MAHMUT AKPINAR | YORUM
Dört yıl önce yine bu köşede Elif’in, yaşadığı göç ve zorluklara rağmen elde ettiği sıradışı başarıyı yazmıştık. Elif, lise son sınıfa geçtiğinde Türkiye’de üniversite okumak için hazırlık yaparken, ülkeyi terk etmek zorunda kalan ailesini ziyaret için İngiltere’ye gelmişti. Tıp fakültesini kazanma ve hekim olma hayali kuran Elif, yaz boyu çalışmak üzere bir çuval test kitabını da yanında getirdi ve kendisini çalışmaya verdi. İşte o yaz 15 Temmuz oldu ve Elif’in okulu kapatılmakla kalmadı, kundaklandı. Elif bir anda kendisini boşlukta hissetti. İngiltere’de liseyi bile bitirmemiş biri olarak ortada kaldı.
Ailesi Elif’i Türkiye’ye göndermeyi güvenli bulmadı; zaten gidebileceği bir okul, yurt vs. de kalmamıştı. İngiltere’de kalacaktı ama üniversitelere başvurabilmek için bir diplomaya, sertifikaya sahip değildi. Yeterli İngilizcesi yoktu. Tıp fakültesine gidebilmek, Birleşik Krallık’ta iki yıl kolej okumakla ve A-Level derecesi almakla mümkündü. Elif kolej okumak istedi ama bu her yıl 20 bin pound maliyet demekti. Ailenin bunu ödeyecek durumu yoktu; baba gündelik işlerde çalışarak ancak ailenin temel giderlerini karşılayabiliyordu. Elif’in tıp fakültesine hangi zorluklarla girebildiğini, hangi aşamaları geçmek zorunda kaldığını bu yazıda anlatmıştık.
Elif, onca zorlu yolu aştıktan sonra, Russell Grup denilen İngiltere’nin seçkin üniversitelerinden birinden bu yıl mezun oldu. Birleşik Krallık’ta da Türkiye’dekine benzer şekilde doktorlar için mecburi hizmet dönemi var. Hekimlerin ilk atamaları genelde imkanları sınırlı, ücra yerlere oluyor. Elif Londra’da çalışmak istiyordu, olmazsa ailesine yakın yerler tercihiydi. Ama Elif’e en istemediği, “keşke olmasa” dediği küçük, uzak bir şehir çıktı. Morali bozuldu, gitmemeyi, seneye tekrar başvurmayı düşündü. Zira genç hekimler arasında bu şehrin şöhreti iyi değildi; kent bir dönem asayiş olaylarıyla öne çıkmıştı.
Elif bu olumsuz düşünceler içindeyken ailesi: “Hiç belli olmaz, Allah ummadığın kapılar açar, seveceğin insanlarla karşılaştırır. Biz korkarak görev yaptığımız yerleri hep sevdik.” diye teselli veriyordu.
Elif ve ailesi kent ve hastane hakkında olumsuz duygulara sahipken, o hastanede bir doktor çiftin görev yaptığı haberini alırlar ve buna fevkalade sevinirler. Bu doktor çift de “Yeni mezun bir doktor gelecek.” diye duyar ve heyecanlanır, hatta Elif ve ailesini ziyarete gelirler. Elif’in ailesi gibi ‘cadı avı’ nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan, iki tatlı çocukları olan bu ailenin varlığı ve onlarla tanışma, bir anda bütün olumsuzlukları silip götürür.
Göreve başlama tarihinden bir gün önce Elif, annesi ve babası arabaya eşyaları yüklerler ve Elif’in yeni görev yerine yola çıkarlar. İlk defa gittikleri güzergah onlara hiç de olumsuz intiba vermez. Aksine yol üstünde gördükleri, çok iyi korunmuş tarihi köyler, kasabalar, taş evler içlerinde bir sıcaklık oluşturur. Şehre girdiklerinde anlatılan olumsuzlukları göremezler. Hastane ve bekar doktorlara tahsis edilen lojmanların gayet bakımlı ve güzel olduğunu fark edince gönülleri iyice ferahlar.
Doktor Elif’i odasına yerleştirdikten sonra hekim ailenin davetine icabet etmek üzere hastane kompleksinden ayrılırlar. Aile, iki tatlı çocuğuyla Elif ve anne-babasını kapıda karşılar. Elif ve ailesi bir tanıdık, dayanak bulmanın sevincini yaşarken, Dr. Emin Bey ve ailesi yalnızlıktan kurtulmanın, duyguda, düşüncede anlaşabilecekleri bir meslektaş bulmanın huzuru içindedirler. Bu sene hukuka başlayacak evin kızı ile Elif hemen kaynaşır ve arkadaş olur. Evin hanımı doktor abla, bir arkadaş bulmaktan dolayı çok memnundur. İkramlar ve muhabbetler devam ederken her iki tarafın bu tanışıklıktan fevkalade memnun olduğu yüzlerine yansır.
Elif’in babası Ahmet Bey, Dr. Emin’e geçmişe dair sorular sorunca ilginç tevafuklar, tatlı ayrıntılar ortaya çıkar. Her iki ailenin Türkiye’de aynı bölgeden, benzer kültürlerden geldiklerini öğrenirler. Konuşmalar uzadıkça tanışıklıklar çıkmaya başlar. Baba Ahmet Bey, Dr. Emin’in Egeli olduğunu öğrenince soruları detaylandırır.
“Hangi liseden mezunsun?”
“X öğretmen lisesi mezunuyum.” der.
Biraz daha konulara odaklanınca, 1990’lı yıllarda Dr. Emin ile Elif’in babasının yollarının kesiştiği ortaya çıkar.
O yıllarda Ahmet Bey İzmir’de talebe hizmetleriyle meşguldür. Hizmet evlerinde pek çok üniversiteli, özellikle de eğitim fakültesi öğrencisi vardır. Hepsi birbirinden kaliteli, donanımlı, zeki bu öğrencileri daha rantabl ve etkili değerlendirebilmek için çözümler aranmaktadır. Bulunan çözümlerden birisi de bu öğrencilerden bir kısmını hafta sonları kurslar vermek, rehberlik yapmak üzere çevre ilçelere ve kentlere göndermektir.
O dönemde İzmir’de okuyan üniversite öğrencileri sadece İzmir’i değil, bütün Ege’yi, hatta bütün Batı Anadolu’yu beslemektedir. Hafta içi kendi okuluna devam eden fedakar arkadaşlar, hafta sonları otobüse biner Isparta’ya, Aydın’a, Afyon’a, Uşak’a, Manisa’ya, Bandırma’ya, Nazilli’ye, Akhisar’a, Kula’ya ve daha nice kasabalara giderdi. Oralarda bazen yurtların salonunda yatar, bazen derme çatma evlerde kalır, derslerini anlatır, rehberliklerini yapar, pazar gecesi İzmir’e dönerlerdi. Çoğu zaman sömestr ve yaz tatillerini de o beldelerde öğrencileriyle birlikte geçirirlerdi.
Ahmet Bey ve arkadaşları rehberlik çalışmaları çerçevesinde yıllık planlama yaparken, bir şehrin küçük bir ilçesinde, çok başarılı bir lisenin olduğunu keşfederler. Okulda istekli ve kaliteli öğrenciler vardır; lakin rehber ve mekan yoktur. İzmir’den bu okula rehber abi olarak kaliteli bir arkadaş ve ona ders açısından destek olacak bir ekip belirlenir. Mekan meselesi nasıl çözülür diye düşünürken, orada bir esnafın varlığı öğrenilir. Esnaf ziyaret edilip konu anlatılınca işyerinin üstünü öğrencilere tahsis edebileceğini ifade eder. Yıllarca o mekan o öğrencilere hizmet eder.
O yılların lise öğrencisi olan Emin, tıp fakültesi okumuş, uzman hekim olmuş, memleketine hizmet ederken gadre uğramış ve Birleşik Krallık’a göçmek zorunda kalmıştır. Hadiseler, şartlar 30-35 yıl sonra Ahmet Bey ile o okulun öğrencilerinden Emin’i bu defa dünyanın çok başka bir yerinde, çok farklı şartlarda karşılaştırmıştır. Ahmet Bey’in tanımadığı, bilmediği gençlere sahip çıkmak için yıllar önce gösterdiği çabayı Allah, daha dünyada iken umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde karşısına çıkarmıştır.
Dün bir ortaokul-lise öğrencisi olarak kendisine rehberlik verilen genç, bugün Dr. Emin olarak kendisine el uzatan bir rehber abisinin kızına, kaderin bir planlaması gereği destek olmaktadır. Tohum at git, bakma ardına. Attığın tohumlar elbet çıkar karşına. Belki burada, belki ötede!
Bu güzel “Sırlar Kapısı” yazısı için sevgili Mahmut Akpınar’a çok teşekkür ederim. Sevgili M. Arslan Hocamız da böyle olaylar anlatır ve kitaplar yazardı.
Evet gençlerin önü açık ve her birisi bir “tutunanlar hikayesi”. Olan belli bir yaşın üzerinde olup da yurt dışına çıkmak zorunda kalan ya da tr de kalmak zorunda kalanlara oldu.
Ne yapalım bu “yolun kaderi” diyen değerli büyükler de bunu aynen böyle öngörmüşlerdi. Allah akıbetimizi hayırlı kılsın, iman ve Kur’andan ayırmasın.
Söyleyecek çok fazla bir söz yok….
Hûd (As) Suresi 115. Ayet
Artık sabret! Zîrâ şübhesiz ki Allah, iyilik edenlerin mükâfâtını zâyi‘ etmez.