YORUM | MAHMUT AKPINAR
Seçimlerden önce Erdoğan’ın demokratik yollarla gönderilebileceğine dair umutlar yükselmişti. Bunu biraz da temenni ettik. Temennilerimiz yönünde yorumlar yaptık. Ama her yorumcu, akademisyen, gazeteci Erdoğan’ın gönderilebilmesini tek şarta bağladı: Sandığa ve oylara sahip çıkmak. Maalesef Erdoğan sadece devleti ve kurumları kontrol etmiyordu. Muhalefetin içinde de çok sayıda elemanı vardı. Hatta Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan kalsın” diye uğraştığı, aralarında muvazaa olduğu yönünde bile yorumlar var.
Belki yıllar geçer, hatıralar yazılırsa bazı CHP’lilerin (Baykal gibi) neden ısrarla Erdoğan’ı ayakta tutma misyonu yüklendiğini öğreniriz. Aradan 2,5 ay geçtikten sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun “seçimi hile ile aldılar!” demesi çok naif kaçıyor. 14 Mayıs’ta Erdoğan’ın devşirdiği kişilerin ihmalleri, ihanetleri ortaya çıktıktan sonra 28 Mayıs’ta yine sandığa mukayyet olamamak, naiflikle, beceriksizlikle izah edilebilecek bir durum değil.
Erdoğan seçimi aldıktan sonra muhalefeti dizayn edecek ve darmadağın edecek demiştik; şimdi bunu yapıyor. Kılıçdaroğlu’nu Gandi, yumuşak güç görenler dahi ağır şekilde eleştiriyor. CHP ve Altılı Masa bileşenleri seçimleri müteakip iyice dağıldılar. Artık halka umut olmaktan çok uzaklar. Öte yandan halkın Erdoğan’dan, AKP’den bıkkınlığı, yılgınlığı her geçen gün katlanıyor. Adaletsiz soygun düzeninin faturası habire ağırlaşıyor. Lakin bütün olumsuzluklara, tıkanmışlığa rağmen ortada bir alternatif, umut ışığı yok. Muhalefet halkı umutsuzluğa, çaresizliğe itti. Millet Erdoğan’a kerhen katlanıyor. Böyle giderse Erdoğan sandık üzerinde oynayarak yerel seçimleri de alabilir. Düzgün, dürüst insanların kifayetsizliği, beceriksizliği, sessizliği kötülerin her alanı domine etmesine, kontrol etmesine sebep oluyor. İradesine ve oyuna sahip çıkılmayan halka ise çaresizlik, yıkım, umutsuzluk, katlanmak düşüyor.
Benzer bir umutsuzluk ve çaresizlik Hizmet insanlarında da var. Türkiye içindekiler bir değişimin olacağını ve en azından zulüm ve baskının azalacağını umuyordu. Yargıtay kararı bekleyenler, hapiste yakını olanlar Erdoğan kaybederse hukuk kısmen de olsa geri gelir, yanlışlıklardan dönülür diye ümitleniyordu. Ama bunlar olmadı, aksine seçimden sonra zulüm düzeni baskıyı, operasyonları daha da ağırlaştırdı. AKP’ye oy verenler de durumdan memnun değil. Ağır zamlardan sonra “ellerim kırılsaydı” tarzı şikayetlerde yükseliş var. Her kesimiyle halk bir çıkmaza sokulmuş, kirli, adaletsiz rejime mahkum edilmiş durumda.
Yurtdışında yaşayanlarda ülkenin tedricen normalleşeceği yönünde beklentiler vardı. Seçimlerden sonra biriken öfke ve nefret bu defa halka yöneldi, halkı aşağılamaya dönüştü. Liberaller, solcular ve Hizmet mensupları, yaşadıkları acıların, çilelerin ve sürgünlerin sorumlusu olarak artık iktidardan öte halkı görüyor. Halkın suskunluğunun, zulme rıza göstermesinin, güce boyun eğmesinin buna sebep olduğunu düşünüyor. Bunda haksız da değiller. İsrail halkı, siyaset yargının alanını daraltıyor diye haftalardır sokaklarda. Bizde adalet, kırıntısı kalmayana kadar katledildi, ne aydınlardan ne de halktan dikkate değer tepki geldi.
