Temennilere dair

YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN

Temennilerle reel beklentiler arasındaki makas bazen fazla açıktır. Uzun süreli sıkıntılı dönemlerde temennilerle rasyonel beklentiler arasındaki uçurum acı verir ve insanlar akıllarının değil duygularının sesini dinlemeyi seçebilir. Çoğu zaman bu noktada bir savunma mekanizması devreye girer. Yani reel durum analizinden koptuğunu anlayamadan beyin kendi kendisini hipnoz altına alır ve acıyı dindirme odaklı çalışmaya başlar. Olan durumun analizi yerine olması gereken ve olsa harika olacak olan bir tabloya odaklanılır. Her türlü olumsuzluğun yavaşça silikleştiği, kara bulutların dağılmaya başladığı, umuda yolculuk olarak özetlenebilecek bir durumdur bu. Fakat yolculuk sanaldır. 

Böylesi durumlarda sağlam veriler, geçmiş deneyimlere dayanan bilgiler, gözlemler üzerine inşa edilmiş tanılar, yerini Keşkelerin egemenliğine terk eder. Stres azalır, us rahatlar, uykusuz geceler son bulur. Uyuşturucu bağımlılarının madde vücuda girdiğinde hissettiği rahatlama gibi, gerçeğin getirdiği tüm olumsuzluklar yiter gider. 

Temenniler elbette iyidir, ama temennilerin gerçek hayata dair verilerin üzerine inşa edilmiş rasyonel beklentilerin yerini alması da iyi midir?

Mesela ben, insan haklarına saygılı, hukuk devleti olan, demokrasinin yerleştiği bir Türkiye istiyorum. Bu benim temennimdir. Fakat gerçekler farklı ve ben bu durumun ayırtındayım. Türkiye insan haklarını sistematik olarak ihlal eden bir ülke. Bir hukuk devleti değil. Rejimi demokrasi denemez. Gördüğünüz gibi, temennilerle realite arasında makas çok açık. Gerçek acı veriyor. Ama gerçeklerden kopuk bir hayal dünyasında olmayı ben şahsen tercih etmem. 

Bazıları devletin zulmüne uğradığı halde, çektikleri acıların sorumlusunun devlet olmadığını, hükümet olduğunu söylüyor. Soyut bir devlet varlığının idealize edilmesi olarak karşımıza çıkan çok tipik bir tablodur ve Türkiye insanında maalesef geçtiği endoktrinasyondan dolayı sıklıkla gözlemlenir. Bu da gerçeklerden kopuk olmaya bir örnektir. Temenni boyutu, “aslında devlet iyi, ama başındakiler kötü” tezi üzerine inşa edilmiş bir savunma mekanizmasıdır. O devletin kendilerine zulmetmeye başlamadan önce başkalarına yaptığı eziyeti bilerek görmezden gelen bir tercih söz konusudur burada da. Çok etik de değil, çok rasyonel de.

***

Pazar günü seçimlere ilişkin birçok temenni var. Ben de çoğunu paylaşıyorum. 15 Mayıs’ta öyle bir güne uyanalım ki, Erdoğan gitmiş olsun, AKP ve MHP iktidarı kaybetmiş olsun. Yargının siyasallaşması (siyasetin köpeği olma durumu) sona ermiş olsun. Hapishanedeki masum insanlar derhal özgürlüklerine kavuşsunlar. İnsanların iade-i itibarları yapılsın. KHK’lılar görevlerine derhal iade edilsinler. Mahkemeler bağımsız ve tarafsız olsun. Kişi ve kurumlardan gasp edilen mallar iade edilsin. Kürtlerin üzerindeki zulüm bitsin. Yolsuzluklarla mücadele edilsin. Gezi Parkı direnişi, 17/25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 gibi olaylar tarafsız ve bağımsız komisyonlarca araştırılsın, gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıksın. 

Temennileri arttırmak mümkün!

Avrupa Birliği süreci yeniden başlatılsın. Türkiye tüm komşularıyla dengeli ve olumlu ilişkiler kursun. Yeniden uluslararası örgütlerde saygın ve makul hareket eden, istikrarlı bir ülke olsun. 

Ekonomi rasyonelleşsin. Merkez Bankası bağımsız olsun. Enflasyon düşsün, işsizlik azalsın, büyüme başlasın. 

Temenniler o kadar çok ki! 

Eğitim altyapısı ve müfredatı düzeltilsin. Akademi liyakate dayalı ve araştırma odaklı, iyi üniversiteleri yaratacak planlamalara kavuşsun. Basın özgürleşsin. Temel hak ve özgürlükler hem anayasal-yasal seviyede, hem de uygulama bağlamında gelişmiş devletlerin ve ileri demokrasilerin düzeyini yakalasın, hatta onları geçsin. Eşitlik, özgürlük, adalet temelli düzgün bir ülke kurulsun. İnsanların yaşam koşulları ve standartları iyileşsin. 

Kutuplaşma son bulsun. Seküler bir devlet inşa edilsin. Etnik/ırki değil, civic ve coğrafi kimliğe dayalı, kapsayıcı bir kimlik inşa edilsin. Etnik ve mezhepsel farklılıklar zenginlik kabul edilsin, çok kültürlü ve toleransa dayalı bir felsefe ülkede egemen olsun. 

***

Oysa tüm bu temennilerime karşın, ayaklarım yere basıyor benim. 

Bu seçimlerin önemini teslim etmekle beraber, bu seçimlerden sonra yukarıda değindiğim ideallerin çok büyük bir bölümünün önümüzdeki 5-10 yıl zarfında gerçekleşmeyeceğini biliyorum. Bu salt bir tahmine dayanmıyor. Veri analizi, ampirik gözlem ve deneyim, tarihten günümüze önümdeki olaylar silsilesini geleceğe projekte etme yetim, gözlemlere inanmamı şart koşan bilimi insanı formasyonum, ideallerle mevcut reel durum arasında sağlıklı bir ilişki kurmamı sağlıyor. Ne kadar istesem de bazı şeylerin oluş koşulları yerine gelmeden gerçekleşmeyeceğini biliyorum. 

Siyaset, topluma dayanır. Sosyoloji, tüm siyasetin ana çerçevesini oluşturur. Hukuk ve politikalar her ne kadar sosyoloji üzerinde etkili de olsalar, onu ancak bir noktaya kadar değiştirebilirler. Devrimci/reformcu siyasetin sınırları budur. İsteseniz de sosyolojiyi sihirli bir değnekle dönüştüremezsiniz. Bunun denendiği toplumlarda siyasal güçle bazı dinamikler baskılanabilir.  Fakat boşluk bulduklarında sosyoloji galip gelir. 

***

Bu seçimlerde benim beklentim, öncelikli olarak Erdoğan ve yakın çevresinin – suç ortaklarının – iktidarı yitirmesi. Bunun rejimin son bulması demek olmadığını biliyorum. Basit aritmetik çıkarımlara itibar etmiyorum. Kılıçdaroğlu’nun bir mucize yaratmayacağını, Türkiye’nin Nelson Mandela’sı olmayacağını düşünüyorum. Altılı Masa’nın demokratikleşme öncelikli bir koalisyon olmadığını gözlemliyorum. En kötüden kurtulma amaçlı bir ittifak elbette ki olumlu ve bunu kesinlikle küçümsemiyorum. Ama ülkenin en ciddi sorunlarına kalıcı çözüm bulabilecek dayanıklılıkta bir güç ittifakı mevcut değil. Kürt meselesine ademi merkeziyetçi ve Kürt kimliğine anayasal-yasal statü çerçevesinde demokratik çözüm bulabilecek bir iradenin olmaması, Türk-üstünlükçü etnik ulus kimliğinin sorgulanmaması, rejim diskurunun (mesela “FETÖ” söyleminin) halen benimsenmekte oluşu gibi onlarca majör problem ortada dururken, bunlar yokmuş gibi yapıp insanlara umut ve moral-motivasyon odaklı yazılar yazamam. Kelimelerin, düşüncelerin, çözümlemelerin gelişigüzel sarf edilmemesi gerektiğine inanıyorum. İnsanlardan terminal hastalıklarını gizleyip, onlara sadece morfin veren ve acılarını dindiren, “turp gibisiniz” diyerek umut tacirliği yapan bir doktor gibi hareket edemem.

Seçimlere önem vermiyor değilim elbette. Mutlaka herkes oy vermeli ve öncelikli olarak Erdoğan’dan ve yakın çevresinden kurtulma konusunda iradesini ortaya koymalı. Elbette Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın yerine cumhurbaşkanı olması çok önemli ve değerli olacak. Bu bir başlangıç olarak görüldüğü sürece bunda hiçbir sorun yok. Önemli olan beklentilerle reel durum arasında sağlıklı bir denge kurmaktır. 

Diğer bir mesele, seçimlerin manipüle edilme, yani çalınma olasılığının çok ciddi bir risk olarak orta yerde durduğudur. Çalamazlar demek yetmiyor. Çalmanın kurumsal koşulları mevcut! Çalmanın kendileri açısından rasyonel gerekliliği de öyle. Ellerinde inanılmaz bir güç var. Bunu deneyecekler. Yani seçimlerden yeterli oy almak yanında, bu oy dağılımının “resmi seçim sonuçlarında kabulü” önemli. YSK kimi galip ilan edecek? Ya YSK sonucuyla muhalefetin elindeki netice birbirleriyle çelişirlerse, ne olacak? Bugün kemal Kılıçdaroğlu bu konuya değindi. Anadolu Ajansı ve YSK sonuçlarına değil, kendi ellerindeki sonuçlara güveneceklerini söylüyor özetle. Bu aslında beklentisini de ortaya koymuş oluyor satır aralarında. Demek ki muhalefet durumun ciddiyetini hissediyor. Tabii temel sorun şu: buna karşı ne yapılabilir? Kurumsal olarak tümüyle Erdoğan ve güç paydaşlarının eline geçmiş devlet aparatından kendi istedikleri (ya da elde ettikleri) sonucu tescil ettirmek olanak dışı gibi. O halde 14 Mayıs ve 15 Mayıs günlerinde nasıl bir tablo ortaya çıkacak? Muhalefet ne yapacak?

Temenniler bir yerde dursun. Ama reel durum kesin ve nettir. Her zamankinden daha fazla rasyonel aklımıza gereksinim duymaktayız. Akıl en büyük güçtür. Gerçekleri kabul etmek aklın gereğidir. Umudu saklı tutarken ve ondan motivasyon bulurken, mevcut gerçeklik ve koşulları zinhar ihmal ve göz ardı etmemeli. Uzun bir maraton bu ve korkarım daha son 100 metrede değiliz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Sürekli yazıyorum ama bu yazıdan dolayı da bir ekleme yapmak istiyorum. Şöyle; insanlarda ciddi oryantasyon problemi var. Mesela ekonomik sıkıntılar dış güçlerden, terörden oluyor denildiğinde dış güçler, ekonomi, saldırı gibi kavramlar birbirinden anlamlı bir bütün olmadan sanki anlamlı bir şey ifade ediyor gibi kullanılıyor. Mesela insanlara ekonomi niye böyle dediğinizde, size dış güçler, teröristler diyecekler. Dikkat edilirse aslında ekonomi ile dış güç arasında bağ kuramıyorlar. Hikayeyi parça parça birkaç kelime kullanarak anlattıklarını sanıyorlar. Ama akıl burada eksik bağlar olduğunu fark eder ve soru sorma ihtiyacı hisseder. İşte tam bu noktada kimse soru soramaz.

    Arada hiç bağ yoktur ve kimse bu bağın eksikliğini bir zahmet hissetmez. Birisine terörist dediklerinde onun terörist olma nedenlerini bilmez ve merak etmez, hakikatı merak etmez, bağ, ilişki kurmaya çalışmaz. Bu örneği vermem lazım. Mesela hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde hayvanlar yemeğe ulaşmak için gerekli hamleleri sırayla yapmasını öğrenir. Yani hamleleri hayvanlar bile öğrenirken bir insanın terörist olması için yapması gereken hamleleri insanlar bilmiyorlar. O niye kötü? diye sorduğunuzda, işte terörist, kötü adam derler ama kötü adam olmanın ne gibi basamakları olduğunu sayamazlar. Oryantasyon berbattır. Adam ve terörist gibi iki kavramı aralarında hiç bir bağ, ilişki kurmadan, özellikler yer, zaman, kişi oryantasyonlarından tamamen kopuk olarak kabul ediliyor.

    Yani neden sonuç ilişkileri, bilimsel kanunlar, etki tepki gibi çok temel ilişkilerden kopuk olarak yaşıyorlar. Halbuki nesneler, kişiler, olaylar arasında ilişki kurma beynin olmazsa olmaz bir fonksiyonudur ve bu beyin gelişimi bebeklikten başlayarak gelişir. Gözleri kapalı bir bebek kendisinden kan alan bir doktorun sesini duyar duymaz ağlamaya başlıyor. Peki ekonomi ile dış güçler arasında insan nasıl bir bağ kurdu? Bebeğin bile kurabildiği bağları insanlar neden tersinden kuruyor? Eğer bebek olsaydı Tayyipin yönetmekten ziyade soymak için var olduğu ile ekonominin kötü durumu arasında çok rahat bağ kurabilir. Var olan bağları yıkıp sonra dış güçleri sebep gösterenlere neden diye sorduğunda sana birşey söyleyemeyecek. İşte dış güçler, terör, hainler diyecek ama aradaki neden sonuç ilişkisini kuramayacak. Zaten o yüzden en büyük düşmanları bilim adamları.

