Tanırım, İYİ çocuklardır!..

Yorum | Bülent Keneş

Türkiye’nin huyudur. İyi olmayı murad eden hiçbir şeyin iyi olmasına, iyi kalmasına müsaade etmez. İyi başlayanı mundar etmekte ise üzerine yoktur. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, eleştirirsiniz veya takdir edersiniz tamamen size kalmış. Ama bana göre bu milli sporumuzun vahim ve hazin sonuçlarına katlanmak zorunda kalanlardan biri de Meral Akşener oldu. Yazık oldu…

Siyasetin neresine denk düştüğüne dair rivayetler muhtelif olsa da devletin derinliklerine sağlam ve mahrem bir yerinden bağlı olduğundan şüphe duyulmayacak Devlet Bahçeli’nin, Erdoğan’a yıllarca suflörlük yapan Aydın Ünal’ın dediği yerden bile öteye geçmesinden sonra, Akşener ve arkadaşları sahih bir hareketlenme içerisine girmişlerdi.

Hatırlayalım: Bahçeli 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi mecburen çıktığı meydanlarda, 17/25 Aralık 2013’te suç üstü yakalanmış Erdoğan’ın maaile yaptığı yolsuzlukları, hırsızlıkları ve aldığı rüşvetleri diline dolamış, o kepazeliğin hak ettiği şekilde verip veriştirmişti. Bu tür çıkışları seçim sonrası göstermelik koalisyon çabaları sırasında da devam ettirince radikal İslamcılık kontenjanından Erdoğan’ın yanında yer edinen Ünal’ın, “Ağzından köpükler saçarak konuşan siyasetin zavallısı Devlet Bahçeli için, bütün o köpükleri itinayla yalayacağı yeni bir süreç başlıyor. Devlet Bahçeli’yi önümüzdeki günlerde Sayın Cumhurbaşkanı ve ailesine ettiği tüm hakaretlerden dolayı bin pişman göreceğiz,” sözlerine hedef olmuştu.

BAHÇELİ “O KÖPÜKLERİ İTİNAYLA YALAMAKLA” BİLE YETİNMEDİ

Hakikaten de o arada ne olmuşsa olmuş ve bu sözler hala sıcaklığını korurken Bahçeli, Ünal’ın dediklerinden bile ileri gitmişti. Ünal’ın bahsini ettiği “o köpükleri itinayla yalamakla” yetinmeyen Bahçeli, Erdoğan’ın en sadık, en muti fedaisine dönüşüvermişti. Adeta bahçesinde bir kulübecik edinmişçesine kaç-AK Saray’ın demokrasi, hukuk ve özgürlükleri tarumar etmesinin en büyük savunucusu, despot Erdoğan’ın en mahir yardakçısı, en gözü kara militanı haline gelmişti.

Bahçeli, sebebini ancak kendisinin, belki Erdoğan’ın yanısıra Aydın Ünal gibi birkaç Saray serserisinin bilebileceği bir nedenle yılların MHP’sini Erdoğan’a peşkeş çekmişti. Dünya siyaset tarihinin kolay kolay şahit olamayacağı bu kepazelikten sonra şahsiyet hassaları hala körelmemiş bir kısım MHP’liler arasında bir hareketlenme başlamıştı. Bahçeli’nin normal her bünyenin midesini bulandıracak bu sert dönüşümüne karşı isyan bayrağı çekilmişti.

Partiye yönelik bu ihanete karşı isyan bayrağını çekenlerin önde gelenlerinden biri de Akşener’di. Bahçeli’nin makul bir izahı yapılamayan karakter erozyonundan MHP’yi koruyabilmek için Akşener ve arkadaşları kongre arayışına girmiş ve soruna demokratik çözüm çabaları her defasında Bahçeli’yi kanatları altına alan Erdoğan’ın örgütlediği yargı müdahaleleriyle sekteye uğratılmıştı. Tükürdüklerini yalamakla, Saray’a yamanmakla, Erdoğan’a nefer yazılmakla kalmayıp MHP’yi de Erdoğan’a tapulayan Bahçeli’ye karşı hareket alanı kalmayan Akşener için artık parti dışı arayıştan başka bir şans kalmamıştı. Akşener’in MHP sınırlarına sığmakta güçlük çeken siyasi müktesebatı için belki de böylesi daha hayırlıydı.