Canı yanan pek çoğumuz öfkemizi, nefretimizi bazen dilimizi kirletecek şekilde içinden çıktığımız topluma yöneltiyoruz. Maalesef aydınlarının ihanetine uğramış, entelektüellerin öncülük etmediği, ışık tutmadığı toplumlar böyledir. Zifiri karanlıkta çukur-çamur demeden düşe kalka yürüyen, neyi takip ettiğinin farkında olmayan, nereye gittiğini bilmeyen yığınlardır onlar. Onlara takılıp kalmaktan kurtulmalıyız. İfritten dönem geçince tekrar ihtiyaç duyacağımız, asgari müştereklerde buluşacağımız insanımızla mesafeyi artırmaktan, ülkemizle kavga etmekten vazgeçmeliyiz. Belki de Türkiye siyasetine bu kadar ilgi duymaktan, güncel olaylara fazlaca müdahil olmaktan ve reaksiyoner davranmaktan vazgeçmeliyiz. Ağır mağduriyetler yaşadığımız, yalnız bırakıldığımız, etiketlendiğimiz, malımıza mülkümüze el konulduğu, canımıza, namusumuza kastedildiği için tepkilerimizde haklı olabiliriz. İşimizden atıldığımız, yurdumuzu terk etmek zorunda kaldığımız için kızgınız, kırgınız. Ama biz hep affedici olmayı, yüce gönüllü olmayı okuduk, öğrendik, konuştuk. Hoca Efendi, Ölçü ve Yoldaki Işıklar’da yıllar önce ne demişti:
“Ortalık henüz alaca karanlık içinde iken, etrafa Hakk’ın mesajlarını duyuran sen oldun. Kadirnâşinaslar bilmeseler dahi, bunun böyle olduğuna yer-gök şahittir. Sakın, usûl bilmezlerin hâline bakıp da sitemkâr olma! Ettiğin hizmeti halk takdir etmese de, Hak biliyor ya!
Sakın, milletine karşı verdiğin hizmetleri, elinin altında bulunanlara ettiğin iyilikleri onların yüzlerine çarparak, çevreni kendinden bîzâr etme! Unutma ki, yaptığın şeyler birer vazife, sen de bir mükellef ve mes’ulsün!”
Yurtdışına çıkan insanlardan bir kısmı Türkiye’ye dönmek arzusundaydı. Zira memleket özlemine, duygusal nedenlere ilave hala hayata tutunamayanlar var. Kendi eğitimine, birikimine, tecrübesine uygun işlerde çalışabilenler çok değil. Bu durum pek çok arkadaşımızın kendisini sığıntı, yük gibi hissetmesine neden oluyor. Ülkedeki zehirli atmosferin, husumetin varlığını bilmelerine rağmen işlerin düzelmesini temenni eden ve dönmeyi uman az kimse yoktu. Bu talebi yadırgamıyorum. Ama yurt dışına çıkanların tutunmasına, belki daha çok insanımızın buralara gelmesine ihtiyaç var. Olaylar bizleri karamsarlıktan, belirsizlikten, boş beklentilerden kurtulup himmetimizi yeni ülkelere teksif etmeye, gurbette güçlü bir zemin oluşturmaya, hayat kurmaya zorluyor. Bunu yaparken Türkiye’deki akrabalarımızla, toplum kesimleriyle ilişkileri normalleştirmenin, irtibat kurmanın yollarını da aramalıyız.
Gurbete yerleşsek de oralar bizim ülkemiz. Türkiye bizler ve çocuklarımız için her daim önemli olacak. Ülkeye küsmek, halka tavır almak bir ergen refleksi. Makuliyet üzerine ittifak eden Hizmet kitlesi, halkın sosyolojisini kabullenmek ve mevcut hale en uygun çözüm yollarını aramak durumunda. Bu halin arızi olduğunu ama halkla ilişkilerin süreklilik arz edeğini kabullenmeli ve halka kendimizi tekrar ve doğru şekilde anlatmalıyız. Yalanların, manipülasyonların hüküm haline gelmesine razı olmamalıyız. En azından üzerimize atılı lekeleri temizleme, olayların hakikatini izah etme adına halkla aramızda bir bağ kurabilmeliyiz. Hak’tan ve halktan müstağni kalınmaz. Demokratik dünyadaki imkanları çok iyi değerlendirip hak arama, hakikati anlatma sürecini daha güçlü şekilde dış dünyadan yürütmeliyiz. Hizmet’in artık eskisi kadar Türkiye odaklı olması ihtimal dışı. Şartlar, olaylar Hizmet’i demokratik batıda yerleşik hale gelmeye, kök salmaya zorluyor.
Peygamberler toplumları tarafından itilip kakılmış, hakarete, zulme, dışlanmaya maruz kalmışlar. Kovulmuşlar dövülmüşler. Gönülleri kırılmış, incinmişler ama vazifelerinin kutsiyeti, güçlü iradeleri bu duygularını aşmalarını sağlamış. Nebiler, Resuller ve yakın arkadaşları acılarını yüreklerine gömüp tebliğe devam etmiş, halka hakkı anlatmaktan vazgeçmemişler. Güçlü ve zalim iktidarlar tarafından kör ve sağır hale getirilen, üzerlerinde baskı kurulan halk kitleleri her zaman benzer davranmıştır. Çoğunluk hakikati görememiş, görenler ifade edememiş, güce karşı çıkamamıştır. İnsanların çoğu gündelik hayatlarını, canlarını, mallarını düşünmüştür. Her şeye rağmen hakkı haykırabilen az sayıda insanı yadediyor, rahmetle anıyoruz.
Toplumlar toprak gibidir. Bazıları daha verimli, bazıları daha çorak olabilir. Ama bizler toprağa küsemeyiz. Bize düşen tohum saçmaya devam etmek, ondan mümkün olduğunca çok verim almanın yollarını aramak ve çabalamaktır.
Ya mümin dünyaya küsmeli yada dünya mümine küşmeli. Biz simyadan küsemeyince dünya bize küstürüldü.
Af için tövbe gerekir. Dünyada ise hesap verilmesi ve bedelin ödenmesi gerekir. Ayrıca çorak topraklara tohum atıp eldekini ziyan etmek yerine, biraz da yeni yurtlara emek vermek gerek.
Mahmut bey, yaptığınız analiz 1940-1990 arası dönemin Türkiyesi için anahtar kilit kadar uyumlu. Tam oturuyor. Lakin analizi yaparken hesaba kattığınız faktörlere şu iki faktörü de katıp en analizini tekrar yenilerseniz nasıl bir tablo çıkar, denemenizi tavsiye ederim. Birinci faktör 1990 sonrası dönemde öncesine göre katlanarak gelişmiş “bilişim teknolojileri”. İkinci faktör belli ölçüde bu teknolojinin de oluşumunu etkilediği sonuçlardan biri olan “globalleşme” olgusu.
Eğer denkleme günümüz insanlarini ve toplumlarini şekillendirmede oldukça etkili bu iki faktörü de alıp hesap edecek olursanız, çıkan sonuç sizin bu analizle pek benzer olmayabilir. Benim bulduğum sonuç geriyi tamamen unutmaya gayret ederek, “sonraki nesillere geriye dair bir şey devretmeye çalışmayacak” göç etmekten ve arkada kalan tüm iyi insanları da tutup cikarmaya çalışmaktan başka bir şey değil. Türkiye dünya üzerindeki yegane örnek de değil. Değiştirilemez, geri dönüşümü rasyonel zeminde mümkün olmayan ve bir şekilde oluşmuş de facto gerçeklikleri olduğu şekilde kabul edip ona göre yol çizmek daha sağlıklı sonuçlar doğurabilir. Bu şekilde yaklaşım insanların içerisinde beklentiler, kabartılmış umutlar oluşmasını ve buna bağlı olarak da yaşanmasi oldukça muhtemel hayal kırıklıklarını azaltabilir.
“sonraki nesillere geriye dair bir şey devretmeye çalışmayacak” yazmışım, “çalışmayarak” olacak. Telefonun otomatik düzeltmesi bazen çok anlamsız değişiklikler yapıyor. Kusuruma bakmayın lütfen.
Türkiye sosyolojisine reel olarak yaklaşan yorumcuların sayısının günden güne artması güzel bir gelişme. Bizler o bataklıktan zor yollardan cikabilmis olsak da, geride kalan tüm mazlum, masum, es dost akraba iyi insanların mümkün olduğunca optimal şartlarda oradan kurtulabilmeleri için alternatifleriyle birlikte daha emniyetli yollar bulunmasina çalışmalıyız. İnsanların hayallere ve beklentilere tutunup daha fazla cenderede kalmasına değil. Bazılarının da Türkiyede kalması lazım gibi bir düşünce de, yaşananların karşılığının bu dünyada mutlaka alınacağı beklentileri de, adaletin mutlaka bu dünyada tecelli edeceği beklentisi de sağlıklı sonuçlar dogurmayacaktir.
Katılıyorum/aynı düşüncedeyim Eyüp Doğan bey
Zaten en büyük hatamız bütün çalışmalarımız Türkiye merkezli olması da diyebilir, şimdi bu duygulardan kurtulamıyoruz, kurtulamazsak ki kurtulamamayacğız gibi duruyor, ozamanda yok oluruz
Misyon, Vizyon ve Strateji ve Hizmet Kültürü
Değerli Hocam, bu güzel yazınız için teşekkür ederim. Her ne kadar işletme yönetimi bağlamında kavramlar olsa da,
Konuyu bir de Misyon, Vizyon ve Strateji yönüyle değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Misyon evet. Ya vizyon ve strateji ?
Vizyon, çağı yakalamış ve hatta aşmaya kararlı, yanında mana köklerine de önem veren EĞİTİMLİ insan.
Strateji ise, evler, okullar, yurtlar ya da mega projeler yürütülmesi.
Basitçe, Türkiye de, esnaf bu vizyonun finansmanını sağlıyorken, mikro planda üniversite öğrencisine burs, ya da daha kurumsal boyutlarda yürütülen eğitim kurumları üniversiteler açıyorken, üniversite öğrencisi ders anlatarak, etrafındakilere faydalı olarak, sonraki iş yaşamında da bunu devam ettirmeye çalışıyordu kendine uygun olarak.
Esnafından, üniversite öğrencisine, ve onlardan yetişmiş büyümüş aile kurmuşların da sonraki yaşamlarında, güzel bir imece usulüyle nasıl yürüttüklerin pratikte de gördük.
Bu bir döngüydü, üniversite öğrencisi olmadan/kurumlar olmadan finansmanın bir anlamı yoktu.
Finansman olmadan, esnaf olmadan da, hizmetlerin yürümeyeceği ortadaydı.
Bu çok güzel bir iş bölümüydü.
Eğitim üzerinden ilerleyen hizmet, bu vizyonunun dünyaya örnek numünelerini de görmüştü yukarda bahsettiğim basit stratejiyle.
Yıllarca yürütülen eğitim faaliyetleriye, gençlere dokunulmuş, kötü alışkanlıklarından uzak, akıl ve ruh bütünlüğünü sağlamış, EĞİTİMLİ nesiller ortaya çıkmıştı. Bilim olimpiyatlarında başarılar, ulusal ve uluslararası pek çok camiada anılır olmuş ve bu ivme de artarak çoğalıyordu da.
Peki ya bulunduğumuz ülkeler?
Bulunduğumuz ülkeler Türkiyeye benzer gibi görünse de, Türkiyeye benzetilmeye çalışılan ama bir türlü sağlıklı gitmeyen bir durumu gözlemliyorum. Yani bu yazınızda, bizlerin adapte olmamızı istediğiniz ülkelerde, aslında var olmayan bir sistemsizlik var ve bu da adapte konusunda ayrı bir sorun teşkil ediyor.
Daha 15 Temmuz öncesinde, herşeyin çok güzel olduğu dönemlerde, İnsan kaynağını yine Türkiyeden getiren, üniversite öğrencisini Türkiyeden çağıran bir durum var imiş.
Yergi değil bu durum tespiti. Türkiyedeki vizyon ve hizmet kültürüne uygun bir model hedeflenmiş belli ki, ve bunun içinde yerelden insan olmadığı için, akmayan tulumbaya dökülen bir kova su gibi, üniversite öğrencileri, dil öğrenimi için gelenler bir ucundan tutmaya çalışmış, tohum olmuşlar.
Tabiki, 15 Temmuz buraları da etkiledi, maddi daralmalar, insan kaynağı kısıtlamaları olmuş. Pek birşey kalmamış kısaca.
Amacım yergi değil demiştim, bir durum tespiti.
O da şu, geldiğimizde karşılaştığımız, sadece, elinde MİSYON una sıkı sıkıya bağlı, samimi tertemiz esnaf abilerimiz ve bir kısım arkadaşlarımızdı. Dernekleşme etrafında toplanmış küçük küçük adacıklardı sadece. Allah onlardan ebeden razı olsun.
Bunun bir bedeli de olmuş, Vizyonu EĞİTİM olan bir hizmete niyet edilmiş ancak şartlar nedeniyle kadük kalmış.
Kısaca, geldiğimizde, EĞİTİM orjinli kurulmaya çalışılan o hizmette dağılmış. Kendini savunma hattına çekmiş, muavenet yükü altında ezilen bir yapı. Yapılanın, sadece çocukların manevi değerlere bağlı olması, kitaplar okuması, Kuranını, mealini okuyor olması durumu boyutunda olması. Şartlar diyorum, yermiyorum tekrar edersem.
Ancak yerdiğim, bu durumun kabullenilmesi. Artık EĞİTİM hedeflenmemesi.
Çağın gerekliliğine uygun, bizim yıllar önce yetiştiğimiz o hizmet kültürü gibi, ortaokuldan liseye, üniversitede evlere oradan da mesleki kariyerimize varana kadar, gençlere yol yöntem gösteren, yardımcı olan, en önemlisi teşvik eden bir gönüllü yapı teşekkül edilememiş. Dikkat ederseniz kurumsallıktan bahsetmiyorum. Daha mikro planda dahi oluşamamış.
Eleştirim de tam burada, geçtiğimiz 5 6 yıl içinde bu rahatlıkla yapılabilirdi. İnsan kaynağı kaynıyordu etraf. Sadece, bir zihin jimnastiği ile ne yayabiliriz EĞİTİM adına denilseydi olurdu.
Hizmet demek EĞİTİM demek. Bunun yansıması da başarılı lise üniversite öğrencileri yetiştirmek, onların da büyüyüp kendilerinden az küçüklere ellerini uzatması yardım etmesi.
Hizmetten EĞİTİM i çekerseniz ne kalır. Esnaf kalır.
Şimdi hepimiz birer esnafız. Avrupa koca bir esnaf müessesesi şu an. Mülteciler olabilir, EĞİTİM hizmetlerini dil bariyeri nedeniyle çok zorlanarak yapacakları orta da, kaldı ki yaş da bir sorun artık.
Ancak, alttan gelen gençlerde birer esnaf olarak görülüyor. Zira içinde, EĞİTİM hedefinin olmadığı bir hizmetten geriye tek kalacak odur.
Mesela, muavenet yükü bir gün kalktı diyelim. Ne olacak.
Geçtiğimiz şu yılların nasıl heba edildiğiniz görücez.
Esnafın neden var olduğu dahi anlamını yitiriyor böyle bir sistemde.
Çünkü Orta da bir EĞİTİM hedefi yok tekrarlarsam.
İnsan yetiştirmek yıllar alır, insanı yetiştiren insanı yetiştirmek de. Bu da unutulmamalı.
Burada 5 6 yıl içinde kaçırılan en büyük fırsatı böyle görüyorum.
İnsan yetiştirecek insanlar sanırım bu konuda mülteci konumundaki bizler.
Çocuklar neden üniversiteye gitmiyor, gitsinler, geliştirsinler, o süre boyunca da bir başkasına el uzatırlar, dendiğinde, duyduğumuz cevaplar çok ilginç.
Üniversite öğrencisi işsiz kalabilir, mesleki eğitimlerle de çok iyi para kazanabileceğiydi.
Kısaca, sonraki kuşaklara ellerini uzatmaya en uygun, genç nesil yetiştirmesi burada kesiliyor. Şu çok basit gerekçe de.
Peki kim yapacak bunu?
İşte komedi.
Mültecilerden, 40 50 yaşlarındaki insanlardan bekleniliyor dersem yanlış olmaz.
Kısaca, geleceği olmayan bir Hizmet görüyorum ben Avrupa da.
Adapte olalım, ama peki neye.
Herkesi esnaf yapacak bir sistemde, finansman tamam da, kim hizmet edecek.
Bu haliyle, bir menzilden, süleyman efendiden şurdan burdan ne farkı var??
Mu’mince tavir, sirat-i mustakimi hayata rehber edinmekle olur. Iste bir ornegi! Tebrikler!
Hocam hala Türkiye Türkiye diye tutturuyorsunuz, siz kendi çocuklarınıza bile bu yazıyı anlatamazsınız, artık onların dünyasında Türkiye diye bir yer yok ve bundan sonra ebediyyen olmayacak, siz neden bunu kabullenmiyorsunuz?
Bu mantık yüzünden Türkiyeden çıkma imkanı olanlar bile çıkmadılar, hala gadre zulme uğramaya devam ediyor, her geçen gün çıkış bir öncekine göre daha zorlaşıyor, gençlik bitiyor, ihtiyarlık iyice kapıya dayanıyor. siz insanlara çıkın o Allah belası yerden diyeceğinize yumuşatıcı salmaya çalışıyorsunuz…
bundan sonra bizler Türkiyenin insanlarına bir hayrımız olmaz
Bir hikaye bende
Bundan 40 sene önce 1979 da Humeyni iranda devrim yaptı, milyonlarca insan öldürüldü(kayıtlara savşta öldü diye geçti)
2000 lerde iranlı arkadaşlarla konuştuğumda hala ümitleri kırılmamıştı Hümeyni rejimini yok edeceğini zannediyorlardı. Geçen senelerde(2020) bakayım dedim bizimkiler ne yapıyor, artık unutmuşlar ama hepsi 70 lerinde ihtiyar, hayatlarını yaşayamadılar. oysa hepsnin ne hayalleri vardı. Keşke terk etseydiler zamanında İran’ı dimi?
Hocam geriye dönüp bakacak bir değer yok, Allah verdi Allah aldı Türkiyeyi deyip geçelim Lütfen.
Dünya küresel ısınma konuşuyor, kıyametin yaklaştığını konuşuyor, pandemiler konuşuluyor, yeni gelecek hastalıklar belki bütün dünyayı yok edecek onlar konuşuluyor. Biz ceviz kabuğundan çıkamadık, imamın kayığına binene kadar çıkamayacaklara yazıklar olsun.
imtahanını kaybederler
Ailesine küsmek…
Akrabalarına küsmek..
Köyüne …
Mahallesine ..
Şehrine ..
ve Ülkesine küsmek…
Bütün bir insanlığa küsmək…
Dar ve geniş dairedeki gönül kopuşlarından birini yaşamayan yoktur sanırım..
Kopuş bazan o kadar acı ve büyük ve yıkıcı olur ki, imha olmalarını arzu eder insan..
Yerle bir olsunlar ve bundan bir rahatlama arzusu hedeflenir..
yani oh olsun ..lar… demek ister insan…
sonunda insanız ve hepimiz aynı paket proqramla bu misafirhaneye gönderilmiş ve gelmişiz…
Fakat kötülüğe karşı iyilik, tercih edilendir. Allah böyle tavsiye ediyor..
Allah ın tavsiyesi, dolayısı ile rızası her şeyin üstünde..
Hakkı üstün tutmak ali insan tavrı..
Aşağılık insanları taklitden Allah a sığınırız ….
Debelensinler…
Biz toplumdan önce Allah´a küstük. Bu kismi sürekli atliyoruz. Ne kadar iyi niyetliydik, ne cok enerji sarf ettik, coluk-cocugumuzdan kesip himmetler verdik, o kadar hatimler, cevsenler, ibadetler, samimi gözyaslari…
Itiraf edemiyoruz ama asil derdimiz bunlari görmedigini düsündügümüz Allahimizla. Yoksa toplumun bir sucu olmadigini biz de biliyoruz. Biz bu toplumu kavramis insanlar olarak is görüyorduk nihayetinde.
Egitim faaliyetlerimiz, basin faaliyetlerimiz vardi cünkü halk cahildi. Diyalog faaliyetlerimiz, yine basin faaliyetlerimiz vardi cünkü halk ihtilaf icindeydi. Bankalarimiz, sira sira holdinglerimiz vardi cünkü halk fakirdi.
Simdi de aynen böyle, ne eksik ne fazla. Sosyal medyaya bakip bakip gaza geliyoruz ve sürekli ayni ve benzer seyleri izleyerek kendimizi topluma karsi dolduruyoruz.
Halk haklidir; cünkü cehalet devam etmektedir, iyi egitememisiz. Halk haklidir; cünkü ihtilaf devam etmektedir, cünkü ihtilafi gidermek söyle dursun, derinlestirenlerden biri olmusuz. Halk haklidir; cünkü fakirlik hala devam etmektedir, cünkü zenginlesme formülümüz tutmamistir.
Cahil ve fakir bir halk hele ihtilaf icindeyse korkar. Ben size verecegimi verdim, sizin tepelerdeki tepismelerinizle ugrasacak kapasitede degilim, benim gecindirmem gereken evim, evlendirmem gereken oglum, okutmam gereken kizim var, askerde torunum hastanede anam var der.
Almanyada yasiyorum, 48 yasindayim ve emekli olmama daha 20 yil var. Türkiyede köyler 40 yasinda emeklilerle dolu. 7500 lira emeklilik, bahcende bi keci, bostaninda iki domates varsa bu is tamamdir. Hele cocuklugunda ayagina carik bile giyememis milyonlara A Haber yayini yapmaniza gerek bile yoktur.
Ben sag-sol bilmem. Bildigim bir sey varsa, 2010 yilina kadar ülkeye Atatürkün hükmettigidir. Bu insanlar ayagina carik alamazken de her sey Atatürk namina yapiliyordu, jandarmadan keyfi dayak yerken de. Bu insanlar birilerinin direktifi üzerine olur olmaz her yerde halde Istiklal Marsi okumasini, Atatürke ve silah arkadaslarina saygi durusu icin iki dakika ayaga kalkmayi hicbir zaman icine sindiremedi.
Ve simdi, onlara deger verdigini düsündükleri, taa evlerine kadar gelen, hallerini hatirlarini soran bir hükümet var. 2003 yilindan beri tipki onlardan biri gibi konusan insanlar var karsilarinda. Bu ülkede sokakta dilenmektense AKPnin sadakasini almaya razi yüzbinlerce insan var. Kimse kalkip da CHP de sunu verecekti, nasil secmezler demesin, bastan anlattik, halk cahil ve ama gururlu.
Bu bir onur meselesidir, artik anlayalim. Almanyali Türklerin AKPye sarmasinin arkasindaki en büyük ve belki de tek sebep bu onur meselesidir. Onlara yillar yili belli bir Islam bicen Alman siyasilere höt diyen bir iktidar var Türkiyede. Bu psikolojiyi kücümseyemeyiz.
Tekrar basa dönelim. Bu halk 15 Temmuzda birden bire büyülenmis olamaz. Önceden de defalarca yazdim burada. Bu halk bize tarladaki misirini-findigini verdi, kurban derisini istedik verdi, oglunu istedik okutmak icin verdi, o oglunu Hakasya´ya tayin ettik, giki cikmadi, himmet istedik verdi, okul yapacagiz arsa dedik verdi.
Bu halkin defolari evet coktur, ama biz de o halkin icinden ciktik. Kendimizi secilmis gördügümüzden beri sadece toplumdan uzaklasmadik, Allahtan da uzaklastik. Küskünlügümüzün sebebi budur. Kendimizi kandirmayalim.
Uzun lafin kisasi sorun halktaysa o halde bizdedir. Hatta daha cok bizdedir. O halk bizi egitimci ve arabulucu olarak basinin üzerinde tasidi. Biz bu görevi yerine getiremedik. Dolayisiyla kendimizle alakali derin ve cesitli analizler yapmanin vakti artik gelmis de gecmistir.
Haqlısınız..
Evet aynen katılıyorum size çok haklısınız.Yıllardır yazılan ,anlatılan herşey ama herşey biz seçilmişlerin dışındaki herşey için.Onlar yanlş,onlar zalim,onlar kötü ,onlar cahil.Kimse şapkasını önğne koyupta ya bunca cahili,zalimi Allah niye bize musallat etti diye düşünen yok…ya bizler ,ya biz seçilmişler,dünyayı kurtarma vazifesi ile yaşadığını sananlar ,bu kadardmı kusursuz mükemmeliz neden aynaya bir bakmıyoruz ,yaşadığımz bunca acı en gerçekci ayna ama hala onuda görebilecek kapasitemiz olmadığının bile farkında değiliz .Sizleri bilemem ama biz bırakın yıllarca hizmet ettiğimiz o insanları kendi evlatlarımızı bile kurtaramadık ve kendimizide kırtardığımızı düşünemiyorum,şimdilerde sadece yaşamaya çalışıyoruz hayata tutunma aşamasına bile gelemedik.Bu tür yazılarla insanlra ümit ve moral olmaya çalışanların gerçeklikten çok kopuk ve uzak olduğu aşikar.Gerçekler kabul edilemediği için tahribat ve hasar tesbiti yapılamıyor ve sonrası pozitif adımlar atılamıyor malesef.
Yazarın niyetini anlıyorum. Ama zor bir konu.
Topluma küsmek veya küsmemek. Ülkeye küsmek veya küsmemek.
Bu sitedeki haberleri okuyanların topluma, ülkeye küsmeme ihtimali var mı?
İnsanlar hakızlığa uğramış, zulme uğmamış. İşini, malını mülkünü kaybetmiş, bazıları orada yaşama imkanı bulamadığı için kaçarken çocularını kaybetmiş.
Bu insanlara, “Mükafatını ahirette alacaksınız” deyip hiçbir şey olmamış gibi yola devam mı diyorsunuz?
“Yine bu toplumu, ülkeyi sevin, yardım elini uzatın” mi diyorsunuz.
Sizin yardım elini uzatın dediğiniz kişiler uzanan bu eli kırdı.
Keşke kırmakla kalsalardı, acı daha hızlı geçerdi. Kırdıkları ellerin akrabalarının ellerini de kırdılar. Çocukların ellerini de kırdılar.
Hala da kırıyorlar.
Sizin küsmeyelim dediğiniz toplum da kaç seçim oldu, hepsinde bu elleri kıranlara, “Yaptıkların bana uyar, yola devam” dedi.
İşin acı tarafı, bunu diyenlerin bizim bir zamanlar çok güvendiğimiz insanlar olmaları.
Eskiden hizmetin ilgileneceği kişiler noktasında cemaaat ile ilgilenilmemesi önerilir, sözde ehli dünya ile ilgilenilmesi istenirdi. “Öbürleri zaten yolunu bulmuş” denirdi.
Nasıl yolunu bulmuş? Zaten dinini bir yerden öğreniyor. Doğru yolda. Öğreneceği yeni bir şey yok. Bu dünyada en önemli sorunun cevabını bulmuş, gideceği yönü belirlemiş, yapması gereken tek şey bu yolda devam etmek. O kadar.
İşte bu yolunu bulmuş denilenler siyaset noktasında ülkeyi bu bataklığa sürükleyen yolun yolcuları ve başka bir rotaya sapmaya da asla müsaade etmiyor.
Yüzde 50´nin ana sütununu bu „dindar kesim“, „saf ve temiz Anadolu insanı“ oluşturuyor.
Birkaç gün önce Alman Anayasasını hazırlayan bir grubun toplanmasının 75. yıldönümü nedeniyle Cumhurbaşkanı Steinmeier bir dergide bir makale yayınladı.
Makaleyi okurken aşırı sağcı AfD partisinin yükselişine yönelik konuştuğu satır aralarından belli oluyordu.
Diyordu ki:
Eleştiri hakkı başkadır, anayasayal düzene karşı olmak başkadır. Eleştiri problemleri çözmemizde yardımcı olur, aşırı akımlar ise anayasal düzeni yok eder.
Ve:
BU AYRIMI YAPABİLMEYİ HER VATANDAŞTAN BEKLEYEBİLİRİZ…
HİÇ BİR VATANDAŞ GÖZ GÖRE GÖRE TOPLUMU KABALIĞA İTEN VE ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRASİMİZİN ALTINI OYAN SİYASİ GÜÇLERİ SEÇTİKTEN SONRA HAFİFLETİCİ NEDENLERE SIĞINAMAZ.
Bugün Türkiye´de de vatandaş propaganda altında olabilir. Ama yine de televizyonlarda gördüğü dünya ile etrafına baktığında görüdüğü dünya arasındaki farkı görebilmesi ve bazı çıkarımlarda bulunması beklenirdi. Eğer bunu dahi bekleyemeyeceksek, böyle insanların seçime katılması hata bir kere.
Okumuş kesim derseniz, zaten onlar sessiz kalarak demokrasiyi sırtından bıçakladılar.
Bazen şu duygulardan kendini alamıyor insan:
Keşke Türk olarak doğmasaydık, o ülke ile bağlarımız olmasaydı da oranın gündemine uzak kalabilseydik.
Bir İşçevli, İzlandalı, Yeni Zelandalı olarak o ülkenin saçma gündemleri hiç ilgi alanımıza girmeseydi.