YORUM | AHMET KURUCAN
Tasavvufun ilmi bir disiplin olarak değil aksine toplumsal gerçekliklere dayalı olarak bir akım şeklinde ortaya çıkmasının en temel iki nedeni olarak şunlar söylenir. Bir; Efendimizin vefatını takip eden yıllarda fetih hareketlerinin sonucu olarak karşımıza çıkan sosyo-kültürel değişim ve refah arayışı Efendimiz dönemi dindarlık anlayışı ile bu dönem arasında uçurumun oluşmasına sebep oldu. Haliyle bir çok insan bu durumdan rahatsız oldu ve devraldıkları dini yaşayış mirasını kaybetmemek için harekete geçti. Kimisi pasif bir direniş içinde dünya ve dünya nimetlerine karşı tavır aldı. Lüks, sefahat ve israf başta olmak üzere Efendimiz döneminde var olmayan her şeye “bid’at” diyerek hayatı minimize etme, zaruriyat çerçevesinde yaşamaya gayret etti. Kimileri de bu karşı çıkışı organize bir şekilde yapmaya başladı. Sosyal hayat şartlarının durgunluğu her iki kategorideki karşı çıkışa destek veren ve zemin sağlayan başat unsurlardan biriydi.
İki; dine ait değerlerin hep akılcı bir zihniyetle, rasyonel mantıkla ele alınması ve dinin asıl özünde var olan insanın manevi ve ruhani ihtiyaçlarını karşılamanın unutulması diğer faktör oldu. Bir başka ifadeyle kelam ve fıkıh ilminin hakimiyeti altında şekillenen dini düşünce ve dünyevi hayat ruhi ve kalbi hayatın ikinci plana atılmasını netice verdi. Haliyle bu durum da dinin özünün, ruhunun kaybolması endişesini beraberinde getirdi. Din akli bir öğretiden ibaret olamazdı. Davranış kalıplarına indirgenecek şekle de irca edilemezdi.
Şimdi sözü burada bırakıp bir kaç yüzyıl sonrasına atlayacağım. Bu tasavvufi düşünce tarikatlar şeklinde kurumsallaştı. İsterseniz tam da burada Anadolu coğrafyasında asırlarca hüküm sürmüş ve hala daha varlıklarını devam ettiren bazı tarikat isimleri vereyim: Kadiriye, Nakşibendiye, Halvetiye, Cerrahiye, Melametiye, Rifaiye, Mevleviye, Bektaşiye. Eşyanın tabiatı ve insan fıtratının ürünü olsa gerek hangi din ya da ideoloji olursa olsun kurumsallaşma asli değerlerden kopuşu, başlangıçtaki heyecanın ölüşü ve seviyesi değişik olmakla beraber yozlaşmayı beraberinde getirir.
Hiç değişmeyen ve çevremizde baktığımızda bugün de bir çok örneğini gösterebileceğimiz tarih yasasıdır bu. Takdir edersiniz ki bu tür bir yozlaşma muhalefetini de kendi içinden doğurur. Nitekim Melematiye ya da Melamî dediğimiz akım işte bu yozlaşmaya muhalefet olarak doğmuştur. Tarikatlara has olarak kurulan tekkeler, sufi ve dervişlere ait özel kılık kıyafetler, şeyhlere tanınan imtiyazlar onlara göre tasavvuf ruhundan uzaklaşmanın emareleridir. Bu yapılanma içinde dinin özünden, ihlastan, samimiyetten bahsetmek mümkün değildir. Öyleyse yapılacak şey tam aksi bir istikamette yol almaktır. Bu yolun saliki kendi nefsini levm etmelidir. Toplum içinde kendisinin ayrıcalığına işaret eden elbise giymemeli hatta bunu bir adım daha ileri taşıyıp uzaktan bakıldığında herkesin hor ve hakir göreceği hırpani elbiseler giymelidir. Melamilerin bu düşüncelerini halkın kınamasına maruz kalmak için “iyiliği gizlemek kötülüğü açıktan yapmak” gibi İslami esaslarla telif edemeyeceğimiz noktalara taşıdığı da bir vakıadır. Fakat konumuz bu değil. Buraya giriş nedenim tarikatlar vesilesiyle kurumsal yapılanma içine giren tasavvuf düşüncesinin bugün ve şimdi değil asırlar öncesinde de bir takım yozlaşmalar içine girdiğini belirtmektir.
Şimdi 6-7 asır daha atlayıp bugüne gelelim. Her zaman dediğimiz gibi istisnalar tabii ki hariç söz konusu yozlaşma çok daha büyük boyutta ve Türkiye özelinde konuşacak olursak neredeyse 85 milyonluk ülke insanının hepsinin hem bugününü hem de geleceğini etkileyen bir rol oynamakta. Pekala nedir şimdiki yozlaşma nedenleri ve göstergeleri? Sadece üç tanesini söyleyeyim. Bir, ticari amaçlı şirketler misali holdinglere kadar uzanan seküler yapılanmaları bünyelerinde barındırmaları. İki, siyasete eklemlenmeleri. Üçüncüsü ise arkaik denebilecek dini söylem ve eylemleri tercih etmeleri. Kadınıyla erkeğiyle ve çoluk-çocuğuyla tercih ettikleri kılık kıyafetlerden dini anlatma ekseninde kullandıkları malzeme ve dile kadar.
Dikkatlice düşünülecek olduğunda birbirine zıt bu üç özellik “söylemimle eylemim arasında dağlar kadar fark var” diyerek haykırmakta ama heyhat!
Evet şimdi sözü getirmek istediğim yere getirebildim. İşte bu tutumlar yeni neslin dine bakış açısını olumsuz manada etkileyen hatta belirleyen unsurlar olarak ortada durmaktadır. Örnek mi? O kadar çok ki?
Devam edecek…
bu yazıdan önce cemaat ya da gönüllüler hareketi veya hizmet hareketi yozlaşma ve günümüze etkisi başlıklı bir makale yazsanız daha yerinde olurdu. malum çuvaldızı kendine iğneyi başkasına batiracaksin. ne zaman kendinizi eleştirip sorgulamaya başlayacaksınız?