YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR
Geçen hafta iki ayrı RAP albümü sosyal medyada yerini aldı ve aynı gün içinde 5 milyon civarı paylaşımla Türkiye ve dünya gündeminde dikkati çekti.
Peki, ne yaptılar da bu kadar ilgi gördü RAPçiler?
RAPçilerin etkisi sadece yaptıkları müziğin kalitesi ile ilgili değildi. Parçalarıyla ülkenin temel konularına değinmeleri ve bunu RAP’in keskin ve net diliyle, eğip bükmeden yapmalarıydı ilgi gören. RAPçilerin çıkışı, ülkedeki problemlerin zirve yaptığı, sabırların taşma noktasına ulaştığı anda geldi. Otoriterleşmeden, adaletsizlikten bunalmış toplum, özellikle 30 yaş altı gençler “Susamam” çıkışını satın aldı. Saraya bağımlı sanatçılar, aydınlar sustuğu için, ses verme misyonu bazılarının burun kıvırdığı isyankar, RAPçi gençlere kaldı. RAPçiler siyasi, sosyal muhalefete örnek oldular; topluma ümit verdiler.
RAP müziği sözle sesin birlikte ve sert vurgularla ifade edildiği, varoşların, ezilmiş kesimlerin sesini duyuran, sosyal konulara değinen, felsefi derinliği olan bir müzik türü. 1970’lerde ABD’de siyahilerin öncülüğünde yükselen RAP Türkiye’ye 1990’larda girmiş. Hip-Hop alt kültürünün kolu olarak geçen RAP “Rhytm And Poem” veya “Rhytmic African Poetry” sözcüklerinin kısaltmasından oluşmaktadır. İngilizcede “ağır eleştiri” anlamına gelmektedir.
Şanışer ve Ezhel’in öncülük ettiği Susamam ve Olay isimli iki eser Türkiye’deki sorunları bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. RAPçiler sosyal içerikli mesajlarıyla: “Eğlenmek istiyorsun, Sorunlara çözüm bulmak gibi bir derdin yok! Hayat zaten çok zor, Ama biz müziğin bir şeyler değiştirebileceğine inanıyoruz, Bizimle gel!” diyerek ülkede oluşan sessizliğe, adaletsizliğe, vurdumduymazlığa bir bir tını bırakıyordu. Medyanın sindirildiğine dair RAPçilerin şu cümleleri çok net ve açıktı: “Bi’ gece haksızca alsalar içeri seni, bunu haber yapacak gazeteci bile bulamazsın, hepsi tutuklu”
Şanışer parçasında: “Ben bi’ beyaz Türk’üm ..Kafamı tatile, gezmeye, borca yordum. Adalet öldü, ucu bana dokunana dek sustum ve ortak oldum, Şimdi tweet atmaya bile çekiniyorum, Kendi ülkemin polisinden korkar oldum, Üzgünüm ama senin eserin” diyerek Beyaz Türklere, duyarsız insanlara, tırsak aydınlara, sarayın ulufesiyle ayakta duran sanatçılara, yolsuz vekillere sesleniyordu. “Şimdi kapını kollaması gereken adalet gelir acımaz, vurur kırar kapını, Çünkü çocuk öldü vuran memurdu diye haklıdır dedin, sesini çıkarmadın, Yani suçlusun!” ifadesiyle toplumun yüzüne hakikatleri şamar gibi yapıştırıyordu.
RAPçilerin çıkışı siyaset biliminde var olan Suskunluk Sarmalı teorisini akla getirdi. Alman siyaset bilimciler tarafından geliştirilen teoriye göre insanlar mensubu olduğu toplumsal grup veya bulunduğu sosyal ortam içinde eğer dışlanma, aşağılanma, ötekileştirilme korkusu yaşıyorsa, kendi düşüncesini savunmak veya doğruyu ifade etmek yerine susmayı tercih ediyor; toplumda yaygın ve geçerli olan görüşü kabule yatkın oluyor. Eğer görüşü genel görüşlere uygun değilse oto sansür uyguluyor. Teoriye göre suskunluk sarmalına ivme kazandıran en önemli dinamik dışlanma korkusu. Bunu bilen diktatörler, baskıcı odaklar farklı düşüneni marjinalleştirme, dışlama, etiketleme ve hedef haline getirme yolunu tercih ediyorlar.
