İktidar yandaşı Star gazetesinin yazarı Ahmet Taşgetiren, bugünkü (8 Oacak 2017) köşe yazısında, darbe girişiminin ardından Hizmet hareketi ile ilişkili gösterilen şirketlerin ve şahısları mallarına el konmasındaki hukuksuzluğa çarpıcı bir yorum getirdi. Taşgetiren, “Dileyelim bir daha 28 Şubat’lar gelmesin, o zaman ‘Yeşil sermaye’ falan gibi ürkek tanımlamalar yapmakla yetinmeyip, ‘Tehlike’ ilan ettikleri alanlarla iltisaklı tüm dünyanın üzerine karabasan gibi çökebilirler ve ‘Ak Parti de böyle yapmıştı’yı gerekçe olarak kullanabilirler” diyerek yapılanın gasp olduğunu itiraf etti.
Taşgetiren, şu uyarıryı yapmaktan da kendimi alamadı: “Ak Parti bu kaygıyı taşımıyor olabilir ama ben söyleyeyim” ifadesini kullanan Taşgetiren, “Bakın, muhafazakar camiada birçok kamu görevlisi, adı herhangi bir listede yer almasın diye, mesela dini bir mecmuaya abone olmaktan çekinme refleksleri gösteriyor. Demek onlar, Ak Parti icraatından yola çıkıp refleks olarak bir başka ihtimali satın alıyorlar.”
Ahmet Taşgetiren’in “Sistem kurarken…” başlıklı yazısı şöyle:
“Rejim değişikliği mi – Sistem değişikliği mi?” tarzında bir tartışma sürüyor.CHPtartışmayı klasik rejim değişikliği zemini üzerinden yürüterek bu konuda duyarlı çevrelerde bir alerji oluşturmaya çalışıyor. Ak Parti de “Rejim değişikliği değil sistem değişikliği” diyerek, o alerjiyi bertaraf etme çabasına giriyor.
Ben burada şayet söz konusu olan “sistem değişikliği” ise onun da çok önemli olduğunu, onu tanzim ederken de ülkenin bütün zamanlarını düşünmek gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Şöyle bir soru sorayım:
– Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde diyelim CHP’nin gösterdiği adayın seçilme ihtimali yüksek olsaydı, Ak Parti böyle bir sistem değişikliğine gider miydi?
Bunun ortak cevabının “Hayır” olduğunu, Türkiye’de, Ak Parti çevresi de dahil herkes biliyor.
Böyle bir tesbitin anlamı, Ak Parti’nin “Cumhurbaşkanlığı sistemi”ne geçişinin, Cumhurbaşkanlığına Tayyip Erdoğan’ın seçileceğini garanti görmesinden kaynaklanıyor olmasıdır. Ak Parti olarak bu işi bir “sisteme bağlamak” ise, sadece önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimini değil, bundan sonraki bütün zamanlarda seçimi Tayyip Erdoğan gibi birisinin kazanacağını öngörmek anlamına geliyor.
Şayet şöyle olsaydı, “İster önümüzdeki seçimi, ister sonraki seçimleri, mesela Ahmet Necdet Sezer gibi birisinin kazanmasında herhangi bir mahzur yok, onun partili olmasında ve Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına verilen yetkileri kullanmasında bir sakınca yok” diye düşünülebilseydi, ben katılmasam bile, Ak Parti açısından tutarlılıktan söz edilebilirdi. Ama Ak Parti, onu kendi tabanında savunamazdı. Yani bu yetkileri CHP’nin seçtirdiği bir cumhurbaşkanı da kullanacak dendiğinde Ak Parti tabanı, bunun nelere mal olacağını düşünür ve o yapıyı asla desteklemezdi.
Benzeri bir şey, sadece seçimle gelen için değil, Türkiye’nin ne halleri var, 66 yılda 6 askeri müdahale yaşamışız, son müdahaleyi daha 15 Temmuz 2016’da defetmişiz, muhtemel ki Ak Parti, “CHP’li birisi seçilemez” düşüncesinde olduğu gibi “Bundan sonra millet iradesi dışında bir müdahale de olmaz” gibi garantili bir yaklaşım içindedir. Onun için “Evren gibi birisi iktidara el koyup, bugün Ak Parti’nin getirdiği Cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullansa ne olur?” diye sormayı yadırgıyor olabilir.
Ama Allah korusun dünyanın ne halleri oluyor!
Daha önce yazdım. Kahramanmaraş’ta bir panelde sevgili Mahir Ünal’ın “FETÖ ile mücadele için MGK’da ‘legal görünümlü illegal yapı’ tanımlaması yaptık” sözüne de itiraz etmiştim. Orada dedim ki: Dileyelim Ak Parti iktidardan düşmesin, bir başka yapı geldiğinde MGK’nın bu kararını alıp “Legal görünümlü illegal yapı” damgasını Ak Parti’nin alnına yapıştırıp onu mahkum edebilir.“Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma” yaftası nasıl yapıştırılmışsa…
Şimdi diyelim, “mallara el koyma” kararları patır patır veriliyor.
Bilmiyorum MÜSİAD’çı dostlarım ne düşünüyordur, dileyelim bir daha 28 Şubat’lar gelmesin, o zaman “Yeşil sermaye” falan gibi ürkek – çekingen tanımlamalar yapmakla yetinmeyip, “Tehlike” ilan ettikleri alanlarla iltisaklı tüm dünyanın üzerine karabasan gibi çökebilirler ve“Ak Parti de böyle yapmıştı”yı gerekçe olarak kullanabilirler. Ak Parti bu kaygıyı taşımıyor olabilir ama ben söyleyeyim, bakın, muhafazakar camiada birçok kamu görevlisi, adı herhangi bir listede yer almasın diye, mesela dini bir mecmuaya abone olmaktan çekinme refleksleri gösteriyor. Demek onlar, Ak Parti icraatından yola çıkıp refleks olarak bir başka ihtimali satın alıyorlar.
Ömer Dinçerpazartesi günü Habertürk’te bir yazı yazdı. Biraz Reina karambolüne gitti. “Başkan mı güçlü yasama mı?” sorusunu soruyordu ve Ak Parti’ye “Meclis’in gücünü artırmanın yollarını araştırmalı” çağrısında bulunuyordu. O Ak Partili bir bakandı.