VEYSEL AYHAN | YORUM
“Hayat duadan ibarettir.
Her niyet bir duadır. Ağızdan çıkan her söz, atılan her adım bir duadır.
Tüm davranışlar birer duadır.
Her davranışın üç faturası olur.”
Önceki yazı da böyle başlamıştı. Şimdi sıra iyi davranışların faturalarında.
Müspet her davranış, salih her amel bir duadır. İmanlı oluşun doğrudan amel-i salihle ilişkisi var. Kur’an’da 59 ayette, ‘iman-ameli salih’ beraber geçer. Ayrıca 20 farklı ayette müstakil olarak ‘salih amel’ vurgusu var. Salih amelle takviye edilmeyen iman uzun süre canlı kalamaz.
Güzel davranışların insibağı vardır. Yapanın ruhunu aydınlatır. Nura boyar. Farkında olmaz ama çevresine aydınlık taşır. ‘Görüldüğünde Allah’ın hatırlanması’ bunun üst merhalesi.
İLK FATURA
Dünya imtihanı, her bir insana o insanın çözebileceği zorlukta birbirinden farklı soruların sorulduğu âdil bir sınavdır.
İmtihanın soru mantığı şu: Her insana ulaşabileceği maksimum yüksekliğe ulaşması için art arda ve gittikçe zorlaşan, zorlaştıkça da dikey olarak yükselten sorular yöneltmesidir.
Siz kapısında “sınav var” yazan ama soru sorulmayan bir sınıf düşünebilir misiniz?
Her insan her an sorularla karşılaşır. Sorusuz bir zaman dilimi yoktur. Sorular kimi zaman yağmur gibi kimi zaman tane tane gelir. Gafil insan ‘önüne gelen ve onun çözmesi için bekleyen soruları fark etmeyen insandır.’
Tek bilinmeyenli bir denklem sorusu çözdüğünüzde önünüze çift bilinmeyenli bir soru fırsatı çıkar. Onu da çözdüğünüzde sorular zorlaşarak devam eder. Ta ki sizin maksimum matematik bilginiz tam olarak sınansın.
Ben kendimi zorladım, bir iyilik yaptım. Bunun ilk faturası yapılması daha zor başka iyilikler için kaderin bana kapı açmasıdır.
Önüme daha büyük bir iyilik kapısı, iyilik fırsatı çıkar. Onu değerlendirirsem soruların zorluğu yine orada kalmaz devam eder. Kapasitem ölçüsünde sorularım şekillenir.
Diyelim ki ben pozitif amellerle ilerleyen bir insanım. Hayatım müspet amellerle örgülü.
Tökezledim. Negatif bir amel yaptım. Hemen dönüp tövbe edersem önceki kulvarıma dönerim. Tövbe etmezsem kulvar değişimi bu defa negatif amel fırsatlarıyla önüme çıkar. Tövbe etmedim ama müspet sicilime kader vefa gösterirse şu olur: Eski kulvarıma dönmek için önüme bir musibet çıkar. Bedel ödeyip eski kulvarıma dönerim. Sadakanın belaları önlemesi böyle bir şey. Sadaka verir veya dünyevi bir musibetle bedel öder eski kulvarıma dönerim. Ve müspet amellere devam ederim. Bu duruma işaret eden ayet: “Başınıza gelen her musîbet, işlediğiniz günahlar (ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir, hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder.” (Şû’ra 30) Çoğu da affedilir ama bedel ödemeler mutlaka olur.
Önemli bir hadis var: “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” (Buhari, Meğazi, 35) “Diğer insanlara faydalı işler” yapmak salih amellerin en önemli kalemleri. Mesela ben sıkıntıya düşmüş bir ihtiyaç sahibine yardımda bulunuyorum. Zorda kalmışlara “hızır” gibi yetişiyorum. Veya bir öğrenciyi okutuyorum, burs veriyorum. Bunlar o kadar değerli ameller ki bunları yapan bir insan için kader tüm hayır imkanlarını önüme serer. Böylece yaptığı hayırlar katlanarak artar. Allah’ın bu tür insanlara bir lütfu da kendilerinden habersiz olmalarıdır. Bu kulvarın yükselme ufku sınırsızdır.
İnsan güzel şeyler düşünür bundan dolayı önüne güzel ameller için fırsat çıkar.
Güzel ameller yapar bunun karşılığı olarak düşünce dünyası ve ruhu yıkanır. Salih döngü olur. Yatay ilerlemez. Helezonik basamakları adımlar, dikey olarak yükselir. Bu amellerin ilk getirisi Allah’ın sevdiği insanları bu insanlara sevdirmesidir. Çünkü muradı onlarla beraber olmalarıdır.
Sonrası için örneklerle ilerleyelim.
Mesela ben Hz. Ebubekir’i seviyorum. Veya Hz. Hatice’yi çok seviyorum. Bu samimi bir sevgi ise bir dua haline dönüşür. Benim ahirette Hz. Ebubekir ile Hz. Hatice’lerle birlikte olmam için dua olur. Kuru bir sevgi ile kuru bir dua ile onların yanına erişemem. Salih amelle bedeli ödenmemiş bir sevgi ile onların yanında oturulmaz. Âdil olmaz. Kader önüme onların yanına erişebilmem için zor sorular, akabeler çıkarır. Sırtımdaki yük ağırlaştıkça ağırlaşır. Çilem arttıkça artar. (Bakınız son örnek: Tutunanlar, Emine Ayça Güler Hanımefendi)
Böylece onların çektiklerini bir ölçüde hissetmiş olurum. Diyelim ki nübüvvete veraset mesleğini hayat gayem haline getirdim. O zaman peygamberane imtihanlar önüme sıralanacak demektir. Aksi halde peygamberlerle aynı iklimde bulunmaya istihkakım olmaz.
Samimi Allah sevgisi, Allah aşkı bedelsiz olmaz. Bu bedel ödenince Allah’a kurbiyet kazanılır. Böyle bir insan nazarında dünya mülk ve saltanatları birer zifostan ibarettir. Üzerine geldiğinde kaçar.
Ödenen bedeller dıştan bakıldığında gözümüzü korkutur. Hariçten gazel okumaya kalkarız.
Bir başka örnek.: Hz. Yusuf
Allah’ın en sevgili kullarından biriydi. Bir peygamberin çocukluğunun nasıl sevimli olabileceğini hayal etmeye çalışalım. İşte bu “Allah’a ait” sevimli çocuk çölün ortasında yılanın çıyanın cirit attığı kapkaranlık bir kuyuya atılıyor.
Varsayım yapayım.
Ben o sahneye şahit olsaydım. Hemen onu kuyudan çıkarmaya kalkardım. Merhametle hareket etmiş olurdum ama kaderin muhteşem kurgusunu bozmuş olurdum. Hz. Musa ve Hz. Hızır o sahneye denk gelse Hz. Musa da muhtemelen hemen onu oradan çıkarmaya kalkar ama Hz. Hızır itiraz ederdi. Kardeşleri onu kuyuya atıp Hz. Yakup’a, “Yusuf’u da eşyalarımızın yanında bıraktık. Bir de döndük ki onu kurt yemiş!” (Yusuf, 17) dediklerinde O inanmadı. Şöyle dedi: “’Hayır’ dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır.” (Yusuf,18)
Belki de peygamber basiretidir ki söylenene inanmadığı halde “oyunu okudu” ve o en sevgili oğlunu aramak için bizzat peşine düşmedi. Sonra Hz. Yusuf esir pazarında satıldı. İnsan olarak esir pazarında satılmak nedir, göçmen teknelerinde günlerce ölümle burun buruna gelenler, iltica kuyruklarına girenler birazcık anlar.
Sonra iftira. Nihayet Zindan.
Varsayıma devam edeyim.
Hz. Yusuf’u o ürkütücü zindan izbelerinde görünce ben yine hariçten gazel okumaya kalkar, şöyle dua ederdim:
“Allah’ım Hz. Yusuf, 1 yıldır hapiste. Artık izin ver de çıksın!”
Duam kabul edilmezdi. Duamın gözyaşlarımın emsalsiz sevabını alırdım. Ama aşırı ısrar etsem nasıl olurdu?
Gayptan bana bir melek sesi gelir, şöyle bir nida duyabilirdim. “Sana ne! O Allah’ın biricik kulu! Onu senden de babası Yakup’tan da (as) fazla seviyor. Bir takdiri var. Rububiyetiyle o sevgili kulunu bir noktaya çıkaracak.”
Ne diyebilirdim?
Diyelim ki 2 yıl daha geçti. Yine kalkıp şunu derdim:
“Allah’ım, Hz. Yusuf 3 yıldır hapiste. Yetmez mi? Artık izin ver çıksın!”
Yine bana “Bu değerli dualarının emsalsiz sevabını al, sınırı aşma! Kulu ile Rabbi arasına girme!” diyebilirlerdi.
6 yıl geçerdi ben yine dayanamaz sınır aşar şöyle derdim: “Allah’ım bitsin bu süreç artık! 6 yıl yetmez mi? Zindan çok korkunç. Yusuf(as) genç bedeni çürüdü hapiste. Sağlığını kaybetti. Ne olur artık çıksın!”
Belki artık cevap alma hakkımı da kaybetmiş olurdum.
Böyle 7 yıl geçerdi.
