YORUM | BEKİR SALİM
1400’lü yılların son çeyreği… San’atın ve san’âtkârın kıymetli olduğu yıllar… Ricâl-i devletin âlimlere, san’atkârlara temenna durduğu mutlu dönemler…
*****
Eskiden sultan olmanın, lider olmanın, devlet adamı olmanın yolu ehl-i ilim ve ehl-i sanât olmaktan geçiyordu. Tarihte müsbet mânâda iz bırakmış tek bir lider gösteremezsiniz ki, bir kaç dil biliyor olmasın, bir sanât dalında söz sahibi olmasın, ilimden-irfandan nasibi olmasın…
Yanlış anlaşılmasın;
Emekli olduktan sonra, yüzbinlerce insana çektirdiklerini, zulümlerini unutmak ve unutturmak için resim sanatının ırzına geçenleri, üç beş oy devşirmek için mürâice, ağdalı bir tonlama ile ağzını yaya yaya şiir okuyanları kastetmiyorum.
Şimdikilerin durumu maalesef budur…
Şu anda devletin en yüksek mevkiini gasp eden gasıp…
Şiirden o kadar üst perdeden (!) anlıyor ki, şiir kasedi bile çıkardı. Yemin ederim, şiirden tiksindim; az kalsın Necip Fâzıl’dan soğuyacaktım.
Bu zât(!), Fâzıl Hüsnü Dağlarca rahmetli olduğunda (Konya Âşıklar Bayramında aynı jüride bulunma mutluluğunu yaşadığım büyük şair) cenaze töreninde konuşma yapıyor. Daha doğrusu, “Prompter hatibi” yazılanları okuyor. Sesine bir “keşkül titretmesi” (yok bu benzetme burada olmadı)… Ses tellerine, şiirin mânâsını ciğerinde hissediyormuşçasına sun’î bir his pompalamaya çalışıyor. Neredeyse ağladı ağlayacak:
“Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken.
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz.
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken;
Sana uğurlar olsun, ayrılıyor yolumuz…”
Bu dörtlüğü duyunca “Eyvah!” dedim… Eyvah! Çünkü bu şiir Fâzıl Hüsnü Dağlarca’nın değil, Faruk Nâfiz Çamlıbel’in… Cahil bir danışman yazmış, eline tutuşturmuş; bunun zaten hiç bir şeyden haberi yok, sadece okuyor…
Hadi bir şiir yanlışı neyse… Asıl “Eyvah!” dış politikada cahil, hayâlperest danışmanlarla ülkenin geldiği son durum… Bir bataklığa saplandık ki, Allah ülkemize, milletimize merhamet ede…
Neyse… Konumuz bu değil… Biz gerçek san’atkârlardan, gönül insanlarından bahsedelim:
*****
Ali Şir Nevâ’î… Çağatay Türkçesinin en büyük şair ve yazarı… Sadece Çağatay edebiyatının değil, bidayetinden bugüne, bütün Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biri…
Tahsil arkadaşı Hüseyin Baykara 1469’da Horasan tahtına oturunca Ali Şir Nevâ’î’ yi de yanına almış ve kısa bir dönem dışında hep beraber olmuşlar. İki büyük şair… Ömür boyu şiirleşip durmuşlar…
Sultan Hüseyin Baykara’nın hanımı ölüm döşeğinde…
Şu atışmadaki derinliğie bakın:
ALİ ŞİR NEVÂ’Î:
Elâ, ey Şah-ı Semerkant, kandi zehretmek gerek.
Çünkü fânidir bu cihan, her gelen gitmek gerek.
“Külli şeyin Hâlıkındır” bâki bir Mevlâ kalır,
Servi dalı gölgesinde, “Gül” soldu, n’etmek gerek?
SULTAN HÜSEYİN BAYKARA:
Olacak olur ne çare, n’eylemek, n’temek gerek?
Serv dalından tabutunu gül kefen etmek gerek.
Çün anasır hâke merbut, ahiri hep hâk olur,
Tez yuyun, tez kaldırın ki, menzile yetmek gerek.
ALİ ŞİR NEVÂ’Î:
Hayf oldu bağ u nihâle, esti sârsâr samları,
Sâkiler göçtü meclisten, şikest oldu camları,
Erdi mevsim-i zemistân, geçti yaz eyyamları,
Bağ u gülşen virân oldu, bülbül de gitmek gerek.
SULTAN HÜSEYİN BAYKARA:
Bîvefâ çarhın elinden kadim oldu lâm gibi,
Nûş ettiğim kâse camlar şimdi oldu sem gibi.
Terk eyleyip taht u tâcı İbrahim Edhem gibi,
Saltanat tahtıgâhımda baykuşlar ötmek gerek.
ALİ ŞİR NEVÂÎ:
Lâlezâr, gülzâr figânda,hep nâlezâr oldu gel.
Esti mevt yelleri, ömür, bağ tarümâr oldu gel.
Yetiş ey Şah-ı Semerkant, goncalar hâr olu gel.
Ali Şir bayguş misâli bînevâ ötmek gerek.
SULTAN HÜSEYİN BAYKARA:
Fenâdan bekâ mülküne kervânı göçtü Gül’ün.
Mukadder alır yerini, gayreti boştur kulun.
Toy gününde sen bulundun, huy gününde sen bulun.
Dört kişinin birisi sen tabutun tutmak gerek.