ile kendi iradesi ile Akıncı Üssüne gitmiş değil. Tam tersine görevlendirmeyle gitmiş. Çünkü kıdem olarak belki Abidin Ünal’dan üstte olsa bile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı olarak bir adım önde liderliği var Abidin Ünal’ın.

FOTOĞRAFTAKİ KISA PANTOLON DETAYI

Ve Akın Öztürk kalkıyor gidiyor. Dediğimiz gibi sivil kıyafetlerle gidiyor. Zaten Abidin Ünal ile Öztürk’ün birlikte olduğu fotoğraflarda olay çok açık bir biçimde görünüyor. Akın Öztürk ifadesinde diyor ki: “Ben üniformalarımı bile yanıma almamıştım, apar topar bir yerlerden üniforma bulmaya çalıştım.” Mesela pantolonu çok kısaydı, fotoğraflardan da görünüyor. Yaşı müsait olanlar hatırlar bizim çocukluğumuzda “Nokta ve Virgül” diye bir komedi ikilisi vardı. TRT televizyonlarında çıkardı. Birbirlerinin takım elbiselerini giyerlerdi. Virgülün pantolonu neredeyse dizine yakındı. Akın Öztürk’ün pantolonu da gerçekten öyle yani çok iğreti olduğu belli olan bir kıyafet. Bunlar küçük ayrıntılar gibi görünüyor ama Türkiye’de idareye el koyacak, Türkiye’yi yönetecek bir plan yapıyorsanız bu tür ayrıntıları da görmezden gelmezsiniz. Ama daha önemli şeyler var. Bugün Öztürk’ün herhangi bir darbe toplantısına katıldığına dair hiçbir tanık ifadesi yok.

Darbe toplantısı olduğu iddia edilen bir kısım toplantılar var. Sanıklar bunu reddediyorlar. Ama bazı gizli tanıklar, evet buralarda darbe toplantısı yaptık diyor. Öztürk’ün bu toplantılara katıldığına dair bir gizli tanık ifadesi bile yok. Daha doğrusu vardı, gizli tanık ‘Şapka’ denilen Tuğgeneral İbrahim Yıldız, “darbe toplantısında Akın Öztürk ile beraber olduklarını ve aynı masada yemek yediklerini” ilk ifadesinde söylemişti. Öztürk, o toplantıların olduğu iddia edilen tarihlerde İzmir’de tatilde olduğunu, havacılara ait bir tatil tesisinde bulunduğunu çok sayıda orgeneral şahidiyle birlikte ispat edince gizli tanık ‘Şapka’, “pardon ben benzetmişim, Akın Öztürk orgeneralim değilmiş demek ki o” sözleriyle geri adım attı. Şimdi bir tuğgeneralin bir orgenerali tanımaması; Akın Öztürk gibi Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapmış bir orgenerali bilmemesi mümkün değil. 

HİÇBİR ‘DARBECİ’ İLE İRTİBATI YOK

Ayrıca Akın Öztürk’ün darbeci olduğu iddia edilen subaylarla ya da kişilerle herhangi bir iletişimi de yok. Yazılı, sözlü, telefonla ya da duman yakarak ya da güvercin uçurarak hiçbir şekilde iletişimi yok. Bütün iletişimi Akıncı Üssünde o gece yaşananlar. Akın Öztürk’ün darbecilerin yapacağı görevlendirme listesi denilen listede bir görevi var o da çok tuhaf. Öztürk’e Genelkurmay 2. Başkanlığı yazılıyor. Önemli bir görev bu çünkü Genelkurmay Başkanlığı’nda karargâhın yöneticisi. Ama teamüle göre en düşük rütbeli orgeneral Genelkurmay 2. Başkanı yapılıyor. İleride büyüyebilecek, hatta Genelkurmay Başkanı olabilecek isimler yapılıyor. Ama yine de rütbeli, kıdemli orgeneraller ya ordu komutanlığında ya da kuvvet komutanlığında zaten. En düşük rütbedeki orgeneral, Genelkurmay 2. Başkanı oluyor. Akın Öztürk mahkemelerde soruyor: “Ne biçim bir mantık? Ben darbe yapıyorum ama kendimi Genelkurmay 2. Başkanı olarak tayin ediyorum. Genelkurmay başkanı değil, Cumhurbaşkanı değil, Başbakan değil ya da işte Devlet Başkanı değil, Milli Birlik Komitesi başkanı değil, Genelkurmay 2. Başkanı… Sizce de çok tuhaf değil mi?” Cevapsız onlarca sorudan biri de bu. 

Levent Kenez: İsterseniz onunla ilgili üretilmiş argümanı ben aktarayım. Neden 2. Başkan olarak yazılıyor? Çünkü 1. Başkan Hulusi Akar, görevi kabul etmezse hemen ikinci başkana görev geçeceği için özellikle ikinci başkan yazıldı, deniyor. Hulusi Akar kabul etmeyince direk kendisini birinci isim olarak öne çıkaracağı gibi bir argümanla bunu savunuyorlar. Bunun da tutar bir yanı yok. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, teamüllere göre Kara Kuvvetleri Komutanı geçer onun yerine. Güçlü bir argüman değil yani. 

Adem Yavuz Arslan: Hemen ilave edeyim. Emir-komuta içinde ve Hulusi Akar başkanlığında bir darbe imajı verilmesi için zaten bunun yapılması gerekiyordu. Eğer direkt kendi adını yazmış olsaydı bu durumda darbe, bir cunta darbesi olurdu.

ESKİ GENELKURMAY BAŞKANI ARKA ÇIKTI

Bülent Korucu: Akın Öztürk, mahkemelerde itirazda bulunuyor. Daha doğrusu sitemde bulunuyor. “Ne biçim bir şey ki her dosyada farklı bir konumda adım çıkıyor?” diyor. Çünkü bazı dosyalarda Genelkurmay Başkanı, bazı dosyalarda Genelkurmay 2. Başkanı olarak yazılmış. Akın Öztürk ile ilgili çok sayıda olumlu şahitlik var ve bu şahitliklerden bir tanesi de Necdet Özel’den geliyor. Hulusi Akar’dan önceki Genelkurmay Başkanı, NTV televizyonuna 15 Temmuz’dan hemen birkaç gün sonra verdiği röportajda, benim aklıma gelmeyen bir konuya dikkat çekiyor. Tabi asker bakış açısı biraz daha farklı; onu överek söze giriyor: “Akın Paşa hepimizin hatta sivil iradenin birlikte görev yaptığı Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın da takdirini kazanmış, her türlü görevi en iyi şekilde yapmış bir arkadaşımız.” 

Sonra o önemli tespiti dile getiriyor: “Bir insan darbe yapmak istese bütün hava gücünün elinde olduğu Hava Kuvvetleri Komutanı iken yapmak ister. Ben bunu anlamakta zorlanıyorum.” Cevap aranması gereken sorulardan biri de bu. Tabi psikolojik ortamda kimse kimseye tanıklık da yapamıyor. Kimse kimseyi temize de çıkaramıyor. Çünkü gerçekten suçsuz olduğuna inandığımız bir kişi ile ilgili bir şahitlik yaptığınızda direk siz de o çuvala doldurulabilirsiniz. Ama biraz hakkaniyetli, biraz da ürkek bir bakış açısı içerisinde Necdet Özel bu soruyu soruyor. Biliyorsunuz, 15 Temmuz sırasında Akın Öztürk sadece Yüksek Askeri Şura üyesiydi. Yani emirinde herhalde bir emir astsubay var. Onun dışında silahlı tek bir unsur yok.

Levent Kenez: Bir masa, bir sandalye…

Bülent Korucu: Evet, bir masa bir sandalye… Kızak bir görev, bildiğimiz anlamıyla bir kızak görevi. 2-3 tane koruması vardır. Belki birkaç tane de emir astsubayı vardır. Toplasan on kişiyi geçmez yani.

DARBECİLER ORGENERAL Mİ ARIYORDU?

Tarık Toros: Akın Öztürk esasen en kıdemli hava orgenerali. Hem yaş olarak hem de orgeneralliğe terfi olarak Abidin Ünal’dan üstte. Yani dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı’ndan bir yıl önde. Hem bir yıl yaşlı hem de ondan bir yıl önce orgeneralliğe başlamış bir asker. Enteresan bir biçimde 2015 yılında Yüksek Askeri Şura üyeliğine getiriliyor. Ve 2015’ten 2016’ya kadar da bu görevde. 

Onu Akıncı üstüne götüren sivil şoför, mahkeme ifadesinde, nizamiyeye girdiklerinde durdurulduklarını ve “İçeride Yüksek Askeri Şura üyesi var,” gibi konuşmalarla Akın Öztürk’ün içeriye alındığını anlatıyor. Zaten o şoför, 13.30’da Akıncı Üssündeki lojmana eşi ile beraber Akın Öztürk’ü götürdüğünü, akşam da döneceğiz dediklerini söylüyor. Yani akşam da lojmandan ayrılmayı planlamıştı. Fakat gelişmeler üzerine ayırılmayı geciktirmişler. Bir de böyle bir detay var. 

27 Mayıs 1960 darbesine gidelim… O bir cunta darbesiydi esasen ve başlarına bir orgeneral arıyorlardı. Devrin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun Paşa ve diğer kuvvet komutanları Demokrat Parti ve Adnan Menderes’le birlikte oldukları için, hükümete karşı bir kalkışma içinde olamayacaklarından, Cemal Gürsel işin içine dâhil ediliyor. Başta pek bir şeyden haberi olmayan ve sonradan plana eklenen Cemal Gürsel daha sonra da zaten cumhurbaşkanı oldu. Akın Öztürk’ün son dönemdeki kariyerine bakılırsa, Akıncı Üssüne çağırılması, “darbeci kadro” ile daha evvel herhangi bir irtibatının tespit edilmemesi düşünülürse, kendisine böyle bir rol biçildiği intibaı oluşuyor mu sizde?

ONU AKINCI’YA ÇAĞIRAN ABİDİN ÜNAL OLMASA…

Bülent Korucu: Darbeciler bir çağrı yapmış olsalardı ve Akın Öztürk onların çağrısına binaen, Akıncı Üssüne gitmiş olsaydı, dediğiniz doğru olabilirdi. Darbe gerçekleşene kadar hiçbir şekilde temas yok. Ama darbe gerçekleştikten sonra bir tane orgeneral olsun ki forsumuz yürüsün deyip mi kattılar, Cemal Gürsel hadisesinde olduğu gibi? 27 Mayıs’ta amaç diğer cuntalara karşı bir adım öne geçmekti. Çünkü 27 Mayıs’tan sonra da o cuntaların mücadelesi devam etti. Akın Öztürk, gerçekten kendi inisiyatifi ile ya da oradaki darbeci denilen askerler tarafından çağrılmış olsa bu dediğiniz doğru olabilir, mümkün olabilir. Ama doğrudan Abidin Ünal tarafından gönderildiğine dair çok sayıda tanık var. Ve Abidin Ünal da bunu yalanlamıyor. 

Hatta Abidin Ünal bir adım daha ileri gidiyor. Mehmet Şanver’in kitabındaki bölümde anlatılıyor. Akıncı Üssünden gittikten sonra ayrılırken hep birlikte Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na geçiyorlar. Mehmet Şanver ve diğer üst düzey generaller de orada, Akın Öztürk ve Abidin Ünal da orada. Basından sorumlu subay geliyor diyor ki, “Akın Öztürk generalim ile ilgili medyada haberler çıkmaya başladı. Efendim ne dersiniz?” Bu bilgi üzerine Abidin Ünal’ın mutabakatı ile bir bildiri yayınlanmasına karar veriliyor. Mehmet Şanver, Abidin Ünal’ın da itiraz etmediğini, tam tersi bu fikri desteklediğini söylüyor. Akıncı Üssünde neredeyse defalarca koridorlarda birlikte fotoğrafları çıkan, videoları çıkan iki isimden bahsediyoruz. Abidin Ünal ve Akın Öztürk. Akıncı Üssüne Akın Öztürk’ü getirten kişi Abidin Ünal ve bu darbede dahli olmadığını hatta tam tersi darbenin önlenmesi konusunda çaba sarf ettiğine dair bir bildiri yayınlanması gündeme geliyor ve Abidin Ünal da buna onay veriyor. 

