Süfyaniyet çağına Hendek’ten bakmak

YORUM | EMİNE EROĞLU

Ne çok bugüne dair Hendek. Ne çok bize dair…

Gayz ve nefrette yekâhenk, “kimi bilmem ne belâ,” her çeşit düşmanın hücumunu durduran, meşru bir savunma hattı.

İyilikle kötülüğün arasını ayıran barışçıl bir sınır çizgisi.

En mahir süvarinin geçemeyeceği kadar geniş Atıyla düşenin çıkamayacağı kadar derin… Aşmaya kalkanların su-i akıbetlerine tarihin tanıklık ettiği/edeceği parlak bir kader levhası. Şiddetten başka mücadele metodu bilmeyenler için sürpriz bir karşılama.

Az ve zayıf masumların çok ve mütecaviz zalimlere karşı strateji zaferi.

Bir müminin Allah yolunda feda edebileceği şeylerin nihayet hududu.

Dişini sıkıp sabretmenin Everest’i.

Allah Resulü aleyhisselatü vesselamın kıyamete kadar gelecek bütün müslümanlara verdiği bir taktik dersi.

Şerrin hücumuna karşı bir sedd-i Zülkarneyn inşa yöntemi.

 

YOKLUĞU PAYLAŞMAK

Ne muhteşemdi o hendekte kazılmış birer arşınlık payı olması üç bin sahabenin. Kimsenin nasipsiz kalmaması.

Onarlı guruplar halinde ve bir yarış havası içinde, yılmadan ve yorulmadan, elbirliği ile çalışmaları.

Çileyi paylaşmaları.

Düşmanın gücünden ve çokluğundan korkmamaları. Ümitsizliğe düşmemeleri. Durup beklememeleri.

Sınırlarını zorlasalar da, tüm kaynaklarını tüketseler de yokluğa ve yoksunluğa takılmamaları. Ahd ü peymanlarını bir koro halinde yenileyip durmaları:

“Bizler o kimseleriz ki, Hazreti Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) biat ettik. Hayatta kaldığımız sürece cihad edeceğiz.”

 

ONLARA ÖYLE YOKSULLUK VE SIKINTI DOKUNMUŞTU Kİ!..

İnananların tecrübe ettikleri sıkıntı ve mihnetler ağırdı.

Aç ve susuzlardı. Az ve teçhizatsız…

Malları ve mülkleri, yerleri ve yurtları kendilerini “bir hamlede” yok etmeye gelen bu zalimler tarafından gasp edilmişti.

Şerde ittifak etmiş deniz gibi bir düşman ordusu karşısında yapayalnızlardı.

Aralarında anlaşma olmasına rağmen, Kureyzaoğullarının ağır bir ihanetine uğramışlardı. Üstelik düşmanları, zorda kalınca kadın ve çocuklara saldırmayı planlayacak kadar ilkesiz ve insaniyetsizdi.

Kendi içlerindeki münafıkları kontrol altında tutmaları ve fitnenin yayılmasına izin vermemeleri gerekiyordu.

İkiyüzlüler ve kalblerinde hastalık olanlar çoktan ayrışmış,

 

“Allah ve peygamberi bize sadece kuru vaadlerde bulundular.” diyorlardı. (Ahzab, 12) İçlerinden bazıları örgütlenmiş gibi: “Ey Medineliler! Tutunacak dalınız yok, geri dönün!” diyerek müminlerin kuvve-i maneviyelerini kırmaya çalışıyor, bazıları da peygamberden: “Evlerimiz düşmana açıktır.” gibi bahanelerle izin isteyip kenara çekiliyorlardı.

Cevher cürüfatından ayrıştırılıyor, “malları ve canlarıyla cihad edenler”in dereceleri ortaya çıkarılıyordu.

 

SEKİNE İNDİR ÜZERİMİZE!

“Zülzilû” tabiriyle anlatıyordu Kur’ân-ı Kerim, yaşadıkları sarsıntıyı:

“Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara duçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma geldiler.” (Bakara, 214)

Olmakla ölmek arasında bir yerde, bıçak sırtında duruyorlardı. Kıpırdayacak yerleri yoktu. “Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da tıpkı sizin gibi acı çekiyorlar. Kaldı ki Siz Allah’tan, onların ümid edemeyecekleri birçok şeyleri umuyorsunuz. (Nisa, 104) diye teselli ediyordu Rableri onları.

Müminlerin ümid edip müşriklerin edemeyecekleri şeylerin başında geliyordu sekine. İlahi bir teyid gibi yüreklerine iniyor, ruhlarına sükunet veriyordu.

O nasıl bir vakar ve doygunluk haliyse:

”Allahım!” diyorlardı, “Kasem olsun Sen olmasaydın, biz asla hidayete eremezdik. Tasadduk edemez, namaz kılamazdık.

Sekine indir üzerimize! Ve eğer düşmanla karşılaşırsak ayaklarımızı sabit kıl.”

 

DÜŞMANLIKTA DOST OLANLAR

Müminler ne denli sakin, kararlı ve huzurluysa muhatapları da o kadar huzursuz, endişeli ve telaşlıydı.

