YORUM | ABDULLAH DEMİR*
Modern insanın, çevrenin önemini anlayabilmesi için maalesef çok uzun süre beklemesi gerekmiştir. Yakın bir tarihe kadar sömürgecilik mantığıyla yeryüzünün bitki örtüsünü ve yer altının madenlerini ölçüsüz şekilde kullanan insan, sonunda denizin bittiğini anlamıştır. Sanayileşme ile birlikte ırmakların, denizlerin, karaların, atmosferin hatta uzayın da kirlenmesi ve insan hayatını tehdit eder boyutlara ulaşması, çevrenin korunmasının artık zaruret haline geldiğini göstermiştir. Bu gerçeği gören insanlar, yerel ve uluslararası teşkilatlarla ve çeşitli yayın organlarıyla çevrenin kurtarılması için çalışmalara başlamışlardır.
Dünya’daki bu gelişmelerden sonra ülkemizde de benzer çalışmalar başlamıştır. Bununla birlikte biz Müslümanların çevre hassasiyeti daha eski tarihlere dayanmaktadır. Her ne kadar tam olarak bugünkü anlamda olmasa da çevrenin korunması İslam’ın ilk ortaya çıktığı zamana kadar gider. Müslüman âlimlere göre insan, kâinatın hem çekirdeği hem de meyvesidir. Çevremizdeki canlı ve cansız varlıklar, Allah (cc) tarafından insanın hizmetine verilmiştir. Ancak insan, bu varlıkların sahibi değil sadece emanetçisidir. Dolayısıyla insan ile çevresindeki varlıklara bir emanete gösterilecek özeni göstermek zorundadır.
Çevremizdeki varlıklara özenle ve merhametle davranmamız gerektiği ile ilgili çok sayıda hadis de bulunmaktadır. “Merhamet edenlere Rahman da merhamet eder. Yeryüzündekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.”; “‘Ey Allah’ın Resulü! Hayvanlara yaptığımız iyiliklerden dolayı bizim için sevap var mıdır?’ diye sordular. Allah Resulü de: ‘Her canlıya yapılan iyilik için sevap vardır.’ buyurdu.” ; “Günahkâr bir kadın sıcak bir günde dilini dışarı çıkarmış, susuzluktan solumakta olan bir köpek gördü. Hemen mestini çıkarıp su çekti ve ona içirdi. Bu amelinden dolayı Allah onu bağışladı.”; “Bir kadın bir kedi yüzünden cehenneme girdi. Çünkü o, kediyi eve hapsetmiş, yerin haşerâtından yemesi için serbest bırakmadığı gibi ona yiyecek bir şey de vermemişti.”; “Bir karınca peygamberlerden birini ısırdı. Bunun üzerine karınca yuvalarının yakılmasını emretti ve yakıldı. Allah bunun üzerine şunu vahyetti: Seni bir karınca ısırdı diye Allah’ı tesbih eden ümmetlerden bir ümmeti yaktın.”1 Son hadisten de anlaşılacağı gibi, İslâmî anlayışa göre her canlı gurubu bir ümmettir ve görevleri Allah’ı tesbih etmektir. Öyleyse Allah’ı tesbih eden ve topluluk teşkil eden varlıkları korumak gerekmektedir.
İslam tarihi boyunca Müslümanların çevrelerindeki varlıklara davranışları yukarıdaki esaslar çerçevesinde olagelmiştir. Osmanlı Devleti döneminde de Müslümanların, çevrenin korunması için aynı hassasiyeti gösterdikleri anlaşılmaktadır.
Kanunî döneminde Osmanlı ülkesinde seyahat eden Avrupalı bir seyyah olan Hans Dernschwam’ın anlattıklarına göre, 1542 yılında İstanbul’da sadâret kaymakamı olan Koca Mehmed Paşa, bir lokantanın önünde odun yüklü olarak bekleyen güzel bir at görür. Atın sahibi ise lokantada karnını doyurmaktadır. Bu duruma sinirlenen Paşa, odunları atın sırtından indirip, sahibinin sırtına yükletir. Ata bir akçelik kuru ot aldırır. At bu otu yiyene kadar adam sırtında ağır odun yükü ile ayakta bekler.
Yazar; İstanbul, Bursa, Eskişehir, Ankara ve Çorum güzergâhı ile Amasya’ya kadar gitmiştir. Yol boyunca arazinin özelliklerini anlatmakta ve ormanların çok az olduğundan bahsetmektedir. Hatta ormanların azalmasının suçlusu olarak yerli halkı göstermektedir. Aynı güzergahta bugün de orman azdır. Yazar, bir düşman olarak ve şartlı şekilde gözlemlerde bulunmakta ve Osmanlı halkını suçlamaktadır. Ne var ki o bölgeler karasal iklime sahiptir ve insanlık tarihi boyunca yerleşim yeri olarak kullanılmış ve tabiî kaynakları normal olarak azalmıştır. Yazarın kendi ülkesi olan Almanya’da ise bol yağmur yağdığı için ormanların fazla olması normaldir. Bu sebeplerle Anadolu’nun denizden uzak bölgelerinde, bol miktarda ağaç bulunması iklim yönünden mümkün değildir. Kaldı ki Anadolu’nun denize yakın bölgelerinde, göl ve ırmak kenarlarında, ormanlar o dönemde bulunduğu gibi günümüzde de halen vardır.
Aynı tarihlerde padişahın ormanlardan ağaç kesilmesini yasaklayan fermanları vardır. Bu fermanlardan da anlaşıldığına göre, devlet ormanların korunması için gerekli hassasiyeti göstermiştir.
Yazar, Osmanlı topraklarındaki mezarlıkların güzelliğine özen gösterilmesini ve mezarların başlarına taşlar koyulmasını yadırgamakta, hayretle karşılamaktadır. Demek ki o dönemde mezarlıklarımız bakımlı idi. Buna karşılık o dönemde Almanya’da mezarlıklara aynı özenin gösterilmediğini yazarın hayretlerinden anlamamız mümkündür.
Dünya’nın çevre temizliği ile ilgili ilk hukukî düzenlemesi, bir yasaknâme olarak, 1539 yılında Kanunî Süleyman devrinde hazırlanmıştır. Bu yasaknâme, Edirne’nin temizliği ile görevli olan çöplük subaşısına hitaben hazırlanmıştır. Subaşı, o dönemde emniyet, zabıta ve kısmen de belediye hizmetlerini yerine getiren bir görevlidir. Subaşı, kadının emri altında çalışırdı. Subaşıların başlıca görevleri, gündüzleri kol gezerek çarşı, pazar ve mahalle aralarının temizliğini sağlamak; kaldırımları tamir ettirmek, yıkılma tehlikesine mâruz evlerin yaptırılması için mimarbaşına haber vermek ve geceleri asesbaşı ile kol gezerek uygunsuz takımını teftiş etmek gibi hizmetlerdi.
Subaşılar içerisinde, şehrin temizliği ile görevli olana da çöplük subaşısı adı verilmektedir. Çöplük subaşısı sokakları acemi oğlanlarına temizlettirmekteydi. Bu çöpçülerin sayısı İstanbul’da bin kadardı ve acayip kıyafetleri olup, tıraşlı ve keçe külâhlıydılar. Çöplük subaşısı, emrindeki çöpçülere, İstanbul’un ev ve sokaklarındaki bütün çöp ve hayvan pisliklerini toplatırdı.
Sözkonusu yasaknâmede çevre temizliği ile ilgili ayrıntılı düzenlemeler yer almaktadır. Yasaknâmenin birinci maddesinde, evlerin ve dükkanların önlerinin temiz tutulmasının sağlanması emredilmektedir. İkinci madde, sokaklardaki çöpler kimin evine ya da dükkanına yakın ise ve onun döktüğü de tespit edilmişse, o kimseye temizletilmesi ile ilgilidir. Üç ve dördüncü maddeler, hamamların ve otellerin temizliği ile ilgilidir. Altı ve yedinci maddelerde çamaşırcı, kan alıcı, boyacı, aşcı ve semerci gibi esnafların artık maddelerini yola dökmelerine engel olup, şehir dışında uygun yerlere atmalarının sağlanması emredilmektedir. Sekizinci maddede ise arabacıların hayvanlarını dükkanların önünde bekletmemeleri, hayvanların dinlenmesinin sağlanması ve çevrenin temizliğine uygun yerlere götürülmeleri emredilmektedir.
O dönemlerde çöplük subaşıları gibi resmî görevlilerin yanında bir kısım vakıf görevlileri de sokakların temizliği ile ilgilenmekteydiler. Mesela, sokaklardaki tükürükleri temizlemek amacıyla görevlendirilen vakıf hizmetlileri bulunmaktaydı. Bu vakıflardan birisi, Fatih Sultan Mehmed tarafından kurulmuştur ve vakfiyesinde şöyle denilmektedir:
“ Ben ki İstanbul Fâtihi abd-i âciz Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tâyin eyledim. Bunlar ki, ellerinde bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu hâlde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki yevmiye yirmişer akçe alsınlar…”
Sonuç olarak, ecdâdımızın çevreye gösterdiği özenle ilgili yazılacak pek çok şey vardır. Burada sadece Fâtih ve Kanunî dönemlerine ait birkaç belgeye yer verilmekle yetinilmiştir. Bu örnek belgeler atalarımızın çevrenin temizliğine ve korunmasına ne kadar önem verdiğini açıkça ortaya koymaktadır. Şehirlerimizin alabildiğine kirlendiği günümüzde, aynı hassasiyete ne kadar ihtiyacımız olduğu âşikârdır.
Kaynaklar:
1 Rudani, Büyük Hadis Külliyâtı,İstanbul, c. 4, s. 319-321.
2 Hans Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, çev. Yaşar Önen, Ankara 1992, s. 167.
3 Dernschwam, age, s. 236.
4 “İznikmid kadısına hüküm ki; …Eşme, Dikme ve Sapanca dağlarında korıdan ağaç kesenler men olındukda … İmdi korıdan gemiye yarar ağaç kesilmek memnu’ olup niçe def’a men olup ol emir kemâkân mukarrerdür…” 3 Numaralı Mühimme Defteri, Ankara 1993, 285 ,numaralı hüküm, s. 131; 1018 numaralı hüküm, s. 454.
5 Dernschwam, age, s. 222, 242.
6 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. 3, s. 259-261; İlhan Yerlikaya, “Kadılık Müessesesi ve Kadıların İfa Ettiği Belediye Hizmetleri”, Osmanlı’da Sokak ve Çevre Temizliği, haz. Mehmet Mazak, İstanbul 2001, s. 22.
7 Yerlikaya, agm, s. 33.
8 Ahmed Akgündüz, Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı,İstanbul 1999, s. 160-161.
9 Mehmet Mazak, “Osmanlı’da Sokak ve Çevre Temizliği”, Osmanlı’da Sokak ve Çevre Temizliği, s. 71.
*Dr. Hukuk Tarihi