DERİN DEVLETİN DEHLİZLERİYLE İŞBİRLİĞİNDEN BAŞKA ÇARE BULAMADI

Normal bir demokratik ortamda kendine has tarzıyla Türkiye’nin tamamını kucaklayabilecek bir potansiyele, siyasi tecrübe ve birikime sahip olduğuna dair umut veren Akşener’in, MHP dışında da kendisine sahih bir siyaset yaptırılmayacağını anlaması çok uzun sürmedi. Böylece, adına demokrasi diyemeyeceğimiz Türkiye’deki kirli oyunun kirli kurallarına göre oynamaktan başka çaresi kalmadı. Derin devletin karanlık dehlizleri ile giriştiği kirli işbirlikleri sayesinde kendisini bir kaşık suda boğabilme imkanı olan Erdoğan’a karşı ne yapıp edip bir yol bulmalıydı. Ne yapsın Akşener, kuracağı partiyi ve kendisini garantiye almada, aynı karanlık dehlizlerle iş tutmaktan başka çare bulamadı.

Zaten öteden beri Bahçeli’ye karşı giriştiği her hareketinde motivasyonlarından(!) şüphe duyulmayacak derin devletin emin isimlerinin hemen hareketlenerek sağında solunda yer almaya çabaladığı Akşener, nihayet istenen kıvama getirilmişti. Geriye getirilen bu kıvama uygun bir kadroyu oluşturmak kalmıştı. Neticede devletin gelenekleri hiçbir şeyi şansa bırakmama mantığına dayalıydı.

Normal şartlarda siyasi partiler demokrasinin ruhudur, can suyudur. Halkın ihtiyaç, beklenti ve taleplerinin birer sözcüsü olarak ortaya çıkarlar, devleti, kamu yönetimini ve hukuku bu ihtiyaçlara göre şekillendirmeye çalışırlar. Bugün Türkiye’de ise, siyasal partiler bu vasıflarını tamamen yitirmiş ve tek adam sultasına teslim olmuş devletin kendilerine verdiği rolün dışına çıkamayacak hale getirilmişlerdir. Akşener’in partisi de gerek kurucu kadroları, gerek programı ve gerekse söylemi ile bu gerçekliği peşinen kabul etmiş gözüküyor.

KEM ALATLA KEMALAT OLABİLİRSE TÜRKİYE DE İYİ OLACAK

İster ‘kem alatla kemalat olmaz’ deyin, isterseniz ‘sinek küçüktür ama mide bulandırır’… Farketmez… ‘Türkiye İYİ olacak, İYİ bir Türkiye için varız, İYİ bir Türkiye için buradayız, İYİ bir Türkiye için yanınızdayız, İYİ bir Türkiye için yola çıkıyoruz,” diyen Akşener’in İYİ Parti’sinin hem felsefe, hem kadro, hem de samimiyet açısından iddia ettiği ve beklendiği gibi iyi bir şeyler gerçekleştirme şansı maalesef bulunmuyor. Böyle bir şansı olabilecek bir projenin hayat bulması, Türkiye’nin mevcut siyasi ve hukuki şartları itibariyle zaten imkan dahilinde de değil.

Her şeyden önce “Türkiye İYİ olacak” iddiasında bulunup Türkiye’nin bugün neden bu kadar berbat halde olduğunu söyleyemeyecek bir ürkeklikle olmaz bu işler. Meral Akşener gibi cesur bir ismin bile böylesine öğrenilmiş bir ürkekliğe düçar olması pek hayra alamet değil. Ne yazık ki, o bildiğimiz cesur Akşener gitmiş, yerine Türkiye’deki zulüm ve haksızlıkların adını koymaktan bile çekinen, bu yetmezmiş gibi üstüne bir de devrin harami zalimlerinin diliyle konuşarak varlığını güvence altına alabileceğini sanan bir idare-i maslahatçı gelivermiş.

Yeni partinin kadroları da bu idare-i maslahatçılığın bir tezahürü olarak azıcık ordan azıcık burdan, azıcık şundan azıcık bundan mantığıyla oluşturulmuş. Bunu “dört eğilimi birleştirme çabası” olarak görenler de var ama ben aynı kanaatte değilim. Çünkü, 12 Eylül darbesinden sonra Turgut Özal’ın başardığı şeyi bugün Akşener’in yapmak zorunda kaldığı şeyle kıyaslamak o başarıyı değersizleştirmek olur. Neticede ortada toplumun tamamını kucaklamaya, toplumdaki tüm eğilimleri asgari demokratik ve hukuki müştereklerde buluşturmaya dair bir arayışa ve bu arayışın somut sonuçlarına dair herhangi bir somut gösterge de bulunmuyor.

BU DEVİRDE KÜRTSÜZ SİYASET Mİ OLUR? 