Bu savaşa, kendilerinden gayet emin olarak gelmiş, Müslümanların işini bitirip vakit kaybetmeden geri dönmeyi hedeflemişlerdi.

Fakat işler umdukları gibi gitmedi.

Hakikate düşmanlık üzerine kurulu “sun’i ittifak”, süreç uzadıkça gevşeyip çözülmeye başladı. Çatışmalar çoğaldı. Gerilim arttı.

Başlangıçta lehlerine görünen bütün şartlar aleyhlerine döndü.

Yirmi dört bin kişilik bir orduyu doyurma maliyeti müttefik liderlerin boyunu aşmaya, rüzgarlar tersten esmeye başladı.

Kadınların sığınağına yapmayı planladıkları haince saldırı da Hazreti Safiyye’nin cesaret ve zekası sayesinde çöktü.

 

SARP YOKUŞU AŞMAK

Ve sonunda olan oldu..

Müşrikler, ordularını toplayıp hüsran içinde gerisin geri döndüler. Efendimiz aleyhisselatü vesselam, ”Artık bundan böyle, biz onların üzerine gideceğiz, onlar gelemeyecekler.” diye buyurdu.

Sarp yokuş aşılmıştı artık. Zaman ve hadiseler Allah Resulünü (as) tasdik edecekti.

O gün de, bugün de…

Hendek’te Sahabe Efendilerimiz savaşmayarak savaştılar. Kan dökmeyerek galip geldiler. Sebeplere riayet ederek tevekkül ettiler.

Sabrın her çeşidiyle direnç gösterdiler. Sabit kadem oldular.

Bize, Efendimiz’in etrafında kenetlenerek zulme karşı mücadele etmeyi, bir savunma harbinin içinde binler zafer kazanmayı öğrettiler.

Rabbimiz bizi onların izinden ayırmasın!..

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Allah ebeden razı olsun.
    Evet, bizlerde hendek dönemindeyiz. Tiran ve avaneleri ittifak üzerine ittifaklar kuruyorlar ama Allah’ın bize nusreti onların ittifakına galip olacağına inaniyorum.

    Ne zaman biter bu zülüm bilemiyoruz ancak gönlüm ve aklım “Tiranın son demleridir” diyor.

    Allah büyüktür. Acıyor her tarafımız ama yolumuza da şükür ki devam ediyoruz.

    Rabbimin yolunda hizmete devam diyoruz inşallah…

  2. Uhud’da okçular tepesinin hakkını veremeyenler (*) için, Hendek’teki imtihan kaçınılmazdı. Çünkü düşman, artık zaaflarımızı öğrenmişti. Ganimet, makam ve mansıp herkes için cazipti. “Cesedlerimizi kartalların kaldırdığını dahi görseniz, burayı terk etmeyin” ikazı bir anda zafere eriştik zannedilerek, unutulmuştu. Biz de, unutmadık mı? Makama, mansıba ve dünyanın cazibedar ama aslında birer fitne olan, ruhumuzu zehirleyen ve belki de öldüren o şeylere koşmadık mı? Koştuk ve dur diyen O (sav)’nun ikazlarını unuttuk mu? Unuttuk, tabii ki. Sonra da, bu başımıza niye geldi diye feryad-u figan ettik ve kendimiz (nefsimiz) dışında herkesi suçladık mı? Suçladık, tabii ki. Eğer Rabbim (cc) gözümüzdeki ve aklımızdaki perdeyi açıp da, bize merhamet etmezse, biz yine karanlıklarda kalmaya mahkum muyuz? Peki, bundan kurtulabilmenin yolu nedir, Hendekte başarıya ulaşmanın yolu nedir? Tabii ki, o ilkler gibi bu sefer mevziyi terk etmeyeceğiz. Efendimiz(sav)’in savaş stratejisini ne buyurduysa kabul edip, efendim bizce de şöyle böyle demeyeceğiz. Bu sefer, önceki kendilerine kitap verilenlerin bir kısmı gibi “inandık ve isyan ettik” demeyeceğiz, bu sefer “(Allah ve Rasulüne) inandık ve itaat ettik” diyeceğiz. sürekli teyakkuzda olacağız, çünkü, su uyur, düşman uyumaz. Nefsimizi haklı çıkarmayacağız, büyüklerin Kur’an ve Hadis eksenli uyarılarına kulak vereceğiz. (Allah ve Rasulü) tamam demedikçe, tamamdır bu iş (kurtuluşa erdik) demeyeceğiz. Son nefesimize kadar Rabbimizin mağfiretinden ümidimizi kesmeyip, ancak münafıklık alametleri taşıyor olabilir miyim endişesi ile yaşayacağız. Asla din ve ahiret mevzularında laubaliliğe ve başkaları zaten yapar rahatlığına sapmayacağız. Öyle değil mi?

    (*): Bu sadece bir gözlem olup, şehit ve gazi olan bütün Ashab-ı Uhud’un ruhaniyetlerinden bu ifadem için özür diler, Rabbi’min (cc) bu mevzuda beni bağışlamasını niyaz ederim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin