YORUM | YUSUF ÜNAL
Ebeveynler ve öğretmenler yer yer çocuklar hakkında onların sevmediği kararlar alır, onlara bazı şeyleri yasaklar, bazı şeyleri zorla yaptırmak isterler. İnsan, küçükken bunların gerçek maksadını çoğu kez anlayamaz. Bu yüzden büyüklerine karşı zaman zaman kızgınlık duyar. Ancak hayat kazanında pişip tecrübe kazanmaya başlayınca büyüklerine hak vermeye başlar. Çocukluğunda onlara teslim olmadığı, hatta yer yer isyan ettiği için pişman olur. Üstelik onların kendisi için yaptıklarına minnet duymaya başlar. Dahası kendi çocuklarını ya da öğrencilerini yetiştirmek için aynı yöntemlere başvurur. Aklı henüz ermezken gösterdiği toyluklara esef eder.
Teşbihte hata olmasın, kulun Allah Teâlâ karşısındaki tavrı da buna benzer. İslâm akaidine göre Yüce Allah, kullarına karşı çok şefkatli ve pek merhametlidir. Onlara zulmetmez. Her neyi takdir etmişse kulunun iyiliği içindir. Yeter ki kul, iradesini kötüye kullanarak şifa vesilesi ilaçları zehire çevirmesin. Bu inançta olan bir kul, kâinatta her hâdisenin Yüce Allah’ın emri ve izniyle olduğuna inanır. Hz. Bediüzzaman’ın dediği gibi: “Evet, her şey ya hakikaten güzeldir, ya bizzat güzeldir, veya neticeleri itibariyle güzeldir. Ve bu güzellik, rububiyet-i âmmeye ve şümul-ü rahmete ve tecellî-i âmmeye bakar.” diye düşünür. Böyle düşünen bir kimse de Cenab-ı Hakk’ın icraatı hakkında hüsn-ü zanda bulunur ve O’nun her takdirine rıza gösterir.
Hz. Hüseyin’e Hz. Ebu Zerr’in: “Benim için fakirlik zenginlikten daha sevimlidir. Hasta olmayı sıhhatli olmaktan daha çok isterim.” sözüyle ilgili düşüncesi sorulunca cevabı şöyle olur: “Bence; Allah Teâlâ’nın kendisi için yaptığı tercihe itimat edenler, O’nun kendileri için irade ettiği şeyden başkasını temenni etmezler.” Hz. Hüseyin’in bu yaklaşımı tam olarak “rıza” kavramının karşılığıdır.
Rıza sözlükte; hoşnutluk, memnun olmak demektir. Terim olarak; “insan kalbinin, başa gelen hâdiselerle sarsılmaması, kaderin tecellîlerini iç hoşnutluğu ile karşılaması; başkalarının üzülüp müteessir oldukları, şaşırıp dehşete düştükleri olaylar karşısında gönül mekanizmasının tam bir sükûn ve itminân içinde olmasıdır. Rızanın karşıtı öfke anlamındaki sahat/suht veya gazaptır. Rızanın kaynağı, Cenab-ı Hakk hakkındaki hüsn-ü zan ve tevekküldür.
Rızanın ‘hal’ mi ‘makam’ mı olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Hal, tasavvufta insanın iradesi ve çabası olmadan bir mevhibe-i ilahi olarak kalbe gelen mana, feyz, his ve heyecanlara verilen addır. Makam ise; kulun iradesinin hakkını verip tekrar etmek suretiyle kazandığı ve özelliği haline getirebildiği edebler ve ahlâktır.
İmam Kuşeyrî’ye göre: “Rıza, başlangıç itibariyle kulun çalışmasıyla elde edilir. Bu duruma göre makamlardandır. Sonu itibariyle haller sınıfına girer, kazanılmış bir şey değildir.” Fethullah Gülen Hocaefendi’ye göre; “Rızâ, hakikati itibarıyla ilâhî bir armağan, sebepleri itibarıyla da insan iradesiyle alâkalı bir mazhariyettir. (…) Onun tahsili güç ve insan iradesiyle elde edilmesi zor olduğundandır ki Cenâb-ı Hak, onu doğrudan doğruya emretmemiş; sadece tavsiyede bulunmuş ve o mertebeye erenleri de tebcillerle, takdirlerle pâyelendirmiştir.”
Allah’ın rızasına nail olmak kulluğun nihai hedefidir. Bu yüzdendir ki Müslümanların, iyilik gördükleri kimselere en çok ettikleri dua, “Allah razı olsun.” şeklindedir. Seyr-u süluk yöntemlerinden biri olan usul-u aşerede, sâlikin ulaşacağı son durak rızadır. İmam Gazalî’ye göre o; mukarreblerin makamlarının en yücesi ve ihsanın nihai noktasıdır. Yüce Allah, cennetliklerin nail olacakları nimetleri ve Adn Cenneti’ni nazara verdikten sonra: “Hepsinden üstün olanı ise Allah’ın kendilerinden razı olmasıdır.” (Tevbe, 9/72) buyurarak, rızanın cennetten daha üstün olduğunu belirtir. Cennetin sahibinin rızası, elbette cennetten daha yücedir. Bu anlamda, cennetin kapısında duracak olan meleğin adının Rıdvan olması da dikkate değerdir. Hadis-i şerife göre, Allah Teâlâ cennette kullarına tecellî ettikten sonra, “Benden isteyiniz.” buyurur. Onlar da “Rızanı istiyoruz.” derler. Cemalullahı müşahede, nimetlerin en yücesidir. Buna rağmen ondan sonra rızanın istenmesi, Gazali’ye göre; rızanın, rü’yetin devamlılığına vesile olması dolayısıyladır. Çünkü rıza, perdenin dâimi olarak kalkmasına vesiledir.
Kur’ân-ı Kerim’de yetmiş üç yerde rıza kavramı geçer. Efendimiz (sas) de dualarında hep rızayı istemiştir. “Allahım! Bizden razı ol ve bizi senden razı olma derecesine yükselt.” (Tirmizi, “Tefsir” 23/1) “Allahım! Senden, gerçekleşen kaza ve kaderinin sonucuna rıza göstermeyi bana nasip etmeni dilerim.” (Nesai, “Sehv” 62) duaları bunlardandır.
(Nasipse devam edeceğiz…)
Teşekkürler daha muhteşemi Allah razı olsun yine gönüllerimize aşk serpen bir yazı
Yazınızın devam makalesini göremedim bir yıl önce yazılmış şimdi okuyorum.devamına nasıl ulaşabiliriz teşekkürler