En iyisi dilimin ucuna gelen şeyi hiç evirip çevirmeden doğrudan söyleyeyim: Yahu Allah aşkına bu devirde Kürtsüz siyaset mi olur? Bırakın Kürtsüz siyaseti Kürtlerin yanısıra toplumun daha pek çok kesimini yok sayan ve hatta daha kötüsünü yapıp peşinen düşman ilan eden bir anlayışla Türkiye’yi İYİ yapacak bir siyaset mümkün müdür? Kendisini devlet kılığına sokmuş İslamofaşist bir harami güruhun nefret söylemlerini ezber edinenler, alçakça iftiralarına ses ve nefes olanlar mı Türkiye’nin kanayan yaralarını sağaltacak ve İYİ edecek? Böylelerinden gelecek İYİlik Allah’tan gelsin…

Derin devlet artıklarını, 1990’larda asit kuyularında yok edilen hayatlarının eli kanlı katillerini, öyle 15 Temmuz gibi tiyatrodan değil (ki o bile belki onların eseri) gerçek darbe peşindeki hakiki millet düşmanlarını bünyesine alabilecek demokratlıktaki bir partinin ülkenin hayrına bir şeyler yapabileceğini ummak için hakikaten ya aşırı çaresiz ya da bil-hakkın ahmak olmak gerekir.

Evet kem alatla kemalat olmaz, sinek küçüktür ama mide bulandırır… Hadi herkesin bildiği malum fikirleriyle 28 Şubat post-modern darbe sürecinin yıldızlarından Ümit Özdağ’a ve türevlerine bir şey demeyelim… Demeyelim demesine de Meral Akşener, Türk demokrasisinin iğfal edilmiş namusunu, milletin yerlerde sürünen hak ve hukukunu, tarumar edilmiş bireysel özgürlüklerini, talan edilmiş yurdunu yaptıklarını canlı yayınlarda ballandıra ballandıra anlatan Ali Türkşen gibi tescilli bir işkenceci ile mi kurtaracak? Ergenekoncusuyla, Balyozcusuyla, Erdoğan’ın yol arkadaşlığından düşmüşüyle mi başarılacak Türkiye’nin İYİ olma hali? Ülkenin bu çürümüşlükten, bu kokuşmuşluktan kurtuluşuna çare Erdoğan’ın düşürdüğü çukuru baz alarak 1990’ların ideolojik ve kurumsal dinamiklerine dönmek olabilir mi?

Kabul edelim ki, Erdoğan’ın amorf tek adam rejimine tek laf etmeden de olsa parlamenter rejime geri dönüleceğini, başkanlık sistemine son verileceğini zımnen söylemek de mevcut şartlarda az şey, az cesaret değil. Ancak, İYİ Parti’nin Erdoğan yobazlığına ve despotluğuna karşı Türkiye’nin önüne koyduğu seçenek Türkiye’yi 2020’lere taşıyacak bir seçenek gibi gözükmüyor. Olsa olsa, programıyla, kadrolarıyla Türkiye’yi ancak 30 yıl öncesine götürebilecek bir proje intibaı veriyor. Mevcut düşmüşlüğüyle bu bile Türkiye için büyük bir nimet sayılabilir tabii. Çünkü, Erdoğan’ın Türkiye’yi düşürdüğü yer öyle böyle değil hakikaten de çok derin bir çukur.

ASAM’IN IRKÇI-FAŞİST RUHU İYİ PARTİ’DE REAKNERNE OLMUŞ 

Türkiye’yi düştüğü bu çukurdan çıkarmanın yolu, İslamofaşizmden kaçarak yoz Diyanet’in dinciliğine sığınmak, Müslüman Türk’ten başkasını milletten saymayan başka tür bir proto-faşizm olamaz. İYİ Parti’nin 72 sayfalık programına şöyle bir göz gezdirince insan umuttan ziyade umutsuzluğa kapılıyor. Ümit Özdağ’ın ASAM’ına ruh veren o ırkçı-faşist zihniyet bu sefer parti kılığında ete kemiğe bürünerek reenkarne olmuş adeta. Alabildiğine ırkçı söylemler, Kürt kelimesini etmemek için Güneydoğu sorunu söylemine geri dönmeler, AB konusundaki kibirli sayıklamalar, ‘Türkiye’nin üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrilidir’ hezeyanları, Hizmet Hareketi’ne yönelik 28 Şubat refleksi ve düşmanlıkta despotluğu tescilli Erdoğan’la yarışma çabaları, azınlıkları düşman görme ve daha neler neler…

İYİ Parti, Erdoğan eliyle batırılan Türkiye’ye bir çıkış reçetesi olarak başka  bir karanlık dönemin, yani 1990’ların paketlenerek yeniden pazarlamasından ibaretmiş gibi geldi bana. Çare elbette ki bu değil. Ama vizyon ve vaat olarak 1990’lara dönmenin bile bir umut ve çare gibi sunulabilmesi ülkede düşülen umutsuzluğun ve çaresizliğin en somut ifadesi niteliğinde.