Teoriyi geliştiren Neumann‘a göre Suskunluk Sarmalı’nın inşasında medyanın çok önemli rolü var. Medya belirli fikirleri baskın hale getirip, bazılarını yok sayarak “çoğulcu bilgi eksikliği” oluşturur. Bu durum yanlışların yaygınlaşmasına, “genel düşünce” imiş gibi algılanmasına neden olur. Medya üzerinden belirli kimlikler, kesimler, kavramlar etiketlenir ve itibarsızlaştırılır. Hedef alınan kesimler ve ifadeleri, yazıları “vebalı” gibi sunulur. Ülkemizde farklı dönemlerde solcu=dinsiz, dindar=yobaz, Kürt=PKK’lı, cemaat=hain, “afedersin Ermeni” gibi denklemler kuruldu ve topluma medya üzerinden bu şablonlar dikte edildi. Bu kesimlerin savunmaları, düşünceleri topluma ulaşamadı; ulaşsa dikkate alınmadı. Uzmanlar Suskunluk Sarmalı ‘nın değişen bir süreç olduğundan bahsederler. Toplumun suskunluk içine girdiği konular ve muhataplar konjonktöre göre değişebilmektedir. Devlet erkini ve medyayı kullananlar döneme göre hedefe dindarları, solcuları, Kürtleri, Alevileri, Cemaati vd koyabilmektedir.
İnsanlar kendi düşüncesi toplumda seslendirilmeye, yaygınlaşmaya başlandıktan sonra fikirlerini daha cesaretle ve açıktan söyleyebiliyor. Bu nedenle düşünce özgürlüğünün öneminin bilindiği demokratik toplumlarda farklı düşüncesi olanların dışlanmayacağı, ötekileştirilmeyeceği ortam oluşturulur. İnsanları inançları düşünceleri nedeniyle ayıplamak, baskılamak, aşağılamak suç kabul edilir. Bireyler demokratik haklarını, özgür düşüncenin önemini bildikleri için fikrini savunma kararlılığında olur. Maalesef “biz demokratik ülkeyiz!” demek demokrasiyi ayakta tutmak için yetmiyor. Eğitim sisteminin, sosyal, kültürel kodların demokratik değerlere uygun olması yanında, toplumdaki demokrasi bilinci çok önemli.
İnsanların dışlanma korkusuna karşı tedbiri, halkın ortalama görüşüne yakın durmak, genel geçer söylemlere uygun konuşmak ve kimsenin köpeğine kış dememektir. Üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokmamak ifade özgürlüğünün olmadığı toplumların genel tavrıdır. Bu tür toplumlarda insanlar: “her koyun kendi bacağından asılır”, “bana mı düştü”, “büyüklerimiz diyorsa vardır bir bildikleri” “alemin enayisi ben miyim?”gibi yaklaşımlarla gördüğü yanlışa ses etmemeyi meşrulaştırır. Suskunluk sarmalı içindeki insanlar havadan sudan konularda fikir beyan eder, ama cıslı, nizalı konulara girmez; susmayı veya nötr kalmayı tercih eder. Bir kedi yavrusuna yapılan eziyete acayip tepki verir, ama dışlanmış bir kesimin bebeklerine yapılanı yok sayar. Bir anne köpeğe gösterilen merhamet haber olur; ama çocukları kaçırılmış, öldürülmüş anneler gündem olamaz. Bebekleriyle hapse konan binlerce anne toplumun dikkatini çekmez. Zira onlar otorite tarafından “terörist”, “hain” olarak damgalanmıştır. O alana girenlerlerin konforu bozulabilir, dışlanabilir, başına iş gelebilir.
Peki, bir toplumda suskunluk sarmalı nasıl kırılır?
Suskunluk sarmalını kırabilecek kişilerde/kesimlerde iki temel özelliğin olması gerekir:
- Düşünen, okuyan, analiz eden olma, yani entelektüel kapasiteye sahip olma.
- Ekonomik açıdan kendine yeter ve bağımsız olma.