Vakt-i merhûnu gelince Allah akla gelmez, hesap edilmez bir sebep halk eder ve Yusuf (as) beraat eder.
Eşyanın tabiatı değişmez. “Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz ve yapılmaz.” (Rum, 30) 2 yıl vücut geliştirmeyle elde edilen kaslar, 3 aylık çalışmayla kazanılmaz. Bir zirveye çıkmak için 7 yıl azami şartlarda çalışmak gerekiyorsa bunu 3’e, 4’e düşüremezsiniz.
Yusuf emsal insanlara dua edip kurtulmaları talebiyle göz yaşı dökme ile Allah’ın rahmetini sorgulama sınırını çok iyi ayırmak gerekir. Yoksa Allah’ın en sevgili kullarının zindanlardaki halleriyle Allah’ın rahmetini sorgulama tehlikesine veya saygısızlığına düşeriz.
İşte Allah’ın -o gün olsam aklım ermeyecek- o müstesna terbiyesinin neticesidir ki Hz. Yusuf sonrasında hazinelere nâzır olduğunda dünya mülk ve saltanatını elinin tersiyle itebilecek bir zirveye yükselmiştir.
Burada kaderin asli örgüsü Hz. Yusuf’u manen yükseltmektir. Mısır hazinelerinin nizam ve intizam içinde olması çok tali bir konudur.
Ve Allah’ın peygamberi olmasına rağmen tevazuuna bakın ki bizim gibi düz insanların Allah’tan isteyebileceği şeyleri istiyor. Kendisi bir peygamberdir ama “Müslüman olarak ölmeme” endişesi taşımakta.
Duası şu: “Beni Müslüman olarak vefat ettir.”
Dünyada çekmediği sıkıntı kalmamıştır ama Kur’an’da makamları art arda zikredilen “Nebilerle, sıddıklarla, şehidlerle, salihlerle birlikte…” (4/69) olmaktan en sonuncusunu ister:
“Beni sâlihler arasına kat!”
Hz. Yusuf’un büyüklüğüdür ki vefat talebini kuyuda veya zindanda veya iftira atıldığında yapmadı. O ağır çilelere rağmen o zamanlara ait bir ölüm talebi yok.
Hz. Yusuf Allah’ın terbiyesinin zorluk ve neticesini ifade eden önemli bir prototiptir ki bugün kadın-erkek on binlerce insan benzer miraçları yaşıyor.
Allah âdil-i mutlaktır. Hiçbir mazlumun hakkı zâyi olmaz. Mazlum Allah’ın kefaleti altındadır. Dünyadaki hiçbir mahkeme bir mazlumun hakkını tamamıyla tazmin edemez.
Salih amelin ilk faturası Allah’ın rububiyeti ile terbiye edişi şerefine erişmektir.
Bu ağır terbiyeden şikâyet etmek o terbiye dairesinin dışına çıkmak için önemli bir dua olur.
İKİNCİ FATURA
Salih amellerin ikinci faturası ahirete bakar. Belli salih amellerin belli karşılıkları vardır. Ama bir de Allah adına ödenen bedeller vardır ki bunların karşılığı Allah’ın takdirine kalmıştır. Kendi adıma bir iş yaparken bir musibet gelir beni bulur. Bunun hesaplanabilir bir karşılığı olur. Bir de Allah adına yürürken, Allah için koşarken başıma gelen musibetlerde, musibetin muhatabı mecazi olarak Allah olur. Allah adına koşana çelme takanın muhatabı Allah’tır.
“Kim benim velayetim altındaki bir kuluma düşmanlık ederse ben ona harp ilan ederim…”(Buhari, Rikak:38)
Bu zulümleri irtikap edenler, sıradan bir mukabele görmez. Hadisteki benzetmeyle “Allah’ın eli” çok ağırdır.
Zulme maruz kalan ise Allah adına bedel ödediği için bedelin karşılığını binlerce misliyle ahirette alır. Böyle bir mukabele ile ahirette istikbal edilen bir insan hem sevinç hem de mahcubiyet göz yaşı döker. “Keşke dünyaya geri dönebilsem de bu mevhibelere layık bir şeyler daha yapabilsem” der.
İŞTİRAK-I AMAL-İ UHREVİYE
İkinci faturanın bir de ek faturası olabilir. Bu, beraber, kardeşçe hareket etmek, cemaatle salih amel yapmakla ilgili. Cemaatle namazın 27 derece fazla karşılık bulması gibi.
Ben solo olarak bir şarkı seslendiririm. Bunun tabi ki bir karşılığı olur. Ama bir orkestranın parçası olarak müzik yapıyorsam bütün bir orkestranın yaptığı müzikten hissem olur. Hz. Bediüzzaman bunu “İştirak-i amal-i uhreviye” olarak isimlendirip bize öğretiyor. Böyle bir durumda sesim kısılsa veya enstrümanım arızalansa hatta kırılsa da bir şey kaybetmem. O orkestranın bir ferdi olarak eksiksiz olarak karşılık almaya devam ederim. Bakkal dükkanım iflas etmiştir ama elimde çok büyük bir şirketin hisseleri vardır ve onlardan gelen gelirimin beni kurtarması gibi bir şey.
ÜÇÜNCÜ FATURA
Salih ameller insanın gözünün önündeki perdeleri kaldırır. Yakine giden yolları açar. Salih ameller için “imanın kaskosu” diyebiliriz.
Ben astronot elbisesi olmadan Mars’ta yaşayamam. Oksijen yok, zehirli gazlar ve radyasyon bulutları var. Aşırı sıcak, aşırı soğuk. Astronot elbisesini çıkardığım an, çok geçmez ölürüm.
Dünyanın manevi atmosferini insan ruhu için Mars’a benzetebiliriz. İman en değerli varlığımızdır. İmanımızı ruhi açıdan Mars yüzeyi gibi olan Dünya’da korumak kolay değildir. Ruhi bir astronot elbisesi gerekir. Astronot elbisesini oluşturan farz rükünler malum. Ruhi canlılığımı bunlar ve diğer salih amellerle sürdürebilirim. Aksi halde imanî zaaflarla salih amellerden uzaklaşırım. Salih amellerden uzaklaşınca imanî zaafiyet geçiririm. Bir fasit daireden diğerine yuvarlanır giderim. Dünyada maddi, zehirli gazlar yok ama ruhumu yerle bir edecek metafizik hastalıklar, vesvese ve şüphe fırtınaları var. Salih amellerle, farzların yanında az da olsa Cevşen gibi Tevhidnâme gibi evrad ile ruhi bünyeme astronot elbisesi veya zırh giydirmezsem ruhen canlılığımı sürdüremem. Soluk aldığım her zehirli gazla oksijensiz kalır, boğulurum. Bu astronot elbisesi çok narin ve incedir. İnsan cildi gibi sürekli yenileme ister. Ama bu yenileme bizim irademizle mümkün.
Bazen paraya tamah bazen mal, mülk, makam arzusu; bazen gıybet bazen de kalp kırmak astronot elbisesini tahriş eder, yırtık yapar.
Bu faturayı tahsil eden “İmanın tadı” hadisini yaşar. Sevdiğini Allah’tan dolayı sever ve iman nurunu kaybetmeyi, “Allah’sızlık karanlığını” ateşe atılmak gibi telakki eder.
Hz. Yusuf bile bu endişelerle “salahat” duası ediyor, salihlerle beraber olmayı Allah’tan niyaz ediyor.
Yazilariniz yuregimize su serpiyor, umudumuz hep canli kaliyor . Su noktayi da aciklama durumunuz olursa cok sevinirim . Yaratma Allaha aittir , kul niyetle meyil belirtir . Surecin basindan beri insanlarda her seyin eski hale gelme beklentisi hep canli tutuldu . Hep Yusuf AS kuyu, iftira ve zindan gunleri oldugu gibi Sultan gunleri dikkate verildi. Peki Allahin boyle bir muradi bizim icin yoksa ne olacak . Her bir hizmet ferdi bu Sultanligi veya meseki ticari ve sosyal hayatta eski gunlerine kavusmayi, tazminat ve ozurle toplum icinde yeniden normal hayatlarina dinmeyi beklerken bu kac kisiye nasip olacak. Be digerleri bir hayal kirikligina ugramayacak mi ? Bu ikinci altarmatif neden konusulmuyor? Surecin bitmemesi bazen yeterince dua edlmemesine baglaniyor bazen baska seyler . Ikinci yolla ilgili dusunceleiniz nelerdir ?
Allah razı olsun hocam
Başlık ilgimi çekmişti. Yazıyı okumaya başladım, ama umduğum bilgiyi bulamadım, biraz hayal kırıklığı oldu diyebilirim. (Yazarın emeğine saygısızlık olmasın, öyle algılanmaz umarım).
Yazıyı okumaya başladım demiştim. Ortalarından itibaren bazı kısımları atlayarak şöyle bir göz attım. Neden hayal kırıklığı oldu?
Yazıya, “Süreç neden bitmiyor?” diye başlık atınca okuyucu siyasi veya sosyolojik bir yaklaşım ve cevap bekliyor. Ama konuya dini açıdan yaklaşılmış, yapılan günahlar, tövbe edilip edilmemesi, başa gelen musibetlerin günahlardan olması veya günahlara kefaret olması filan…
Bence bu yaklaşım çok doğru değil. Hizmet fedakar, idealist insanlar topluluğu idi. Alan değil veren insanlar topluluğu. Süreci bu insanların belki manevi hayatındaki eksiklikleri ile açıklamak yersiz. Bu fedakar insanlara haksızlık bir bakıma. Eğer süreç ve sürecin uzaması hizmetteki insanlarla ilişkilendirmek gerekiyorsa birtakım karar alıcılar ile ilişkilendirilmesi gerekmez mi? Sürecin böyle gelişmesinde kimin kararları etkili oldu? Yapılacak hiç bir özeleştiri yok mu Allah aşkına? Tüm doğruları siz, sizin karar alıcılarınız, tüm yanlışları, günahları karşı taraf mı yapıyor?
Ama biz Türk toplumu olarak özgüveni olan, yönetici pozisyonuna yükselen insanlardan hesap sorabilen toplum değiliz. Bunda yükselenlerin dokunulmaz statüye kavuşması, lider pozisyonuna ulaşanları ise adeta putlaşması, putlaştırılması etkili oluyor.
Bunlar yemez içmez, hata yapmaz, günah işlemez, manevi, idealist, ideal boyuttan ibarettir, kendilerini değil toplumu ve hatta tüm insanlığın hayrını düşünür diye algılanıyor. Bilmem, hiç bir insanın böyle olmadığını söylemeye gerek var mı?
Yükselenlerin böyle dokunulmaz, sorgulanmaz olmasının faturasını alttakiler çekiyor. Hesap soramadıkları, açıklama isteyemedikleri için belki alttakiler de daha iyisini hak etmiyor.
…
Burada bir ekleme daha yapayım. Süreci dini argümanlarla açıklamak gerçekten bir açıklama oluyor mu? Dini yaklaşım öyle bir şey ki, açıklayamayacağınız hiç bir şey yok. Başarı olsa, doğru yaptık, Allah lütfetti, ödüllendirdi, elhamdülillah. Başarısızlık olsa, yolun kaderidir. Günahımız da var, vs…
Bunu her zaman söyleyebilirsiniz. Kimin günahı yok ki! Ne kader değil ki! Böyle yamakla gerçekten bir açıklama yapmış mı oluyoruz?
Belki bu da lazım. Ama tek başına yeterli değil. Uçak düştü diyelim, Ölenlerin eceli gelmiş, başka türlü olamazdı kader böyleymiş açıklamasıyla mı yetineceğiz? Yoksa, uçak niye düştü, uzmanlar araştırsa, bu uçakların ileride daha güvenli uçması için de önemli mi diyeceğiz?
Her başlangıç bir öncekinin nihayetidir. Halef selef meselesi.
Bana göre sureç aslında bitti. Rabbi bizlere muhteşem dünyalar açtı. Muhteşem kapılar açtı
Ama aklı hala o bataklıkta olanlar için sureç hiç bitmiyor. Korkunç eziyet ızdırap ve işkenceler içerisinde hayatlarına devam ediyorlar.
Sureci kafasında bitirenler, veya hicret için fırsat kollayanlara rabbim hayırlı kapıları tez zamanda açsın onları dünyanın değişik güzel yerlerinde yeşertsin kök saldırsın inşallah
Hala Türkiyeye döneceğiz diye bütün potansiyel enejimizi mahveden davranışlar içinde olan arkadaşları da Rabbim islah etsin
Süreç neden bitmiyorun cevabı tam olarak bu değil. Ana kök neden hep görmezden geliniyor. Basitçe düşünelim. Biri bir hata yaptığında hatasının farkına varmadığı veya günahına istiğfar etmediği sürece ihtarın veya tecziyenin hükmü devam eder.
Hizmetin mahrem birimler denen kısmının yaptığı dinle, ahlakla ve hizmet esasları ile bağdaşmayan komplo kurmak, soru çalmak, hizmet kibir ve enaniyeti gibi hata ve günahları kabul etmedikçe ve bundan dolayı tövbe istiğfar edilmedik ve sorumlular hesaba çekilmedikçe bu zulüm devam edecektir.
Ha, bu zulüm günahlara kefaret olur, ahireti kazandırır ayrı mesele. O tarafa bakan yönü ile bu minvalde söylenecek hiçbir şeye itirazım olmaz.
Lakin dünyaya bakan yönü ile liyakat, şeffaflık, hesap verebilirlilik, yerindelik gibi yönetim bilimlerinin temel esasları yerine getirilmedikçe bu süreç daha çok yıllar alır. Zira sünnetullah kimse için değişmez değil cemaat velev ki peygamber olsun.
Kesinlikle katılıyorum. Karar alıcıların dinle, hizmet esaslarıyla, ahlakla, İslam düsturlarıyla bağdaşmayan aldığı kararlar halk nezdinde on binlerce güzelliğin üzerini örttü, insanların güvenini zedeledi. Bu karar alıcılar kimse suçunu itiraf ederek sorumluluğu üzerine almadıktan sonra mazlumlar daha çok zulüm altında kalır. Geçen yıllar kimsenin sorumluluğu üzerine almaya niyetinin olmadığını da bize gösterdi.
teşekkürler
Veysel Ayhan
Maalesef süreçle ilgili yazılarınızın hiçbirinde, karar alıcıların hatalarıyla ilgili hiçbir eleştiri-özeleştiri yok. Bu yazınızda da yine fatura garibanlara çıkartılmış.
Nasreddin hoca gibi diyeyim: Karar alıcıların hiç mi şuçu yok?….
Aynen Veysel Bey, cemaat de Hz. Yusuf kadar kusursuz, HE de Hz. Yakup gibi “oyunu okudu”
Allah rızası için ya!! Dünya üzerinde şu anda müslüman gayrimüslim 60 milyondan fazla insan mülteci; tarih boyunca yüzlerce soykırım olmuş, binlerce zalim hükümdar gelmiş.
Sürekli olarak cemaat kendini seçilmiş görüp, tüm okumalarını peygamberler tarihi üzerinden yapıyor. Başımıza gelenin büyük bir çocuğunun Hizmetin girdiği siyasi-bürokratik savaşı kaybetmesi olduğunu nasıl görmezsiniz? Veya neden gördüğünüz halde bu meselelere hiç değinmeden her olaya dini bir referans bulma gayretindesiniz?
Lütfen bundan sonra karşılaştığınız müslüman mültecilere: manevi hayatınız eksik başınıza o yüzden bunlar geldi diyin.
15/07/2016 dan bu yana tam olarak bir özeleştiri olmadığı gibi niyet de göremedim. Sadece yolun kaderi günahlara kefaret. Kol kırılır yen içinde kalır, şu an özeleştiri fitne sebebi ve zamanı değil. peki bu zaman ne zaman gelecek?
Veysel Ayhan zannederim ki bu yaziyi hizmetin tabanindan ziyade ali heyeti ve ust duzey idarecileri icin yazmis olsa gerek. Zira ancak o zaman bir anlam ifade ediyor.
Ayni zamanda hapis yatan on binlere, ailesinden ayri kalan fakirlik, yokluk cile ceken tabana ders verecek kadar kustahlasacagini zannetmiyorum.
Eger gercekten cesareti varsa Veysel beyin ve hakiki gazetecilik, yazarlik ve faydali bir is yapmak istiyorsa hizmeti hatali kararlariyla bu gune getiren bu ifritten surece sebep olan idarecileri ilzam etmesini tavsiye ederim.
Tabanin Veysel Ayhan’a ogretecegi sey cok. O yuzden tabana hocalik degil, yapacaksa dinleyicilik ve talebelik yapabilir, cok da istifade eder.
Veysel Ayhan’a soyluyorum ama ust perdeden ahkam kesen herkes lütfen hisessini alsin.
Din afyondur demisler ya belki hapiste yatan ve cok zor durumda olan insanlar icin belirli bir dozda afyon almak faydali olabilir.
Ayrica hizmetin ozelestri yapmasinin da bir anlami yok cunku tarihi muzafferler yazar. Turkiye`de FETOculukle suclanan kisiler belki bir gun “Afedersin Ermeni” gibi ” Afedersin FETOcu” seviyesine gelirlerse kendilerini sansli hissetmelilier.
Bu cemaat HE olumuyle kaca bolunur bilmem, ama HE olumu bircok kisi icin Turkiye`ye donus bileti olabilir. Olayin kullenmesiyle operasyonlar durabilir. Ama HE en iyi hastanelerde tedavi gordugunden sagligi her an takip edildiginden bircok kisiyi gomer. HEden sonra HE icin omru memleket hapishanlerinde gecti diyemeyecekler. En fazla gurbette uzlette gecti diye PR yapabilirler ama gurbette ABD olunca materyalist fakir insanimizi cok etkilemeyecektir.
Bazen dusunuyorum 15 temmuzdan sonra kimin hayati pratik olarak degisti diye. KHKlinin hayati degisti. Ahmet Kurucan`in , Veysel Ayhan`in hayati nasil degisti acaba? Daha gecen bu tayfadan birisi bir Avrupa ulkesini ziyaret ederken vefat etti? Kendisi muhtemelen Kanada`da sosyal yardimlarla gecinen birisiydi. Birilerinin daveti ve finasmaniyla sohbete gitmis. Yani Hizmet hayati devam ediyor. Cash flow devam ediyor. Tek farki bir zeytin dalim bile yok diyecek. Iyi ama guzel yasadin. Gittigin ulkede iyi bir restorantta yemek yedin. KHKli iyi ihtimalle benzincide pompaci. Bir savas var guya ama komutanlar subaylar uzaktan seyrediyor ve edebiyatini yapiyor. Zor sorularla objektif olarak imtihan olmuyor. Sorsan geceleri uyuyamiyorum der cogu yalandan.
Bu is bir takipci meselesi. Burada bu yorumu girip etkilesim yaratmak bile bu ruhban sinifinin isine gelir. Kitap yaz makale yaz hayatini kutsal yazmak uzerinden surdur. onlar icin surecin bitmesi onemli degil. Acilardan da vaaz veya kitap cikarabilirler. Bedeli AKPden referans bulamayanlar , cemaat piramidinin ustunde olmayanlar oduyor.
Bu güzel yazı için teşekkür etmek isterdim. Ama sevgili yazarımız hayal dünyasında yaşıyor, hayal satıyor. Süreç dediğiniz şey bitmiyorsa bunun önemli bir nedeni Sayın Ayhan gibi hayal satan, hayal pazarlayan sevgili abilerimiz. Daha da acısı gözbebeğimiz büyüğümüz de bu işin başını çekiyor.
Bir türlü hayal dünyasından ayakları yere inmiyor. Gerçekleri görmek istemiyorlar.
1. TR’nin bize kini bitmiyor, bunu çözmek lazım.
2. TR’deki insanların acılarına çare olmak lazım. Onları “medrese-i Yusufiye kahramanları” olarak pazarlamakla bir yere varılmıyor. Dramlar ortada.
3. Hepimizin kendini sorgulaması gerekiyor. Hala TR’de excel cilik yapıldığını acaba sayın Yazar biliyor mu?
4. Yurtdışında da çok acı şeyler yaşanıyor, insanlar hayata tutunmakta zorlanıyor. Sizse birkaç tutunanı reklam ediyorsunuz.
5. Özellikle cemaatten maaş alanların işleri tıkırında gözüküyor. Onun dışındakiler için hayatta kalmak bile zor.
6. Ama bizler bu hayalleri satın aldıkça toplanan muavenetler bu maaşlı zümreye gitmeye devam eder.
7. Sorgulama yapmayı bilmeyen bizim yapı artık “bir kült” olmuş durumdadır. Bu cümle bizleri çok rahatsız ediyor ama acı gerçeği kabul etmek zorundayız.
Selamlar Sevgili Yazarımız
Selamlar ey kıymetli abilerimiz
Surec olaylari objektif olarak degerlendirip nalina da mihina deyip hem Hocaefendi ve etrafindakilerin hem Erdogan ve etrafindakilerin hatalarini teslim edenler icin zaten bitti. Kendinde hata bulmayanlar icin de hic bitmeyecek.
Sürec Ne zaman Bitecek:
1. Devre ( 2016-2018)
— Arkadaslar haftaya Allah hepsinin belasini verecek merak etemyin… Az Önce Hz. Ömer geldi rüyada bize söyledi.
2. Devre ( 2018-202)
— Arkadaslar Sürec az dua ettigimiz icin bitmiyor.. Kendimizi düzeltelim
—-Tiwtleri atmayi ihmal etmeyelim
3. Devre ( 2020-2022)
—- Arkadaslar zaten Yolun kaderi bu. Iyiki bize zulüm yapildi. Yoksa Almanyada Amerikada Hamburger yemezdik
4. Devre ( 2022-2023)
– Hz Yusuf Kuyuda, Hz Musa cölün ortasinda, Hz Hatice annemiz gibi olmaya varmisiniz?
Sürec merak etmeyin Kontrol altinda… Bunlari siz bilmiyorsunuz…
5. Devre (2024——)
—- Arkadaslar Sürec cok önemli, hersey cok önemli, birde unutmadan Yusuflar zindanda , Hz. Isa carmihta…
Yani SÜrec bizim kontrolümüzde. Kader cok önemli seylere gebe ….
——Zaten dünyaya ezilmeye geldik.
—— Siz Dergiye abone olsaydiniz bu sürec coktan bitmis olacakti…
—- Yinede Allah yüzümüze Güldü hala zindanlardayiz…..
……………Gibi aptal aptal KADER UZMANLARI……………………………..
Not: KADER le alakali konulurda kendini bilirkisi zanneden ve geveleyip duran SÜREC MÜNeCIMMLigine daha ne kadar devam edeceksiniz?
Yorumları okuyunca Hizmet insanı ile alakalı ümitlerim yeşerdi. Demek sorgulayan birçok arkadaşımız varmış. Herbirinin yorumları da çok nokta atışıydı. Veysel Bey, bu kadar insanın içinde oluşan şüpheyi gidermeden yapabileceğiniz bir şey yok. Ya da bu kadar insanı gözden çıkaracak ve “biz özeleştirimizi yapmadan, yine aynı soğuk savaş dönemi kafasıyla, aynı stratejilerle devam edeceğiz, giden gider, kalan sağlar bizimdir” diyerek daha az bir zümreyle devam edeceksiniz. Bu da Hizmetin birçok çekirdek değerini çiğnemenizi gerektirecek.
Ben bu mahrem yapılanmanın yaptığı haksızlıkları başka bir yazının altında sadece bir kez paylaşınca beni eleştiri yağmuruna tutmuşlardı. Buyrun, buradaki yorumları yapanları da taşlayın, Hizmetteki tüm eleştirenleri taşlayın. Şimdiden kolay gelsin, sizi baya bi mesai bekliyor.
Birgün Kader hepsinin üzerini toprakla örtecek. Eğer bunca çile, emek, gözyaşı bu dünyada da boşa gidecekse, benim için yeter dedim ve tez zamanda toprak benim üzerimi de örtsün diye niyaz ettim. Ama kader birgün adalet için yetki verecekse söz “ne bir eksik ne bir fazla” kitapta ne yazıyorsa…
Gemideki 10 kişiden 4’ü makma, paraya. güce yenik düşüp zalimle bir şekilde ortak olmuşsa kalan 6 ile yola devam ederim. Bulunduğum yerde gücümün yettiği, elimin ulaştığı kadar merhem olmaya çalışıyorum elbette zalime bahne vermeden….
Gerisi şimdilik benim radarımda değil.
Süreç bitmiyor diye değil allah bu işi bizden neden aldı diye konuya bakarsanız daha sağlıklı tesbitlerde bulunursunuz. Yada allah bu insanları tekrardan nasıl istihdam eder diye düşünüp kafa yorulursa daha net olur.
Tabi benim bir iki önerim var. Öncelikle hükümetle bir anlaşma yolu bulup içerdeki kadın çoluk çocuğun dışarı çıkması sağlanmaya çalışılacak.
Sonra ali heyet yada karar mekanizmaları eski savcılarla suçlanıp hakimlerle yargılanacak cezalarınıda ister tck ister başka bir hukuk sistemiyle verin bu insanlar gözden ve ailelerinden uzak, inzivaya çekilip tövbe edecek tabi bu hizmete olan zararlarından birde mağdur olmuş insanlardan helallik isteyecekler.
Tiranlığa, adam kayırmaya müsade edilmeyecek yeni bir sistem kurulacak ve eğitim, sevgi, ve gönül işleri hariç herşeyden el etek çekilecek.
İlk etapta bunları yaparsanız allah inşallah tövbenizi kabul eder. Sizde kaleminizi daha işe yarar şeylerde kullanırsınız.
dernek üyeliği, sendika üyeliği, sms mesajı, abk asyaya para yatırmaya zorlama mantıgı ile kamu görevlilerini perişan edip, zalimin eline koz verdiniz adamları mesleklerinden ettirip, ortada bıraktınız. şimdi göreve devam eden kamu görevlilerini el üstünde tutup, mumla arıyorsunuz. göreve devam edenler kıymetli oldu, ihraç ettirdiklerinizle ilgilenmiyorsunuz bile.
bu işler eğer dönerse, kim gelebilir benim kapıma uyduruk fikirleriyle?
zulmde emeği olan herkesin Allah belasını versin.
Hic bir problem cikmamaliydi degil mi? Dunyada cennet hayati yasayip, ahirette de cennete dogrudan gidilmeliydi degil mi? Yorum yapan hic kimse daha once hic hata yapmadi degil mi? Cunku herkes asiri kaliteli ve melek kadar gunahsiz degil mi? Uzatmayayim: “Allah’in hic kimseye ve hic bir seye itiyaci yok”, sen de olmasan, bir baskasi da olmasa olur.. kimse kendini kaf daginin tepesinde gormesin…
Cok magdur var dogru ama yapilan yorumlari okuyunca (bela okuyanlari, kader-i tenkit edenleri, tevbe’nin kabulune yonelik yorumlari vs. ) basa gelenlerin hikmeti ilahi oldugunu bir kere daha anladim. En’am-59 “…O’nun bilgisi dışında bir tek yaprak bile düşmez….” Allah samimiyetle is yapan herkesi, eger hata yaptiysa, affetsin: ” mü’minin niyeti amelinden hayirlidir” Elestiri yapicam diye icindeki zehri akitanlari da affetsin. Hadis: “Ya hayir söyleya da sus” herkesin dusturu olmali..