Akın Öztürk ile ilgili Genelkurmay’dan ayrıca bir bildiri yayınladı. Bırakın darbeci olmayı, tam tersine darbeyi engelleme hususunda Genelkurmay Başkanlığının emir ve talimatlarını yerine getirmeye çalışan bir kişi olduğuna dair bildiriydi bu. Sonra bu bildiri apar topar Genelkurmay’ın sitelerinde silindi. Akın Öztürk’ün duruşmalar sırasında diğer subaylar tarafından çok büyük saygı ile anılması onun iyi bir asker, iyi bir lider olduğunu gösteriyor.

İŞKENCELERE RAĞMEN İFADEYİ İMZALAMADI

Tabi bu saygıyı uyandıran en önemli hususlardan bir tanesi de kendi adına hazırlanmış ifadeyi bütün işkencelere rağmen imzalamamış olması. Çünkü o ifadeyi imzalamış olsa idi, gerçekten 15 Temmuz’un bir darbe olduğuna dair en güçlü delil olacaktı. Anadolu Ajansı’nın çok abartarak servis ettiği bir haberdi bu. Sonra Akın Öztürk bütün işkencelere rağmen bu ifadeyi imzalamayınca haberi geri çekmek zorunda kaldılar. “Bütün işkencelere rağmen direnerek” cümlesini normal bir cümle gibi geçiştirmemek lazım. Çünkü mahkemede işkenceye dair şunu söyledi: “Ayrıntıları anlatmaktan hicap ediyorum…” 

Şimdi 64 yaşında bir orgenerale mahkemede bile anlatılamayacak şekilde işkenceler yapılmış. Ve bu işkencelere rağmen ona dayatılan ifadeyi imzalamamış. Bu bence bir kahramanlık hikâyesi ve yargılanan subayların, harp okulu öğrencilerinin kendisine gösterdiği saygıyı hak eden komutan.

Adem Yavuz Arslan: Birkaç cümle de ben ekleme yapabilirim. En başa alayım hikâyeyi. Akın Öztürk 15 Temmuz’da İzmir Gümüldür’de tatilde. Normalde akşam İstanbul’daki düğüne katılmayı planlıyor. Ama noterde işleri var. İşleri aksadığı için düğüne gitmekten vazgeçiyor. Ankara’ya gelme kararı aldığında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ın uçağının İzmir’de olduğunu öğreniyor. Ve onunla gitmeye karar veriyor, son dakikada ona yetişiyor. Öğleden sonra Ankara’ya geçiyor, akşam lojmana gidiyor sivil kıyafet ile. Yani o uçağı kaçırsa, darbenin bir numarası darbeyi kaçıracak. Bu sıradan bir durum değil. Bakıyorsunuz, darbenin koordinatörü denilen korgeneral de, o gün Londra’dan akşam 17.00’da dönüyor. Böyle bir tesadüfler zinciri var.

TESADÜFLER SİLSİLESİ DEVAM EDİYOR…

Bülent Korucu: Uçakla ilgili ben de bir şey söyleyeyim. Kara Kuvvetleri Komutanının planı da aslında normal şartlarda akşama kadar İzmir’de kalmak. Fakat Genelkurmay Başkanı acil koduyla onu çağırıyor. Çağırma gerekçesi de Yüksek Askeri Şura ile ilgili çalışmalar yapmak. Necdet Özel’in NTV’ye verdiği beyanattan da öğreniyoruz ki, YAŞ’la ilgili çalışmalar çok uzun süreli çalışmalardır, neredeyse bir yıla yayılmış çalışmalardır ve her aşaması planlıdır.

Yani öyle Genelkurmay Başkanının, bir gün aklına estiğinde Kara Kuvvetleri Komutanını çağırıp “Hadi şu şura ile ilgili bir çalışma yapalım,” diyeceği bir iş değildir. TSK’nın en önemli işlerinden bir tanesidir. Zaten Kara Kuvvetleri Komutanı da akşama kadar İzmir’de kalmayı planlıyor o gün. İlan edilmiş programı bu şekilde. Ama Genelkurmay Başkanlığının “acil dön” talimatına uyarak geri dönüyor ve Akın Öztürk’e haber veriyor. “Ben dönüyorum,” diyor. O da, “Hazır uçak gidiyorken ben de geleyim,” diyor ve birlikte geri geliyorlar. Böyle bir ‘tesadüfler silsilesi’ var. Sanki o akşam Öztürk, Ankara’da olsun diye özel çaba sarfedilmiş.

Adem Yavuz Arslan: Devam edeyim. Akın Öztürk, Akıncı Üssüne geldiğinde karşıdaki ilk manzara şu: Akar, yanında diğer generallerle birlikte çay kahve içip, çerez yiyip politik konuşmalar yapıyor. İfadelerinde anlatılan şey bu. 

GİZLİ TANIKLAR HİÇBİR ‘DARBECİYİ’ TEŞHİS EDEMİYOR

Mesela bu gizli tanıklar ‘Şapka’ ve ‘Kuzgun’ çok enteresan kritik isimler. Bu isimlerin ifadeleri Cemaat’le darbe arasında bağ kurma adına güya en önemli deliller. Bu isimler sadece Akın Öztürk’ü değil başka generalleri ve isimleri de tanıyamıyor. Düşünün şimdi: Siz diyorsunuz ki, “Biz 3 gün Adil Öksüz başkanlığında toplantı yaptık. Ben de toplantıdaydım.” Yani 3 gün diyorsunuz, 3 dakika falan değil. Sonra mahkemede, Marmaris duruşmasında hakim teşhis etmesini istediği zaman, toplantıda olduğunu iddia ettiği bir kısım kişileri teşhis edemiyor bu gizli tanıklar. Nasıl yani? Sen 3 gün oturup kalktığın bir insanı nasıl tanımazsın? Teşhis edemiyor. Edemediği için de şüpheli bir ifade olarak kayda geçiyor. 

Akın Öztürk meselesinde en kritik hadiselerden bir tanesi Sadık Üstün olayı. Genelkurmay Başkanlığının 21 Temmuz’da yapmış olduğu açıklamada, Akın Öztürk’ün durumu ortada net. Hatta Hulusi Akar’ın Çankaya Köşkü’ne gittikten sonra, “Oğlum Akın Paşa’nın durumunu çözün,” diye talimatı var. Yani Akın Paşa o zamana kadar hala darbeye yardım etmiş birisi değil. Ama Çankaya Köşkü’nde oluşturulan kriz masasında biçilen senaryo herhalde değişti ki orada başka bir yönteme gidiliyor. Sadık Üstün ise, daha Akın Öztürk evinde pijamaları ile otururken ve ne olduğundan habersiz bir şekilde torunları ile ilgilenirken sağı solu arayıp, “Darbenin bir numarası Öztürk!” diye söyleyen kişi. Daha sonra dönemin Milli Savunma Bakanı Fikri Işık da bunu ifade ediyor. 

Böylelikle darbeyi önlemek için çalışan general, bir anda darbenin bir numarası konumuna geçiriliyor. Ama emrinde asker yok. Üstelik Akın Öztürk ile ilgili bir tane ifade yok. “Darbecilere talimat verdi, darbeciler ondan talimat aldı vs.” şeklinde hiçbir şey yok. Ama bir anda kendini darbenin bir numarası olarak buluyor.

ANADOLU AJANSI, OLMAYAN İFADELERİ YAYINLADI

Öte yandan işkenceler öyle böyle değil. İşkence sonrası fotoğrafları Anadolu Ajansı bizzat dağıttı. Bunu da unutmamak lazım. Kendilerince “ibreti alem için” dediler ama bu bütün davaların, bütün ifadelerin çürük hale gelmesine, çökmesine neden oldu. Çünkü işkence ile alınan ifadeler kabul edilmez. Akın Öztürk o kadar çok işkence görüyor ki… Yaşını başını almış orgenerali çırılçıplak soyuyorlar askerlerin önünde. Öyle işkenceler ediyorlar ki adama, adam bunu anlatmaya utanıyor. Durumun vahametini düşünün. O kadar ağır işkencelere rağmen ifade imzalamıyor. Ama daha işkence ve ifade faslı devam ederken Anadolu Ajansı, Akın Öztürk’ün ifadelerini yayınladı. Olmayan ifadelerini… Öyle bir kumpas kurdular ki daha ifade vermemiş Akın Öztürk’ün ağzından çıkmış gibi devletin resmi ajansı eliyle haber yapılıyor.

Tarık Toros: İfadeyi imzalayacağından eminler… Bir de böyle bakmak lazım…

Adem Yavuz Arslan: Bu, Anadolu Ajansı’nın suçun parçası olduğunun bir başka delili. İkincisi de şu: Akın Öztürk’ün o işkenceye dayanamayacağını düşünüyorlar. 64 yaşında bir adam… 

Bir diğeri de Levent Türkkan. Hulusi Akar’ın emir subayıydı. İşkence öyle bir hâle geliyor ki, bağırsakları dışarı çıkıyor. O kadar çok şişlemişler, o kadar çok işkence etmişler ki, adamı öldü diye bırakıyorlar. Sonra tedavi oluyor ve işkence sonrası hâli Anadolu Ajansı eliyle servis ediliyor. Orada da ifadesini imzaladı, deniyor. Adamın elleri kırık halbuki, kırık elle nasıl ifade imzalasın?

HAKAN FİDAN’IN VAZİFELİ ADAMI SADIK ÜSTÜN

Levent Kenez: Sadık Üstün de önemli aktörlerden bir tanesi. Çok fazla kamuoyunda bilinmiyor. Ama 15 Temmuz’u çalışan herkesin yakından tanıdığı bir isim. Eski bir asker. Hakan Fidan tarafından orduda Cemaat’e mensup insanları tespit etmesi için özel görevlendirilen bir isim. 15 Temmuz’dan sonra gözlerden uzak tutmak için Avustralya’ya tayini çıktı. Yani olabilecek en uzak yere gönderildi. Şimdi de Libya’da.

Adem Yavuz Arslan: Ama ödül olarak, sürgün değil.

Levent Kenez: Avusturalya tatili diyelim. Avrupa’da bir yerde olsa belki birçok kişiyle temas edebilir. Şu anda Libya’da MİT’in işlerini yürütüyor. Çok önemli bir isim. 15 Temmuz’un bence en kritik aktörlerinden bir tanesi. Adem Bey bahsetti. Elazığ’da 8. Kolorduyu arıyor. Neden? Çünkü orada çok etkin bir devre arkadaşı var. Onu 22.50 ve 23.17’de iki kez arayıp Akın Öztürk’ün ismini veriyor. Bu saatler neden önemli? Çünkü daha Abidin Ünal, Akın Öztürk’ü arayıp “Abi git bak,” dememiş. Yani lojmanda henüz. Bu çok önemli. Zaten Akın Öztürk bunu savunmasında da çok sık dile getiriyor. Sadık Üstün’ün bir özelliği daha var. Abidin Ünal’ın çok yakını. Bunu Akın Öztürk de anlatıyor. Abidin Ünal ile yediği içtiği ayrı gitmeyen birisi, sırdaşı. Aynı zamanda karargâhta 15 Temmuz’a yakın günlerde Hulusi Akar ile saatlerce toplantı yapmış bir MİT görevlisinden bahsediyoruz. Teamül gereği böyle uzun toplantılar yapacak bir pozisyonda da değil.

Hulusi Akar’ın ifadeleri değiştirildi biliyorsunuz, konuşmuştuk, “Kanaat önderi” sözü eklendi. O değiştirilmiş, üzerinden geçilmiş ifadesinde şu var: Hulusi Akar oradaki, etrafındaki askerlere, “Başınız kim, kıçınız kim?” diye soruyor. İfadesine göre, bağırarak, yüksek ses tonu ile. Anlatılanlara göre Akın Öztürk var aynı odada. Akar bu soruyu sorduğuna göre, demek ki herhangi bir liderlik ya da “darbecilerin bir numarası” pozisyonunda değil Akın Öztürk. Yani Akar’ın MİT tarafından redakte edilmiş ifadesinde bile, satır arasında Öztürk’ün lider olarak görülmediği anlaşılabilir.

‘İSRAİL BİZİ SATTI’ DEDİRTTİLER

Öztürk çok efsane, ekibi tarafından çok sevilen bir komutan. Aynı zamanda alttakilerin, Abidin Ünal gibilerin, çok kıskandığı bir isim. Tutuklandıktan sonra onunla ilgili çok propaganda üretildi. Akın Öztürk’ün ağzından işkence edildiği spor salonunda tutulurken yanındakilere söylediği iddia edilen bir ifadeyi Anadolu Ajansı günlerce infografik yapıp paylaştı. Öztürk güya şöyle demiş: “İsrail bizi sattı.” Ne kadar güzel keriz ayıklama operasyonu! “İsrail bizi sattı!” Amerika bizi sattı, demiyor. Tam o günkü kodlara uygun keriz silkeleme operasyonu yapıyorlar. Defalarca ekranlarda gazetelerde döndürdüler bu lafı. 

Öztürk’ün Hava Kuvvetleri Komutanlığından sonra emekli edileceğine kesin gözle bakılıyordu. Ancak hükümet, kendisine yakın bir isim olduğu için YAŞ’ta bir sandalye verdi. Hakkındaki fişlemelerde “milliyetçi, vatansever” olarak geçiyor. Hiçbir kötü sicili yok, tam tersine Hava Kuvvetleri’nin “efsane” komutanıydı. Büyük bir iftira ile karşı karşıya kaldı. Ona yapılanlar, daha lojmanda pijamalarıyla otururken “darbenin 1 numarası” ilân edilmesi dahi, 15 Temmuz’un nasıl bir oyun olduğunu anlatıyor. 

Tarık Toros: Akın Öztürk geçtiğimiz sene Genelkurmay çatı davasında 141 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Akıncı Üssü davası ise halen devam ediyor.

MAHKEMEDE YÜZLEŞMEYE CESARET EDEMEDİLER

Adem Yavuz Arslan: Akın Öztürk ile ne Abidin Ünal ne de Hulusi Akar mahkemede yüzleşmeye cesaret edebildi. Defaatle çağırıldılar. Akın Öztürk talep etti, başka sanıklar da talep etti, hatta 17. Ağır Ceza Mahkemesi Yaşar Güler ile Hulusi Akar’a mahkeme celbi bile gönderdi. Çünkü kendileri müşteki olarak bu davada varlar. Ne oldu biliyor musunuz? Gelmediler. Sonra gizli oturum ayarlattılar kendilerine. Bu o kadar gizliydi ki, sanıkların avukatlarına haber bile verilmedi. İddiaya göre Yaşar Güler ile Hulusi Akar gelmiş. Ondan da emin değiliz. Çünkü ne görüntü var, ne de bilgi. Bir şekilde özel celse ile suya sabuna dokunmadan prosedürü tamamlamış oldular. Çünkü öbür türlü prosedür eksik kaldığı için dosya bozulacaktı. 

Düşünün Öztürk defalarca yüz yüze gelmek istiyor, konuşmak istiyor ama kendi şikayetçi oldukları davaya bile gitmiyorlar, özel celse ile geçiştiriyorlar. Buna o kadar dikkat ediyor Akar ve Güler.

Tarık Toros: Yarın öbür gün dönemin bütün uygulamaları yok hükmünde kabul edilince, gerçekçi duruşmalar yapılır. Ve gerçek aktörler hâlâ hayatta ise gelirler, ifadelerini verirler ve yüzleşirler. Çok uzun olmayan bir gelecekte bu yaşanacaktır.

15 TEMMUZ’UN BELKİ DE EN KRİTİK AKTÖRÜ

İkinci odaklanacağımız karakter Zekai Aksakallı. Enteresan bir karakter. Özel Kuvvetler Komutanı olarak gerçekten 15 Temmuz’un odak noktasındaki isimlerden bir tanesi. O kadar kritik ki, biz bugün altıncı bölümü yapıyoruz ama her bölümde kendisine atıfta bulunuldu. Özel Kuvvetlerde 15 Temmuz’dan bir gün önce yapılan toplantılara, ikili üçlü görüşmelere de katılıyor. MİT ile Genelkurmay’ın üst kademesindeki insanlarla da irtibatı had safhada. 15 Temmuz gecesi çok aktif. Sağa sola telefonlar yağdırıyor. Televizyonlara bağlanıyor, pek çok şeyi sevk ve koordine ediyor. Yine o gece infaz emirleri var. Semih Terzi’nin infazı derken, Ömer Halisdemir’i en yakın koruması infaz ediyor. İşkencelerde karşımıza çıkıyor yine. Ağzı küfürlü, son derece işkenceci bir profil.

Aksakallı, 1962 doğumlu ve 2013 yılında Özel Kuvvetler Komutanı yapılıyor. Sonrasında da 2. Kolorduya atanıyor. Geçtiğimiz Yüksek Askeri Şura toplantısında da terfi beklerken terfi alamamış. Hâlâ orgeneral olamamış, korgeneral rütbesinde. Bir anlamda da kızağa çekildi. Tasfiye edildi yorumları da yapılıyor. Ama o gecenin ve sonrasındaki birkaç senenin en kritik komutanlarından biri. Çünkü 15 Temmuz’dan sonra Fırat Kalkanı Harekâtı ile dikkat çeken ve Suriye’ye harekâtta başrolde olan bir komutan.

Levent Kenez: Zekai Aksakallı 15 Temmuz’dan sonra MİT’in koordine ettiği bütün yayınlarda kahraman olarak geçer. “Darbeyi önlemiş komutan” olarak geçer. O zamana kadar da kimse tanımıyordu. Neticede Özel Kuvvetler Komutanının tanınması pek normal değil. Ama herkesin tanıdığı, bir anda simgeleştirilmiş isimlerden bir tanesine dönüştü. Adının geçtiği her vakada çok büyük çelişkiler var. Yani bir olay yok ki o gece yaşanan içinde Zekai Aksakallı olsun ve her şeyi temiz olsun…

Mesela geçen programda konuştuk. Semih Terzi’yi Ömer Halisdemir’e öldürten, Ömer Halisdemir’i öldüren subayı da gidip alnından öpen bir komutan Zekai Aksakallı. O gece birçok infaz emir vermişti. Hiç kimsenin birisi hakkında ölüm emri verme gibi meşru bir yetkisi yok. Bu mesele ne kadar kanlı bir oyuna girişildiğinin göstergesi.

HOLLYWOOD FİLMİ GİBİ UYDURMA HİKÂYE

Zekai Aksakallı ile ilgili kamuoyunda az bilinen bir ayrıntıyı paylaşmak istiyorum şimdi. İfadelerine göre Zekai Aksakallı 15 Temmuz gecesi saklandı. Saklanmasına sebep olarak da o gece eşiyle birlikte araçta giderken, kaçırılmaya çalışıldığını gösterdi. Anlattığı olayla ilgili görüntüler de var. Aksakallı ifadesinde, aracının önden ve arkadan sıkıştırıldığını, bir aracın eşinin olduğu kapıyı açtığını, taciz ettiğini, kendisinin de tam iniyormuş gibi yapıp gelenleri aldattığını ve onları tekmeleyip yere düşürdüğünü anlatıyor. Yani tam Hollywood senaryosu gibi. Ama anlattıklarıyla görüntüler arasında uzaktan yakın alaka yok. Eşini taciz etme yok, kendisini arkadan sıkıştıran bir araç yok. Düşünün iki asker Aksakallı’nın bulunduğu şoför mahalline gelecek ama daha kapıyı açamadan ikisini de yere düşürecek. 

Adem Yavuz Arslan: O askerler de sen ben değil, çavuş filan da değil, Özel Kuvvetler Askeri.

Levent Kenez: Yani istense, önden gelen Mercedes öyle bir önüne kırar ki, sağa sola geriye hamle yapamayacak hâle sokup kaçırırlar. Ama Zekai Aksakallı’nın o akşam için bir senaryosu var. O senaryo ile alakalı aşamaları düşünmüş. “Neden saklandın?” denmesin diye de birçok şey kurgulamış. 

Bir de Genelkurmayı basıp, Hulusi Akar’ı Akıncılar Üssüne götüren ekip aslında Zekai Aksakallı’nın askerleri. Onlar oraya bir tatbikat için gittiklerini zannediyorlar. Koruma amaçlı diye biliyorlar. Bu askerlere “Komutanı alın, güvenli yere götürün,” talimatı veren Aksakallı. Çok karanlık bir isim.

HULUSİ AKAR’I TEHDİT ETTİ

Hulusi Akar’la aralarında ihtilaf olduğu biliniyor. Hatta mahkemede sorguya davet edildiğinde gitmedi. Hem operasyonda olduğunu söyledi, hem de Hulusi Akar’a tehdit savurdu. Açıklamasında ne dedi? “Eğer 15 Temmuz günü Genelkurmay Komutanı hiçbir birlik kışladan çıkmayacak gibi rutin bir emir verseydi, bu darbe zaten önlenirdi.” Bu sözlerle doğrudan Akar’ı tehdit etti.

İşkence görüntüleri ortada zaten. Kadın subaylara dâhi bizzat işkence ediyor. Hakan Fidan’ı uğurlayan bir kadın subay var hatırlarsınız. Ona da işkence etti. Karargâha girer girmez de ters kelepçe ile etkisiz hâle getirilmiş insanları tekmelemesi, küfür etmesi meşhur. 

Ama Semih Terzi’yi Özel Kuvvetlere getirtip infaz ettirmesi tek başına 15 Temmuz için çok önemli bir veri. Zekai Aksakallı, bir gün orgeneral yapılabilir. Ama çok şey biliyor. Onun siyasi kariyerinin de nasıl devam edeceği biraz 15 Temmuz’la ilgili nasıl duracağına bağlı.

Adem Yavuz Arslan: Akşam Ankara’da düğünde ve erkenden çıkıyor. Plansız bir biçimde neden erken çıkıyor? Ona da cevabı şöyle: “Yerimi beğenmedim o yüzden ayrıldım.” Ne hikmetse onu kaçırmaya gelen askerler de onun düğünden ayrılacağını hesap ediyor. Herhalde zihin okudular. Bir diğer komik hadise şu: Özel Kuvvetler askerleri Aksakallı’yı kaçıracaklar ama ellerinde bir tane tabanca var. O tabancanın sahibi olan asker de arabadan inemiyor zaten. 

Her şeyin önceden planlandığının bir göstergesi Zekai Aksakallı’nın da diğer komutanlar gibi saklanması. Bülent Bostanoğlu, İzpark otoparkında saklanmıştı mesela. Başka komutanlar da başka yerde. Abidil Ünal ve Hulusi Akar planlara uygun olarak darbenin içindeymiş gibi bir imaj veriyorlar.

SAHADAKİ ASKERLER AKSAKALLI’NIN KOORDİNESİNDE

Şimdi Aksakallı en kritik adam. Neden? Çünkü Özel Kuvvetler Komutanından bahsediyoruz. Genelkurmaya giden askerleri o gönderiyor. Semih Terzi’nin yanındaki timi seçen o. Düşünün Semih Terzi Ankara’ya geliyor ama yanındaki timi bile Zekai Aksakallı seçiyor. Marmaris’e giden Sönmezateş’in timindekiler bile Zekai Aksakallı ile irtibatta. Bu kadar kritik bir adam ve bu adam ortada yok. Peki, ne yapıyor? Gizli bir yerde kalıyor. İfadesinde bir arkadaşının evinde kaldığını söylüyor. Çünkü güvenlik riski var. Nereden biliyoruz? Aksakallı dönemin Van Asayiş Komutanı İsmail Metin Temel’le telefon görüşmesinde diyor ki, “Ben evdeyim, karımı teskin ediyorum.” Telefon kayıtlarına ve verdiği ifadelere bakıyoruz sonra. O gece televizyonlara çıkıp halkı sokağa çağırmaktan tutun, Türkiye’nin muhtelif yerlerindeki bütün birlikleri arayıp 50’ye yakın adamın infaz emrini vermeye kadar hayli aktif. İnfaz edilmesini istedikleri içerisinde orgeneraller dahil isimler var. Bu isimlerin hepsinin öldürülme talimatını güya o esnada evde karısını teskin eden adam veriyor. 

Ertesi gün saat 10.00’a kadar ortada gözükmüyor. Bütün bu hengâme içerisinde Özel Kuvvetler Komutanı yok. İlk yaptığı şey de karargâha gittiğinde yerdeki, ters kelepçeli insanlara işkence etmek. 

Daha önce anlattık. 2016 Mayıs’ta MİT tarihinde ilk defa Akıncı Üssüne gidip inceleme yapmıştı. Yaklaşık 80 kişilik bir ekip ile. Benzeri bir incelemeyi de Özel Kuvvetler Komutanı, TÜRKSAT’a yaptırıyor. 15 Temmuz’a 2 ay kala bir ekip TÜRKSAT’a gidip, “Burada elektrikler kesilirse yayınlara ne olur?” gibi sorular eşliğinde inceleme yapıyor. Tabi bunların hepsi tesadüf.

SEMİH TERZİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİNE GEREK YOKTU

Bülent Korucu: Ben de şunu eklemek istiyorum. İsmail Temel Metin’in Zekai Aksakallı’ya telefonda söylediği şey bir sitem değildi. Aslında görevini hatırlatıyordu. Çünkü Genelkurmay Başkanı saldırı altındaysa Genelkurmay Başkanını koruma görevi Özel Kuvvetler Komutanlığındadır. Genelkurmay Başkanını, Özel Kuvvetler Komutanlığının ve ona bağlı olan askerlerin kurtarması gerekir. Ya da Özel Kuvvetlerde bir çatışmadan bahsediliyor. Özel Kuvvetlerin adının geçtiği bir sürü olay var. Ama komutan ortada yok. Normal şartlarda bir lider, bir komutanın tam tersine en aktif olması gereken zamanlardan biri. 

Bir de mahkemelerde sanık değil, tanık olarak katılan insanların ifade ettiği bir cümle var. Diyorlar ki, Semih Terzi öldürülmeseydi bile biz Özel Kuvvetler Komutanlığında hâkimiyeti elde tutabilirdik. Özel Kuvvetler Komutanlığı düşmezdi diyorlar. Zaten Adem Yavuz Bey’in de dikkat çektiği gibi, Terzi beraberinde getirdiği askerleri bile kendi seçmiyor. Gerçekten böyle bir darbe ya da büyük bir çatışmaya gidiyor olsa Semih Terzi en güvendiği insanları seçerdi yanına. 

Mihrali Atmaca mesela mahkemedeki ifadesinde diyor ki, “Ben Semih Terzi ile neredeyse hiç çalışmadım. Hiçbir şekilde irtibatım yok.” Mihrali Atmaca, Ömer Halisdemir’i gidip yaralı iken infaz eden kişi. Bunları da üst üste koyduğumuzda Semih Terzi iki açıdan hedefteydi diye düşünüyorum. Bir tanesi, bir haine ihtiyaç vardı ve konuşamayacak bir şekilde ele geçirilmesi gerekiyordu. 15 Temmuz’dan önce ya da 15 Temmuz günü attığı 30 mesajından 15 tanesi, sonraki bir hafta içerisinde değiştirilmiş. 15 Temmuz günü asker kişilerle arasındaki iletişim kayıtlarının ortaya çıkmayacak şekilde ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bir de kişisel bir husumet ve kişisel bir kıskançlık da vardı sanki.

Adem Yavuz Arslan: İfadelerde açıkça görünüyor. Daha önce mesela Semih Terzi, Aksakallı’yı makamından kovuyor. Hatta onunla ilgili “Bu adam Cemaatçi” diye ihbar mektupları gönderiyor.

Bülent Korucu: Semih Terzi sınır ötesi operasyonlarda çok büyük yararlılıklar göstermiş, tam bir Özel Kuvvetler askeri. Ama Zekai Aksakallı fotoğrafına baktığımızda “bir kahvehanede okeye dönen amca” profilinde birisi. Kendisi komutan iken başkasının yıldız olarak parlaması ve diğer askerlerin nezdinde idol olarak görülmesini çekemiyor. Bir çok tanık da bu durumu teyit ediyor zaten.

‘TÜRKİYE’DE İLK KEZ BİR GENERAL ÖLDÜRÜLECEK’

Adem Yavuz Arslan: Mesela Yarbay Mehmet Ali Çelik’in bir ifadesini okudum. Zekai Aksakallı kendisini arıyor. “Semih Terzi haricinde kimse girmeyecek,” diyor. Evinde karısını teskin ettiği saatlerdeki telefon görüşmelerinde söylüyor bunu. Bütün kapıları açıyor, Silopi’den Diyarbakır’a ve Ankara’ya kadar önüne kırmızı halılar seriliyor. Aynı zamanda hiçbir şeyi tesadüfe bırakamayıp, Yarbay Mehmet Ali Çelik’i arayıp bu emri veriyor. Arkasından Eskişehir’de Tuğgeneral Recep Ünal ile görüşüyor. Recep Ünal da, darbeyi önleme konusunda çok ciddi katkılar sağlamasına rağmen darbeci diye tutuklanan isimlerden. Aksakallı ona da “Recep, bu akşam Türkiye’de ilk kez bir general öldürülecek,” diyor. 

Bülent Korucu: Zekai Aksakallı dediğimizde en önemli haberlerden biri mahkemeye verdiği ifade: Bu darbe aslında basit bir emirle, çok kolaylıkla engellenebilirdi, durdurulabilirdi. Bu kadar can kaybı olmazdı. Genelkurmay Başkanı “Hiç kimse kışlayı terk etmeyecek” talimatını verseydi, bunların hiçbirisi yaşanmazdı zaten. Herhalde kaleminin kırılmasının sebeplerinden biri de bu; çünkü darbeyi önleyen bir kahramanın bunu söylemesi biraz daha fazla dikkat çekti. Yandaş medyada bile yer buldu. Mesela Akın Öztürk’ün ifadeleri yandaş medyada kısa kısa bile girmez iken Zekai Aksakallı’nın ifadesini herhalde iyi bir şey söylüyor diye yayınladılar. Sonradan ne demek istediğini anladılar, çark etmeye çalıştılar. Ama haber bir kere girilmiş oldu. 

Benzer bir ifadeyi Meclis Araştırma Komisyonu’nda Ümit Dündar da veriyor. Diyor ki, “Bunun darbe girişimi olduğunu Sayın Genelkurmay Başkanımız düşünmemiştir.” Düşünün uçakların, tankların bir kısmını sokağa çıkmaması talimatını veriyor. Ama darbe olduğunu anlamıyor. “Şayet, anlasaydı farklı emirler, farkı talimatlar verirdi ve bu işi önleyebilirdi,” diyor. Ümit Dündar da o kadar önemli bir günde haberdar edilmeyen kişilerden biri, Genelkurmay’dan hiçbir şekilde telefon almamış. Akşam evde yemeğini yemiş, çayını içerken emniyet müdürünün telefonu ile kargaşadan haberdar olmuş. Hava trafiğini durduracak kadar ihbarı önemseyen Hulusi Akar, en kritik yer olan Birinci Ordu Komutanını uyarmıyor! 

Tarık Toros: Zekai Aksakallı gerçekten enteresan bir karakter. Son iki yıldır açıkçası çok fazla da ismi duyulmuyor. Pasif görevlerde bildiğimiz kadarıyla. Önümüzdeki Yüksek Askeri Şura’larda ne olur, onu da göreceğiz. Fakat içinde bulunduğu olaylarda hep sembol isimler öne çıktı.

DARBE-CEMAAT BAĞLANTISI

Şimdi bir başka sembol isme geçeceğiz. Zannediyorum ki pek çok seyircimiz de bu ismi bekliyor. “Acaba Adil Öksüz konusunda bu ekip ne diyecek?” diye merak ediyorlar.

Adil Öksüz kim? Benim açıkçası 15 Temmuz’a kadar ismini duymadığım biriydi. 1967 doğumlu, ilahiyat mezunu ve Cemaatin belli kademelerinde olduğu ifade edilen bir isim. Çokça ifade var hakkında, çokça haber yapıldı. “Hava Kuvvetleri imamı” dendi. “TSK imamı” dendi. Akıncı Üssünde olduğu kesin. Çünkü o gün orada gözaltına alınan onlarca isim arasında ve iki gün boyunca gözaltında tutuluyor. Herkes tutuklanırken, Adil Öksüz çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakılıyor. Bir rivayete göre “Buraya arsa bakmaya geldim,” bir başka rivayete göre de “Tarla bakmaya geldim,” diyor. 

Ve onu serbest bırakan isimlerin, hâkim-savcı fark etmiyor, başına pek de bir şey gelmiyor. Böyle de bir tarafı var işin. Bir rivayete göre şu an Almanya’da yaşıyor. Bir başka rivayet, Amerika’yı işaret ediyor. Eşinin Amerika’da görüntülendiğini belirtelim. Evli ve üç çocuk babası. 

Adem Yavuz Arslan: Bence hala Türkiye’de.

Tarık Toros: Ama en çarpıcı anekdotlardan biri Ahmet Nesin’den geldi. Geçtiğimiz haftalarda Said Sefa’nın YouTube kanalına katıldı. Adil Öksüz’ün Akıncı Üssünde, Hulusi Akar ile birlikte çerez yerken 15 Temmuz’u yönettiklerini iddia etti.

ADİL ÖKSÜZ’ÜN TEK MİSYONU

Adem Yavuz Arslan: Ben de adını ilk defa bu olaylardan sonra duydum Adil Öksüz’ün. Biz ilk defa duyduk ama devletin tamamı biliyormuş. Devletin çok yakından tanıdığı bildiği bir isimmiş. Adil Öksüz bu darbenin en önemli konusu. 15 Temmuz duvarındaki tuğla. Ne demek istiyorum? Şu karşınızda bir duvar düşünün. Delik deşik yani korkunç bir kumpas var. Geriye doğru dönüp baktığınızda resim çok net gözüküyor. Ama alıyorsunuz bir tuğlayı, gözünüzün önüne koyuyorsunuz, o zaman tek gördüğünüz o tuğla. Arkadaki büyük resmi göremiyorsunuz. Niye? Çünkü o tuğlayı size sürekli gösteriyorlar. Adil Öksüz ve Akıncı Üssündeki siviller, bu 15 Temmuz kumpasını planlayanların milletin gözünün önüne koyup günlerdir burada anlattığımız o planı, kumpası, istihbarat operasyonunu gözden kaçırma aparatı. Başka hiçbir misyonu yok Adil Öksüz’ün 15 Temmuz ile ilgili. Çünkü ne ifadelerde Adil Öksüz’den talimat aldığını söyleyen var, ne İfadelerde Adil Öksüz’ün darbe yönettiğini söyleyen var. Yine ifadelerde Adil Öksüz’ün gerçekten Akıncı Üssünde olduğunu gösteren hiçbir delil de yok.