    Ne soru sorarlar, ne soru sordururlar. Sanki dünyada herşey birden aydınlanmış gibidir. Herşeyin ne olduğunu biliyorlar. İşte o kötü, bu terörist, şu dış güç falan. Ama söyledikleri şeyler gerçeklikten kopuktur. Çünkü olaylarda yer, zaman ve kişiyi belirtemezler. Kişiyle olay, yerle olay, zamanla olay arasında anlamlı, kurgusu mantıklı hikaye anlatamazlar. Tayyip dediğinde işte iyi, Kılıçdaroğlu dediğinde işte kötü olarak tarif ederler. Neden kötü diye sorduğunda işte PKK ya destek veriyor, PKK lıları çıkartacak falan derler. Ama PKK ya desteği açıklayacak veriler, bağlantılar yine kopuk. Yani anlamlı bir hikaye anlatamazlar. Sadece birkaç kelimeden ibarettir hayatları. Beynin en temel fonksiyonu olan bağlantı, ilinti kurma yoktur. Halbuki beyin hücreleri bile sürekli aralarında yeni bağlantılar kuruyorlar. İnsanın kendi yaratılışı olan beynin işleyişine bile muhalif davranması bir yerde ciddi takılıp kalındığını gösteriyor. Çünkü o beyinlerini yok saysalar bile eğer beyinlerini dinleseler o beyinde nelerin geçtiğini görecekler. Demek insan Tayyipi yükseltmek yerine doğru çözüm olarak kendisini yükseltmesi lazım. Bence doğru yöntem kişinin şahsi beklentilerini kurtarıcı yerine kendisinin halletmesi. Tayyip beyinlerinizdeki düşünceleri yükseltmenize izin veriyor mu? Tam tersine kendisine bağlamak için iyice seviyeyi düşürüyor.

    Kısır döngü burada başlıyor. İnsanları çıkarı için bir şahsa bağlamak istediğinden Üniversiteleri, bilim adamların değerini düşürüyor, okulları kapatıyor ki düşünce, sorgulama olmasın diye. İnsanlar da sanki kendi şahsi sorumlulukları kendileri halletmek yerine topu Tayyipe atıyorlar. Sanki Tayyip onların dertlerini giderecekmiş gibi. Sorumluluğu Tayyipe atanlar o yüzden ekonomik kriz olduğunda Tayyipi sorguya çekemezler. Bütün gücü Tayyipe vermişler. Bağımlı, karşılıklı çıkar ilişkisi olmuş. Bu bağımlılık nedeniyle hesap soramazlar. Tüm gücü Tayyipe verdiklerinden ve bu ilişkinin bozulmasını istemediklerinden yani olaylar arasında yer, zaman, kişi beyin faaliyetlerini çalıştırmak istemediklerinden, çünkü hepsini Tayyipe devrettiler, o onlar yerine halledecek işleri, Tayyipin hatalarını aslında hırsızlığı görmezden gelirler ve dış güç hikayesine inanırlar. O yüzden bu insanlar birkez olsun bile Tayyipi eleştirmezler. Bu tuhaf değil mi? Yani o kadar bağımlı bir ilişki kurulmuş ve insanlar birey olmaktan çıkmış ki tek bir eleştiri yapıldığını ben bu yaşıma kadar duymadım. Bu ne kadar insani.

  2. Osmanlı İmparatorluğu’nu ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk milleti kurdu, kanı ile, canı ile. Sen kabul etsen de, etmesen de bu böyle. Kurucu unsur Türk milleti.
    Senin ataların olan Yahudiler; Osmanlı’nın lutfetmesi ve acıması sonucunda kabul edilmiş, İspanya’dan, Portekiz’den,Kırım’dan. Keşke hiç gelmeseydiniz, Türk kültürünü bozdunuz, mahvettiniz. Türkiye’de azınlık ırkçılığı yapıyorsunuz, gerçek faşist sizlersiniz.
    “Türkiye insanı” diye bir yerlerinden uydurma Türk düşmanı Çaman efendi, biz Türk’üz. Sen kendi adına konuş. Senin bir aidiyetin, milliyetin yoksa bu senin sorunun. Kanada’dan hiç dönmesen de olur, bir şey kaybetmiş olmayız.

  3. Tr724 yönetimine,

    Her türlü NEFRET söylemi suçtur. Suçu yayınlamakta ona destek demektir. Yorum bile olsa.. Lütfen burada onaylanan yorumları bu gözle kontrol ediniz.

    Mesela Polat ‘ın ifadelerine bakın.. 4 tanesi.. FAŞİST, IRKÇI, TÜRK DÜŞMANI, IRKÇI..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin