YORUM | AHMET KURUCAN
1950’lerde erkeklerde 48 kadınlarda 53 olan ortalama insan ömrü o günden bu yana 22 yıl uzamış. Şimdilerde erkekler 70, kadınlar ise 73 yıl yaşıyormuş ortalama. İhtimal bunun uzantısı olsa gerek 1970’li yılların ikinci yarısında henüz 60’larında olan dedem ve ninemi yaşlı olarak nitelendiriyordum. Haksız sayılmazdım. Elimde bir de delil vardı. Delilim dedemin Tavşanlı lehçesi ile söylediği şu söz: “Değmen eskisi gibi öğütmüyoo oooğlum.” Değmen dediği değirmen.
Sıcak demirciydi dedem. Çok çalışkandı. İşten kaçma bir yana iş onun önünden kaçardı. “Allah iş kaygısı versin insana” der, gece gündüz, akşam sabah, hafta içi hafta sonu demeden ve dinlemeden çalışırdı. Sabah kahvaltısı ile öğle yemeğini geçiştirir ama akşam yemeğini mükellef yerdi. Yaşlandığını hissettiğim yıllarda eskisi gibi akşam yemeğini yemediğini görünce “Haydi dede, yesene” dediğim zaman demişti bana “Değmen öğütmüyoo” diye. Manası sindirim sistemim eskisi gibi çalışmıyor demekti.
Neden anlattım bunu? Ben de yaşlandığımı hissediyorum ve görüyorum. Bizim oraların tabiriyle “öfke var derman yok” diyorum çoğu zaman yapılacak işler karşısından kendi kendime. Buna bir şey daha ilave oldu. Şu an içinde olduğum seyahatte farkettim bunu: telefon rehberi. Onu anlatacağım size bu yazımda.
Telefonumda kayıtlı isimlere bir göz gezdireyim dedim fırsat bulduğum bir anda. Aman Allah’ım! Gördüğüm manzara “Bir ayağın mezarda” diye haykırdı yüzüme. Ne mi gördüm? 3 sınıf insan gördüm orada. Oksimoron bir ifadeyle bir; yaşamayan ölüler, iki; yaşayan ölüler ve üç; yaşayan diriler. Şöyle de ifade edebilirim canlı cansızlar, canlı cenazeler ve asırlık canlılar
Canlı cansızlardan bahsedeyim önce. Bu yaşıma gelinceye kadar memleketim Tavşanlı başta olmak üzere, Ankara, Ahmetli, Turgutlu, Manisa, İzmir, Aliağa, İstanbul, New Jersey’den tanıdığım zamanında sık veya seyrek dirsek temasımın bulunduğu kişilerdi bunlar. Rahmeti Rahman’a kavuşmuş ölülerdi hepsi de. Ama hala çok canlıydılar benim nazarımda. Tahmin edebilirsiniz, hatıraların mahiyetine göre kimi zaman ağladım, kimi zaman güldüm. Yiğitlikleri, mertlikleri tüllendi. Birlikte yaşadığımız neşe veya hüzün dolu doğumlar, cenazeler, düğünler, sünnetler, yolculuklar, kamplar ardı ardına sökün etti. “Dedemin değmen öğütmüyoooo oğluuuum” sözü de sürekli kulaklarımda çınladı. Elim titredi silerken ama hayatın gerçeği bu dedim ve sildim artık bir daha telefon irtibatı kurmamım imkansız olduğu bu canlı ölüleri ve canlı cansızları rehberimden.
İkinci grup canlı cenazeler. Onları da sildim. Ölmüş değillerdi bu insanlar. Yaşıyorlar ve hala hayattalar. Fakat benim için ölmüş hükmünde hepsi de. Tahmin etmişsinizdir bunların kimler olabileceğini? Adı üzerinde canlı cenazeler. 20-30 hatta 40 yıl geçmişe doğru uzayan dostluğumuzu siyasi tercihleri, menfaat ve çıkarları uğruna feda edenler bunların her biri. Beni benden daha iyi tanır hemen hepsi. Ama ne çare ki Türkiye’deki iktidarın kullandığı diskura inanarak ve ağızlarını doldura doldura her atmosferde açıkça kullanarak benimle irtibatı kesenler bunlar. Telefonlarıma çıkmayanlar, e-maillerime cevap vermeyenler, selamımı almayanlar. Ne diyebilirim ki? Allah’ın yüce beyanında buyurduğu gibi “Herkes kendi karakterine göre amel eder.” Evet sildim onları teker teker. İşin aslı ben silmedim onları, onlar sildi. Kendileri kendilerini benim rehberimden sildiler. Ben de karşılık verdim. Şimdi ben de sildim onları. Hem de teker teker. Üzüntü duymadım mı? Elbette duydum. Ama üzüntüm kendi adıma değil onlar adınaydı.
Gelelim üçüncü gruba. Hemen söyleyeyim, bunların hiçbirini silmedim. Silmeme gerek yoktu çünkü bunların hepsi de 15 Temmuz meş’um ve kurmaca askeri darbe kalkışması ve peşi sıra iktidar ve bileşenlerinin eliyle yapılan gerçek sivil darbe sonrası benim hayatıma giren kişiler. Evet silmedim, aksine simalarını pekiştirmeye çalıştım zihnimde. Hatıralar alemine daldım. Nerede karşılaşmıştık, nerede tanışmıştık bu kişi ile diye hafızamı yokladım. Google imdada yetişti. Telefonumdaki fotoğraf arşivim yardımıma koştu. Hepsi de dünya tatlısı insanlar. Hepsi de ukbayı dünyaya tercih eden, kendilerini hain ilan eden haydut ve ceberut devletlerinin hiç de haketmedikleri zulmüne maruz kalan mazlumlar. Bazıları gibi insan suretinde şeytanlar değil insan gibi insanlar. İnsanlığın zirvesine çıkmak için hayatları boyunca mücadele vermiş ve hala veren kişiler. Hani derler ya “melek gibi insan”, inanın bana hemen hepsi de melek gibi insanlar.
Yaşımın ilerlemesine bağlı olarak hayatıma yeni giren ve telefonuma kaydettiğim bu isimlerin bir çoğunun profil fotoğraflarını çekmişim. Sadece isim, soyisim ve fotoğraf da değil kendisi ile tanışıklığımı hatırlatacak tanımlayıcı şeyler de yazmışım. ‘Kureyş kabile lideri Amsterdam’ gibi mesela. ‘Japonya Tokyo babasının oğlu’ gibi mesela. O isimlere, açıklamalara ve fotoğraflara geldiğimde kimi zaman güldüm, bazen ağladım.
Pekala bunlar kim? Madem diğer iki grup için oksimoron bir ifade kullandım, bunlar için de kullanayım; eski yeniler ya da asırlık canlılar. Yeni ama sanki çok hem de çooook eskiden tanıştığımız kişiler bunlar sanki. Asırlardır muhabbetlerimizin olduğu ve vefatları dolayısıyla rehberimden sildiğim insanlar gibi çok kısa zamanda çok sağlam dostluklar inşa ettiğimiz kişiler.
Size bir şey söyleyeyim, eski yenilerin ve asırlık canlıların sayısı rehberimden sildiğim canlı ölüler ile yaşayan ölüler kadar neredeyse ve gerek Amerika gerekse seyahat ettiğim ülkelerden yenice tanıştığım kişiler. Bunların varlığı beni hayata bağlayan en önemli unsurlardan biri şu an. İyi ki diyorum bu güzel insanları tanımışım. Hayatıma anlam katıyor hemen her biri. Benden ve bizden hırsızların çaldığı en büyük şey olan hayat neşemi geri kazandırıyor. Sağolsunlar, varolsunlar. İyi ki varsınız. Minnetdarım, müteşekkirim. Hep var olun emi!
Biz de sizi tanıdığımız 80’li yıllardan beri
şartlar ne olursa olsun gönül rehberimizden hiç silmedik.
Rabbim size ve çok değerli ailenize sağlık sıhhat afiyet versin.
Kalbe dokunan, samimi, bir o kadar da ibret dolu bu yazi icin size tesekkur ederim.