YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
İnsan gibi yaşamak istemenin dini veya ideolojisi olmaz. Türkiye’ye ilişkin meselem, insan gibi yaşamaya dairdir benim! Başka ideallere bundan sıra gelmez. Kanunsuz ceza varken, suçun bireyselliği yerine aile boyu takibat (Sippenhaft) uygulaması yapılabiliyorken, anayasal haklar bizzat devletin kendisi tarafından hem de sistematik olarak ihlal edilebiliyorken, gün be gün, neyin başka ideallerini, olması gerekenlerini hayal edebilirsiniz ki zaten? İnsanların özel mülklerine bile el konuyor. Sizin can ve mal güvenliğinizi sağlamak işlevine sahip devlet, bizzat sizin can ve malınıza en büyük tehdit olmuşken, sosyal adalet veya sekülerlik, iyi bir eğitim sistemi ya da şeffaflık gibi taleplerle gelmek anlamlı mıdır?
Artık neredeyse eminim, Türkiye insanı karnı bir şekilde doydukça insanlık onuru, özgürlük, hukuk falan gibi şeylerin derdinde değil. Dahası, çok uzun süredir devam eden, nesiller ötesi biz kapsama alanı olan, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne sürekliliği bulunan endoktrinizasyon, Türkiye insanının zihnine devlet mitini ve devlet korkusunu kazımış durumda. Devlet vatandaşın üzerinde, vatandaşa kul muamelesi yapan, vatandaşını sağmal inek gibi gören, vatandaşını gereğinde döven, nadiren de seven, bir tür ataerkil ilkel çete. Kim ne derse desin, “1000 yıllık devlet geleneğimiz” diyerek yere göğe koyamadığımız devlet, budur. Devşirme oğlanlarının dramından Sudan ve Habeşistan’dan getirilip hadım edilen saray kölelerine ve harem ağalarına, Lehistan’dan, Ukrayna’dan, Rusya’dan, Kafkasya’dan, Balkanlar’dan kaçırılıp İstanbul Cariye Pazarı’nda seks kölesi olarak satılan genç kızların dramına, ekonomik temelli işgalci kolonyalizmden hakka-hukuka devamlı direnen Osmanoğlu Hanedanı’na, ceberut devletin tarihi cidden 1000 yıllıktır, neredeyse. Etnik temizlik ve dini asimilasyonun, şehir fütuhatlarından sonra yapılan yağmalama ve toplu tecavüzlerin, birinci sınıf vatandaşların altında farklı dinlerden milletlerin ikinci sınıf vatandaşlığının kurumsallaşmış uygulamalarının ziyadesiyle var olduğu bir uzun tarihsel dönem, güzellemeci yaklaşımlarla sadece devletlû resmi tarihçilerce değil, istekli İslamcı-neo-Osmanlıcı sağ tarihçilerce de, modernleşmeci-seküler İttihatçı ve Kemalist çevrelerden türetilmiş çakma sol kesimlerce de bilerek ve isteyerek görmezden gelindi! Ermenilerin başına gelenler, Karadeniz ve Ege’deki anti-Rum etnik temizlik kampanyası, “denize dökülen Yunan” ifadesiyle çekinilmeden itiraf edilen homojenleştirme politikaları, hep savunulmadı mı? Süryaniler ve Araplar, Kafkasyalılar, Aleviler ve Kürtler, envai çeşit etnik grubun planlı asimilasyonu için üretilen tarih tezleri ve uzun soluklu, farklı kesimlerce üzerinde mutabık kalınan politikalar – bunları ne zaman eleştireceğiz sahi?
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYİN ⬇️
Bugün yaşanılan süreçte 550,000 (beş yüz elli bin) vatandaş adli işlemden geçirilmiş. Fişlenen bu vatandaşlar sosyal soykırımdan geçiriliyor. Bu insanların her biri dört kişilik çekirdek aileleriyle beraber hesaplandığında, rakamlar iki milyon insanı buluyor! Dede ve nineleri, teyze ve halaları, dayı ve amcaları, onların aileleri ve çocukları, tüm sülaleleri hesaplandığında, Türkiye’de bu müthiş zulümden kaynaklanan mağduriyetlere şahit olmamış neredeyse tek bir Türkiye vatandaşı yok! Bu kitlesellikte bir drama sessiz kalan toplumu izah etmek için, yukarıdaki tarihe atıfta bulunmak zorunludur! Bu toplumun sosyal genlerinde, zulmü normal gören, sıradanlaştıran, olağanlaştıran, devletin bekası denen aptalca bahane üzerinden acıyı ve gaddarlığı, hukuksuzluk ve hainliği aklayan, allayıp pullayan bir kod mevcut. Bu kod, bugün devrededir!
İnsan gibi yaşamak istemiyorlar. Hakları olsun istemiyorlar. Özgür olmak istemiyorlar. Birey olmak istemiyorlar. Medenice bir yaşam sürmek istemiyorlar. Eğitimli, kültürlü, saygılı ve toleranslı olmak istemiyorlar. Başkalarının düşüncelerinden hazzetmiyorlar. Kendileri de düşünmek istemiyor, düşünmeyi devlet büyüklerine bırakmak istiyorlar. Okumak istemiyorlar. Yazdırmak istemiyorlar. Okutmak istemiyorlar. Başka ülkelerin haklarını bilmek istemiyorlar. Kendi küçük ve zavallı dünyalarının tüm toplumca tek dünya olarak kabul görmesini istiyorlar. Saygı duymak istemiyorlar. Saygı görmek istemiyorlar. İşte bunlar, o bahsettiğim koddan, o değişmeyen ve kendini nesilden nesle aktarmayı başaran sosyal genetikten kaynaklanıyor. Kendini yeniden üretiyor, her vatandaşın bilinçaltında varlığını sürdürüyor. Çocuğunu tokatlayan annede, akşam kocasından dayak yiyen kadında, okul önünde yan baktı diye bıçaklanan öğrencide, vatandaşı coplayan poliste bu kod var. Bu olayların olduğunu televizyonda gören veya gazetede okuyan kasapta, bakkalda ve berberde bu kodlar var. Bu yaşanılan sosyal çöküşü umursamadan camide Cuma namazını kılabilen veya akşam bir tek atan vatandaşta bu kodlar var. Bu kodlar, bize yaşananların olağan olduğunu, burasının Türkiye olduğunu, burada salyangoz satamayacağımızı, sattırmayacaklarını telkin ediyor.
Bu iş sol-sağ davası değil. Kürt-Türk meselesi de değil. Alevi-Sünni farkı değil. Bu iş, AKP-CHP ya da MHP-İYİP ayrımı falan asla değil. Çünkü bahsettiğim profil, dini, ideolojik, etnik ve sair farklılıklara göre değişim göstermeksizin hep karşımıza çıkıp duruyor. Ne kadar yan çizsek de, ne kadar görmezden gelmeye çabalasak da, ne kadar kıvırtsak, sözü başka yerlere getirsek, allem etsek, kalem etsek de, olay budur. Türkiye’nin sosyal kodlarını yeniden yazmaya ihtiyaç var.
Bunu yapmadan, başka talepler üzerine inşa edilen hiçbir proje başarılı olamaz. Bu bir misyon gerektiriyor. Bu misyon bir arınma misyonudur. Bir dini veya ideolojik mücadele değildir. Bu misyonun özü, hayatı önceleyen, bu dünyayı yaşanılır kılmak isteyen, çocuklarını mutlu ve huzurlu, her şeyden önce de güvenli yarınlara emanet etmek isteyen insanların iradesi olacaktır. Önemli olanın, ideolojiden, dinden, mezhepten, etnik aidiyetinizden, dilinizden, bölgenizden, sosyal sınıfınızdan veya diğer kimliksel referanslarınızdan önce bu olduğunu anladığınız an, tünelin ucunda ışık göründü demektir. Dünyada yaşanılır, adil ve özgür düzenler kurmuş tüm toplumlar, bunu önceliyor. Başkalarını bir kalıba sokmak gibi anlamsız ve boş bir uğraş yerine, bugüne, kendilerine, kendi çocuklarına odaklanıyor. Özgürlük sevdasının nedeni, bu sağlıklı birey bilincidir.
Türkiye’de toplumun yeniden kodlanması lazım! Bu sosyal bagajla mutlu yarınlar imkansız.
Müthiş
Hazık bir hekim gibi Hastalığı teşhis etmişsiniz bin yıllık kod ancak hicretle değişir sav Mekke’de kalsa demek olmayacaktı Medine’de yumuşak insanlara sığındı
Kalemine sağlık büyük usta
Osmanlı ile ilgili kısım çok insafsız olmuş. Eleştiri sınırlarını çok fazla aşmış, iftiraya dönüşmüş yer yer… Sanki her şeyi olumsuzmuş, olumlu bir şey hiç yokmuş gibi bir hava var.
Mevcut eşkıya düzenine hepimiz tepkiliyiz. Ama bu sizin gibi bir akademisyeni insafsızlığa sürüklememeli, dengesini bozmamalı…
Selamlar…