YORUM | AHMET DÖNMEZ
“Geçtiğimiz Cuma öğleden sonra saat 03.15’te, 1959 model bir Oldsmobile, New York’taki orta sınıf bir yerleşim bölgesinde bir kaldırımın yanına park edildi. Otomobilden inen iki adam, sanki araba çalınmış veya terk edilmiş gibi görünmesi için plakalarını çıkardı ve kaputu hafifçe açtı. Sonra, yakınlarda hiç kimse tarafından görünmeyecekleri bir yerin penceresine çekilip neler olacağını izlemeye başladılar.”
1 Ekim 1968 tarihli Time dergisinin ‘Diary of an Abandoned Automobile (Terkedilmiş Bir Arabanın Günlüğü)’ başlıklı haberi bu cümlelerle başlıyordu.
Pencerenin gerisine çekilip olacakları izleyen o iki çift esrarengiz göz neler mi gördü?
Burası The Bronx’taki New York Üniversitesi kampüsünün önündeki caddeydi. İlk 10 dakika içinde ‘terk edilmiş’ otomobilin ilk ‘ziyaretçileri’ geldi. Bunlar, arabayla oradan geçmekte olan 3 kişilik bir aile idi. Üçü de arabadan indi. Saks Fifth Avenue’ye ait alışveriş çantası taşıyan iyi giyimli anne, kaldırımda arabanın yanında durup gözcülük yapıyordu. Yaklaşık 8 yaşlarında görünen oğulları, babasının yanıbaşında duruyor ve ona yardım ediyordu. Düzgün spor gömlek, bol pantolon ve rüzgarlık ceket giyen baba, arabayı yokladı, bagajı açtı, karıştırmaya başladı; sonra kendi arabasının aletlerle dolu bagajını açtı, demir testeresini çıkardı, terk edilmiş arabada bir dakika bir şey kesti, aküyü çıkardı ve kendi bagajına koydu. Arkasından tüm radyatörü çıkarıp akünün yanına yerleştirdi.
Baba, bir yandan anneye bagajı boşaltması, oğluna da torpidoyu kontrol etmesi için emir veriyordu. Operasyon 7 dakika sürdü. Bütün bu anları, gizli bir yerden onları izlemekte olan o iki kişi fotoğraflıyordu.
Kısa süre içerisinde, oradan arabayla ya da yayan geçmekte olan birçok kişi bu yağmaya katılıyor ve arabada çalınacak hiç bir değerli parça kalmadığından emin olmaya çalışıyordu.
26 saat sonra arabada akü, radyatör, hava filtresi, radyo antenleri, ön cam, sağ yan krom şeridi, jantlar, akü takviye kablosu, benzin bidonu ve sol arka lastik de dahil olmak üzere hemen her şey yağmalanmış durumdaydı.
64. saate yaklaşırken son ziyaretçilerden biri, bebek arabası iten, devetüyünden ceket ve onunla uyumlu bir şapka giymiş, orta yaşlı bir adamdı. Arabayı didik didik etti ve içeriden tanımlanamayan bir parça çıkardı. Bu parçayı bebek arabasına koydu ve iterek götürdü.
RİSK YOKSA RAHATÇA SALDIRABİLİRSİN
Bütün bu anlar da fotoğraf makinesince kayıt altına alınmıştı. Peki kimdi bu kayıt alan gizemli adamlar ve neden o terk edilmiş arabanın ‘günlüklerini’ tutuyorlardı? Bunlar, ünlü suç psikoloğu Prof. Philip Zimbardo’nun üniversiteden öğrencileriydi. Bütün bu yaşananlar ise bir sosyal deneyin parçalarıydı. Kriminal olmayan sıradan insanların, açıkça korumasız ve terk edilmiş görünen bir araçla ilgili tepkilerini ölçmeyi amaçlıyorlardı.
O dönemin en popüler arabalarından olan zavallı Oldsmobile, 3 gün içerisinde 23 ayrı talana maruz kalmıştı. Hırsızların çoğu hoş görünümlü, düzgün giyimli, orta sınıftan insanlardı. Fakat kendilerini nisbi olarak güvende hissettikleri, sahibi ve takipçisi olmayan bir arabayı talan etmekte bir risk görmedikleri, başkalarının işlemekte olduğu bir kabahate ortak olmaları halinde bedelini ödemeyeceklerine inandıkları, herkesin aynı günahı işlemekte olduğu işlek bir caddede kendi kimliklerini rahatlıkla unutturabileceklerini düşündükleri bir anda, apansızın azılı bir yağmacıya dönüşebiliyorlardı. Deney bunu ispatlamıştı.
Çünkü bu talihsiz arabadan 3 bin mil uzakta, California’nın cennet köşelerinden Palo Alto’daki Stanford Üniversitesi’nin karşısındaki caddenin kenarına park edilmiş bir başka güzel araba, aynı akıbeti yaşamamıştı. Aynı şekilde plakaları sökülmüş ve kaputu açılmış bir vaziyette bırakılmasına rağmen bir hafta boyunca bu arabaya hiç kimse dokunmayacaktı. Elbette bu anları da Zimbardo’nun talebeleri izliyor ve kameraya kaydediyordu.
Sonuç taban tabana zıttı. Oysa insanlar, statü ve profil olarak aynıydı. Bu insanlar normalde hırsız değillerdi. Normal şartlarda Palo Alto’da terk edilmiş bir arabaya yan gözle bakmayacak kişiler, New York’un en kalabalık bölgelerinden The Bronx’ta bir ‘yamyama’ dönüşebiliyordu. Daha iyi anlatabilmek için şöyle söyleyelim: Burası Beyoğlu’nun arka sokaklarıydı; dolayısıyla ‘Nişantaşı çizginizi’ bir süreliğine bozabilirdiniz.
BANA BU DENEYİ HATIRLATAN, SEDAT ERGİN
50 yıl öncesinde kalmış bu deneyi bugünlerde bana hatırlatan, Hürriyet yazarı Sedat Ergin oldu.
Gülen Cemaati bugün, işlek bir kavşağa terk edilmiş yalnız ve savunmasız bir arabadır. Plakaları sökük, kapıları ve kaputu ardına kadar açık… Tecavüze, yağmaya, saldırıya karşı tamamen korumasız…
Sedat Ergin bugün, devetüyü paltosu ve şık gömleğiyle bagajı didik didik eden, sonra demir testeresini alıp aküye davranan sözümona iyi halli, o vandal aile babasıdır.
Deniz Baykal’a kurulan o iğrenç kaset komplosu ile ilgili AKP yargısının ortaya attığı tezler karşısındaki iştahı, tecavüz mağduru arabadan tanımlanamayan bir parça çıkarıp bebek arabasına yerleştiren o adamınkinden farklı değil. “Fethullahçılar Baykal’ı neden devirdi?” başlıklı yazısında, cemaatin Baykal’ı safdışı bırakarak CHP’yi bir karışıklığın içine itmek istediğini ve böylece anayasa değişikliği referandumunda muhalefeti etkisiz hale getirmek için bu kumpası kurduğunu öne sürdü.
Peki bu iddianın merkezinden ‘cemaat’i çıkarıp yerine Erdoğan’ı koyarsanız ne değişir? Koyamaz. Çünkü The Bronx’un ‘kim kime dum duma’ karmaşası içerisinde, herkesin bir parça koparıp bagajına attığı savunmasız arabayı talan etmekle Palo Alto’daki arabaya el sürmek aynı şey değildir.
HÜRRİYET NASIL DA BAYKAL KAMPANYASI YAPMIŞTI
Deniz Baykal’ın bile 7 yıldır bütün despotik baskılara, çıldırtıcı algı operasyonlarına rağmen ısrarla “Biliyorum, kumpasın arkasında Erdoğan var” dediği bir ortamda Sedat Ergin, kimin hangi soygununa erketelik yapıyor acaba?
Bu görüntüleri ilk olarak yayınlayan, bugün Erdoğan’ın en azılı tetikçisi Akit değil miydi? Madem ki Sedat Bey iddianameye bakarak yazı yazıyor, o halde Akit’in bu kaseti bizzat patron Mustafa Karahasanoğlu’nun kardeşi ve gazetenin yöneticisi Ali İhsan Karahasanoğlu’nun onayı ile girdiğini neden görmüyor? Bu hem dönemin Akit Ankara Temsilcisi Yener Dönmez hem de Haber Müdürü Fatih Akkaya’nın ifadelerinde var.
Ama Sedat Ergin bagaja eğilmiş, ısrarla işe yarar parçalar bulma derdiyle başka yerleri karıştırdıkça karıştırıyor. Mayıs 2010’da, kaset bombasının hemen ardından yazdığı ‘Erdoğan’dan siyasette ahlak kriterleri’ başlıklı yazılarda AKP liderini ince ince eleştiren o değilmiş gibi… Ve o dönem Baykal’ın gitmesi için en fazla tamtam çalan gazetelerden biri, yöneticisi olduğu o Hürriyet değilmiş gibi… Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye genel başkan olması için Doğan grubunun bir diğer gazetesi Vatan’la birlikte nasıl bir kampanya yürüttüklerini unuttuk mu?
Kılıçdaroğlu’nun seçildiği kurultayda sandalyenin üzerine sıçrayıp çılgınca alkışlayan Tufan Türenç, kimin yazarı ve yazı işleri müdürü idi? Fularını ‘yeni iktidar rüzgarlarına’ kaptırıp kurultayda sermest olan Oktay Ekşi, o dönem kimin başyazarıydı?
Ahlaksız komplonun ertesi günü, 8 Mayıs 2010 tarihli gazetelerin tavrına da bir bakalım. Örneğin Zaman Gazetesi bu konuyu 1. sayfasında hiç görmezken, Taraf Gazetesi “Alçaklık vakti” manşetini atmıştı. Hürriyet ise tam bir operasyon gazetesi gibi çıkmıştı. ‘Baykal’a kaset darbesi’ sürmanşetinin fotoğraf tercihi bile dikkat çekiciydi. Dönemin CHP lideri spor gömleği, siyah gözlükleri ve elinde poşetle siyasete veda etmiş görünüyordu. Yazı İşleri Müdürü Tufan Türenç’in yazısının başlığı ise “Baykal gereğini hemen yapmalıdır” şeklindeydi. Bu durumda Aydın Doğan da pekâlâ ‘mantıklı’ bir kumpas faili olarak karşımızda duruyor demektir.
O Kılıçdaroğlu çıkıp da “Erdoğan’ın Baykal kasetini izlerkenki görüntülerini izledim” demedi mi? Nisan 2016’daki bir canlı yayında, “Kaseti izlediğini gördüm. Kendisine o kaseti izletenler Erdoğan’ı kayıt altına alıyor. Kaseti Erdoğan’a gönderenlerin ‘paralel yapı’ olduğuna inanmıyorum. O dönem Başbakan’dı. Erdoğan tarafından ‘kaseti bulun’ talimatı MİT’e verilmedi. Erdoğan’ın bilgisi dahilinde yapılmıştır. Baykal kaseti ile ilgili bir kumpas var ve bu doğru. Sayın Baykal da kaseti kimin servis ettiğini biliyor.” ifadelerini kullanmadı mı?
BAYKAL: BİLGİ İLE SÖYLÜYORUM, ARKASINDA ERDOĞAN VAR
Evet Baykal, kaseti kimin servis ettiğini gayet iyi biliyor. Bunu, görüştüğü birçok gazeteciye söylemekten de çekinmemiştir. “Bu işin faili net olarak Erdoğan’dır. Bunu bilgi ile söylüyorum” dediği gazetecilerden biri de benim.
Nitekim Erdoğan, o tarihten sonra bütün söylemleri ve yapıp ettikleri ile bunu teyid etmedi mi? Bu kasetten en fazla yarar sağlayan, siyasi çıkar devşiren, meydanlarda tepe tepe kullanan, faillerin bulunması için yıllarca kılını kıpırdatmayan kimdi? “Eşine ihanet eden mağdur olamaz”, “Yahu kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özel oluyor. Bu özel değil, genel bu genel” diyen Erdoğan’ın kendisi değil mi?
Ama Sedat Ergin, sadece bu konudaki eyyamı ile o Oldsmobile’ın dikiz aynasındaki adam değil tabi ki. 15 Temmuz’la ilgili onlarca yazısına bir bakın lütfen. İddianamelerden özellikle cemaati suçlayan bölümleri cımbızla çekip, geri kalan bütün karanlık noktaları görmezden gelen yazı dizilerini çok mu saygıdeğer zannediyor? Bir duayen gazeteciyi neden cemaatle ilgili bölümlere ilgi duyuyor diye sorgulama zevzekliği içinde değilim. Neden sadece cemaatle yetindiğini, Erdoğan ve troykasının izah etmesi gereken yüzlerce soru işaretine de neden ayrıca yoğunlaşmadığını sorguluyorum. Aynı iddianamelerin aynı bölümlerinden tam tersi yönde onlarca yazı dizisi de yapılabilir pekâlâ. Onun yaptığını onlarca havuz yazarı biteviye ve canhıraş bir şekilde yapıyor zaten.
Bir de kendisine ‘titiz gazeteci’ denilmesi gibi Bab-ı Ali’nin yıllanmış yancılıkları da var ki, bu kadar paçozluk içinde insan o kadarını görmezden geliyor artık.
YANDAŞLIKLA ARANA MESAFE KOY SEDAT ERGİN
Allah’tan Lund Üniversitesi’nden Prof. Umut Özkırımlı çıktı da kendisine “Cemaat üzerine bu kadar yazı yazıp AKP’nin adını bir kez bile anmamanız büyük beceri gerektiriyor. Analizlerinizin en ufak değeri yok. Hürriyet köşe yazarlarının zülfiyare dokunmayan-kokmaz bulaşmaz-ikiyüzlü yazılarından ve bu yazıların gözümüze sokulmasından gına geldi.” diyebildi.
Sedat Ergin bir ara AKP’ye “Şiddetle arana mesafe koy” diye çağrı yapıyordu. Kendisi şiddetle AKP’nin tetikçisine dönüştüğü halde bunu her zamanki diplomatik komplimanları ile tatlısu muhalifliği gibi satabileceğini sanıyor. Halbuki öpüşerek kamufle olmanın modası geçeli yıllar oluyor.
İyisi mi sen bu basitlikle, bu yandaşlıkla, bu zeki olmayan kurnazlıkla arana bir mesafe koy Sedat Ergin. O aküyle, dikiz aynası da senin olsun…
Tebrikler sayin yazar.
Maalesef omurgası eğik çok insan varmış. Sedat Ergin’den çok daha hakperest görünen nicesi alttan alta tekme atmaktan geri kalmıyor. Çok tekrarlanan yalanlar sanki biraz gerçekmiş gibi tedavülde kıymet kazanmaya başlıyor.
Daha da vahimi bazen bu kişilerin bir doğrusunu alıp aktarırken yalanını da aktarıyoruz.
Bence yalanın küçüğü de çok tehlikeli.
Saygılar