Entelektüel tasnifine, niteliğine göre sanatçılar da girer. Aristokratlar, tüccar sınıfı batı dünyasında temel hakların, özgürlüklerin kazanılmasında, demokrasinin oturmasında önemli rol oynamıştır. Burjuva sınıfının ve aydınların birlikteliği devleti yönetenlerin otoriterleşmesini, herşeyi dilediği gibi yapmasını önlemiştir. Bizde, münhasıran Osmanlıda “Osmanoğulları Hanedanı’na alternatif olur” diye devletten bağımsız bir aristokrasi, burjuvazi ve aydın sınıfı oluşmasına müsaade edilmemiştir. Tanzimat’a kadar devam eden müsadere yöntemi nedeniyle, burjuva/tüccar sınıfı oluşmamış, palazlananın malına (bugün AKP’nin yaptığı gibi) el konmuştur. Sanatkarlar, mucitler eserlerini sultandan kese kapmak için üretmiş, hep güce bağımlı kalmıştır. Ulema sınıfı ise Şeyh-ül İslamlık kurumu üzerinden Diyanetleştirilmiştir. Hiçbir şekilde muhalefet oluşmasına, farklı fikirlerin yeşermesine fırsat verilmemiştir. Önceleri “ümmetin ittihadı”, “birlik”, “bütünlük” olarak görülen tek seslilik, zamanla bütün gelişmelerin katili, iyi şeylerin yok edicisi haline dönüşmüştür. Maalesef farklı olana tahammülsüzlük, sindirme, aman vermeme aynen Cumhuriyete de intikal etmiştir. AKP iktidarının, Erdoğan’ın suskunluk sarmalını bu kadar kolayca kurabilmesinin nedenlerini biraz da geçmişimizde aramak lazım.
Suskunluk sarmalını devletten maaş alanlar kıramaz. Dolayısıyla özerkliğini tamamen yitirmiş, sıradan memurlara dönüştürülmüş Üniversite hocaları da kıramaz. Devletten ihale alarak ayakta kalan iş dünyası da kıramaz. Kamu kurumlarının konserleriyle yaşayan, saraylarda ağırlanan sanatçılar muhalif bir film, şarkı, eser üretemez. Sanatçı, akademisyen, gazeteci, yazar.. eğer ekonomik olarak bağımsız hareket edecek durumda değilse, entelektüel olamaz! Çok kitabı olur, çok bilgili olur, çok iyi hatip olur, çok zeki vb olur; ama topluma, tarihe karşı kendini sorumlu hisseden entelektüel olamaz!
Herkesin bir şekilde kamu kaynaklarına bağımlı olduğu ortamda RAPçi gençlerin çıkışı çok değerli. Bazılarımızın “anarşist”, “hippi” gördüğü bu gençler risk alarak “Susamam” dediler ve suskunluk sarmalına ciddi bir darbe indirdiler. Umarız RAPçi gençlerin açtığı bu yoldan başkaları da gelir ve toplum kurulan korku duvarını aşar, inşa edilen suskunluk sarmalını yıkar. Zira korku bulaşıcı olduğu gibi cesarette bulaşıcıdır!
Türkiye’de siyaset tıkandı, aydınlar tırstı, toplum suskunluk sarmalına girdi. RAPçi gençler yaptıkları müzikle bir şeyleri değiştirmek için yola çıktılar ve hepimizde umut oluşturdular. RAPla pek ilgim yoktu, gençler sayesinde bir haftadır RAP dinliyorum. Size de öneririm, RAP iyi geliyor!
Mahmut bey
Yazıda ki hedefe konulan kurumlar devlet ve Osmanlı yerine eleştiriler de “ hizmet ya da Cemaati” koyun ve ondan sonra o yazıyı okuyun.
Yeni mi keşfettiniz Devletin ve Osmanlı nın böyle olduğunu.
Böyle yazılar ile hitap ettiğiniz kitleyip afyonladığınızın farkındamısınız.
Beni içinde bir hayat sürdüğüm yapının olan biten bunca şeye rağmen devam ettirdiği açmaz ve aymazlıkları daha çok ilgilendiriyor.
Bu konularda ki yazılarınızı bekliyorum.
Ortada kuyu var yandan geç mahiyetinde olmasın lütfen.
Birde geçmiş devlet ve güç seviciliğiniz ile ilgili günah çıkarsanız da bizde bütün bunların konjonktürel yazılar olmadığını anlasak
Selamlar
O tür yazılar yazmaya da devam edeceğiz. Selamlar..