Sırasıyla gidelim Adil Öksüz’ü tanımıyoruz ama devlet çok iyi tanıyor dedim. Kast ettiğim şey şu, Kemalettin Özdemir diye bir adam vardı. Hatırlarsınız, eski Cemaat yöneticilerinden birisi. Kendisi televizyon ekranlarında açıkça söyledi. “Ben,” dedi “2012 yılında Adil Öksüz’ü ve Cemaat’in mahrem imam yapılanmasını isim isim savcılara verdim.” Yani 2012 itibari ile devletin bütün kritik makamları, MİT de dâhil, biliyor. Hanefi Avcı kitabında da anlatıyor. 2008’de bu “mahrem yapıyı” hem içişlerine hem de Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Savcılığına anlattığını söylüyor. Cemaat yargılamasının çatı iddianamesinde de Adil Öksüz’ün Hava Kuvvetleri’nin sorumlusu olduğu var zaten. Bilinen bir isimden bahsediyoruz ve bu kadar göz önünde olan bir kişiden bahsediyoruz. Devletin istihbarat ve yönetim kademelerinde hepsinin çok yakın tanıdığı bir isim. Ama biz bilmiyoruz.

TÜRK HAVA YOLLARINI KULLANARAK 12 SEYAHAT

Adil Öksüz mesela normalde ilahiyatta akademisyen, bir öğretim görevlisi. Ama 17-25 Aralık’tan sonra tam 12 kez Amerika’ya gitmiş. 111 gün kalmış ve bunların hepsinde Türk Hava Yollarını kullanmış. Türkiye artık bir istihbarat devleti olduğu için SGK kaydınız, reçeteniz, Türk Hava Yolları ile çıktığınız seyahatleriniz, kredi kartınız… hepsi MİT’le paylaşılıyor. Adil Öksüz MİT’i bilen birisi. Sonra iddia o ki, 11 Temmuz’da Amerika’ya gitti ve 13’ünde döndü. Öncesinde Ankara’da toplantı yaptı. Çukurambar’da toplantı yapıyorsunuz… Ankara’da metrekareye bir MİT’çi, iki polisin düştüğü bir yerden bahsediyoruz.

Bunları neden anlatıyorum? Adil Öksüz, Cemaati darbeye bulaştırma misyonunu nasıl eda etmiş? Bu anlattıklarım çok önemli göstergeleri. Yani öğretmenlerin bile pasaportları iptal edilirken… Mesela benim pasaportum 15 Temmuz’dan aylar önce iptal edilmişti. Amerika’da mahsur kalmış durumdayım, hala pasaportum yok, bir yere gidemiyorum. Ama Adil Öksüz’ün pasaportu iptal edilmiyor ve Adil Öksüz fıldır fıldır geziyor 15 Temmuz’a kadar. 

Devam edelim: Üst düzey komutanlarla toplantı yapıyor. Ama ne hikmetse toplantıyı izleyen, toplantıyı takip eden istihbarat bu toplantılara müdahale etmiyor. Az önce anlattım, toplantılara katıldığını söyleyen iki tane gizli tanık, buradaki kişilerden bir kısmını tanıyamıyor. Yani gerçekten öyle bir toplantı var mı? O da belli değil. Mesela Cemaat’ten oldukları gerekçesiyle 500’den fazla avukata adlî işlem yapılırken Adil Öksüz’ün avukatları hakkında işlem yapılmıyor. Öksüz’ü serbest bırakan hakim Ali Göksu serbest. Mesela muhalefetten birileri de ısrarla söyledi. Adil Öksüz’ün, Akıncı’daki Jandarma Komutanlığına bıraktığı GPS cihazını iddiaya göre bir devlet kurumu ithal etmiş. Bunu kim ithal etti ve Adil Öksüz’de bu cihaz ne arıyordu? Bu soru hali hazırda cevapsız bir soru.

PARMAK İZİ İNCELEMESİ YAPILMAYAN TEK YER

Adil Öksüz’ü peki devlet araştırıyor mu? İddiaya göre Adil Öksüz’ün, Akıncı Üssünde bulunan 143. Filo’nun Öğretmen Gazinosunda olduğu söyleniyor. Akıncı Üssünde parmak izi incelemesi yapılmayan tek yer burası. Yine buradan tek kare görüntü yok. Çünkü Akıncı Üssündeki görüntüleri bizzat savcı yaktırdı. İlgili olan kısımları iddianamelere aldılar. Abidin Ünal’ın el cepte gezme görüntüsü, Akın Öztürk’ün kolundaki görüntüsü gibi seçilen görüntüler var. Diğer görüntülerin tamamını yaktılar. Bizzat yakan polis de belli, talimat veren savcı da belli. Ve elimizdeki kalanlarda Adil Öksüz’ün tek kare görüntüsü yok. 

Ertesi gün, Akıncı Üssü civarındaki arazide yakalanıyor. Tesadüfen mi yakalandı, gerçekten mi yakalandı.? Ayrı bir konu. Tesadüfen yakalanma ihtimali de söz konusu. Sonra Akıncı jandarma karakoluna götürülüyor. Jandarma karakolunda 100 kişi var. Ve o esnada orada olan herkes Adil Öksüz’ün kim olduğunu biliyor. Bunu nereden biliyoruz? Öksüz’ün elden kaçırılması ile ilgili yapılan soruşturmada, ifade veren tanıklardan. Turgay Berke oradaki görevli polislerden bir tanesi. Adil Öksüz daha sorguya girmeden önce Berke diyor ki, “Bu darbeyi yapanlar bunlar. Askeri imam buymuş.” Oradan küfürlü bir şeyle devam ediyor ve “2 gün önce Amerika’dan dönmüş,” diyor.

Tarık Toros: Bunu nasıl bilebilir? Akıncı Üssünde gözaltına alan kişi bu bilgileri nasıl bilebilir?

O GECE TUTUKLANMAYAN TEK KİŞİ

Bülent Korucu: Jandarma karakolundaki bu kişi, istihbaratta görevli bir polis. Sanki Adil Öksüz için gitmiş gibi, ben öyle anlıyorum ifadelerinden. Normalde jandarma karakolunda polisin görev yapmasına gerek yok. Ama sanki Adil Öksüz için bilinçli bir şekilde gitmiş ve Öksüz’ün kim olduğunu orada herkese duyurmaya çalışacak şekilde yüksek sesle, “Bu adam Cemaat’in askeri imamı ve darbe yaparken, Akıncı’dan çıkarken yakalandı,” diye bağıra çağıra herkese duyuracak şekilde konuşuyor.

Adem Yavuz Arslan: Devamında ne oluyor? 100 kişi mahkemeye sevk oluyor, 99’u tutuklanıyor. Bir tek Adil Öksüz serbest kalıyor. Savcı itiraz ediyor. Çünkü düşünün, Türkiye allak bullak olmuş yanıyor, yıkılıyor; Adil Öksüz “Tarla bakıyordum,” diyor ve mahkeme hâkimi de bunu kabul ediyor. Ya buna kargalar bile gülmez. Adil Öksüz’ün yalan söylediği net. Bu işi yapan insanların da bu tezgâha inanmaması gerektiği çok açık. Ama rivayet o ki hâkim bunu yeterli buluyor ve serbest bırakıyor. İtiraza rağmen ikinci hâkim de serbest bırakılma kararını değiştirmiyor.

Bülent Korucu: Ben şöyle bir tahminimi aktarayım. Tabii ki o günkü kayıtlar elimizde olmadığı için net bilgi olarak söyleyemiyoruz. Ama çok güvenerek bir tahminde bulunayım. O gün Türkiye genelinde 10,000 kişi mahkemelere tutuklanmak üzere sevk edilmiş ise şayet 9,999’u da tutuklanmıştır ve sadece bir kişi salıverilmiştir. Böyle bir ortamdan bahsediyoruz. Çünkü o gün savcılar, hâkimler bile tutuklanıyor. Herkes kendi gölgesinden korkuyor. Yani hiç alakası olmayan ev kadınlarını salıverilmeye cesaret edemiyor yargıçlar.

Kendi hikâyemi anlatayım isterseniz. Benim eşim tutuklandı, eve baskın yaptılar. Ben olmadığım için onu alıp götürdüler. Normalde onu almaya geldiklerine dair bir arama ve gözaltı isteği bile yoktu. Sonradan arkadan hazırladılar gözaltı evrakını. Beş çocuk annesi bir kadın, hiçbir şekilde hiçbir suçunu ispat edemediler. Dosyasını bile hazırlamakta zorlandılar. Ama onu bile bırakmaya cesaret edemediler.

Tutuksuz yargılama kararı vermeye hiçbir hâkim cesaret edemedi. Gerçekten inanarak söylüyorum. O gün 100,000 kişi tutuklamaya sevk edilmiş olsaydı 99,999’u da tutuklanabilirdi. Sadece bir kişi sonunda bildirdi nasıl korunduğunu.

ERDOĞAN’IN ADAMIYLA KARAKOLDA SOHBET

Adem Yavuz Arslan: Adil Öksüz’ü mahkemeye sevk eden, tutuklanmasını isteyen Savcı Cihan Ergin de “Böyle şey mi olur?” diyor. Kimse kendini kandırmasın. “Ben tarla bakıyordum,” dersen adama “Hadi len” derler. Herkesin aklıyla dalga geçiyorsunuz. Cihan Ergin bunu inandırıcı bulmuyor ve tutuklamaya sevk ediyor. Mahkemede Hâkim Köksal Çelik de serbest bırakıyor. Sonra ne oluyor? Cihan Ergün sürülüyor. “Sen bu adamı tekrar tutuklamaya sevk ettin” diye. 

O gece öyle bir karartma yapılıyor ki… Ali İhsan Sarıkoca, Erdoğan’ın yakın halkasındaki danışmanlarından birisi. İstanbul Belediye Başkanlığı döneminden bu yana, yanında taşıdığı has adamlarından birisi. Başbakanlık müşaviri o dönem… Ali İhsan Sarıkoca’nın o gece orada olduğunu biz uzun süre öğrenemedik. Adil Öksüz ile jandarma karakolunda oturmuş, rahat rahat ilahiyat tartışması yapıyorlar. Bunu da biz bir sene sonra öğreniyoruz. Kendini öyle savunuyor. Güya ona ayet okumuş. Adil Öksüz, “Bizim bunlardan haberimiz yok,” demiş. “Arsa bakıyordum,” savunması ne kadar absürt ise, Jandarma karakolunda başbakanlık müşaviri ile Adil Öksüz’ün ilahiyat tartışması da ondan iki kat absürt. Ama her şeye rağmen Adil Öksüz inanılmaz bir şekilde korunuyor ve bir şekilde serbest bırakılıyor.

Adil Öksüz ile ilgili söylenen yalanların haddi hesabı yok. Gözaltında ve o durumda telefonunu elinde, hatırlayın. Abidin Ünal’ın da telefonu elindeydi. Güya darbeciler rehin almıştı ama darbecilere karşı koordinasyon yapıyordu. Bu süre içerisinde Adil Öksüz de telefonuyla sağı solu arıyor. Hatta telefonunu gözaltı hücresindekilere kullandırtıyor. Böyle garip garip işler oluyor. Arkasından serbest kalıyor. İtiraz üzerine bir daha gidiyor, bir daha serbest bırakılıyor. Sonra onun adliyedeki görüntüleri de imha ediliyor. 

ADİL ÖKSÜZ NİYE BU KADAR RAHAT

Peki, Adil Öksüz ne yapıyor? Şimdi burada duralım ve empati yapalım. Darbe ortamındasınız. Sizin kim olduğunuzu biliyorlar, siz kritik bir makamda olan bir adamsınız ve bir şekilde serbest kaldınız. İnanılmaz bir şey oldu, bir şekilde sihirli bir değnek sizi kurtardı. Ne yaparsınız? Gayet insani bir refleks; saklanırsınız, kaçarsınız değil mi? Çünkü sonuçta o ortamı görmüşseniz, neler olabileceğini kestiriyorsunuzdur. Hiç bunları yapmıyor. Gayet serbest bir şekilde, kendinden emin bir vaziyette havalimanına gidiyor, bilet alıyor. Kayınbiraderini arıyor, avukatını arıyor, arkadaşını arıyor. Arkadaşı Ali Kaya isminde biri. O da hâlâ serbest diye biliyorum. 

Ailesinin yanına gidiyor. Ailesiyle birlikte vakit geçiriyor. Hatta oradan Sakarya’yı arıyor. Sakarya’ya gidiyor. Günlerce telefonu açık. Beş gün boyunca telefonu sinyal veriyor. Yani böyle bir ortamda, beş gün boyunca kendi cep telefonu ile dolaşmaya devam ediyor. Kendi arabası ve kendi cep telefonu ile. Peki, bu normal midir? Bir insan tutuklanmayacağının garantisini almasa, başına bir iş gelmeyeceğinin garantisini almasa böyle davranmaz.

Orada bir tuhaflık daha var. O da şu: Maalesef meslektaşımız Erdal Şen’in başını yakan hadise. Erdal Şen’in eşi ile Adil Öksüz’ün eşi kardeş. Yani bacanaklar. Adil Öksüz’ü kaçırma iddiası ile ilgili olarak Erdal Şen tutuklandı. Ve hâlâ da tutuklu. Erdal Şen, 15 Temmuz’da İzmir Nazilli’de tatilde. Bunu niye söylüyorum? Erdoğan çıktı dedi ki, “Adil Öksüz’ü benim komşum kaçırmış.” Bütün televizyonlarda, manşetlerde bu var. Peki, Nazilli’den mi kaçırmış? Nasıl olmuş? Bunun gibi şeyleri kimse sorgulamadı. Yalanın biri bin para, derler ya. Böyle bir tablo. Ayrıca Adil Öksüz’ü kaçırdığı iddia edilen AKP’li bir isim daha var. O haber de jet hızı ile yalanlandı. Sonra hâkimlerden birisi yoğun kamuoyu baskısı ile bir sene sonra açığa alındı. Öbürü de benzer bir şekilde bir seneden fazla süre açıkta bekledi.

‘BU DAVANIN KONUSU DEĞİL’

Bülent Korucu: Ben hâkimlerle ilgili saptama yapayım. Salıveren değil de, itirazı reddeden hâkim, ikinci senenin sonunda yanlış hatırlamıyorsam görevden el çektirildi ve tutuklandı. ‘FETÖ’ üyesi olmakla suçlandı. Adam mahkemeye çıktı. Mahkemede, Adil Öksüz davası ile ilgili bir şeyler söylemek istedi. Orada kendisini savunmak istedi ve kürsüdeki yargıç onu susturdu. “Bu davanın konusu değil. Bunları burada konuşamazsın,” diyerek adamı mahkemede bile konuşturmadılar. Normal şartlarda şayet adamın ‘FETÖ’ üyesi olduğunu düşünüyorsanız bundan dolayı yargılıyorsanız, ilk sorgulayacağınız şey budur. Adil Öksüz’ü neden salıverdiniz? Adil Öksüz’ü Cemaat adına darbeyi yönetmekle suçluyorsunuz. Onu ilk salıvereni değil de, itirazı reddeden yargıcı aynı örgüte üye olmaktan yargılıyorsunuz. Ama adama bu konu ile ilgili soru sormuyorsunuz. Tam tersine adam bu konu ile ilgili bir şeyler söylemek istediğinde de, lafı ağzına tepip susturuyorsunuz.

Adem Yavuz Arslan: 15 Temmuz’un hemen ardından yayınlanan gözaltı listesinde herkes var. Ama Adil Öksüz yok. Gazeteciler için bile o tarihte tutuklama kararı var. Ama Adil Öksüz gözaltı listesinde değil. Adil Öksüz sonra ortadan kayboluyor ve o gün bugündür ortada yok. Nerede olduğuyla ilgili çeşitli algı operasyonları yapıyorlar.

ADİL ÖKSÜZ HÂLÂ TÜRKİYE’DE OLABİLİR

Benim analizim şu: Adil Öksüz hâlâ Türkiye’de. Türkiye dışına çıktığını düşünmüyorum. Ve peki Adil Öksüz ne yaptı? Resmi toparlayalım: Adil Öksüz, Fethullah Gülen ile tanışıyor mu? Tanışıyor. Zaten Fethullah Gülen de bunu söyledi. Gidip derslere katılan isimlerden birisi, fotoğrafları var. Adil Öksüz’ün TSK’daki Cemaat yapılanması açısından bir rolü olduğu da tanıkların anlatımları ile net. Peki, bu rol nasıl bir rol? 

Cemaat’in darbe yaptığını varsayalım. Kime ne talimat vermiş? Orası belli değil. Adem Huduti gibi orgenerallere, İlhan Talu gibi orgenerallere kim talimat vermiş? Akın Öztürk ile ilgili bir talimat var mı? Hiçbir şekilde irtibat kurulamıyor. Yani, “Adil Öksüz’den talimat aldık,” ya da “Adil Öksüz bize şu talimatı verdi,” diyen bir tane “darbeci” yok burada. Ankara’da olduğu söylenilen bir toplantı var. O da tartışmalı çünkü alt seviye isimler katılanlar. Bir de Adil Öksüz’ün Amerika’ya gidip geldiği tarihlerde Erdoğan’ın nerede olduğu bile bilinmiyor. Erdoğan o anlarda kayıp. Adil Öksüz’ün Akıncı Üssünde olarak darbeye nasıl müdahale ettiğine dair hiçbir izah yok. Adil Öksüz neden oradaydı ya da o üssün orada ne yaptı? 

Az önceki tuğla örneğinden devam edeyim. Adil Öksüz, Fethullah Gülen’i tanıyor, talebelerinden birisi. TSK’da birilerine abilik, imamlık, adına ne derseniz, onu yapıyor. Ve 15 Temmuz akşamı ya da ertesi sabah Akıncı Üssü yakınında yakalanıyor. Yanında 4 tane sivil daha var. Yani tam anlamıyla muhteşem bir psikolojik harp operasyonu. Darbe süreci ile ilgili hiçbir şey yok. Ama inanılmaz bir şekilde adliyeden çıkıyor, inanılmaz bir biçimde bulunamıyor, inanılmaz bir biçimde kaybediliyor. Ve aranmıyor da… Aranmadığı da net olarak söyleyebilirim. Zaten bir süre sonra arama ekibini de dağıttılar. 

Kim ne kazandı? Adil Öksüz’ü önümüze koyup 15 Temmuz’daki Erdoğan, MİT ve Genelkurmay arasındaki kumpası gözümüzden kaçırıyorlar. Burada Adil Öksüz’ün misyonu tam anlamıyla bu.

BU SİVİLLERİN ORADA NE İŞİ VAR?

Tarık Toros: Kemal Batmaz var o siviller arasında. Kemal Batmaz’ın New York’tan Adil Öksüz ile birlikte 15 Temmuz’dan 3 gün önce İstanbul’a aynı uçak ile geldiği görülüyor. Kemal Batmaz da şu anda tutuklu sanıklar arasında. Ve gene 15 Temmuz’un “sivil ayağı” arasında gösteriliyor. Adil Öksüz ile birlikte uçuş kayıtları, görüntüleri çokça servis edildi. Güvenlik kameralarından alınmış görüntüler var. Kemal Batmaz konusunda neler söylersin?

Adem Yavuz Arslan: Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek gibi oradaki sivillerin doğru söylemedikleri çok net. Yani biri diyor ki, arsa bakıyordum, birisi hayvancılık belgeseli çekiyordum, biri diyor tarla alacaktım… Bunların doğru olmadığı net orada. 

Yalan söyleyerek bir şeyi saklıyorlar. Soru şu: Bu sivillerin orada ne işi var? Tek bir cevabı var bunun. Cemaat’i darbeye bulaştırma misyonu. Onun dışında eğer Akıncı Üssünden, Adil Öksüz ve diğer sivilleri çekip alırsanız, Cemaat ve darbe bağlantısını kurmak hiç kolay değil. Bir takım isimler ifadelerinde, “Evet bizim abilerimiz bizim irtibatta olduğumuz kişiler bize amirlerinize uyunuz dedi,” şeklinde sözler kullandı. Ama bu darbe işareti değil. Bu sivil isimleri 15 Temmuz’dan çekip aldığın zaman Cemaat ile darbe ilişkisini kuramıyorsunuz. Bu, tam anlamı ile MİT’in o meşhur ses kaydındaki “karşıya 3 adam gönderip bu tarafa 5 füze attırmanın” örneğidir.

Adil Öksüz’ün Erdoğan’ın yakın çevresi ile de ilişkileri var. Kayınpederinin kardeşi AKP milletvekili Recep Yıldırım. İlginç bir biçimde o çevreyle irtibatı var, geçmişi var. Ben bu konuları bilmem ama okuduğum tonla ifadeden söylüyorum, Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek gibi isimlerin yaptıkları işlemlerin tamamı şüpheli. Yani bir insan “Ben Cemaat’i nasıl darbeye bulaştırırım?” diye kendine bir misyon edinse ancak bunları yapar. Öğretmenlerin bile fişlenme, kayda girme korkusuyla Türk Hava Yollarını kullanmadığı bir dönemde Adil Öksüz ve ekibi Türk Hava Yolları ile oraya buraya gidiyor. Bu, direkt olarak MİT’in radarına girmek demektir. Ankara Çukurambar’da toplantı yapıp orada kameralara görüntü vermek de öyle. Para trafikleri, birbirleri ile olan mesajlaşmalar… Bir insan ancak “Cemaat’i nasıl darbeye bulaştırırım” misyonunu kendine edinse Adil Öksüz ve ekibinin yaptıklarını yapardı. Tabii ki bu çok zeki kurgulanmış bir plan. Adil Öksüz ve ekibi bu şekilde topa sokulmasa, olayın içerisine sokulmasa Erdoğan çıkıp “Bu bir Cemaat darbesi” diyebilir miydi? Yine derdi ama delili olmazdı.

Tarık Toros: Ortada delil olmadığını da söyledin. Herhangi bir konuşma, talimat yok iken nasıl Adil Öksüz darbenin yöneticisi oldu?

Adem Yavuz Arslan: Şöyle: Adil Öksüz ve beraberindeki sivillerin Cemaat’in asker yapılanmasından sorumlu oldukları ortada. Girişte de anlattım, hem Kemalettin Özdemir ve Hanefi Avcı, hem de başka tanıklar tarafından kayıtlara geçirildi. Artık bu bilinen ve kabul edilmiş bir realite.

Tarık Toros: Bülent Korucu ile devam edelim. Siz Adil Öksüz portresini nereye koyuyorsunuz?

15 TEMMUZ’DAN İKİ GÜN ÖNCE İKÂMET KONTROLÜ

Bülent Korucu: Adem Bey’in söylediği son cümleye bir muhalefet şerhi düşmek istiyorum. Hanefi Avcı, Kemalettin Özdemir tanıklığında Adil Öksüz’ün Cemaat’in askeri imamı olduğunu söylüyor, bu 15 Temmuz’dan önce kayıtlara geçmiş ifadeler. Bu ifadelerin doğru olduğu anlamına gelmez ama şu var bunun onda biri, yüzde biri suçlama ile muhatap olanlar, 15 Temmuz’dan önce bile büyük zorluklar yaşadılar. Bu adamın elini kolunu sallayarak dolaşması çok büyük bir şaibe. 15 Temmuz’dan önce gazetecilerin pasaportları iptal edildi, biz mesela yurtdışına çıkabilir halde değildik. 15 Temmuz’dan sonra Akıncı’nın etrafında tarla bakarken falan da yakalanmış değiliz; o gece sabaha kadar gazetelerimizi hazırlamışız. Saat 1.30 civarlarında internete gazetemizin ilk sayfasını atmış ve darbeyi kınamışız, demokrasiden dönüş olmayacağını belirten ifadeler yazmışız vesaire. Ama ertesi gün ben şahsen sokağa çıkamadım. Kendi arabamı kullanamadım. 

Bu adam Ankara’dan çıkıyor, Türk Hava Yolları ile İstanbul’a geliyor. İstanbul’da elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Herkesin bildiği arabasına biniyor. Sakarya’ya gidiyor. Sakarya’da kayınpederinde galiba bir gün ya da iki gün kalıyor. Yani bu rahatlığı yaşayabilmesi için birilerinin güvencesi lazım. Bırakın daha önce çeşitli metinlerde, çeşitli kayıtlarda askeri imam olarak adı geçen birisi olmasını, okullarda çalışan öğretmenler hatta okullarda çalışan görevliler, temizlik görevleri, aşçılar, yamaklar bile evlerine kapandılar. Çıkamadılar, başımıza bir iş gelir diye. Çünkü hemen ertesi gün o büyük cadı avı başladı ve Cemaat adına bilinen kimler varsa ya da Cemaat kurumunda çalışan, yurtta muhasebecilik yapmış, yemekhanesinde çalışmış kim varsa gözaltına alındı. Daha sonra ortaya çıktı ki darbeden 2 gün önce bizim gazetedeki yönetici arkadaşlarımızın hemen hepsinin evine polis gitmiş ve adreslerimiz üzerinden teyit alınmış.

Yani Bülent Korucu burada mı oturuyor, Ekrem Dumanlı burada mı oturuyor gibi, adres teyidi yapılmış ve bunu tutanak haline getirmişler. Dava dosyasında bunu bulduk. Ben de bunu bir yazımda kullandım.

Düşünün darbeden 2 gün öncesinde bile adreslerimizi teyit edip tutanak altına alıyorlar anında toparlayabilmek için. Ama askeri imam olduğu iddia edilen bir adam, bırakın evinden alınmayı, adamı iddiaya göre tarla bakarken Akıncı’da yakalamışsınız. Akıncı Jandarma karakoluna götürmüşsünüz, orada Cumhurbaşkanının en önemli adamlarından biri gelip görüşüyor. BİMER’i, CİMER’i kurmuş kişiden bahsediyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından itibaren en yakın kadroda yer almış birisi gidiyor, karakolda ilahiyat tartışması yapıyor Adil Öksüz’le. Ve Türkiye’de o gün, o hafta tutuksuz yargılama kararı verilen tek kişi… Hiçbir faniye nasip olmamış bir rahatlık ve bu rahatlığın sebebini devletin izah etmesi gerekiyor.

Adem Yavuz Arslan: Unuttuğum bir şey var, ekleyeyim. Mesela Adil Öksüz’ün serbest kalmasıyla ilgili görülen davada 27 asker ve polisten hiç kimse tutuklanmadı. Görevlerine devam ettiler. Bakın bir suçlama var, Adil Öksüz’ün kaçmasına yardımcı oldunuz diye. Normalde ne beklersiniz? Bu adamlar “kripto Cemaatçi” falan denip hepsi tutuklanır. Bakın 27 asker ve polis bu davada sanık oldu. Sadece 2 tanesi açığa alındı, onlar da tutuklanmadı. Kermes yapan kadınları tutuklayan rejimden bahsediyoruz…

CEMAAT’TEN BİR AÇIKLAMA YOK…

Tarık Toros: Anlatılanlardan ve benim de elbette 4 yıldır takip edebildiğim kadarıyla bir Adil Öksüz profili var karşımızda. Ama Cemaat’ten net bir açıklama yok kendisine dair. Cemaat’ten pek çok kişi tarafından tanındığı, Fethullah Gülen ile fotoğraflar verdiği, onu defalarca ziyaret ettiği ortada. Hava Kuvvetleri imamı mı, Türk Silahlı Kuvvetleri sorumlusu mu, bu yönde de muhataplarından, Hizmet Hareketi merkezinden yapılmış bir açıklama yok. Eldeki veriler, Cemaat’in Türk Silahlı Kuvvetlerindeki yapılanmasıyla ilgili bir sorumluluğu olduğunu gösteriyor.

Son yıllardaki rahat hareketleri, 15 Temmuz’dan sonraki rahat hareketleri de gerçekten dikkat çekici ve belli ki 15 Temmuz’a gidilen süreçte bu işi planlayanların bir parçası ve o planın gereği olarak da son 2-3 sene içerisinde etki ettiği insanları da bu şekilde dizayn etmiş. Bu da net olarak görülüyor. Adem Yavuz Bey, “Şu anda Almanya’da veya Amerika’da olduğunu zannetmiyorum, bence Türkiye’de,” dedi. Türkiye’de olması şu açıdan da belki bir ihtimal. Yani dışarıda bir ülkede olsaydı, çok fazla kontrol altında tutmak mümkün olmazdı. Yabancı ülkelerin istihbaratları devriye girebilirdi. Ankara, böyle kritik bir adam bizim gözetimimiz altında olsun, demiş olabilir. 

Gerçi yaşıyor mu öldü mü onu dâhi bilmiyoruz. Yaşıyorsa şayet bir gün ortaya çıkartılır ve “İşte darbenin 1 numarası” denip rejimin çok sıkıldığı bir anda teşhir edilir mi? Levent Kenez’in de sözlerini alalım…

ADİL ÖKSÜZ’ÜN KAÇIRILMA DAVASI…

Levent Kenez: Bu yaptığımız 15 Temmuz Konuşmaları duyurulduğunda sosyal medyada herkesin attığı mesajlarda “Adil Öksüz’ü konuşacak mısınız?” sorusu vardı. Kimisi iyi niyetli, kimisi taciz, kara propaganda amaçlı. Aslında planlayıcılar amaçlarına ulaşmışlar. 6 gündür öyle şeyler anlatıyoruz ki… Yine de herkes Adil Öksüz’ü soruyor. Sebebi şu: Donanmada gemilere kalk emri verip gemiler kalktıktan sonra “İşte bunlar darbeye girişti” demek nasıl bir akılsa, Erdoğan’ın ayrılmasından 3 saat sonra Marmaris’te otele gönderilenler nasıl bir planın parçası ise, Adil Öksüz ve sivillerin orada olması da aynı. 

Zekai Aksakallı’nın emri ile Semih Terzi’nin yolunun açılıp Ankara’ya getirilmesi var… Ümit Dündar’ın 5 dakikada er ve erbaşı Boğaziçi Köprüsü’nden kışlalarına gönderip darbeyi bitirme ihtimali varken bunları yapmaması var… Ama Adil Öksüz konuşuluyor. Tamamen Cemaat’le ilintilendirme operasyonu. 15 Temmuz öncesi çok rahat hareket ettiğinden bahsetmiştik. Bu kadar rahat hareket etmesinin Cemaat’te de bir alarm uyandırması lazımdı. Görüyoruz ki öyle bir şey de olmamış. Onu da kayda almak lazım.

Şimdi Adil Öksüz’ün kaçırılması davasında 13 asker, 14 polis ve Ali İhsan Sarıkoca yargılanıyor. Tek başına Ali İhsan Sarıkoca yargılanmasın diye eklenmiş isimler bunlar. Neden tutuklu değiller? Çünkü adamı yakalamış, adalete teslim etmişler. Zaten görevini yapmış o jandarma. Tarlada bulmuş, yakalamış getirmiş. Tekrar bu adamın firar etmesiyle suçlanmaları da enteresan. Diğer bir hadise, 18 Temmuz’a kadar gözaltına alınanların aktarıldığı bir merkez var. O merkezdeki listeye baktığınız zaman diğer bütün siviller var, gene Adil Öksüz yok.

ADINI İLK KEZ 19 TEMMUZ’DA DUYDUK

Şimdi Adil Öksüz ismini kamuoyu ilk defa ne zaman duydu? 15 Temmuz’dan sonra… Ama 16 Temmuz’da değil, 17 Temmuz’da değil, 18 Temmuz’da da değil… 19 Temmuz’da! Yani serbest kaldıktan ve sırra kadem bastıktan sonra bir anda herkes Adil Öksüz’ün ismini duyuyor. Başbakan müsteşarı ne zaman görüşüyor? Ertesi gün. Demek ki aslında 16 Temmuz’da, 17 Temmuz’da çok rahat biçimde haberlere çıkacak bir isim. Yakalayanlar da, “Cemaatin asker imamını yakaladık” diyorlar. Peki, niye haber olmuyor? Çünkü eğer haber olsaydı mahkemede başka bir kamuoyu olacaktı. Belki de serbest kalması mümkün hale gelmeyecekti. 

Son bazı somut bilgileri aktarayım. Kendisinden alınan son bilgi 20 Temmuz’da kayın pederinin evinden ayrılması. “Akşam eve yemeğe geleceğim, yemekte buluşuruz,” diyor. Telefonundan son sinyal 13.02’de gelmiş. Ben yakın zamanda bir akrabasıyla denk geldim ve görüşmem oldu. Cemaat içerisinde Öksüz’ün hain olarak adlandırılmasından dolay büyük üzüntü duyduklarını belirtti. “Ben sadece ailedeki görüşü aktarmak için söylüyorum. Cezası varsa çeksin,” gibi duygusal ifadeler kullandı. Aynı zamanda Adil Öksüz’ün özellikle eş tarafından akrabalarından çok kişinin hapse girdiği, çok ciddi işkenceler gördüklerinden de bahsediliyor. 

Bir gün çıkartılıp “İşte Cemaat darbesinin 1 numarası!” derler mi? Buna ihtiyaçları var mı? 15 Temmuz senaryosu doğru gitti mi? Bence Adil Öksüz ve ekibine ihale edilen iş halloldu. Top kaleye girdi. Çıkması da çok kolay görünmüyor. Çünkü birçok insan Adil Öksüz ve üzerinden Cemaat’in bu darbeye ilişkili olduğunu, düğmeye bastığını söylüyor. Bu çok satın alınan bir hikâye. Bu müphemlik onların çok işine yarayan bir şey. İlk zamanlarda hatırlayın, Adil Öksüz ne kadar önemli bir aktördü, figürdü.

İDDİANAMELERİ OKUDUKÇA…

Ben şahsım adına söyleyeyim. 15 Temmuz’la ilgili haberleri, iddianameleri, özellikle askerlerin mahkemelerde anlattıklarını görünce, Adil Öksüz ve Cemaat bağlantısı şu an o kadar da büyük bir etki yapmıyor. Benim şu aşamada çok önemsediğim bir ayrıntı değil Cemaat’in bu işe bulaştırılması. Ama Cemaat, Adil Öksüz konusunda nasıl uyanamamış o güne kadar, hayret. Şunu da unutmayalım. Çatı davası denen bir dava var, 15 Temmuz’dan önce Cemaat yapılanması aleyhine başlatılmış. O davada Adil Öksüz’ün ismi geçiyor, iddia edilen görevleriyle beraber. Ama savcılar “Tek bir şey bulamadık” diyor. Bir sürü insanın suçlandığı iddianamede Adil Öksüz var, buna rağmen elini kolunu sallayarak dolaşamaz bir insan. Tamamen Cemaat’i ilişkilendirmek için yapılmış bir operasyon.

15 Temmuz’un çelişkileriyle alakalı bugüne kadar konuştuğumuz hiçbir şeyi Adil Öksüz ve diğer siviller etrafında konuşmadık, bunu da hatırlatmak isterim.

Bülent Korucu: Ben Adil Öksüz’ün ortaya çıkartılabileceğine ihtimal vermiyorum. Keşke çıkarılsa, benim arzum bu yönde. Ama umutlu değilim. Çünkü Hulusi Akar’ın ya da Hakan Fidan’ın yazılı ifadeleri bile… Üzerinden defalarca geçilmiş psikolojik harp metinleri onlar. Kim bilir kaç uzman üzerinde çalıştı. Yazılı ifadelerden bile senaryonun onlarca açığını bulduk, çıkardık. Adil Öksüz nihayetinde bir sanık olarak ortaya çıkarılacağına göre ve mahkemelere çıkarılacağına göre, mahkemelerde en azından bir kısım sanıklarla yargılanacağına göre ne kadar açık verirler tahmin etmek zor değil. Düşünün bu kurulu mahkemelerde, Akıncı davalarında ne kadar çok açık verdiler. Genelkurmay, çatı davasında ne kadar çok açık verdi. Hatta gazeteci Müyesser Yıldız niye tutuklandı? O falsolardan birkaç tanesini belki de seçerek, kendisi belli bir elekten geçirerek yazdığı için. 

Adil Öksüz en iyi ayarlanmış, en iyi organize edilmiş mahkemede bile çıkıp konuştuğunda biri ters bir soru sorduğunda bütün senaryo yerle bir olabilir. Yani bir tuğla çektiğinizde zaten çok iğreti duran, yıkılmak üzere olan duvar tamamen yerle bir olabilir. Keşke çıksa ve yargılansa, yargılandığı zaman 15 Temmuz ile ilgili bizim tahminen söylediğimiz birçok şey açığa çıkacaktı. Ancak böyle bir şeye cesaret edeceklerine ihtimal vermiyorum. Müşteki olarak Hulusi Akar’ı, Hakan Fidan’ı mahkemeye gönderemeyen, Meclis Komisyonuna gönderemeyen, yazılı ifadeleriyle geçiştiren senarist, Adil Öksüz’ün herhangi bir şeklide onun kurduğu mahkemede bile sanık olarak var olmasını kabul edemez.

NE DİYELİM, BİR ŞEY BİLMİYORUZ Kİ!

Tarık Toros: Peki toparlayalım… Açıkçası, ortada olmayan, ifadesi olmayan, kimle görüştüğü, neyi görüştüğü belli olmayan bir insan hakkında fikir beyan etmek gerçekten çok güç. Bu Cemaat cephesi için de geçerli. Cemaat cephesinden de Adil Öksüz’e ilişkin bir açıklama yok. Tanırdık, iyi bilirdik, kötü bilirdik, bizimle görüşürdü, biz ona şöyle bir sorumluluk verdik, şu yıllar arasında şu işlere bakıyordu… Mahrem ise böyle böyle mahrem işleri vardı. Bu yönde bir kabullenme veya ret yok. 

Aynı biçimde işin içindeki aktörler de kaçıyorlar. Yani dönemin MİT Müsteşarından Genelkurmay Başkanına işin içinde olan ne kadar aktör varsa. Ne mahkemeye gidiyorlar, ne bir açıklamada bulunuyorlar. Ne de bu konunun üzerindeki perdeyi kaldırmak, kendi bilgilerini özgün bir biçimde, doğru bir biçimde paylaşmak, sorulara da bütün açıklığıyla cevap vermek konusunda bir adım atıyorlar. Sonra da dönüp “Hadi Adil Öksüz hakkında bir şey söyleyin” diyorlar.

Ne diyelim, bir şey bilmiyoruz ki? Bir gazeteci elindeki verilerle konuşur. İfadelere bakar, tutanaklara bakar, ilişkilere bakar, tanıklıklara bakar, bir telefon görüşmesi varsa ona bakar veya bir adli dinleme varsa oradaki konuşmalara bakar, yazılı bir belge varsa ona bakar ve onun hakkında bir ahkâm kesebilir. Bu noktada elde bir belge, veri yok ki. Her iki taraftan ortaya dökülmüş data yok ki üzerine oturalım da bir ahkâm keselim. Dönemin yığınla aktörü var. Bakanlarından, asker rütbelilerine kadar, Saray çalışanlarından istihbarat görevlerine kadar, onlar da bir şey söylemiyor.

Adem Yavuz Arslan: Resmi tamamlamak adına bir şey söyleyeyim. Gizli kapaklı, gizli kapılar ardında olan olayları, eğer ortam dinlemiyorsanız, bilemezsiniz. Ama ne yaparsınız? Gazeteci olarak somut olayları analiz edersiniz, geriye doğru bakarak. Nedir mesela? Dolmabahçe görüşmesinden sonra yaşananları analiz edelim. Dolmabahçe’de bu konuşulmuştur, diyebiliyoruz. Çünkü yaşanan hadiseler bize süreç hakkında bilgi veriyor. Şimdi Adil Öksüz’ün kendisi yok, ifadesi yok ve bu konu hakkında bilgi sahibi değiliz. Ama hayat hikâyesini, 15 Temmuz akşamı olanları, sonrasında başından geçenleri bir duvara yansıtıp yan yana getirdiğimiz zaman, resim size bir şey söylüyor. O resim zaten bizim günlerdir anlatmaya çalıştığımız şeyi doğruluyor. 15 Temmuz kumpasına işaret ediyor.

TSK’DAN 70 BİN ASKER BU SAYEDE İHRAÇ EDİLDİ

Düşünün 15 Temmuz’da kalkışmaya katılan asker sayısı 8,561. Yarısı da öğrenci. TSK’dan atılan, ihraç edilen asker sayısı 70 bini buldu. Yani Cemaat darbe yapsa, bir avuç insan katılmış demek ki. Sivillere bakıyorsunuz, Adil Öksüz ve ekibi ile irtibatlı olanlar çıkıyor. Başka kimse yok. Buna mukabil darbeye direnen Kara kuvvetleri Komutanlığı koruması Burak Akın, Hava kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın korumaları, Hulusi Akar’ın korumaları, Deniz Kuvvetleri Komutanı korumaları, Erdoğan’ın yaverleri dahil olmak üzere bir sürü insan Cemaatçi olarak tutuklanıyor. Ama darbeye karışan adamlar tamamen ilgisiz alakasız yerlerden… 

Bir kısım insanlar için bu resmin bir şey ifade etmesi lazım. Evet, doğru. Adil Öksüz’ün ne dediğini bilmiyoruz. Ama bu resim de bir şey söylüyor. Gerçekten darbe niyeti olan birinin yapmayacağı ne hareket varsa yapılmış. Benim için Adil Öksüz meselesi net. Ailesi farklı düşünebilir, tabii ki ailesinin çıkıp “Hainlik etti,” demesini beklemiyorum. 15 Temmuz’un en kritik hamlesi bu oldu. 

Meclis’te bir araştırma komisyonu kuruldu. Meclis Araştırmama Komisyonu olarak çalıştı. Zekai Aksakallı ne demişti? “Bir cümlelik emir ile darbe önlenebilirdi.” Bu ifadeden sonra zaten Erdoğan düğmeye bastı ve Meclis Komisyonunu kapattı. 

26 Temmuz’da önerge ile kurulmuştu Meclis Araştırma Komisyonu. Meclis’in en önemli organlarından bir tanesi. Mühim bir konu üzerine araştırma yapmak gibi önemli bir misyonu var. Ama 71 gün boyunca çalıştırılmadı. 4 Ekim’den başladı. Komisyonda muhalif partilerin hiçbirisi başkanlık divanına alınmadı. Çalışma usullerini bizzat Başkan Reşat Petek belirledi. Ve ne yaptı? 51 kişiyi dinledi, 22 toplantı yaptı ve hiçbir şekilde ne Fidan, ne Erdoğan, ne Akar, ne de Mehmet Dişli gibi isimleri dinledi. Öyle komik bir oyun oynadılar ki… Mahalle muhtarını çağırdılar mesela. Komisyon bunları dinledi ve hiç uzatma almadı. Bu çok önemli. Çünkü Türkiye’de tarım komisyonları bile uzatma alır çünkü işler yetişmez. Ama burada yapmadılar ve sonra pat diye Erdoğan çıktı bu çok uzadı, bunu kapatın, dedi. Sonrasında dosyayı hızlıca kapattılar.

MECLİS RAPORU NASIL VE NEDEN KAYBOLDU?

Sonra ne oldu biliyor musunuz? 652 sayfalık bir rapor, aylar sonra pat diye televizyonlarda yayınlandı. Muhalefet partilerinin haberi yok. Bu arada muhalefet deyince hatırlatayım. Darbe Komisyonu Hulusi Akar’a mektup yazıyor. Sorulardan muhalefetin haberi yok, yazıyor gönderiyor. Tamamen suya sabuna dokunmayan şeyler. Meclis Komisyonu’nun darbe raporunun kimin tarafından yazıldığı hala bilinmiyor. Reşat Petek bu soruya cevap veremiyor. AKP’li komisyon üyeleri de “Biz yazmadık” diyor. 

Peki, kim yazdı? Kimin yazdığını tahmin edersiniz… Arkasından bunlar raporu Meclis başkanına sunuyor. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Rapor kayboldu. Meclis’teki hükme göre rapor hükümsüz. Neden hükümsüz? Çünkü raporda her şeye rağmen bir sürü açık var. Bir AKP’li milletvekili, “Bu rapor AİHM’de kullanılabilir diye ortadan kaldırdılar,” dedi.

Tarık Toros: Meclis başkanına takdim edildiğine dair fotoğraflar da var. Ajanslar geçti.

Adem Yavuz Arslan: Rapor internette de bulunabiliyor. Mesele o değil. Mesele, resmi olarak Meclis’te okunması gerektiği hâlde raporun ortadan kaybolması ve okunmaması.

O kadar absürt bir olayla karşı karşıyayız ki… Meclis’te muhalefet partileri var, komisyon üyeleri var. Hadi diyelim ki AKP komisyonu çalıştırmak istemedi, gazetecileri toplantılara sokmadı, süreyi kıstı. Tamam, amenna. Muhalefet partileri o kadar baştan savma çalıştı ki… Bir kere zaten komisyonun adı problemli. Hiçbir şeyi araştırmadan doğrudan hükmü verdiler. Dahası, Selçuk Özdağ’ın röportajında vardı. O dönemin AKP milletvekili, şimdi Ahmet Davutoğlu’yla birlikte hareket ediyor. Gazeteci ona şöyle diyor: “Siz ihbar yapan binbaşıyı bile çağırmadınız.” O da cevaben diyor ki: “Evet, ya biz onu çağırmadık. Hiçbirimizin aklına gelmedi, iktidar söylemedi. AKP söylemedi, CHP söylemedi, MHP söylemedi, HDP söylemedi.” Yani buna ne denir ben bilmiyorum.

Tarık Toros: Son bölümde, 15 Temmuz’un tam 4. yıldönümünde 20 Temmuz darbesini konuşacağız. 15 Temmuz’un 5 gün sonrasında Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilerek bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) Türkiye’si oluşturuldu. Ve yüzbinlerce insan, aileleri ile beraber milyonlarca kişi mağdur edildi. Halen de mağduriyetlerin devam ettiği süreçte yaşıyoruz. 15 Temmuz planlayanlar açısından “Allah’ın lütfu” oldu gerçekten. Daha ne kadar süreceği hakkında da bir fikrimiz yok. Bir an evvel bu hak ve hukuksuzlukların tarihe karışmasını temenni etmekten başka da elimizden bir şey gelmiyor. 

Yedinci ve son bölümümüzde 15 Temmuz sonrasındaki 4 yılda neler yaşandığına, siyasi, ekonomik, politik, sosyo-psikolojik yönlerden bakacağız. Politik anlamda elbette başkanlık sistemi ve sonrasında kurulan yeni rejime odaklanacağız. Elbette mahkemelerdeki tuhaflıklara, yargılamalara, insan hakkı ihlallerine de mercek tutacağız. Şimdilik hoşça kalın.

Diğer bölümler

Bölüm-1 15 Temmuz: Dört dörtlük bir tuzak [9 Temmuz 2020]

Bölüm-2 ”Darbe” Günü [10 Temmuz 2020]

Bölüm-3 Boğaz Köprüsü’nü kapatarak darbe mi olur? [11 Temmuz 2020]

Bölüm-4 Kumpasın üssü: Marmaris [12 Temmuz 2020]

Bölüm-5 Donanma’nın merkezinde neler oldu? [13 Temmuz 2020]

Bölüm-6 15 Temmuz’un aktörleri [14 Temmuz 2020]

Bölüm-7 15 Temmuz kime yaradı? [15 Temmuz 2020]

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin