Ne söylerseniz söyleyin, ne kadar haklı olursanız olun, belgesi bilgisi ile açık seçik ortaya koysanız dahi… Ülkeyi el birliğiyle uçurumun kenarına getiren siyasetçi, gazeteci, akademisyen, biat etmiş bürokrat takımının, Ankara’ya yaslanmış işadamlarının vs… Aklının başına geleceğini filan düşünmeyin. Anlatmayın boşuna, nefesinizi yormayın. Hayatları boyu bir baltaya sap olmamış bu tipler, Saray konforunu sürüyor. Bırakmazlar, bırakamazlar. Devlet katına çıktılar. İtibar gördüler. Cepleri doldu. Önceki hayatlarında bu yoktu. Çok iyi biliyorlar ki, liyakat esas bir dünyada yerleri yok. Bu devran geçince de olmayacak. Hatta eskisinden beter hale düşecekler. Kimi, işlediği tescilli-belgeli açık suçlardan dolayı içeri düşecek. Kimi, yurt dışına çıkardığını sandığı parayla yırtabileceğini sanacak. Kimi, maddi-manevi sefalete mahkum olacak, öyle de hayatını sonlandıracak. Dördüncü şık yok. Bir ülkeye kötülük yapmak için özellikle bir ekibi başa getirsen, bu kadarını yapamazdı.
GÜNEŞ BATIDAN DOĞDUKTAN SONRA…
Bir parantez de, son dönemde vozurdamaya başlayanlar için açalım. İsimleri lazım değil, siyasal iktidara “amasız-fakatsız” destek veren, bu uğurda tüm geçmişini bir torbaya koyan entel, liberal, yazar, akademisyen grubundan bazıları, son dönemde “Bu gidiş, gidiş değil” demeye başladılar. Referandumda oyunun rengini “hayır” olarak açıklayanı mı istersin, “keyfilik kurumsallaşıyor” diyeni mi, “parti devleti” çığlıkları atanı mı…! İtikatta vardır hani, güneş batıdan doğduktan iman etmenin kıymeti yoktur. O hesap. Hiç bir önemi yok bunların. Üç buçuk senedir bağıra bağıra uyardık, başımıza gelmeyen kalmadı. Şimdi izliyorum, o günlerde bizi hedef gösterip şeytanlaştıranlar, benzer cümleler kurmaya başlamış! Kendilerine dahi saygıları yok.
TAKİYE İMİŞ..!
Esasen, yıllarca susup, tek adamı ve uygulamalarını alkışlayanların, hukuksuzlukları meşrulaştıranların gerçek niyetleri başkaymış. Lidere tabasbus ederken takiye yapmışlar. Yani, AKP bir grupla hesabını görürken özellikle ses etmemişler. Dereyi geçene kadar da “destekliyor” görünmüşler. Ta ki, misyonunun bittiğini görünceye kadar… Şimdi, o attan indiler, tekrar “Avrupa Birliği ve demokrasi” atına binerek yola devam edeceklerini düşünüyorlar. Çok hınzırlar! Ülkeyi uçuruma sürükleyenlerin niyeti belli, açık. Asıl bunlardan korkmalı.
PAYLAŞMAYIN BUNLARI…
Bakıyorum, siyasal iktidarı eleştirmeye başlayan “eski müttefikler” şu günlerde muhaliflerin baş tacı. Sözleri, düşünceleri “muhalif” ya, gören üzerine atlıyor, paylaşıyor. Hatta, tebrik edip kutluyor. Anadolu’da tarih boyunca yaşanmamış hukuksuzluklara, insan hakkı ihlallerine ve kısmi soykırıma imza atılıyor. Ve bu yolun taşları, son üç buçuk yıldır özenle döşendi. Kimse kusura bakmasın, üç buçuk yıl boyunca, buna destek olanın, kol kanat gerenin, hatta sessiz-suskun kalanın şimdi şakımaya başlamasının bir kıymeti yok. Bu tiplere, kaybettikleri saygınlıklarını bu yolla kazanma şansını verenlere de esefler olsun!
AHMET KAYA ÖRNEĞİ…
Bazı geceler, şarkı paylaşırım. O anın efkarı neyse artık, ona göre bir şey. Son aylarda, çevremden sık işittiğim için biliyorum. Dönemin zulüm çarkları altında ezilenlere en iyi gelen şarkılar, Ahmet Kaya şarkıları. Sözleri, müziği, döneme cuk oturuyor. Bugün maşallah Ahmet Kaya el üstünde tutuluyor. Çok değil, bundan 15-20 sene önce kapısını çalan yoktu. 1999’da toplumsal lince maruz kalınca Paris’e gitti, daha da dönmedi. Hürriyet gazetesinin de muazzam katkısıyla artık araçlarda şarkıları kısık sesle dinlenebiliyordu, polis çevirmesinde filan teybi kapatıyordunuz. Neyse, Ahmet Kaya’nın Paris sürgünü, ölene dek bir buçuk sene sürdü. O zaman zarfında bir avuç dostu dışında ziyaretçisi de olmadı. Yavuz Bingöl yıllar sonra onun anısına yapılan bir programda pişmanlığını paylaşmış, Paris’e gittiğinde bırak görüşmeyi, telefon etmeye bile çekindiğini anlatmıştı. Bunun üzerinden çok geçmeden aynı Yavuz Bingöl’ün, esasen egemenlerin çizgisinden hiç çıkmadığını ibretle gördük. İşte pişmanlıklar böyle inişli çıkışlıdır. Kimin gerçekten nedamet getirdiğini de bilemezsiniz. Sizi bilmem ama ben o konuda pek anlayışlı değilim. Yarın, “Kusura bakma, çok kötülük edildi, yanınızda olamadık, pişmanım” diyene de söyleyeceğim şu yani: Tevbe kapısı açık, buyur gir, Allah’ın affetmeyeceği günah yok. Lakin bana fazla görünme!