Ana Sayfa HABER Sürgündeki bir meslektaşın mektubu; dünya nereye gidiyor?

Sürgündeki bir meslektaşın mektubu; dünya nereye gidiyor?

SALİH HOŞOĞLU | YORUM

Bu girdaptan çıkmanın yolu” başlıklı yazım yayınlandığı gün genç bir meslektaşımdan aşağıdaki mektubu aldım. Bazı özel isimleri kapatarak aynen yayınlıyorum, parantez içlerindeki ifadeler bana aittir. Burada ifade ettiği görüşlerle ilgili kendi kanaatimi daha sonra yazma niyetindeyim. Hemen belirteyim ben daha iyimser bir moddayım ama meslektaşımın fikirlerini de çok orijinal bulduğum için paylaşmakta fayda gördüm. Meslektaşım benimle aynı alanda çalışıyor, Türkiye’de yarım bıraktığı uzmanlık eğitimine şu an Almanya’da bir üniversitede devam ediyor. 

“Hocam selamlar. Yazınızı okudum. Yakin zamanda büyük bir klinik mikrobiyoloji kongresinden döndüm ve yazınız bana birçok çağrışım yaptırdı. Kongre ile ilgili izlenimlerimi sizinle de paylaşmak isterim. Belki sizin için yeni ve farklı bir pencere olabilir.

Bildiğiniz gibi size daha önce tropikal tıp alanında çalışmak ve Almanya’nın soğuğundan sonra sıcak bir ülkeye gitmek niyetimden kısaca bahsetmiştim. Şimdiye kadar ağırlıklı olarak Avrupa ülkelerinin ana düzenleyicileri oldugu bu kongre, bu sene ilk defa resmi anlamda global bir boyut kazandi. Kongre alanı o kadar büyüktü ki çok rahat Türkiye’deki birçok köyün alanı ile karşılaştırabilirim. Çok iyi organize edilmiş, şimdiye kadar gördüğüm en büyük ve geniş kapsamlı kongre olduğunu söyleyebilirim. Geçen sene düzenlenen muadili buna kıyasla oldukça ufaktı.

Kongreye gitmeden önce kendime temel olarak bazı hedefler belirlemiştim. Hedef ülkelere yönelik olarak katılımcıları, özgeçmişlerini, çalışma konularını oturup teker teker çalıştım. Körfez ülkeleri benim için bir kümeydi, Güneydoğu Asya ülkeleri bir diğer küme. Onun haricinde de şu an devam eden doktora sürecimde çalıştığım alanlarda çalışan Avrupa, Afrika, Hindistan ve Çin’den bazı araştırmacılar da üçüncü ve son küme. Dört gün devam eden kongrede sabahın ilk toplantısından akşam kapanışa kadar tamamen hedefe yönelik daha önceden çalıştığım bu kümelerdeki araştırmacılarla temasa geçmeye ve çalışmalarını incelemeye odaklandım.

Şimdi size özetle yukarıdaki üç kümeden edindiğim izlenimlerimi aktarayım:

Öncelikle Körfez ülkelerinden aralarında eski ve yeni sağlık bakanlığı bürokratlarının da bulunduğu birçok kişiyle tanışma ve birebir konuşma fırsatım oldu. Ülkesinde halen oldukça etkili eski bir bakan yardımcısına geliştirmeyi düşündüğüm bir aşı projesinden bahsettim. Tasarladığım bu aşı teknolojisi sayesinde toplum bağışıklamasının, toplumsal ve kümülatif bağışıklığın çok daha kolay, efektif ve ucuz olabileceğini izah etmeye çalıştım. Sonunda da bu projeyi Batı ülkeleri yerine İslam coğrafyası bağlamında anılan bir ülkede yapmak istediğimden bahsettim. Oldukça dikkatle dinlemiş ve yerinde sorular sormuş olmasına rağmen bu hususta hiçbir şey yapmayacağını tavırlarından gördüğümü ve anladığımı söyleyebilirim.

Geçen sene de başka bir mikrobiyoloji kongresinde yine körfez ülkelerinde bulunan en büyük devlet şirketinin mikrobiyolojik araştırmalardan sorumlu bir yetkilisi ile ve yine bu ülkelerden birisinden kürsü başkanı bir viroloji profesörü ile tanışmıştım. Sonuç itibariyle körfez ülkelerinden üst düzey araştırmacı ve bürokratlardan oluşan yaklaşık 10 kişi ile halen irtibat halindeyim. Bu ilk kümeden edindiğim izlenim ve çıkardığım sonuç şu ki; “Sırasıyla ABD, Kanada, İngiltere ve sonra diğer AB ülkeleri bir şeyleri yapar, bulur icat eder, biz de onları işimize geldiği şekilde alır kullanır ve onları takip ederiz. Bizim bir şey icat etmek için yatırım yapmamıza ve uğraşmamıza gerek yok. Zaten yeterli paramız var. Lazım olunca alır geçeriz.”

Bu ülkelerde etkili ve yetkili konumlarda bulunan insanlar bazı yönleriyle Türkiye’deki duruma da benzer şekilde bu ülkeleri kalkındıracak ve tüm insanlığa yararlı olacak inovatif hamleler, araştırma ve geliştirme çalışmaları yapmak yerine sanki bu ülkelerde bir şeyler icat edilmesin ve Batı ülkelerinin arkasında vagon olunsun diye varlar gibi duruyorlar. Bu durum bu makamlarda bulunan insanların kifayetsiz muhterisler oluşlarından mı, Batı hayranlıklarından mı, aşağılık psikolojisinden mi yoksa öğrenilmiş çaresizlikten mi kaynaklanmaktadır, bilemiyorum. Yalnız çıkardığım sonucu tüm önyargı ve kişisel fikirlerimden bağımsız bir şekilde ifade etmeye çalıştım zira bunun böyle olmasını asla istemem. Lakin iki yılda edindiğim izlenim bu yönde. Sizin yazınızda Türkiye özelinde bahsettiğiniz beyin kıyımına yol açan döngü sanki sadece Türkiye’ye has değil. Bu ülkeleri önceden belirlenmiş ve tasarlanmış bir seviyede tutup frenleyen, ezik durumda, dünya arenasında arka sıralarda tutan bir el mi var yoksa bu sonucu doğuran baska faktörler mi, bilmiyorum.

İkinci kümede yer alan Güneydogu Asya ülkeleri ise benim için bambaşka bir hayal kırıklığı oldu. Öncelikle Malezya hakkında her portalda karşılaştığım Asya kaplanı ibaresinin sağlık alanında geçerli olduğuna hiç emin değilim. Endonezya ise adeta Malezya lokomotifinin ardına takılmış vagonlar zinciri. Lakin bu tren yıllar öncesinden kalma kömürle çalışan köhne bir tren. Yaptıkları çalışmalar, bahsettikleri araştırma ve sağlık sistemi… Maalesef hiç iç açıcı değil. Birçok tropikal hastalığın, virüsün, parazitin yaygın olduğu bu ülkelerde aşı çalışmalarının olması gerekir diye düşünürdüm hep, ancak kontak kurduğum ve körfez ülkelerine bahsettiğim şekilde bahsettiğim projelerime bir Malezyalının verdiği şu cevap çok manidar oldu: “Sizin o aşıyı geliştirmenizden çok memnun oluruz, sonrasında klinik denemelerini bizim ülkede birlikte yapabiliriz.”

Körfez ülkelerine benzer şekilde kendilerini bir türlü sağlık alanında bir şeyler bulma ve icat etme noktasında öncü konumda göremiyor oluşları beni çok şaşırttı.

Geleyim üçüncü ve karışık olan kümeye. Doktora projemin konusuyla aynı alanda çalışan Portekiz ve İspanya’dan birçok iyi insanla tanıştım. İnsanların olaylara yaklaşımı, kavramları bilimsel açıdan sorgulayışları, vizyonları gerçekten çok güzel. Ancak söz konusu finansman olunca akıllarına gelen o çok güzel fikirleri neden hayata geçiremediklerini açıkça ifade ediyorlar. Sıcak kalplı, başkalarına kötü gözlerle bakmayan iyi insanların yoğun olduğu bu ülkeler finansal olarak pek de iyi durumda olmadıklarını her ortamda açıkça ifade etmekten çekinmiyorlar.

Dünya Sağlık Örgütü’nün Etiyopya ve Hindistan’da bulunan bürokratlarıyla da oldukça yakın tanışıklığım oldu. Ortak projeler gelistirme noktasinda kongre boyunca defalarca görüştük. Bu ülkelerin durumları ortada ve WHO görebildiğim kadarıyla Bati ülkelerinin “One Health” vizyonu bağlamında bu ülkeleri bir noktaya getirmeye çalışıyor, zira antibiyotik direncinin artışı kaçınılmaz olarak global bir problem.

Bir diğer ülke ise Çin. Çin için ne kadar analiz yapılsa ne kadar üzerine kafa yorulsa, sayfalarca yazılar yazılsa yeter mi emin değilim. Dünyanın nüfus olarak ikinci, ateizmin yaygınlığı ve din karşıtlığı bakımından birinci büyük ülkesi olan Çin, resmen hiçbir sınır tanımayarak ve kitlesel olarak hareket etmek suretiyle öyle bir geliyor ki, önümüzdeki yıllar şahsen bende sadece korku ve endişe doğuruyor. Somutlastırayim:

Bildiğiniz üzere mikrobiyolojik tanıda MALDI TOF-MS bir devrim yapmıştı. Daha geçen yıla kadar bu alanda piyasada sadece Bati ülkeleri merkezli iki firma bulunmaktaydı. Çin bu sene çok büyük bir sürpriz ile sadece MALDI TOF-MS alanında beş tane farklı firma ile piyasaya girdi. Çinliler tersine mühendislik ile Batılı firmaların sahip olduğu her şeyi ama her şeyi kopyalamakla kalmamışlar, üzerine benim de dahil olduğum araştırma grubunun bu alanda çalıştığı bazı projeleri de kapsayacak şekilde çok daha verimli ve kullanışlı ürünler ortaya koymuslar. Bizim henüz hiçbir yerde yayınlanmamış ve halen devam eden bazı projelerimiz buhar oldu bu sayede. Çinliler o kadar sınır tanımayan ve sonuç odaklı kitlesel bir şekilde hareket ediyorlar ki anlatamam. Adamlar firma olarak, icat olarak her alana hakim olmaya başladıkları gibi kendilerine yönelik hiçbir eleştiriyi de umursamıyorlar. Yolda yürürken bile on, onbeş kişilik gruplarla öyle bir yürüyüşleri var ki, insanlar önlerinden çekiliyor. Asya’nın kendine özgü o garip geleneklerini sıradan ticari taksiden inen bir üstlerinin kapısını açmak noktasında dahi gösteriyorlar.

Aslında Çin’in yaptığı düne kadar Japonya’nın ve Güney Kore’nin yaptığı gelişmelerden temelde çok da farklı değil ancak çok daha pervasız, büyük ve kitlesel olduğu ortada. Çin ve Çinliler gerek araştırmacıları ve bu insanların konulara yaklaşım ve ele alış tarzları gerekse firmaları ile eze eze geliyorlar. Üstelik bircok ortamda sıklıkla dile getirildiği gibi sadece basit taklitçilikle de değil, taklit ettiklerini geliştirerek ve yeni tasarımlar ortaya koyarak tersine mühendislik kavramina farkli bir boyut kazandırmış durumdalar.

Oyunu kurallarına göre değil de kendi koyduğu kurallara göre oynayan Çin karşısında da güya ABD var gibi duruyor ancak kendi içindeki amansız tutarsızlıkları ve sağlık politikalarında yaptığı uygulamalar da dahil olmak üzere birçok konudaki iki yüzlülüğü ile Çin gibi bir güce ve onun anlayışına panzehir olabilecek mi? Buna evet cevabı vermek bana imkansız görünüyor. ABD ve firmalarinin WHO da dahil olmak üzere bircok uluslararasi sağlık örgütünün onca çağrılarına rağmen aşı ve ilaç patentlerindeki, ilaçları piyasaya sürme politikalarındaki acımasız kapitalist ve muhataba göre anında 180 derece değişebilen çifte standart uygulamaları ikiyüzlü yaklaşımlarının sadece bir boyutu. Böyle bir anlayışın Çin’e karşı adil ve hakkaniyetli bir biçimde durabilmesini beklemek ne derece tutarlı olur, bir kere daha durup düşünmek lazım.

Her şey bir yana, oldukça küresel bir yolculuktan daha yeni dönmüş birisi olarak zihnimde canlanan tablo şu ki, dünyada bir tarafta ABD ve Batı Avrupa’nın domine ettiği demokrasi ve insan haklarını sözlü olarak savunan, bütün bir insanlığın faydasına, refahına ve kurtuluşuna katkı sağlayan işler yaptığını iddia eden ama bir çok alanda samimiyetsizliğini gösteren, iki yüzlü, kibirli, menfaatperest, üzerlerinde sömürgeci geçmişin ağırlığı olan bir kutup, diğer tarafta ise Çin gibi dinden tamamen uzak, acımasız, kural tanımaz, istilacı görünümde bir kutup var.

Bir de bunların arasında kalmış koca dünyada bir avuç kadar diye tanımlanabilecek gerçek anlamda vicdan sahibi insanlar var. Lakin arada kalan bu insanlar iki kutbun yanında esamesi okunamayacak kadar küçük ve etkisiz durumda. Dünyanın gidişatına hiçbir etkisi olmayan, zayıf, güçsüz ve büyük çoğunlukla bilgisiz durumdaki, diğer büyük topluluk(lar) ise zaten kendi dertleriyle uğraşmaktan öte bir şey yapamaz haldeler. Bu kısır döngü(ler)den çıkış olur mu, olacaksa da insan aklıyla bulunur mu, hiç emin değilim.

7 YORUMLAR

  1. hasan basri
    Farklı ve güzel bir yazı tarihe düşmek adına Çinlilerin dünya üzerindeki bütün sistemlere ve hasseten ekonomi/üretim zincirlerine terör diyebileceğimiz tarzdaki yaklaşımı bilinen bir gerçek Hintlilerin ise dünya üzerinde büyük firmaların neredeyse ekser çoğunluğunun CEO ları olması Bu iki ülkeyi yecüc ve mecuc olarak da tanımlayabiliriz(allah bilir), bunların önlerindeki SET lerin yıkılmasından sonra seller gibi dünyaya yayılıyorlar. sanki önleri alınamıyacak.. Arkadaşın AŞI pazarlama metodu yanlış. hurdacılar çarşısında dolaşmasın, kendisine iyi bir ajans bulsun:)) selamlar
  2. Şakir
    Aynı branştan olmasa da, ayrı bir meslektaş olarak, arkadaşımızın değerlendirmelerini hayranlıkla okudum. Kongreye giderken yapmış olduğu ön hazırlık ve o kadar kısa bir sürede bu kadar fazla temas, bilgi ve fikir alışverişi gerçekleştirme kabiliyetini büyük bir takdir ile karşıladım. Yaşım köşenin sahibinden genç olsa da, anladığım kadarıyla bu satırların yazarı bana kıyasla da genç kuşakta yer alıyor. Ülkemizde başına gelmiş olması muhtemel şeyler ve etrafımızda yaşanan onca hadise karşısında gelmiş olduğu sürgünde bu idealist düşüncelerini halen muhafaza etmiş olmasını ve geleceğin dünyası adına güzel şeyler yapma motivasyonunu çok değerli buluyorum. Temaslarından çıkarmış olduğu anlamlar, yapmış olduğu yorumlar doğrudur, yanlıştır, ayrı konu... zaten havsalam bunu değerlendirmeye yeterli değil. Naçizane, haddim olmayarak biri kısa bir değerlendirme, biri de tavsiye olmak üzere bu kardeşimize 2 not iletmek isterim: 1) İslam coğrafyasına yönelik yaşamış olduğunuz hayal kırıklığı normal. Farklı bir sonuç beklemezdim şahsen. Ancak sizin içinizde böyle bir ümit yaşatmış olmanızı ve fikrinizi/projenizi paylaşma adına bu coğrafyaya öncelik vermiş olmanızı duygularınızın temizliği ve samimiyetiniz adına bir işaret sayıyorum, ki bu çok da güzel bir şey kanımca. 2) Bence an itibariyle bütün enerjinizi bulunduğunuz laboratuvardaki işinize vermeli ve projelerinizi de bulunduğunuz yerdeki imkanlarla (mesela DFG) hayata geçirmeye çabalamalısınız. Etrafınızda mutlaka buna mentör olabilecek, sahip çıkacak kıdemli akademisyenler vardır. Velhasıl, hacca gitmeye azmetmiş karınca misal, sürgündeki tüm arkadaşlar olarak, merkez kuvveti dağıtmadan, bilgi birikimimiz ve olanaklarımız doğrultusunda gücümüzün yettiği işlere (neticeye değil) odaklanarak güzel şeyler yapmaya gayret ettiğimiz ölçüde, Rabbim (C.C.) da bu gayretleri tüm dünyanın güzelleşmesi adına vesile kılacak, bu fiili duaları hayal dahi edilemeyecek neticelere ulaştıracaktır inşallah.
  3. Yunus
    Hz. Ömer bir gün, Efendimiz'in yanında ağlar, Rasulullah (SAV) niçin ağladığını sorunca: "Ya Rasulullah! Dünya kralları, Kisralar servet içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok. Yatağın hasır ve teninde yattığın zeminin izleri... Allah Rasulü şu cevabı verir: "İstemez misin ya Ömer, dünya onların, ahiret de bizim olsun!” hadisi şerifini günümüzde yanlış anlatanların ve anlayanların olduğu bir coğrafyada bir şeyler üretme, değer katma motivasyonu nasıl olsunki?
  4. mehmeta
    Guzel bir yazi emegi gecenlere tesekkur ediyorum. malesef cinliler guzel organize oluyorlar .her alanda planli bir ilerlemeleri var . ticaret fazlasini amerikan fonlarinda degerlendirmiyorlar vatandaslarina tesvik olarak sunuyorlar. ozellikle firmalardaki yonetici sinifina saglik olarak cok kiymet veriyorlar . yoneticilerin herhangi bir endiseleri yok ve kendilerine asiri guvenleri var.
  5. A
    Böyle güzel yazılar ve bu yazılara böyle güzel yorumlar yazan bir topluluk geleceğe daha ümitle bakmamı sağlıyor. Hepinizden Allah Razı olsun... Rabbim çabanızı gayretinizi başarılarınızı arttırsın.
  6. Yavuz Selim Yilmaztürk
    gundelik siyasetten uzak boylesine kuşatici yazidan ötürü tesekkur ederim. Amerikalilarin Çin uretimi mallari boykot ettigi bir gerçek ancak kullanmaktan geri dur(a)mıyorlar. Çünkü Çin'e karşi ozellikle işgŭcŭ maliyeti konusunda yarişmalari imkansiz gibi. Tersine mühendislik çalismasi her alanda malesef. Bilimsel ya da ticari etiğin olmadiği bir beşeri cografya ile nasil mucadele edilmeli dusunmek gerekir. Çin milletleri covid vb salginlar ile uyuttu, Rusya ve Ukrayna olayi ile uyutmaya devam ediyor. Rusya Çin destegi olmadan NATO ile mucadeleyi goze alacak bir ulke degil. Afrikada en basiti Moritanyada Tûrk balikcilari vergi cezalarina çarptirilirken denizler tamamen Çin egemenligi altinda. Çin rusvet verilecek olanlara rusvetini verir sonra tek seferde 40 bin kisilik bir sehir insa edip oraya işçi ihracati yapar. Afganistana giderseniz Rusya ve NATO'nun yapamadigini Çin kansiz şekilde yapar. Madenlerin ruhsati Çinin tekelindedir. Çin heryerdedir. Lokal gundemlerle degil dunya capinda yillar surecek gundemlerle milletleri mesgul edip her alanda ve her yerde (toplu igne piyasasindan, mutfak aletine, saglik alanindan, bocek ilaclarina, diş dolgu malzemesinden akliniza gelen her alanda) ilerlemektedir. Amerikanin bu mucadelede beyaz bayrak sallamasi an meselesidir. Malesef insan gucunun hayvan gucunden ucuz oldugu kapitalist bir anlayisin dunyaya demokrasi ve esitlik gibi bir deger katmasi mumkun olmayacaktir. Çin çok yakin zamanda yayilmaci politikasini gosterecektir. Asil felakatin baslangici taklit devami tehdittir. Çin etkisi ve Rusya tehdidiyle Avrupa ekonomik olarak gerilemeye basladigi anda insan haklari ve demokrasi besigi olmaktan cikip daha kapitalist ve milliyetci bir yapiya burunecektir.
  7. Aka Demi
    Çinliler (sadece) tersine mühendislik yapmıyorlar. Devlet eli ile organize bir şekilde Batı'daki firma, kurum ve üniversitelerdeki nitelikli fikir casusları ile bu know-how' u ülkelerine taşıyorlar. Ayrıca yine devlet çalışanı olan hacker grupları ile bu firmalardaki değerli bilgileri ülkelerine sızdırıyorlar. Arada sırada yakalanıyor bazıları, ama genel akış devam ediyor. Öyle ki, yillarca sizin kurum ve firmanızdan bilgi Çin'e akıyor da haberiniz bile olmuyor.