Yine de tebrik etmek lazım. Akşener kendisini feda etmek pahasına belki millete değil ama devlete yeni bir parti kazandırmış. Hayırlı olsun… İşkencecisi, katili, suikastçısı, Lapantası ve daha nicesi karşısında zaten bize de Yaşar Büyükanıt’ın derin devlet tetikçisi Ali Kaya için dediğini İYİ Parti kadroları için demekten başkası düşmez: “Tanırım iyi çocuklardır.” Her ne kadar bu tanışıklığımız gıyaben de olsa…

Umarım İYİ Parti adı gibi iyi olur, endişe ettiğimin tersine faşizme ve zulme yeni bir renk katmak yerine demokrasi, hukuk, hak ve özgürlükler için hakikaten bir umut haline gelir ve beni utandırır. Umarım…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Övseniz, “kendileri kurdurdular; tabii ki övecekler” derler. Yerseniz, “takiyye yapıyorlar; aslında destekliyorlar” demeye hazır yüzbinlerce insan var…

  2. Parti kuruldu. HDP’den, CHP’den oy kayması ihtimalinden bahsetmek bile zor. AKP seçmeninden de oy veren çok olmaz. MHP seçmeninden oy veren olur ama MHP zaten baraj sorunu yaşayan bir parti ve baraji geçememesi de AKP’nin işine yarar.

  3. Bülent bey teşekkürler. Gelecek seçimlerdeki başarısından çok, -eğer becerebilirlerse- şu süreçteki söylemleri önemli. Erdoğan’ın karşısında, milletin aklını başına getirebilecek, hukukun temel ilkelerini hatırlatan bir söylemi ön plana çıkartabilirlerse siyasete “iyi” katkı sağlamış olurlar.

  4. Bu ülkede demokrasi, insan hakları, eşitlik,adalet,hak,hukuk gibi kavramları savunduklarını iddia eden insanların çoğu bile bu kavramlardan uzakken bu kavramlar üzerine bir parti kurmak toplum için bir şey ifade etmezdi zaten.
    Şu haliyle siyasetin siyasilerin partilerin ülkeye bir şey kazandıracağını düşünmüyorum. Gölge etmeselerdi başka ihsan istenmezdi.
    Toplumdaki her ferdin ele alınıp yukarda geçen kavramların tek tek öğretilmesi hayatlarına mal ettirilmesi bir çıkış yolu olabilir. Böylece “nasılsanız öyle yönetilirsiniz” gerçeği tahakkuk edebilir. Süt olmayanın süt kaymağına sahip olmak istemesi boş bir temennidir. Toplum söylem ve davranışlarıyla kendisine yakın olanları seçiyor bu konuda büyük oranda söylendiği gibi kandırılma olduğunu düşünmüyorum. Toplumun içindeyim toplumun fotoğrafını çekebilirseniz iktidara yakın bir tablo çıkıyor malesef.
    Tek bir örnekle yatineyim; yıllarca “-çocuklarımıza kuran öğrettiniz saygı öğrettiniz başarılarına katkı sağladığınız çocuklarımıza biz anne babalarından daha çok sahip çıktınız…..vb” denilen insanlar evet o aynı insanlar bir anda vatan haini terörist ilan edildi 😉
    Malesef toplumun bir kesiminden bir kesit bu. Bu gerçeği görüp buna göre hareket etmek lazım geldiğini düşünüyorum.
    “euzubillahi mineşşeytani vessiyase”
    Kimler için ne zamana kadar geçerli acaba!?

  5. bir yorumdan bile korkan zavallı şakirt, ben milliyetçiliği eleştiren bir söz yazsam yorumun içinde sen onu yayınlamayacaksın, sonra da bu olanlara susanlara dilsiz şeytan diyeceksin öyle mi ?

    Milliyetçilik sizin damarlarınıza işlemiş, milliyetçiliği lanetlerken bile türk milliyetçiliğini istisna tutan bir zihniyet yüzünden sizi kimse savunmuyor.

    Ne diyim Allah var hesap günü de muhakkak….

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin