VEYSEL AYHAN | YORUM
“Hayat duadan ibarettir.
Her niyet bir duadır. Ağızdan çıkan her söz, atılan her adım bir duadır.
Tüm davranışlar birer duadır.
Her davranışın üç faturası olur.”
Önceki yazı da böyle başlamıştı. Şimdi sıra iyi davranışların faturalarında.
Müspet her davranış, salih her amel bir duadır. İmanlı oluşun doğrudan amel-i salihle ilişkisi var. Kur’an’da 59 ayette, ‘iman-ameli salih’ beraber geçer. Ayrıca 20 farklı ayette müstakil olarak ‘salih amel’ vurgusu var. Salih amelle takviye edilmeyen iman uzun süre canlı kalamaz.
Güzel davranışların insibağı vardır. Yapanın ruhunu aydınlatır. Nura boyar. Farkında olmaz ama çevresine aydınlık taşır. ‘Görüldüğünde Allah’ın hatırlanması’ bunun üst merhalesi.
İLK FATURA
Dünya imtihanı, her bir insana o insanın çözebileceği zorlukta birbirinden farklı soruların sorulduğu âdil bir sınavdır.
İmtihanın soru mantığı şu: Her insana ulaşabileceği maksimum yüksekliğe ulaşması için art arda ve gittikçe zorlaşan, zorlaştıkça da dikey olarak yükselten sorular yöneltmesidir.
Siz kapısında “sınav var” yazan ama soru sorulmayan bir sınıf düşünebilir misiniz?
Her insan her an sorularla karşılaşır. Sorusuz bir zaman dilimi yoktur. Sorular kimi zaman yağmur gibi kimi zaman tane tane gelir. Gafil insan ‘önüne gelen ve onun çözmesi için bekleyen soruları fark etmeyen insandır.’
Tek bilinmeyenli bir denklem sorusu çözdüğünüzde önünüze çift bilinmeyenli bir soru fırsatı çıkar. Onu da çözdüğünüzde sorular zorlaşarak devam eder. Ta ki sizin maksimum matematik bilginiz tam olarak sınansın.
Ben kendimi zorladım, bir iyilik yaptım. Bunun ilk faturası yapılması daha zor başka iyilikler için kaderin bana kapı açmasıdır.
Önüme daha büyük bir iyilik kapısı, iyilik fırsatı çıkar. Onu değerlendirirsem soruların zorluğu yine orada kalmaz devam eder. Kapasitem ölçüsünde sorularım şekillenir.
Diyelim ki ben pozitif amellerle ilerleyen bir insanım. Hayatım müspet amellerle örgülü.
Tökezledim. Negatif bir amel yaptım. Hemen dönüp tövbe edersem önceki kulvarıma dönerim. Tövbe etmezsem kulvar değişimi bu defa negatif amel fırsatlarıyla önüme çıkar. Tövbe etmedim ama müspet sicilime kader vefa gösterirse şu olur: Eski kulvarıma dönmek için önüme bir musibet çıkar. Bedel ödeyip eski kulvarıma dönerim. Sadakanın belaları önlemesi böyle bir şey. Sadaka verir veya dünyevi bir musibetle bedel öder eski kulvarıma dönerim. Ve müspet amellere devam ederim. Bu duruma işaret eden ayet: “Başınıza gelen her musîbet, işlediğiniz günahlar (ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir, hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder.” (Şû’ra 30) Çoğu da affedilir ama bedel ödemeler mutlaka olur.
Önemli bir hadis var: “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” (Buhari, Meğazi, 35) “Diğer insanlara faydalı işler” yapmak salih amellerin en önemli kalemleri. Mesela ben sıkıntıya düşmüş bir ihtiyaç sahibine yardımda bulunuyorum. Zorda kalmışlara “hızır” gibi yetişiyorum. Veya bir öğrenciyi okutuyorum, burs veriyorum. Bunlar o kadar değerli ameller ki bunları yapan bir insan için kader tüm hayır imkanlarını önüme serer. Böylece yaptığı hayırlar katlanarak artar. Allah’ın bu tür insanlara bir lütfu da kendilerinden habersiz olmalarıdır. Bu kulvarın yükselme ufku sınırsızdır.
İnsan güzel şeyler düşünür bundan dolayı önüne güzel ameller için fırsat çıkar.
Güzel ameller yapar bunun karşılığı olarak düşünce dünyası ve ruhu yıkanır. Salih döngü olur. Yatay ilerlemez. Helezonik basamakları adımlar, dikey olarak yükselir. Bu amellerin ilk getirisi Allah’ın sevdiği insanları bu insanlara sevdirmesidir. Çünkü muradı onlarla beraber olmalarıdır.
Sonrası için örneklerle ilerleyelim.
Mesela ben Hz. Ebubekir’i seviyorum. Veya Hz. Hatice’yi çok seviyorum. Bu samimi bir sevgi ise bir dua haline dönüşür. Benim ahirette Hz. Ebubekir ile Hz. Hatice’lerle birlikte olmam için dua olur. Kuru bir sevgi ile kuru bir dua ile onların yanına erişemem. Salih amelle bedeli ödenmemiş bir sevgi ile onların yanında oturulmaz. Âdil olmaz. Kader önüme onların yanına erişebilmem için zor sorular, akabeler çıkarır. Sırtımdaki yük ağırlaştıkça ağırlaşır. Çilem arttıkça artar. (Bakınız son örnek: Tutunanlar, Emine Ayça Güler Hanımefendi)
Böylece onların çektiklerini bir ölçüde hissetmiş olurum. Diyelim ki nübüvvete veraset mesleğini hayat gayem haline getirdim. O zaman peygamberane imtihanlar önüme sıralanacak demektir. Aksi halde peygamberlerle aynı iklimde bulunmaya istihkakım olmaz.
Samimi Allah sevgisi, Allah aşkı bedelsiz olmaz. Bu bedel ödenince Allah’a kurbiyet kazanılır. Böyle bir insan nazarında dünya mülk ve saltanatları birer zifostan ibarettir. Üzerine geldiğinde kaçar.
Ödenen bedeller dıştan bakıldığında gözümüzü korkutur. Hariçten gazel okumaya kalkarız.
Bir başka örnek.: Hz. Yusuf
Allah’ın en sevgili kullarından biriydi. Bir peygamberin çocukluğunun nasıl sevimli olabileceğini hayal etmeye çalışalım. İşte bu “Allah’a ait” sevimli çocuk çölün ortasında yılanın çıyanın cirit attığı kapkaranlık bir kuyuya atılıyor.
Varsayım yapayım.
Ben o sahneye şahit olsaydım. Hemen onu kuyudan çıkarmaya kalkardım. Merhametle hareket etmiş olurdum ama kaderin muhteşem kurgusunu bozmuş olurdum. Hz. Musa ve Hz. Hızır o sahneye denk gelse Hz. Musa da muhtemelen hemen onu oradan çıkarmaya kalkar ama Hz. Hızır itiraz ederdi. Kardeşleri onu kuyuya atıp Hz. Yakup’a, “Yusuf’u da eşyalarımızın yanında bıraktık. Bir de döndük ki onu kurt yemiş!” (Yusuf, 17) dediklerinde O inanmadı. Şöyle dedi: “’Hayır’ dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır.” (Yusuf,18)
Belki de peygamber basiretidir ki söylenene inanmadığı halde “oyunu okudu” ve o en sevgili oğlunu aramak için bizzat peşine düşmedi. Sonra Hz. Yusuf esir pazarında satıldı. İnsan olarak esir pazarında satılmak nedir, göçmen teknelerinde günlerce ölümle burun buruna gelenler, iltica kuyruklarına girenler birazcık anlar.
Sonra iftira. Nihayet Zindan.
Varsayıma devam edeyim.
Hz. Yusuf’u o ürkütücü zindan izbelerinde görünce ben yine hariçten gazel okumaya kalkar, şöyle dua ederdim:
“Allah’ım Hz. Yusuf, 1 yıldır hapiste. Artık izin ver de çıksın!”
Duam kabul edilmezdi. Duamın gözyaşlarımın emsalsiz sevabını alırdım. Ama aşırı ısrar etsem nasıl olurdu?
Gayptan bana bir melek sesi gelir, şöyle bir nida duyabilirdim. “Sana ne! O Allah’ın biricik kulu! Onu senden de babası Yakup’tan da (as) fazla seviyor. Bir takdiri var. Rububiyetiyle o sevgili kulunu bir noktaya çıkaracak.”
Ne diyebilirdim?
Diyelim ki 2 yıl daha geçti. Yine kalkıp şunu derdim:
“Allah’ım, Hz. Yusuf 3 yıldır hapiste. Yetmez mi? Artık izin ver çıksın!”
Yine bana “Bu değerli dualarının emsalsiz sevabını al, sınırı aşma! Kulu ile Rabbi arasına girme!” diyebilirlerdi.
6 yıl geçerdi ben yine dayanamaz sınır aşar şöyle derdim: “Allah’ım bitsin bu süreç artık! 6 yıl yetmez mi? Zindan çok korkunç. Yusuf(as) genç bedeni çürüdü hapiste. Sağlığını kaybetti. Ne olur artık çıksın!”
Belki artık cevap alma hakkımı da kaybetmiş olurdum.
Böyle 7 yıl geçerdi.
Vakt-i merhûnu gelince Allah akla gelmez, hesap edilmez bir sebep halk eder ve Yusuf (as) beraat eder.
Eşyanın tabiatı değişmez. “Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz ve yapılmaz.” (Rum, 30) 2 yıl vücut geliştirmeyle elde edilen kaslar, 3 aylık çalışmayla kazanılmaz. Bir zirveye çıkmak için 7 yıl azami şartlarda çalışmak gerekiyorsa bunu 3’e, 4’e düşüremezsiniz.
Yusuf emsal insanlara dua edip kurtulmaları talebiyle göz yaşı dökme ile Allah’ın rahmetini sorgulama sınırını çok iyi ayırmak gerekir. Yoksa Allah’ın en sevgili kullarının zindanlardaki halleriyle Allah’ın rahmetini sorgulama tehlikesine veya saygısızlığına düşeriz.
İşte Allah’ın -o gün olsam aklım ermeyecek- o müstesna terbiyesinin neticesidir ki Hz. Yusuf sonrasında hazinelere nâzır olduğunda dünya mülk ve saltanatını elinin tersiyle itebilecek bir zirveye yükselmiştir.
Burada kaderin asli örgüsü Hz. Yusuf’u manen yükseltmektir. Mısır hazinelerinin nizam ve intizam içinde olması çok tali bir konudur.
Ve Allah’ın peygamberi olmasına rağmen tevazuuna bakın ki bizim gibi düz insanların Allah’tan isteyebileceği şeyleri istiyor. Kendisi bir peygamberdir ama “Müslüman olarak ölmeme” endişesi taşımakta.
Duası şu: “Beni Müslüman olarak vefat ettir.”
Dünyada çekmediği sıkıntı kalmamıştır ama Kur’an’da makamları art arda zikredilen “Nebilerle, sıddıklarla, şehidlerle, salihlerle birlikte…” (4/69) olmaktan en sonuncusunu ister:
“Beni sâlihler arasına kat!”
Hz. Yusuf’un büyüklüğüdür ki vefat talebini kuyuda veya zindanda veya iftira atıldığında yapmadı. O ağır çilelere rağmen o zamanlara ait bir ölüm talebi yok.
Hz. Yusuf Allah’ın terbiyesinin zorluk ve neticesini ifade eden önemli bir prototiptir ki bugün kadın-erkek on binlerce insan benzer miraçları yaşıyor.
Allah âdil-i mutlaktır. Hiçbir mazlumun hakkı zâyi olmaz. Mazlum Allah’ın kefaleti altındadır. Dünyadaki hiçbir mahkeme bir mazlumun hakkını tamamıyla tazmin edemez.
Salih amelin ilk faturası Allah’ın rububiyeti ile terbiye edişi şerefine erişmektir.
Bu ağır terbiyeden şikâyet etmek o terbiye dairesinin dışına çıkmak için önemli bir dua olur.
İKİNCİ FATURA
Salih amellerin ikinci faturası ahirete bakar. Belli salih amellerin belli karşılıkları vardır. Ama bir de Allah adına ödenen bedeller vardır ki bunların karşılığı Allah’ın takdirine kalmıştır. Kendi adıma bir iş yaparken bir musibet gelir beni bulur. Bunun hesaplanabilir bir karşılığı olur. Bir de Allah adına yürürken, Allah için koşarken başıma gelen musibetlerde, musibetin muhatabı mecazi olarak Allah olur. Allah adına koşana çelme takanın muhatabı Allah’tır.
“Kim benim velayetim altındaki bir kuluma düşmanlık ederse ben ona harp ilan ederim…”(Buhari, Rikak:38)
Bu zulümleri irtikap edenler, sıradan bir mukabele görmez. Hadisteki benzetmeyle “Allah’ın eli” çok ağırdır.
Zulme maruz kalan ise Allah adına bedel ödediği için bedelin karşılığını binlerce misliyle ahirette alır. Böyle bir mukabele ile ahirette istikbal edilen bir insan hem sevinç hem de mahcubiyet göz yaşı döker. “Keşke dünyaya geri dönebilsem de bu mevhibelere layık bir şeyler daha yapabilsem” der.
İŞTİRAK-I AMAL-İ UHREVİYE
İkinci faturanın bir de ek faturası olabilir. Bu, beraber, kardeşçe hareket etmek, cemaatle salih amel yapmakla ilgili. Cemaatle namazın 27 derece fazla karşılık bulması gibi.
Ben solo olarak bir şarkı seslendiririm. Bunun tabi ki bir karşılığı olur. Ama bir orkestranın parçası olarak müzik yapıyorsam bütün bir orkestranın yaptığı müzikten hissem olur. Hz. Bediüzzaman bunu “İştirak-i amal-i uhreviye” olarak isimlendirip bize öğretiyor. Böyle bir durumda sesim kısılsa veya enstrümanım arızalansa hatta kırılsa da bir şey kaybetmem. O orkestranın bir ferdi olarak eksiksiz olarak karşılık almaya devam ederim. Bakkal dükkanım iflas etmiştir ama elimde çok büyük bir şirketin hisseleri vardır ve onlardan gelen gelirimin beni kurtarması gibi bir şey.
ÜÇÜNCÜ FATURA
Salih ameller insanın gözünün önündeki perdeleri kaldırır. Yakine giden yolları açar. Salih ameller için “imanın kaskosu” diyebiliriz.
Ben astronot elbisesi olmadan Mars’ta yaşayamam. Oksijen yok, zehirli gazlar ve radyasyon bulutları var. Aşırı sıcak, aşırı soğuk. Astronot elbisesini çıkardığım an, çok geçmez ölürüm.
Dünyanın manevi atmosferini insan ruhu için Mars’a benzetebiliriz. İman en değerli varlığımızdır. İmanımızı ruhi açıdan Mars yüzeyi gibi olan Dünya’da korumak kolay değildir. Ruhi bir astronot elbisesi gerekir. Astronot elbisesini oluşturan farz rükünler malum. Ruhi canlılığımı bunlar ve diğer salih amellerle sürdürebilirim. Aksi halde imanî zaaflarla salih amellerden uzaklaşırım. Salih amellerden uzaklaşınca imanî zaafiyet geçiririm. Bir fasit daireden diğerine yuvarlanır giderim. Dünyada maddi, zehirli gazlar yok ama ruhumu yerle bir edecek metafizik hastalıklar, vesvese ve şüphe fırtınaları var. Salih amellerle, farzların yanında az da olsa Cevşen gibi Tevhidnâme gibi evrad ile ruhi bünyeme astronot elbisesi veya zırh giydirmezsem ruhen canlılığımı sürdüremem. Soluk aldığım her zehirli gazla oksijensiz kalır, boğulurum. Bu astronot elbisesi çok narin ve incedir. İnsan cildi gibi sürekli yenileme ister. Ama bu yenileme bizim irademizle mümkün.
Bazen paraya tamah bazen mal, mülk, makam arzusu; bazen gıybet bazen de kalp kırmak astronot elbisesini tahriş eder, yırtık yapar.
Bu faturayı tahsil eden “İmanın tadı” hadisini yaşar. Sevdiğini Allah’tan dolayı sever ve iman nurunu kaybetmeyi, “Allah’sızlık karanlığını” ateşe atılmak gibi telakki eder.
Hz. Yusuf bile bu endişelerle “salahat” duası ediyor, salihlerle beraber olmayı Allah’tan niyaz ediyor.