AHMET KURUCAN | YORUM
Bu sabah uyandığımda, güzel ülkemin son 22 yılda tanınmaz hale getirildiği bir süreçte, 66 ilde yapılan nefret operasyonlarının haberiyle karşılaştım. Tam 459 kişi gözaltına alınmıştı. Kalpler taşlaşmış, vicdanlar öleli çok olmuş, söz ise anlamını yitirmişti. Konuşmak, anlatmak, bir şeylerin değişeceğine dair umut beslemek neredeyse imkansızdı. Ne söylesek boş. Ne iktidara, ne muhalefete, ne yargıya ne de topluma ulaşabilmek mümkün görünüyordu. Eğer bir şeyler değişecek olsaydı, bugüne kadar ciğerleri dağlayan bu zulümler sona ererdi.
Öyle bir acizlik hissettim ki o haberi bu gerçeklerle birlikte düşündüğümde, istemsiz olarak bu zulümleri yapanları Allah’a havale ederken buldum kendimi. Sebeplerin bütün bütün sükût ettiği bu zeminde zalimlere beddua mazlumlara dua ettim. Başka ne yapabilirdim? Bu mücadele zemininde elimde kalemim gazetede köşem var ancak yazı yazabilirdim.
İyi de ne yazacaktım? Uzun uzun düşündüm ve aklıma iki hadis geldi. Her ne kadar zalimlerin bu hadislere kulak vereceğine dair bir inancım/umudum olmasa da bazı yazılar tarihe kaydedilir. Belki bugün bir anlam ifade etmeyebilir; ama gelecekte bugünün resmi söyleminin ötesine geçerek, hakikati yazacak olanlara bir belge, bir malzeme bırakabilir.
Neden hadis? Çünkü herkes kendi uzmanlık alanında mücadele verir. Benim elimde ise 14 asır öncesinden kıyamete kadar ışık tutan Nebiler Serveri’nin (sas) sözleri var. İlk hadis şu şekilde:
“Sizden biriniz bir münker gördüğünde…”
Münker, Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı, toplumun maslahatına zarar veren her türlü söylem ve eylemdir. Peki, bunu gördüğümüzde ne yapacağız? Hadis şöyle devam ediyor: “Elinizle, dilinizle mücadele edin. Eğer bunlara güç yetiremiyorsanız bari kalbinizle buğz edin. Bu, imanın en zayıf derecesidir.” (İbn Mâce, Fiten, 20)
Bugün devletin orantısız gücü karşısında üç-beş insanın eliyle mücadele etmesi imkansız. Dille mücadele yolu açık ama edenlerin akıbetleri meydanda. Geriye yapılabilecek tek şey kalıyor; kalp ile buğz etmek. Ancak burada kritik bir soru var: Kalben buğz edenlerin sayısı ne kadar?
Bu sorunun cevabını oy oranları veriyor.
Gelelim ikinci hadise. Allah Resulü (sas) enfes bir benzetme yapıyor: “Allah’ın koyduğu sınırları gözetenlerle bu sınırları ihlal edenlerin durumu, bir gemiye binmiş iki grup insana benzer. Kurayla geminin alt ve üst katlarına yerleşirler. Alt kattakiler su ihtiyaçlarını karşılamak için üsttekilerin yanına çıkarlar. Bir süre sonra, ‘Geminin altından bir delik açsak da yukarıdakileri rahatsız etmesek’ derler. Eğer üsttekiler buna izin verirlerse, gemidekiler topluca helak olur. Ama engel olurlarsa hem kendileri hem de diğerleri kurtulur.” (Buhari, Şirket, 6)
Yanılıyor olabilirim ama bu örneği düşündüğümde, ülkemizin böylesi bir imtihanla karşı karşıya olduğunu görüyorum. Geçenlerde Türkiye’den gelen bir dostumla oturduk. “Her kafadan bir ses çıkıyor. Türkiye’de ekonomik durum gerçekten söylendiği gibi kötü mü, bunu test etmek istiyorum.” dedim.
Evinin mutfak ihtiyaçlarını pazardan ve marketten kendisi alan ve 15 gün önce geldiği ülkesindeki fiyatlara vakıf bir insandı bu kişi. Hesap makinasını çıkarttım ve “Gel, dört kişilik bir ailenin bir haftalık mutfak alışverişini hesaplayalım.” dedim. En ucuz seçenekleri dikkate aldık: bir kilo fasulye, iki kilo domates, bir kilo kıyma… Sonuç? Beş bin liranın üzerinde bir rakam. Üstelik bu hesaba kira, elektrik, su, telefon gibi giderler dahil değil.
“Allah’ın sopası yok!” derler. Eğer hadislerde bahsi geçen el, dil veya kalp ile mücadele yolları terk edilirse, helak kaçınılmazdır. Helak, illa geçmiş kavimlerde olduğu gibi yeryüzünden silinmekle olmaz; ekonomik, ahlaki ve kültürel krizlerle de tezahür edebilir. Doğrusunu Allah bilir.
2014 yılında yazdığım bir yazıda Erzurum’lu bir taksi şoförünün şu sözünü aktarmıştım: “Bizim millet, cebine ve canına dokunmadıkça uyanmaz.”
Bugün o şoförle karşılaşsam, “Amca, yanılmışsın. Hem cebine hem de canına dokundu ama hâlâ uyanmıyor!” derdim.
Belki o da kanaatini değiştirmiştir, kim bilir?